KEHF SURESİ TEFSİRİ(18.SURE)
Süleyman Karagülle
952 Okunma
KEHF SURESİ TEFSİRİ 57-59.AYETLER

KEHF SÛRESİ - 17. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ فَأَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ إِنَّا جَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا وَإِنْ تَدْعُهُمْ إِلَى الْهُدَى فَلَنْ يَهْتَدُوا إِذًا أَبَدًا (57) وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُو الرَّحْمَةِ لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَ بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِهِ مَوْئِلًا (58) وَتِلْكَ الْقُرَى أَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِمْ مَوْعِدًا (59)

 

وَمَنْ أَظْلَمُ

Va MaN EaJLaMu (Va MaN EaFGaLu)

“Kim daha zalimdir”

Kehf Ashabını ve iki bahçe komşusu temsili ile yaşadığımız üçüncü binyıl peygambersiz uygarlığının nasıl oluşacağı anlatıldıktan sonra “Ve” harfi durumu özetlemekte ve sonucu bildirmektedir. Bundan sonra surenin üçüncü temsili anlatılacaktır, tarikatla şeriatı karşılaştıracaktır.

Bundan önceki ayetlerde Allah’ın yapıcılar ve yıkıcılar diye iki takımı olduğunu, yapıcıları peygamberlerin, yıkıcıları şeytanın yönlendirdiğini anlatmıştır. Bunların her ikisi de görevli ama biri nur içinde nuru tamamlamak için çalışır, diğeri zulumat içinde direnir ve en sonunda da başarısızlık içinde olacaktır.

İnsanlar yapıcıların veya yıkıcıların cephesinde yer almış olabilirler. Cepheler bu dünya için geçerlidir. Hangi cephede iseler ona göre suçlu-suçsuz karşılığını bulurlar. Ama yıkıcılar hiçbir zaman galip gelemezler. 

Ahiretteki durum farklıdır. Ahirette herkes ayrı ayrı kendi yaptıklarının hesabını verecektir. Dünyadaki gelişmelere ve kendi iradesine göre kişi yapıcılar veya yıkıcılar içinde olabilir. Kendisi görevini tam yapmışsa cennete gider. Aksini yapmışsa cehenneme gider.

Bundan önce ahiretteki soruşturma anlatılmıştı.

Şimdi bu dünyadaki durumları anlatmaktadır.

“JLM” sonradan kapatmak üzere kazılan çukurdan kenara konan topraktır. Tohum ekmek veya ölü gömmek için kazmadır. Bir şeyi gereksiz yere koymak zulümdür. Birinin hakkını başkasına vermek zulümdür. Sonra karanlığın adı olmuştur. Çünkü nerde ne olduğu bilinmediği için hiçbir şey yerine konamaz. Nurun zıddıdır.

JLM” 315 defa, “JLL” ise 33 defa geçmektedir; 348=2*2*3*29 (Başka kelime aranmalıdır.)

“JLM” 315 defa, “JNN” 69 defa geçmektedir; 384= 2*2*2*2*2*2*2*3 bulunmuştur.

“J” zaferi, yenmeyi, “L” belirliliği, “M” de maddeyi ifade eder.

Zulmetmek kişiyi karanlıklar içinde bırakmaktır.

Şöyle ki; kişinin şeriatın belirlediği hakları ve görevleri bilmesi ve beklemesi gerekir. Onun dışında kalındığı yani hukuk düzenine uyulmadığı zaman kişi karanlıkta kalır, ne yapacağını bilemez hale gelir. Yalnız o değil, tüm topluluk böyledir.

Bir zamanlar sultanlar keyfi idare ettiler. Sonra CHP’li devlet başkanları keyfi idare ediyorlardı. Demokrat Parti ve sonra gelenler keyfi yönettiler. Kurallarla devleti ilk yönetmek isteyen Ak Parti oldu. Şimdi o da bıraktı. Bırakmak zorundadır. Çünkü zulüm düzeninde ancak zulümle yönetilebilir. Düzeni değiştirme zorunluluğu vardır.

İslâmiyet’te bucak başkanının gerekli zorlamaları uygulama hatta öldürme yetkisi vardır ama sonra ağır diyet ödenir. Bucağında bulunmayan kimseyi takip etme yetkisi yoktur.

Bugün ise yasalarca yasaklanmış birçok işlem zorunlu olarak uygulanmaktadır.

Bir bucak başkanı zulmederse oradan hicret edilir ve başka bucaktan veya il merkez bucağında dava açılır.

“Men” kelimesi “Ene” kelimesinden dönüşmüştür. “Ene” ben anlamındadır. Her ben diyebilen kimsedir. Şuurlu varlıklar için kullanılır.

مِمَّنْ ذُكِّرَ

MiN MaN ÜukKiRa (MiN MaN FugGıLa)

“Tezkir edilen kimseden”

“Zikr” yay görevi gören ağaç dal parçasıdır. Sonraları çelik denmiştir. Yumuşak demire “ünsa” denir. Bellek tekrar eskiyi hatırlama olduğundan yayın tekrar eski yerine gelmesine benzetilerek “zakire” denmiştir.

“Ü” görünenlere işaret etme harfidir. “K” muhatap harfidir. “R” tekrar harfidir. Türkçede olduğu gibi anmak, anlamak anlamındadır.

Tezkir edilen kimse anlatılan kimsedir.

Kimdir?

Önce benim, Allah bana çeşitli vesilelerle Kur’an’ı anlatmıştır.

Sonra sizsiniz. Allah size de ayetlerini değişik yollardan anlatmıştır. Anlatmaktadır. Demek ki anlatılanlar başta bu seminerleri takip edenlerdir. Bu seminerleri takip edip kendileri düşünüp Allah’ın ayetlerini anladıktan ve öğrendikten sonra hala zulüm düzeninde bulunmayı kabul eden kimseleri anlatmaktadır. Yani bizi anlatmaktadır.

Sonra bizim görevimiz ikidir. Mademki Allah bize ayetlerini tezkir etti, biz de tezkir edilmeyen kimselere anlatmak durumundayız.

İzmir’e ilk gittiğimizde on civarında okumuş kişilerden oluşan cemaat haftada bir toplanıyor, herkes bir şeyler anlatıyordu. Risale-i Nur şakirtleri ‘ben hakkımı Risaleleri okumakta kullanırım’ der, bir yerini okurdu.

Siz de bir sohbette bulunduğunuz zaman hemen Kur’an seminerlerinden bir şey hatırlayacak ve onu anlatacaksınız. Katiyen okumayacaksınız. Kendiniz nasıl anlamışsanız ve nasıl biliyorsanız onu anlatacaksınız. Benim yazdıklarımı değil.

Bizim bu görevi yapmamız için önce internet dergisini faal hale getirmeliyiz.

Sonra bu dergiyi basmalıyız. Haftalık abone dergisi halinde çıkarmalıyız. Sonra bunu yayın haline getirmeliyiz.

Bundan sonra da Bin Dil Üniversitesi’ni kurmalıyız. Devlet Üniversitelerinde dersleri okuyacaklar, bizim üniversite ise çalışarak okuma üniversitesi olacaktır. Biz akademik kariyer yaptırmalıyız. O zaman tüm insanlık tezkir edilmiş olur.

Bizim şimdi bunlardan ne kadar uzakta olduğumuzu bilmeliyiz.

Katiyen iktidara talip olmamalıyız ve iktidardakileri de eleştirmemeliyiz. Tarafsız olmalıyız. Yapılanları anlatmalıyız. Yapanların kötülüklerinden veya iyiliklerinden bahsetmemeliyiz. Onların hesapları Allah’a aittir.

بِآيَاتِ رَبِّهِ

BiEavYAvTı RabBiHIy (Bi FaGıLAvTı FaGLiHIy)

“Rabbinin ayetleri ile”

“Zekera Reculün Bi Ebihi” dediğimizde adam babasından bize bahsetti anlamı çıkar. “Bi” ile taaddi etmiş olur.

“Zekera Raculün Ebahu Ef’alihi” adam bize babasını fiilleri ile anlatmış olur.

“Rabbinin ayetlerini” değil de “Rabbinin ayetleri ile” fıkhı zikretti demektir. Burada ikinci meful mahzuftur. Yani anlatılan ayetler değildir, anlatılan ayetlerin vasıtasıyla başka bir şeydir. O da içtihat ve icmadır.

“RabbiHi”deki zamir “Men”e gitmektedir. “Men” tekil ve çoğul, erkek ve dişi aynıdır. Dolayısıyla buradaki “Hi” zamiri tekil olanlar çok kimseye raci olmuş olur. “Rabbinin ayetleri ile” denerek müfret alırsak ki hüküm de öyledir, herkesin kendi içtihadı ile vardığı ayetlerdir.

“Rab” terbiye eden yetiştiren demektir. “Ayet” de trafik levhalarıdır, yol işaretleridir. Kur’an’da “ayet” dendiği zaman iki şey anlaşılır; kâinattaki doğa kanunları ve onların hikmetleri, ikincisi Kur’an’ın sözleri ve delalet ettiği manalar.

Biz Kur’an’ı Kur’an Arapçası ile ve Usulü Fıkıh kuralları ile anlamaya çalışmalıyız. Ancak orada anladıklarımızın doğru olup olmadığını Matematikle öğrendiğimiz doğa kanunları ile teyit etmeliyiz.

Kur’an’da “leyl neharı geçmez” sözünde maddenin hızı ışık hızından fazla olmaz anlamındadır. Bizim ışık hızını ölçerek onu niçin geçemeyeceğini açıklamamız gerekir. Bunu şöyle ispat ediyoruz. Her maddenin bir kendi hızı var ve bir de dalgasının hızı var. Bunu ölçerek biliyoruz. İki hızın çarpımı ışık hızının karesine eşittir. Bunu da deneylerle ispatlıyoruz. O halde madde hızının en büyüğü dalga hızının en küçüğüne eşit olduğu yer sabittir ve o da ışık hızıdır. Böylece Kur’an’daki ayet müsbet ilimle tafsil edilmiş olur.

“Evye” kuş yuvası demektir. Türkçedeki “yuva” kelimesi de buradan gelir. Sonra “Ve” “Ye”ye dönüşmüş, “Eyeye” olmuştur. Yüksek yerlerdeki yapılar, işaretler “Ayet”tir. Türkçedeki “Ay” da buradan gelmiş olabilir.

“Ayet” işaret, alamet, delil demektir. Başına “e” harfi getirilirse “e ayet” “delil mi, hangi delil” anlamlarına gelir. Sonraları ismi mevsul olarak veya soru edatı olarak “hangi” anlamında kullanılmaya başlanmıştır.

(EayYANa) “Eyyü Ân” demektir. “Han” su kenarındaki konaklama yeridir. Hayvanlar belli saatlerde buraya gelip su içerler. Bu esnada bunların sütü sağılır. “Hane” mastarı develerin suya gelmesi zamanının yaklaşması demektir. Sonra  “Hiin” herhangi bir işin yapılması için ayrılan zaman olmuştur. Son “Ha” düşmüş “aan” olmuş. Şimdiki zaman için kullanılmaya başlanmıştır.

“E” gücü, “Y” kolaylığı, “V” birliği ifade eder. (Levhalar kolaylıktır, kesinliktir ve komşuluktur.)

“Ribve” tümsek demektir. Çöllerde tümseğe benzeyen yer yer serpilmiş ağaçlıklara da “rabve” kelimesi kullanılmaktadır. Sonra yavaş yavaş gelişme karşılığı kullanılmıştır. Birden oluş “hilkat” ile ifade edilir, evrimle gelişmeler “rabvet” ile ifade edilir. “Rebebe” kelimesi de “rabve”den dönüşmüştür. Terbiye kelimesi bunlardandır. Türkçe olarak “yetiştiren” veya “yetiştirici” olarak tercüme edilir.

“RBB” 981, “RMY” 9 defa geçmektedir; 990= 2*3*3*5*11

“Remy” ile “RBB” arasındaki ilişki nedir? Atıcılık insanın temel savunma aracıdır. Savunma, avlanma, meyve devşirme hep atıcılıkla olur. İnsanlar eğitimi onunla başlattılar.

“R” tekrarı, “B” geçişi ifade eder. Tekrarla alışma anlamındadır. İnsanda bu sayede yeni meleke ortaya çıkar.

فَأَعْرَضَ عَنْهَا

FaEaGRaWa GaNHAv (Fa EFGaLa GaNHAv)

“Ondan i’raz etti”

“Ard” ön dişler demektir.

“GRW” 79 defa geçmekte, “ERW” 461 defa geçmektedir; 540=2*2*3*3*3*5

“G” etkiyi, “R” tekrarı, “W” bozukluğu ifade eder.

“İraz etmek” yan çizmek demektir.

Onu bırakıp başka taraflara sapmak demektir.

Akevler yarım asırlık çalışmaları ve Akevler denemeleri ile “Adil Düzen İnsanlık Anayasası”nı hazırlamıştır. İstanbul Yenibosna’da Lütfi Hocaoğlu ve arkadaşları tarafından hazırlanan Ruhu’l-Kur’an Çalışması ile bu anayasaya Kur’an’dan deliller bulunmuş ve gösterilmiştir. Süleyman Akdemir doktora tezi ile “Adil Düzen”in temelini atmıştır. Şimdi de “İnsanlık Anayasası Kavramı” adlı eseriyle Adil Düzen Anayasası’nın genel gerekçesini sunmuştur. Necmettin Erbakan bu çalışmaları benimsemiş ve dünyayı değiştirmiştir. Süleyman Akdemir’in son çalışması Muhterem Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a ulaşmıştır. İraz edip etmeyeceğini bilemiyoruz.

Bazı Adil Düzen Çalışanları sonunda Allah’ın ayetlerinden iraz etmişlerdir. Kur’an bunları en çok zalim olarak göstermektedir.

Kur’an, “daha zalim kim vardır” ifadesini defalarca Allah’a iftira eden şeklinde beyan etmektedir. Ayrıca “mescitten men etme, şehadeti ketmetme” ve iki yerde “Allah’ın ayetleri kendilerine zikredildiği halde ondan iraz etme” için zikretmektedir.

“Ezlama” daha zalim anlamındadır. “Ezleme”nin kullanıldığı kimseler eşit seviyede zalim durumundadırlar. Allah’a iftira edenler gibi bunlar da en zalimler arasına girmektedirler. Kendilerine Rablarının ayetleri ulaşmamış, fiilen ulaşmamış ama onların beyinleri henüz o ayetleri görecek seviyede değilse, öğrenmek ve anlamaktan kaçınmıyorsa yani iraz etmiyorsa, onlar zalim değildir. Hindistan’da bir ineği tanrı olarak gördüğü için ona tapıyorsa, o zalim değildir. O cennete gidebilecektir. Ama “Adil Düzen”i Kur’an’dan öğrendikten ve ona aklı erdikten sonra ondan iraz edenler veya öğrenmekten imtina edenler, dinleyip değerlendirmeyenler en zalim olarak sayılmıştır.

وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ

Va NaSiYa MAv QadDaMaT YaDAvHUv (FAGaLa MAv FagGaLaT FaGLaYHi)

“Ve iki elinin takdim ettiğini nesy etmişse”

“NSY” erkekler ava ve savaşa çıktıklarında eşlerini ve çocuklarını bıraktıkları yerdir. Erkekler ricaldir. Erkek kişi “mer”dir, kadın kişi “mere”dir. “Nisa”nın tekili yoktur. “Rical” karşılığıdır. “Nisa”ya yaşlılar ve çocuklar da dâhildir.

Konaklanan yerlerde genellikle bir şeyler unutulur. Unutulan şey “Nesy”dir. Unutmak “Nesye”dir.  Kadınların kökü “NSV”dir, unutmanın kökü “NSY”dir.

“N” genelliği, “S” mekânda diziyi, “Y” kolaylığı ifade eder.

“NSY” 45 defa, “NSV” 59 defa geçmektedir; 104=2*2*2*13 etmektedir.

Unutmak mazeret midir?

Kur’an’da, “Rabbimiz, hata etsek veya unutsak bizi muaheze etme” denmektedir. Gerekli dikkatten ve tedbirleri aldıktan sonra unutma ve hata mazerettir. Hatırlatıldığı halde hatırlanmaması ve devam etmesi artık mazeret teşkil etmez. Eski unuttuklarından da sorumlu olur. Diyelim ki unuttuğundan dolayı bir kaza oldu. Mazeret kabul edilir. Ama hatırlatıldıktan sonra eski unuttuklarının benzerini yapmaya devam ederse mazeretten çıkar. Onun için mazerettir ama özür dilerse mazerettir.

Hatırlatıldığı halde ayetlerden iraz edenden daha zalim olan kim vardır?

Şimdi bazı kardeşlerimiz, babalarımızın Kur’an ehli olduklarına dayanarak kendilerinin cennete gideceklerini, Kur’an ehli olmayanların ise cehenneme gideceklerini iddia ederler. Tam tersine, babaları Kur’an ehli olmayanlara Allah’ın ayetleri tebliğ edilmediğinden sorumlu değildirler. Kur’an ehlinin çocukları ise tezkirden sonra Kur’an’dan iraz ettikleri için zalimdirler ve cehennemliktirler.

“QDM” ayağın ön tarafını gösterir, “GQB” arka tarafını gösterir, “KGB” ise yanları gösterir.

“Q” kuvvettir. “D” çevredir. “M” maddedir.

Takdim etme demek ilerisi için yapılan hazırlamadır.

Bir iş yapıyorsun, hayırlı iş yapmaya başladın, sonra onu unutup başka iş yapmaya başladın; işte bu sizin takdim ettiklerinizdir.

Bugünkü insanlığın en çok işledikleri hata budur. 1950’lere girdiğimiz zaman dünyanın en geri devletlerinden biri Türkiye idi. Türkiye’de en geri kalanlar Allah’a inanan ve namaz kılanlardı. Öyle ki, bir adam okumuşsa, görevli ise veya zengin ise onun Allah’a inanması ayıp sayılıyordu. Demokrat Parti’de bunun dışına çıkılır gibi oldu. Menderes namaz kılmadı ama bazı bakanlar namaz kılarken görüldü. Meclis Başkanı cuma kıldı diye bir daha Meclis’in yüzünü bile görmedi. Akevler bu anlayışa karşı çıktı. Necmettin Erbakan bu karşı çıkışı destekledi. Bugün ise Allah’a inananlar her bakımdan üsttedirler.

Ne için yola çıktık? Kur’an düzenini getirmek için. Millî Görüşçü veya Ak Partililer aksini iddia edebilir mi? Gülenciler aksini iddia edebilir mi? İşte o gün takdim ettiklerini bugün unuttular. Sermaye’nin fitnesine katılıp dolara tapıyorlar.

“Yed” el ve kol demektir. İnsanı hayvanlardan ayıran özelliklerin başında elini sanat için ve yazmak için kullanabilmesidir. Bu tür işlerde yetenekler iki el ile ifade edilir. İki elin de çolaklaşmış olduğunu ifade ederek artık iş yapamaz hale geldiklerini veya geleceklerini ifade etmektedir.

“D” çevreyi “Y” ise kolaylığı ifade eder. Elin daha çok maharetinden bahsedilmektir.

Diğer canlılarda çene ve pençe parçalama aracıdır. Ön bacaklar da yürüme aracıdır. İnsanlardaki çene konuşma aracı olarak geliştirilmiştir. Ön ayaklar da yapma aracı olarak geliştirilmiştir. Yazma aracı olarak geliştirilmiştir.

Eller böylece sadece insandaki uzuvları ifade etmez. Hayvanlarda olmayan ve insanlarda olan mahareti ifade eder. İnsanlar mağara devrinde resim yaptılar. İnsan resme tapan varlıktır. Ellerinin takdiminden maksat yaptıkları planlar da dâhildir.

Başladığınız işi yarım bırakmayacaksınız.

Biz yirmi sene önce ahşap evlere başladık. Kadıköy gurubu ile Kırgızistan’da başarısız deneme yapmıştık. Ben bir daha onları çağırmadım. Onlar katıldı ve hala da beraberler. Onların on siparişini kabul ettim. Böylece artık hızla ilerliyoruz. Ama yirmi senedir uğraşıyoruz.

Ellerinizin takdim ettiklerini unutmayacaksınız.

Başladığınız işi zararlı olsa da bitireceksiniz.

Üsküdar’da İslâm Medeniyeti Vakfı vardır, Reşat Nuri Erol hala devam ettiriyor.

Bazen ara vermek zorunda kalabilirsiniz.

Bu seminerler üzerindeki çalışmalar sürüp gitmelidir. Çalışarak okuma sistemini getirmeliyiz. “Adil Düzen”i bırakan Millî Görüşçülere bu bir uyarı olmalıdır.

إِنَّا جَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ

EinNAv CaGaLNAv GaLAy QuLUvBiHiM

“Kalplerinin üzerine kıldık”

“İnNAv” biz demektir yani EaNa EaNa dir. “Ene” “BEYN”den dönüşmedir. İki dudak arasını remz eder. Allah kendisinden bahsederken ben der, biz der ve Allah der, o der. Böylece Kur’an’ın Hz. Muhammed sözü olmadığını hatırlatmış olur.

Sadece “ben” deseydi o beni Hz. Muhammed sanabilirdik. Sadece “Allah” deseydi o zaman Kur’an Allah’tan başkasının sözü olabilirdi.

“CGL etmek” bir şeye bir iş yüklemektir. Bir şeye bir özellik vermedir.

“Kalb” merkez demektir. Gelip gidilen yerdir. İnsanda birçok merkezler vardır. Ancak sürekli çalışan ve hayati önemi olan iki merkez vardır. Biri göğüstedir. Diğeri baştadır. Göğüste olan kan dolaşımını sağlar. Başta olan elektronik dalgaların dolaşımını sağlar. Burada kastedilen kalb baştaki kalbdir.

Bir iyi işe koyulup sonra Allah’ın ayetlerinden iraz edip onu unutanları kalblerine ca’letmiş, bir şey yerleştirmiştir. Biz bunlardan hep ümit ediyoruz. Bizim arkadaşlarımız hala bu partilerin ve bu cemaatlerin peşine gidiyor, onların yola geleceklerini sanıyorlar.

“Adil Düzen”i terk eden tüm siyasiler ve cemaatler bu ayette zikredilmekte, onların “Adil Düzen”de yer alamayacaklarını söylüyor.

“Ceal” sıcak tencerenin tutulması için kullanılan bez parçasıdır.

“Ca’l” ele pisliğin veya sıcaklığın bulaşmaması için tutulan deri veya bez parçası demektir. Sonraları kılmak anlamında kullanılmıştır. Kılma ile yapma arasındaki fark, yapmada yeniden var etme, ca’lde ise var olan bir varlığı yeni bir işe koymak anlamı taşır.

C” toplanmayı, “G” etkiyi, “L” belirliliği ifade eder. Bir toplulukta görev alma anlamını da taşımaktadır.

“Kalb” ayak basıldığında toprakta çıkan kalıptır. Sonra tersine çevirmeye kalb etme denmiştir. Toplayıp dağıtan merkeze yani döndüren merkeze kalp adı verilmiştir. İnsanda kanı devrettiren göğüsteki merkeze “kalb”, haberleri döndüren baştaki merkeze (beyne) de “kalb” denmiştir.

Q” kuvvettir. “L” belirliliktir. “B” geçiş yeridir.

أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ

EaKinNaTün EaN TaFQaHuvHu (EaFGıLaTün En YaFGaLuHUv)

“Onu fıkh etmede ekinne”

Onu fıkhetmeye karşı kalblerine ekinne konmuştur. “Ekinne” “Kınn”nın çoğuludur. Muhafaza koyduk, kalblerine onu anlasınlar diye kınlar koyduk. Yani onların düşünme merkezlerini hapsettik. Onların beyinlerine anlayışı yasakladık.

Fıkıh kelimesi “fikir” kelimesine akrabadır.

“F” ayırımları, “Q” gücü, “H” de görünmeyeni ifade eder.

Kur’an’da akletmek, Kur’an’da fikir ile zikir, hesab ile zan, akl ile ilm, fehm ile fıkh kelimeleri zikredilmektedir. İnsandaki düşünme tarzlarını ifade etmektedir. “Z” çağrışım yoluyla düşünmeyi, “F” ise yarıştırarak düşünmeyi ifade eder. “Hesab” kesin sayılarla düşünmedir, “Zan” ise ihtimaliyatla düşünmedir. Eskiden ihtimaliyatın ilimde yeri olmayan bir şey sanılırdı. Şimdi ihtimaliyat hesapları ile de ilim yapılmaktadır. “Zan” kelimesi bunu en ileri seviyede ifade etmektedir. “Akl” kurgu ilimleri içermektedir. Daha çok tümdengelimdir. “İlm” ise varsayımları oluşturmada deneylere dayanır, tümevarımdır. “Fıkh” kıyas yoluyla düşünmedir yani yanlamasına benzetmedir. Tümdengelim veya tümevarım değil de benzerlerden yararlanmadır. Böylece Kur’an’ın kıyas ve temsille anlaşılacağına işaret etmektedir.

“Hu” zamiri “Ayat” kelimesine gitmektedir. Arapçadaki erkeklik dişiler çiftler için kullanılır. Kimi erkeklerin çoğulu dişi tekille gösterilir. Kimi dişilerin çoğulu erkek tekil zamirle gösterilir. Burada bu açıkça görülmektedir. Sistemleri ifade eden çoğulda sistem kastediliyor, ayrı ayrı birimler kastedilmiyorsa tekillerle gösterilir. “Va Kâle Nisvetün Fi’l-Mediyneti” ayeti bunun kesin delilidir.

Gerek Millî Görüşçüler ve Ak Partililer, gerek Nur cemaati ve Gülenciler bunlardandır. Bunların cemaat olarak parti olarak bu nisyandan sonra anlamaları mümkün değildir demektir. Bunlar ayrılıp ayrı parti ve cemaat kurarlarsa olabilir. Buradaki “Hu” zamiri bunu ifade eder. Kalblerine ekinne konan toplulukturlar. İçlerindeki fertlerden her biri her zaman tövbe edip tekrar eski bıraktığı yere dönebilir. Bizim Millî Görüşten ve Gülencilerden ümidimiz yoktur ama oralardaki kardeşlerimizin unuttuklarını hatırlayacaklarını ümit ediyorum.

وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا

Va FIy EAvÜANıHiM VaQRan(Va FIy EaFGAvLıHıM VaQRan)

“Ve üzünlerinde vakr vardır”

İki elin takdim ettiğinden bahsedilmişti. Şimdi ise kulaklarında vakr vardır denmiş, “üzüneyhi” denmemiştir. Orada “iki el” tabiri var, burada “iki kulak” tabiri yoktur. Kişinin ürettiği kendisine aittir. Oysa söylenen sözler topluluğa aittir, topluluk içinde konuşabilirsiniz.

“VaQR” kelimesi tekildir, nekredir. Benzer aynı türden vakr vardır demektir. “Vakr” var, “vizr” var. İkisi de yük demektir. Zel ile kaf ayrılığı var. Kulaklarım ağır işitir deriz. “Vakur” için de Türkçede ağırbaşlı deriz.

Demek ki Arapların mantığı ile Türk mantığı aynı şekilde oluşmuştur. Evlenmeye Hıristiyan Gürcüler “körtzili” kullanırlar. Çoluk çocuk sahibi oldu anlamındadır. Müslüman Gürcüler de dasahla derler. Evlendi derler. Yani ev sahibi oldu. Dilleri ayrı olsa da dil mantığı aynı olur.

Türkçede “ağabey” ve “abla” vardır. Başka dillerde “kardeş” var. Bu aile anlayışının farklılığından ileri gelir. Dilin etimolojisini yaptığınızda o dilin sosyal mantığı ortaya çıkar. Türkler son kelimeyi önemli tutarlar. Araplar ise önce gelen kelimeyi önemli görürler.

“Ağır işitirler” deniyor, “sağırdırlar” denmiyor. Çünkü bunlar bağırdığınız zaman duyarlar. Demek ki bizim biraz bağırarak konuşmamız gerekir.

“Üzün” kulak demektir. “Ezan” kulağa duyurmak demek yani çağırmak demektir. Sonra “İzin” bir haberi bekleyen kimsenin kulağına gelen ses anlamından kinaye ruhsat anlamı kazanmıştır.

E” gücü, “Ü” bir yere işareti, “N” genelliği ve belirsizliği ifade eder.

“Vakr” Kayadaki çukur demektir. Bir yeri çökerten ağırlığa “vikr” denir.

“Vakr” kulaktaki ağırlık demektir.

“Vikr” ise sırtta veya başta taşınan ağırlıktır.

“VQR” 9 defa, “BQR” da 9 defa geçmektedir.

“V” beraberliği, “Q” kuvveti, “R” tekrarı ifade eder. Çekimde beraberliktir. Kuvvettir ve süreklidir.

وَإِنْ تَدْعُهُمْ إِلَى الْهُدَى

Va EiN TaDGuHuM EiLay elHuDAy (Va EiN TaFGaLHuM FuGLan)

“Ve sen onları hüdaya davet etsen de”

“Deav” dua, gel gel anlamına kalkan eller demektir. “Dua” davet etmek çağırmak demektir. Aynı zamanda Allah’tan bir istekte bulunmaktır.

“D” çevreyi, “G” üstünlüğü, “V” birliği ifade eder. Davet edilende üstünlük olduğunda dua, edende üstünlük olursa davet olur.

“HDY” “Hediye”, insanların görüşmeden evvel görüşmek isteklerini belirtmek için gönderdikleri değerli eşyadır. Hacca gitmeden evvel Mekke’ye gönderilen kurbanlık hayvanlara da “Hedy” denir. Hediye götürüp haber getiren kimseye “Hadi” denmiştir. Sonraları “Hidayet” yol göstermek veya yola götürmek anlamında mastar olmuştur.

“H” uzaktakine işareti, “D” çevreyi, “Y” kolaylığı ifade eder.

“Huda” burada marifedir. Bu da yapıcılıktır. Peygamberlerin kılavuzluğunda oluşmuş yoldur. Şeriattır.

Gelin diyoruz; ekseriyet demokrasisinden hicret demokrasisine, hâkimlikten hakemliğe, merkezi yönetimden taşra yönetimine, faiz sisteminden kredileşme sistemine, veresiyeden seleme, karşılıksız nakitten bono sistemine geçelim.

Eğitimde sınıf geçme yerine ders geçme sistemine geçelim.

Yönetimde seri sistemden paralel sisteme geçelim.

Adil Düzen çalışanları bu kavramları iyice kavrayıp anlatmalıdırlar.

فَلَنْ يَهْتَدُوا إِذًا أَبَدًا (57)

Fa LaN YaHTaDUv EiÜan EaBaDan (Fa LaN YaFGaLuE iÜan FaGaLan)

“İzen ebeden ihtida etmezler.”

Bizimle beraber yola çıkıp cihad yapanlar ne yaptılar?

Bizi yarı yolda bıraktılar. Kur’an yolunda cihada devam etmeleri gerekirken Sermaye’nin ve bürokrasinin peşine takıldılar. Millî Görüşçüler ve Risaleciler böyle yaptılar. Tarikatlar böyle yaptılar. Akevler’e cephe aldılar. Necmettin Erbakan’ı “Adil Düzen”den vazgeçirmek için çaba gösterdiler. Kendilerine Allah’ın ayetleri zikredildiği halde ondan iraz ettiler. Ben yanlış mı söylüyorum? Böyle yapmadılar mı?

Burada “İzen” kelimesinin taşıdığı mana şudur; sen davet ettiğin için ihtida etmezler.

İnsanlarda tuhaf bir ruh haleti vardır; ben yapmış olayım, biz yapmış olalım. Akevler’in dedikleri ve yaptıkları değil de Erdoğan’ın ve Gülen’in yaptıkları olsun. Biz Kur’an’ın emrine uyarak kim doğruyu yapıyorsa ‘sen doğru yapıyorsun’ diyoruz. Önce biz yapmıyoruz, Allah yapıyor. Biz sadece görevliyiz. O’nun dediğini yapar ve ücretimizi alırız. Allah bize tezkir ettiği için de sorumlu olduğumuzu biliriz.

Onların ‘bunu Akevler yapmadı falanlar yaptı’ demelerinin ilk cümlesini doğru buluruz; biz yapmadık. Ama ‘falanlar yaptı’ dediklerinde buradaki ‘izen’i okuruz.

Sermaye ne yapıyor?

Sermaye şimdi Adil Düzen çalışanlarının çalışmalarını yok hükmüne getiriyor. Onları depoluyor. Sonra onları birisi bulmuş gibi onun adına yayınlıyor ve onu meşhur ediyor. Yarın “Adil Düzen’in belki yeni adıyla, belki başka adıyla birisine Nobel mükâfatı verdiklerini görürseniz asla şaşırmayın. Tahrif edilmiş adil düzenin Nobel ödüllüsünü gençlerimiz görebileceklerdir sanıyorum.

“İzen” kelimesini manalandırmada müfessirler hayli yorulmuşlardır.

“Badiye” çöl demektir. Sonu görünmeyen boş saha. “Ebeden” sonu olmayan veya başı olmayan anlamında kullanılmıştır. Zaman içinde sonu olmayanlara “ebed” denir.

“Beda” çöl demektir. “Bedee” başlangıç demektir. “Ebed(EaBaD)” başlangıcı ve sonu, bidayeti ve nihayeti olmayan demektir.

“E” nefiy harfidir. “B” geçiş demektir. “D” çevre demektir yani sınırı yok demektir. Zamanda sınırsız, sonu olmayacak demektir.

 

YORUM

Erdoğan Cumhurbaşkanı olunca, yetkili bir milletvekilini çağırarak, faizsiz sisteme geçilmesi için hazırlık yapmasını istemişti. Milletvekili arkadaşı Bünyamin Demir’i bulmuş, ondan yardım istemişti. Bünyamin Demir ile çalıştık ve öneride bulunduk: Vakıflar Bankası’na Bünyamin Demir genel müdür olacak... İki genel müdür yardımcısı olacak... Biri cari bankacılığı yapacak, diğeri faizsiz kredileşmeyi sağlayan kooperatiflerin ortaklık bonolarını alıp satacaklardı. Bunu Bünyamin Demir ile değil de kendileri yapmaya kalkıştılar. Vakıflar Bankası’na kıyamadılar. Vakıflar Bankası’na “Vakıf Katılım” bankasını kurdurdular. Oyun anlaşılmasın diye “Ziraat Katılım” bankasını da eklediler. Daha da anlaşılmasın diye Prof. Arif Ersoy’u ve Prof. Hayrettin Karaman’ı da katılım bankalarına fetva veren yaptılar. Bünyamin Demir ile hem altınla kredileşme ilişkisine girdiler hem de öneride bulundular; Akevler’i bırakın, biz sizi uluslararası müftü yapalım! Bünyamin ve Ersoy bu anlattıklarıma inanmadılar. Daha sonra Bünyamin Demir böyle olduğunu gördü. Arif Ersoy hala görmüş değildir. Bu tür yorumları, Sermaye kurgular deyip reddetmektedir.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve Yetiştiricisinin gösterdikleri kendisine anlatıldığı halde ondan yan çizenden daha ezen kim olabilir? O ellerinin yaptıklarını unutmuştur da. Biz onların içlerine anlamalarını engelleyen kınlar koyduk ve kulaklarında ağırlık var. Sen onları çağırsan da ondan dolayı yola hiç gelmezler.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve kendisine Rabbinin ayetleri tezkir edildiği halde ondan iraz edenden daha zalim kim vardır? İki yediyle takdim ettiklerini nesy etmiştir de. Biz onların kalblerine fıkhetmelerine karşı ekinne ca’lettik ve üzünlerinde vakr da var.  Onları hidayete davet etsen izen ebeden ihtida etmezler.”

 

Va MaN EaJLaMu NinMaN ÜukKiR a Bi EAvYAvTi RabBıHIy FaEaGRaWa GaNHAv Va NaSiYa MAv QadDaMaT YaDAvHu EinNAv CaGaLNAv GaLAy QuLUvBiHiM EaKinNaTün EaN YaFQaHuvHu Va Fiy EAvÜAvNiHiM VaQRan Va EiN TaDGuHuM ELay eLHuDAy Fa LaN YaHTaDUv EiÜan EaBaDan

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ فَأَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ إِنَّا جَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا وَإِنْ تَدْعُهُمْ إِلَى الْهُدَى فَلَنْ يَهْتَدُوا إِذًا أَبَدًا (57)

 

***

 

وَرَبُّكَ الْغَفُورُ

Va RabBuKa eLĞaFUvRu (Va FaGLuKa elFaGUvLu)

“Ve Rabbin gafurdur”

Birinci Kur’an uygarlığı sona erip ikinci Kur’an uygarlığını oluşturan ve kendilerine ayetler geldikten sonra iraz eden başta Sermaye ve bürokrasiye yani Sermaye yöneticilerine ve devlet çalışanlarına, Türkiye’deki masonlara, tarikatlara, Millî Görüşçülere, Nur cemaatlerine, Ak Parti’ye ve diğerlerine Allah’ın büyük müjdesi vardır. Bütün yaptıklarınıza mukabil, Rabbiniz gafurdur ve rahmet sahibidir. Onların tövbelerini kabul eder. Üçüncü binyıl uygarlığını oluşturur. Peygambersiz ilk hak uygarlığını dünyaya hâkim kılar.

“Gafurdur” demek, eski yanlışları örter, onlardan dolayı bu insanları cezalandırmaz. Teşkilat olarak ihtida etmeseler bile yeni kurulacak düzene geçerler ve helak olmaktan kurtulurlar.

Yeni düzen nasıl kurulacak?

Siz bu seminerleri takip edenler; kuşkunuz olmasın ki yeni düzeni siz kuracaksınız.

Ne yapacaksınız?

Önce Yalova’da bir örnek semt kuracaksınız. Bir ahşap evlerden oluşan yüz villalı dinlenme evleri ve bir yüz lojmanlı işyeri apartmanı yapacaksınız. Orada toplanacak ve Adil Düzen Araştırma Merkezini oluşturacaksınız. Bunların yapılması için müslimler sizi destekliyorlar. Dârı ve imanı tebevvu ediyorsunuz. Ekonomik faaliyeti gösterenler dârı inşa ediyor. İlmi çalışmaları yapanlar imanı inşa ediyor. Kur’an’da tebevveu-d dare ve-l imane diyor. Önce dârı sonra imanı zikrediyor. Önce Akevler kurulmuş, sonra ilim yapılmıştır. Şimdi de önce dinlenme evleri ve lojmanlı işyerleri inşa edilecek, ondan sonra ilmi çalışmalar yapılacak. Bununla beraber ikisi birden ilerleyecek. Sadece öncelik sırası olarak ilimden önce Adil Düzen işletmelerini kurmamız, semt kooperatiflerini kurmamız gerekir.

Biz hastane kuracağız ama semt kooperatiflerinde sakin olanların tedavisi için kuracağız. Ayette devamla deniyor ki; “Yuhibbûne Men Hacera İleyhim”. Bunlar yüz lojmanlı evlere taşınanlardır. Yalova’daki faaliyetlere katılanlardır. Hicret edenlerdir.

ذُو الرَّحْمَةِ

Üüv elRaXMaTi (Züv eLFaGLaTi)

“Rahmeti olan”

Burada rahim sıfatını kullanmış, rahmeti olan demiştir.

Rahman var, rahim var, bir de zü rahme var.

Kur’an’da “Zü Rahm” olarak ve “Zü Rahmet” olarak geçmektedir. Ayrıca “Zü’l-Fadl” olarak geçer. Allah için Kur’an’da başka “Zü” yoktur. Rahman ve Rahim sıfat oldukları halde “Zü” hâli ifade eder.

Varlık sahibidir demektir. Allah bir taraftan gafurdur, bir taraftan da rahmet sahibidir. Tüm insanlık bugün varlık içindedirler.

لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا

LaV YuEAvPiÜuHuM BiMAv KaSaBUv (Lav YuFavGıLuHuM Bi MAv FaGaLUv)

“Kesb ettiklerinden dolayı onları muaheze etseydi”

“Sa’y ettiklerinden dolayı” denmiyor, “kesb ettiklerinden dolayı” denmektedir.

Bugün Sermaye servet tekelini kurmakla meşgul, Sermaye servet depoluyor. Devletler de silah depoluyor. İkisi de insanlığı nasıl sömüreceklerini hesaplıyor. Allah da onlara izin veriyor. Denge böyle oluşuyor. Eskimiş ve günü dolmuş düzenin kaldırılması görevi var. Bir de bir şeyin bölüşülmesi için önce üretilmesi gerekmektedir. Sanayi inkılabı ile insanlar daha çok üretmeye başlamışlardır. Şimdi ürünleri bölüşmede sorun vardır.

“Adil Düzen” adil bölüşmeyi sağlayacak olan düzendir. Gerek üretim araçlarının bölüşülmesi, gerekse ürünlerin bölüşülmesi “Adil Düzen” ile mümkün olacaktır. Şimdi oluşturulan kesblerin (servetlerin) adil paylaşımının yolunu göstermektedir. İşgal ile işletme, emek ile yararlanma mülkiyeti getirilmektedir. Çalış(a)mayanların da yeryüzü kira payı karşılığı yaşama haklarını getirmektedir. Tekel önlenmiştir. Nakit ile mal arasında “mal senetleri” sokularak tekel önlenmiştir ve Sermaye’nin sömürüsü sona erdirilmektedir. Bu düzen gelinceye kadar da Allah mevcut faizli düzeni yaşatmaktadır.

Hak gelecek ki batıl gitsin.

Faizsiz sistem gelmeden faizli sistem gidemez. Buna izin vermesi Allah’ın rahmetidir. Yoksa yolculukta tuvalete bile gidemezdik yani faizli bile olsa para olmayınca paralı tuvalette ihtiyacımızı karşılayamazdık.

لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَ

La GacCaLa LaHuMu eLGaÜAvBa (La FagGaLa LaHuMu eLFaGAvLa)

Onlara azabı ta’cil ederdi.

Şeytanı var etmiştir. Mikropları yaratmıştır. Her birilerinin görevleri vardır.

Genel düzende olan her şey yerli yerindedir. Her şey düzen içindir.

Yıkıcılar enkazı kaldırmasalar biz nasıl inşaat yapacağız. Allah dozajı düşük bina yapanların binalarını zelzele ile yıkar ki insanlar tam dozajda binalar yapsınlar. Yapıcılar kadar yıkıcılara da ihtiyaç vardır. Çekme kuvveti kadar sürtünme kuvveti de gereklidir.

بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ

BaL LaHuM MaVGıDun (BaL LaHuM MaFGıLun)

“Evet, onlar için bir mev’id vardır”

Her şey zamanı gelince olacaktır. Beddiüzzaman Risalelerinde, üçyüz sene sonra Kur’an düzeninin geldiğini görüyorum diyor. Bediüzzaman bunları söylediğinde insanlık en karanlık günlerini yaşıyordu. Hiç kimse bir daha İslâmiyet’in veya Hıristiyanlığın yeniden canlanacağına inanmıyordu. Sosyalizmin ve kapitalizmin giriştikleri savaşta bunların Tanrı’yı yok ettikleri sanılıyordu. Ama sonra ne oldu?

CHP gitti DP geldi; olmadı! DP gitti AP/DYP geldi; olmadı! ANAP geldi; olmadı, Millî Görüş (RP) geldi; olmadı. Ak Parti geldi; olmadı!

Bunların hepsi Kur’an düzenine doğru giden birer adımlardır. Hep Kur’an’a doğru yaklaşılmaktadır. Her birinin gidişte bir menzili var. Adım adım ona doğru gidilmektedir.

Anayasa oylaması (referandumu) ile Türkiye’de şu ispat edildi ki, mevcut anayasa her zaman değişebilir. Demek ki “Adil Düzen Anayasası” gelebilir. Şimdi Adil Düzen Anayasası’nı kabul eden yeni oluşuma ihtiyaç vardır. Önce Semt Kooperatifleri kurulacak. Onların uygulamaya başlayacakları yeni anayasaları o zamanki partiler kabul edecek ve “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” yürürlüğe girecektir.

لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِهِ مَوْئِلًا (58)

LaN YaCiDuv MiN DUvNıHIy MaVEiLan (LaN YaFGaluv MiN FuGliHIy MaFGıLan)

Onun dununda mev’il bulamazlar.

“Hi” zamiri “Zu”ya gitmiş olabilir. Yani “Adil Düzen”den başka bir mev’il bulamazlar denmiş olur.

“Ve’l” bir şeyi çakmak için kullanılan taş balyoz gibi alettir. Ağırlık, sıkıntı ve darlık içinde olmak anlamlarına gelir.

“VE’L” 1 defa, “VED” de 1 defa geçer.

“V” beraberliği, “E” gücü, “L” belirliği ifade eder. “D” ise çevreyi ifade eder.

“Hi” zamiri “Adil Düzen”e Allah’ın ayetlerine götürüldüğünde “Adil Düzen”den başka bir şey bulamazsın yani çözümleri bulamazsın demektir. Hani istikrar olsun diye başkanlık sistemini getirdiler ya; istikrarsızlığın sebebi olmuştur. Oysa “Adil Düzen” kendisi istikrardır. Yerinden yönetim sisteminde bucaklar her şeye hâkimdirler. Bir bucakta düzen bozulsa, başka bucakta düzen devam eder. Halk o bucaklara geçer yahut yeni bucaklarını kurarlar. Böylece istikrarlı bir yönetim doğar. Yetkileri bir araya topladığınızda bir devlet birden yıkılır ve halk da açlıktan ve terörden yok olup gider. O halde ayetin manası, “Adil Düzen” dışında, Kur’an düzeni dışında bir istikrar zamanı ve imkânı bulamazlar demektir.

 

YORUM

Bugün mevcut olan durum son derece açık bir şekilde izah edilmektedir. Büyük inkılap var. Tarihte iki defa büyük inkılap olmuş olmaktadır. Biri kentleşmenin başladığı ve yazının icat edildiği ilk uygarlaşmanın başladığı inkılaptır. İkincisi de bugünün “Adil Düzen” inkılabıdır. Bilgisayara dayanmaktadır. Kentleşme tamamlanmıştır. Bundan sonra insanların yarısı kentlerde yarısı kırlarda yaşayacaklar. Semt Kooperatifleri ile uygarlık köylere de gitmiş olacaktır. Doktor semtlerinde yaşayanların ayağına gidecektir. Ancak yerinde tedavi edilemeyen hastalar polikliniğe veya hastaneye kaldırılacak. Kişi karşılıksız tedavi edilecek. Okullarda devam mecburiyeti olmayacak. Herkes kendi seçtiği öğretmenden ders alacak, öğretmenin ücretini kamu verecektir. Yüz lojmanlı işyeri apartmanları yapılmış, gerekli konfor sağlanmış olacak, artık zamanlar değerlendirilecek, tarım sübvanse edilecek. Buraya adım adım yaklaşıyoruz. Adil Düzen Çalışanları hazır olduğu gün iktidar değişmiş olacaktır. Adil Düzen çalışanları iktidar olmayacak, bütün insanlar iktidar olacak. “Adil Düzen”de tüm sektörlerde arz ve talep kanunları işler hale gelmiştir, hakemlerden oluşan yargı her şeye hâkimdir.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve Yetiştiricin örtendir, yaşatıcı olandır. Onları kazandıklarından dolayı sorgulasaydı çekileceği öne alırdı. Onlar için bir süre var. Onun dışında bir çözüm bulamazlar.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve Rabbin gafurdur, zürrahmettir. Kesbettiklerinden dolayı onları muaheze etseydi azabı onlara ta’cil ederdi.  Onlar için mev’id var. Onun dununda bir bir mev’il vecd edemezler.”

Va RabBuKa eLĞaFUvRu Üuv elRaXMaTi LaV YuEAvPiÜuHuM BiMAv KaSaBUv LaGacCaLa LaHuMu eLGaÜAvBa BaL LaHuM MaVGıDun LaN YaCiDuv MiN DUvNıHIy MaVEiLan

وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُو الرَّحْمَةِ لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَ بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِهِ مَوْئِلًا (58)

 

***

 

وَتِلْكَ الْقُرَى

Va TiLKa eLQuRAy (VaTiLKa eLFuGLAv)

“Ve bu karyeleri de”

“Ve” harfi getirilmeden bu ayet gelmiş olsaydı, yukarıda anlatılanları helak edeceklerini ifade etmiş olacaktı. “Ve” harfi ile getirildiğine göre yukarıda anlatılanların dışında belli karyelere işaret etmektedir.

Yukarıda anlatılanlar yani Allah’ın ayetlerinin kendilerine tezkir edildiği halde ondan ıraz edip iyi işlere koyulduktan sonra başladıkları işi bırakıp onları unutanların helak olacaklarını söylemiyor. Allah onları mağfiret edecek ve onlara rahmet edecektir. Onların içinde bazı karyeler vardır ki onlar zulüm eden karyelerdir.

“Karye” kelimesi burada geniş manada getirilmiştir. Köy, belde, medine ve mısr anlaşılmalıdır. İşaret edilen karyeler, tarihte helak edilmiş olan karyelerdir yahut bugün zulüm eden karyelerdir.

أَهْلَكْنَاهُمْ

EaHLaKNAvHuM (EaFGaLNAvHuM)

“Onları helak ettik”

İnsanlığın Allah’ın ayetlerinden irazı ve “Adil Düzen”i bırakmaları helaklerinin sebebi olmayacaktır. Onlara mağfiret edilecek ve onlara rahmet edilecektir. Bunlar dışında belli karyeler vardır ki onlar helak edileceklerdir. Üçüncü binyıl uygarlığına öyle geçilecektir.

Evet…

Bugünkü etkin güçler etkinliklerini kaybedeceklerdir. Bürokratik yönetimden ve tekel sermayenin sömürüsünden bir şey kalmayacaktır. ABD, AB, Rusya ve Çin’in dünya üzerindeki hükümranlığı sona erecektir. Ekseriyetle karar alan Birleşmiş Milletler’in yerini insanlık merkez bucağı alacaktır. Burada dünya üniversitelerinin gönderdiği bin kadar ilim adamı olacak, bunlar Mekke bucağını oluşturacaklar. Bunlar sadece ilim yapacaklar. Bunların hiçbir askeri gücü olmayacaktır.

Ayrıca yeryüzü hakemlik sistemi oluşacak, onların da bir yaptırım gücü olmayacak, sadece karar alacaklardır. Hakem kararlarını uygulayacak olanlar ise ulusal devletlerin oluşturduğu ordularda gönüllü birlikler olacak, bunlar hakem kararı ile mahkûm olanları yıkacaklar ve ganimet olarak paylaşacaklardır.

لَمَّا ظَلَمُوا

LamMAv JaLaMUv

“Zulmettiklerinde”

Zalim olan yöneticiler sonunda helak olurlar. Sosyalistler helak oldular. CHP’liler helak olmadılar. Zulüm devam edemez.

Kur’an helak hikmetini ve azab hikmetini hep zulüm üzerinde oturtur.

İktidarda olanlar zulümden kaçınmalıdırlar.

Burada “İza Zalemû” denmemiş, “İn Zalemû” denmemiş de “Lemma Zalemû” denmiştir. Şart olarak değil, illet olarak zikredilmiştir. Zulmettiklerinden dolayı helak edilmişlerdir “İn” ve “İza” şarttır yani olayın vaktini ve halini bildirir, olayın müsebbibi olmaz.

Abdest almak şarttır. Abdest alındığı için namaz kılmak gerekmez. Oysa burada zulmettiklerinden dolayı helak olmuşlardır. Zamanda zarfiyet yoktur. Zulmettikten sonra hemen helakleri söz konusu değildir.

وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِمْ مَوْعِدًا (59)

Va CaGaLNAv LiMaHLiKiHiM MavGıDan (Va FaGaLNAv Li MaFGıLıHiM MaFGıLan)

“Ve mehlikleri için mev’id ca’lettik.”

Zulmedenler zulmediyorlar ve zalim oluyorlar. Allah onlara zulmetme imkânlarını veriyor. Bunu herkese vermiyor. İzin verdiği kimselere zulmediyorlar. İzin veriyor. Onlar da zulmetmişlerdir. Cezalarını çekiyorlar. Yahut Allah onların dünyada ve ahirette derecelerini yükseltmek için zulüm olunmalarına izin veriyor.

O halde biz bir zulme maruz kaldığımızda Allah’a hamd etmeliyiz; bu sayede azabımızı ahirete bırakmıyor veya derecemizin yükselmesini sağlıyor.

Bu sebepledir ki biz bize zulmedenlere kin veya düşmanlık beslemeyiz. Sadece savaşırken veya gerekli görüldüğü yerde onları yenmemiz için şiddet gösteririz. Ama yendikten sonra artık onlara karşı düşmanlığımız biter. Olağanüstü hal bu sebeple doğru değildir. Mağlup oldular. Allah’a hamd etmeliyiz. Mahkemesiz kimseyi cezalandırmamalıyız.

Savaştan sonra savaşı kazanan komutana ilerde benzer savaş tekerrür etmesin diye gerekli tedbir alma yetkisi verilmiştir. Bu yetki cephe komutanının yetkisindedir. Devlet sadece ganimetin beşte birine iştirak eder.

15 Temmuz’u Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar kazandı, Türk Ordusu kazandı. Gerekli tedbirleri almak onların yetkisindedir. Savaş hukuk yoluyla değil askeri yolla kazanılmıştır. Sonuçlar ona göre değerlendirilmelidir. Anayasa oylaması ile zafer kazanan ordu cezalandırıldı.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve bu kentleri de ortadan kaldırdık ve ortadan kalkmalarına bir süre koyduk.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve bu karyeleri de ihlak ettik ve mehliklerine de bir mev’id ca’lettik.”

 

Va TiLKa eLQuRAy EaHLaKNAvHuM LamMAv JaLaMUv Va CaGaLNAv LiMaHLiKiHiM MavGıDan

وَتِلْكَ الْقُرَى أَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِمْ مَوْعِدًا (59)

 

 

         ***

 

 



© 2024 - Akevler