KEHF SURESİ TEFSİRİ(18.SURE)
Süleyman Karagülle
858 Okunma
KEHF SURESİ TEFSİRİ 66-70.AYETLER

KEHF SÛRESİ - 19. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

قَالَ لَهُ مُوسَى هَلْ أَتَّبِعُكَ عَلَى أَنْ تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْدًا (66) قَالَ إِنَّكَ لَنْ تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا (67) وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلَى مَا لَمْ تُحِطْ بِهِ خُبْرًا (68) قَالَ سَتَجِدُنِي إِنْ شَاءَ اللَّهُ صَابِرًا وَلَا أَعْصِي لَكَ أَمْرًا (69) قَالَ فَإِنِ اتَّبَعْتَنِي فَلَا تَسْأَلْنِي عَنْ شَيْءٍ حَتَّى أُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْرًا (70)

 

***

 

قَالَ لَهُ مُوسَى هَلْ أَتَّبِعُكَ عَلَى أَنْ تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْدًا (66)

 

 قَالَ لَهُ مُوسَى

QAvLa LaHUv MUvSAv (FaGaLa LaHUv FuGLAv)

“Musa ona kavl etti”

Ledünnünden yani yanından kendisine ilim verilen kimseye Hazreti Musa söylüyor.

Hazreti Musa peygamber azim sahibi peygamberdir.

Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa, Hazreti İsa ve Hazreti Muhammed azim sahibi peygamberlerdir, uygarlıkları bunlar kurmuşlardır.

Allah Hazreti Musa Peygambere gidip ledünnünden ilim verileni bulmasını istemiştir.

Allah insanları değişik yetenekler sahibi kılmıştır, değişik görevler vermiştir.

İmanda sevgi, ilimde tartışma, ekonomide yarışma, siyasette ise korkutma esastır. 

Her mesleğin kendine göre özelliği vardır. İnsanların kimi merhametli, kimi çalışkan, kimi cesur, kimi araştırmacı yaratılmıştır. Aslında insanların hepsi yaratılışta eşittirler, sadece yetenekleri farklıdır. Kimse kendisini başkasından üstün göremez. Kimse de kendisini başkasından aşağı görmemelidir. Herkes, ‘Allah bana bu yetenekleri vermiştir, o halde ben bunda görevliyim ve sorumluyum’ demelidir.

Bütün birliktelikler kurallara dayanır. Doğa kanunları kurallardır, onun için bir bütünlük ifade eder. Canlıların DNA’lardaki genleri de birer kuraldır. Canlılar onunla birlikteliğini kurarlar. İnsanların diğer canlılardan farkı; diğer canlılar kurallarını genlerden aldıkları halde, insanlar yaşama ve çalışma kurallarını kendileri koyarlar. İşte bu kuralları koyma aracı da sözlerdir, mukavelelerdir. İnsanlar sözleri ile teklif ederler, sözleri ile kabul ederler. Teklif ve kabulden önce özgürdürler. Ne isterlerse onu teklif ederler ne isterlerse onu kabul ederler. Teklif ve kabulden sonra atık sözün emrine girerler. Artık söz onlara emreder. 

Hazreti Musa öneriyor. İlmi verirken de kabul ederse aralarında sözleşme olacak ve artık taraflar o sözleşmeden vazgeçemeyecekler. Burada “Kale” denmektedir. O halde genç yaşlı ortaklığında işletmenin yöneticisi yaşlı olan kimsedir yani işlerin sorumlusu odur. İstişare ederler, kararı yaşlı verir; gencin hakemlere gitme yetkisi vardır.

هَلْ أَتَّبِعُكَ

HaL EatTaBiGuKa (HaL EaFTaGıLuKa)

“Sana ittiba edebilir miyim?”

Öneri budur; ona tabi olmak. Hazreti Musa burada öneriyor. Karşı taraf kabul edici durumdadır.

التَّبِيعُ” inek yavrusu, dana demektir. Dana annesinin yaptığını yapar, peşinden dolaşır, buradan tabi olmak anlamına gelmiştir.

“T” muhatabı ifade eder. “B” geçidi, “G” de etkiyi ifade eder.

İtaat vardır, ittiba vardır. İtaatte kararlar itaat edilene ait olur. O emreder, itaat eden de onun dediğini yapar. İttibada ise tam tersine kişi kendisi iradesi ile tabi olur. Tabi olunan onun isteklerini yerine getirmesine örnek olur. Allah insanlara “nebilere itaati değil, ittibayı” emretmiştir.

Hukuk düzeninde itaat yoktur, ittiba vardır. Sadece askeri düzende itaat vardır. Askeri düzen ile hukuk düzeni arasında en önemli fark budur. Kur’an’da askeri düzen ile hukuk düzeni birlikte anlatılır. Çünkü her konuda kısmen askeri düzen vardır, her konuda kısmen hukuk düzeni vardır. Askeri düzen istisnadır. Çoğun istisnası usulcüler tarafından kabul edilmiştir. 800 dışında 1000 sağlamdır sözü fasih bir sözdür. Askeri düzende çoğu itaate dayanır. Bununla beraber asıl olan hukuk düzenidir. Bu şekilde istisna aslın sağlam olmasından ileri gelir. Ancak 200 sağlam çıkmıştır. Oysa istenen hepsinin sağlam olmasıdır.

عَلَى أَنْ تُعَلِّمَنِ

GaLAy EaN TuGalLiMaNı (GaLay EaN TuFagGıLuNı)

“Beni talim etmen üzere”

Ben sana tabi olayım da senden öğreneyim demektir.

Öğrenmenin dört kademesi vardır; görerek öğrenme, dinleyerek öğrenme, ders alarak öğrenme ve tartışmalı öğrenme.

Asıl olan görerek öğrenmedir. Bu sebepledir ki Kur’an düzeninde okul çağı yoktur. İnsan beşikten mezara kadar öğrencidir ve öğretmendir.

Kişi çıraklık döneminde görerek yaparak öğrenir. Hocası ona gösterir, sorularını cevaplandırır. İşte buradaki “talim” kelimesi bu sebeple tefil babında gelmiştir. Öğretmen danışmandır. Kişi ilmi kendisi elde eder, öğretmeni danışmanıdır. Tedrisatın ana ilkesi böylece ortaya çıkar. Öğrenci çalışarak öğrenir, öğretmen de yaparak ve göstererek öğretir. Çalışmadan talebelik çağı olmadığı gibi çalışmadan öğretme mesleği veya çağı yoktur.

مِمَّا عُلِّمْتَ

Min MAv GulLiMTa (Min MAv FagGıLTa)

“Talim edildiğinden”

Ledünnünden ilim verilen her şeyi öğretmeyecek, bir kısmını öğretecek. Bu sebeple “Min” gelmiştir. Talim edilenin ne olduğunu Hazreti Musa bilmemektedir. Bu sebeple “Billezî” denmemiş de “Minma” denmiş. Ona da talim edilmiştir.

Kim talim etmiştir?

Allah talim etmiştir. Şimdi Hazreti Musa ondan öğrenecek ama ondan değil ona öğretenden öğrenecek, Allah’tan öğrenecek. Çünkü öğrenen Allah’a borçlanmıştır. Birine öğreterek borcunu ödeyecektir.

İlmi herkes bedava öğrenir ama sonra o da bedava öğretmek zorundadır. Şimdi benim satırlarımı okurken ben size öğretmiyorum. Bana öğreten Allah’a (topluluğa) borçluyum. Ona öğreterek borcu ödüyorsunuz. Bu sebepledir ki öğrenciler öğretmenlere bir şey borçlu değildirler. Bilenlere saygı gösterme onun hakkı değil Allah’ın emri olduğu için meşrudur. Herkes beşikten mezara kadar bilmediklerini bilenlerden öğrenecek, Allah’a (topluluğa) borçlu olacak. Öğretecek ve borcunu ödeyecek.

رُشْدًا (66)

RuŞDan (FuGLan)

“Rüşt olarak.”

Kur’an tarafından tüm insanlığa öğretilen ve batıda da kabul gören ilmi çalışma metodu şudur. Beş duyu ile algıladıklarını dil ile ifade etme birinci işlemdir. Buna deney ve gözlemleme diyoruz. Başkalarının deney ve gözlemlerini dil ile ifade etmek gerekir. Buraya kadar olan kısımda insanın kendi tercihleri yoktur. Önce sözlerin bir kısmı doğrudur bir kısmı yanlıştır. Burada sonunda insan kendi sezileri ile bunları ayırır. Rüşt burada devreye girer. İnsanın içinden bir şey doğar. Delillere dayanmaz. Bundan sonra mantık ve matematik kuralları ile sonuçlar elde edersin. Yine istihsanla varsayımları oluşturursun. Bu da rüşt melekesi ile gerçekleşir. Varsayımları kullanarak tümden gelirsin yahut yandan gelirsin (kıyas). Bunlar bilgisayar hesaplarıyla yapılır.

Hazreti Musa Peygamber şeriat resulüdür, akıl yoluyla, mantık yoluyla hareket eder. Kıyas melekesi gelişmiş ama istihsan melekesi gelişmemiştir. Oysa ledünnünden öğrenen kimsenin istihsan melekesi gelişmiştir. Hazreti Musa ehli şeriat, ilim verilen ise ehli tarikattır.

 

YORUM

Ayet öğrenci talebe ilişkilerini anlatmaktadır. Öğretmen öğretmekle görevlidir ama öğrencisini bulmakla görevli değildir. Öğrenci kendisi öğretmenini arar, öğretmen de bir engeli yoksa onu kabul etmekle yükümlü olur. Burada bir defa sorup öğrenme değil sistemli şekilde öğretmenlik yapma durumu vardır. Onun için tefil babı getirilmiştir.

7 yaşına gelen çocuğun öğretmenini anne babası ittifakla seçerler. İttifak edemezlerse çocuğun tercih ettiği kimse öğretmen olur. 15 yaşına gelenlerin öğretmenini kız olsun erkek olsun babası seçer; anne veya babasından biri izin verdiği takdirde kendisi seçer. Hatta çocuk hakemlere giderek anne babasının izni olmayan kimseyi de öğretmen olarak seçebilir. 15 yaşından sonra seçilecek öğretmenler öğrenilecek şeylere göre farklı kimseler olabilir.

Bir de 15 yaşındaki biri 65 yaşından büyük olan kimseler ile yaşlı-genç ortaklığı kurar ve böylece öğrenirler. Bu öğrenme safhasıdır. Öğretmenler icazet verirler yani vize verirler. Diploma vermezler. Diploma öğretmenlerinin dışında yapılacak imtihanlarla belirlenir. Kadroya göre daha çok bilene verilmiş olur.

 

Öz Türkçe ile:

“Musa ona ben sana olgunluktan öğrendiğini öğretmen için sana uyabilir miyim dedi.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Musa ona rüşd olarak ta’lim ettiğini bana ta’lim etmen için ben sana tabi olabilir miyim dedi.”

 

QAvLa LaHUv MUvSAv HaL EatTaBiGuKa GaLAy EaN TuGalLiMaNı Min MAv GulLiMTa RuŞDan

قَالَ لَهُ مُوسَى هَلْ أَتَّبِعُكَ عَلَى أَنْ تُعَلِّمَنِ مِمَّا عُلِّمْتَ رُشْدًا (66)

 

***

 

قَالَ إِنَّكَ

QAvLa EinNaKa (FaGaLa EinNaKa)

“Sen diye kavl etti”

Ledünnünden rüşt ilmi verilen cevap vererek dedi ki. Teklifi reddetmiyor, kabul de etmiyor, sadece durumu izah ederek gerekçe ile reddedeceğini bildiriyor.

Burası çok önemlidir. Size başka birisi bir öneri ile geldiği zaman ben yapmam demeyeceksin, hemen reddetmeyeceksin. Teklifin reddi değil de kabulü asıldır. Onun için ‘sükût ikrardandır’ derler. Mademki önerdin, ret cevabı gelmezse onu kabul etmiş sayma asıldır. Bazı akitlerde istisnai olarak sükût kabul sayılmaz. O halde size yapılan teklifi sebepsiz yere reddedemezsiniz.

İlim verilen kişi kabuldeki zorluğunu anlatmaktadır. Sen diyor, özel olarak senin durumunda olan demektir. Şeriat ehli ile tarikat ehli tamamen ayrı varsayımlar üzerine oturmuştur. Şeriat ehli adalet üzerine, tarikat ehli ihsan üzerine oturmuştur. Hazreti Musa şeriat ehlidir. Hikmetlere göre değil de illetlere göre hükmeder. Tarikat ehli ise illetlere göre değil de hikmetlere göre hükmeder. Hatırlayalım. İllet hükümden önce ortaya çıkan etkin sebeptir. Hikmet ise hükmün uygulanmasından sonra çıkan yararlı sonuçtur. Sobayı yakmak ısı yapması için illettir, odanın ısınması sonuçtur. Hikmeti ise insanın soğukta rahatsız olmasıdır. Sen illet ehlisin, ben ise hikmet ehliyim, benimle beraber olmakta sabrın olmaz.

لَنْ تَسْتَطِيعَ

LaN TaSTaOIyGa (LaN TaSTaFGıLa)

“İstitaa edemezsin”

“Len” harfi hiçbir zaman manasını taşır. Ancak bir de istitaa manasını taşır. “La” gelirse sen bunu yapmazsın demektir. “Len” ile geldiği zaman yapmazsın değil de yapamazsın. Türkçede de olumsuz istitaa da yardımcı fiil kullanılmaz. Sadece masdarın sonuna “a” veya “e” harfi eklenir. Olumlu istitaada yardımcı fiil kullanılır. Türkçede bu yardımcı fiil -ebilme fiilidir, gelebilirsin denir.

مَعِيَ صَبْرًا  

MaGıYa ÖaBRan (FaGıLa FaGLan)

“Benimle sabra”

“Benimle” denmektedir.

Sıradan halk ne şeriatçıdır ne de tarikatçıdır. Ahlaki konularda tarikatçı, hukuki konularda şeriatçıdır. Herkes hem bir mezhebe (şeriata) tabi olmalıdır hem de bir de tarikatı olmalıdır. Dinde zorlama olmasın diye hiçbir tarikatta olmayanların tarikatın şeriat mezhebini kabul ediyoruz. “Adil Düzene Göre Anayasa”da ilmi ve siyasi mezhebi (dayanışmayı) seçme zorunludur. Seçmeyenler o bucakta barınamazlar. Mesleki ve ahlaki mezhebi (dayanışmayı) seçme zorunluluğu yoktur. Ahlaki dayanışmayı seçmeyenler, ilmi dayanışma içinde ahlaki dayanışmadadırlar. Mesleki dayanışmayı seçmeyenler de siyasi dayanışma içinde dayanışmadadırlar. Şeriatta yarışma, tarikatta yardımlaşma esas olduğundan ikisinin ihtisası olmayan sahalarda önderlik etme yetkileri yoktur.

İlim verilen kişi Hazreti Musa’ya bunu anlatmaktadır.

Bir kimse bir öneride bulunduğu zaman konu değiştirilmez. Ancak konu içinde anlaşma olabilmesi için gerekli öneriler karşılıklı yapılır. Buna müzakere diyoruz. Son metni iki taraf imzalar. İmzaladıktan sonra artık o metin tek taraflı değiştirilemez. Ya mutabakata varırlar ve birlikte değiştirirler ya da hakemlere giderler. Taraflar çoksa da durum böyledir. Sözleşmenin değiştirilmesi için bütün ortakların ittifakı gerekir yahut hakem kararı gerekir.

Başkan istişare ederek karar alır. Ortaklar hakemlere gidebilirler.

Sözleşmeye karşı bütün ortakların hakemlere gitme yetkileri vardır. Uygulama kararlarına karşı ise yalnız yöneticiler hakemlere gidebilirler.

 

Öz Türkçe ile:

“Sen benimle dayanamazsın dedi.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Sen benimle sabrı istitaa edemezsin kavl etti.”

 

QAvLa EinNaKa LaN TaSTaOıGa MaGıYa ÖaBRan

قَالَ إِنَّكَ لَنْ تَسْتَطِيعَ مَعِيَ صَبْرًا (67)

 

***

 

وَكَيْفَ تَصْبِرُ

Va KaYFa TaÖBiRu (Va KaYFa TaFGıLu)

“Nasıl sabredeceksin?”

Sen benimle sabredemezsin, çünkü sen şeriat ehlisin ben tarikat ehliyim, ayrıca bunlar benim işimdir. Benim sana bunları anlatmam için baştan itibaren bildiklerimi anlatmam gerekir. Yoksa sen ne yapıldığını ve nereye gidildiğini bilmeden nasıl sabredeceksin.

Şimdi illet ile hikmeti daha iyi temsilen anlatabiliriz. Direksiyon illettir. Direksiyonun kıvrıldığı hedef ise hikmettir. Hedef görülmeli ve bilinmeli ki o hedefe doğru direksiyon dönsün. Şeriatta işbölümü vardır. Gemide herkes bir iş yapar ama onlar geminin nereye gittiğini bilmezler. Geminin nereye gittiğini yalnız kaptan bilir. Şeriat ehli çalışırken hedeflere bakarak çalışmazlar, onlar kendilerine verilen işleri yaparlar.

Yine mühendislikte bilinen bir husus vardır.  Ara hedefler vardır. Bir de son hedef vardır. Şeriatçılar ara hedefleri belirler. Yüzlerce kişi bir arada çalışır. Herkes kendi kısa hedeflerini belirler. Sonrasını bilmezler. Geminin nereye gittiğini bilmezler. Oysa tarikatçılar son hedefi gözetlerler ve gemiyi oraya götürürler. Herkes kendi hedefine varmaktan sorumludur. Makinist kaptan köşküne çıkmış, ‘ben de gemiyi süreceğim’ diyor. Oysa gemiyi götürebilmek için oranın haritasını ve nereden gelip nerelerin geçildiğini bilmek gerekir. Kaptan bazen ters yöne dönecektir, bazen yan çizecektir. O durmadan soracak, neden böyle yapıyorsun diye. Kaptan da makine dairesine inip elbette makineyi çalıştırıp voltajını ayarlayamaz. Sen diyor, nasıl sabredeceksin. Mesleklerimiz farklı olduğu gibi bilgilerimiz de farklıdır. Aynı meslekte olsan bile, eğer bu denizleri bilmezsen burada kaptanlık yapamazsın.

Bunun için burada “Ve” gelmiştir.

“Keyfe” nasıl anlamında bir soru edatıdır. Keyfe tef’alu; nasıl yapacaksın? Nasıl ve niçin? Nasıl illetleri, niçin hikmetleri ifade eder. Demek ki kâinat (hilkat) nasıllara ve niçinlere dayanır. Biz bu sebeple her ilim için dört alt ilim seçmiş oluyoruz.

Ne yapılması gerektiğini teorik ilimler, neler yapılması gerektiğini tabii ilimler, nasıl yapılacağını ameli ilimler, niçin yapılacağını hikemi ilimler tesbit eder.

25 Genel Hizmetin yüz ilmi vardır.

“Key” için demektir. “Kevn”in “Nun”u düşmüş ve soruya dönüşmüştür. Sonuna “Mim” eklenerek “Keyme” şeklinde de kullanılmıştır. “Mim” “Fa”ya dönüşerek “Keyfe” olmuştur. “Ma” ne anlamındadır. “Keyfe” ise nasıl anlamındadır. “Ma” olması gerekeni yani gelecekle ilgili gerekenleri, “Keyfe” ise oluş için gerekenleri sormaktadır. Burada “Allah ne yaptı” demiyor da “nasıl yaptı” diyor. Yapış tarzını anlatmaktadır. Hayatta zulüm yapanlar veya şeriat dışına çıkanlar beklenmedik sonuçlarla karşılaşırlar. Bu sonuçlar insanları uyarmalıdır.

“KYF” 83 defa, “KYV” 1 defa geçer; 84=2*2*3*7

“K” oluşu, “Y” kolaylığı, “F” de mafsalı bağlantıları ifade eder.

مَا لَمْ تُحِطْ بِهِ

MAv LaM TuXıO BiHIy (MAv LaM TuFGıL BiHIy)

“İhata edemediğine”

“Hat” çeper, çit demektir. Sonra içine almak anlamı kazanmıştır.

X” hareketi, “V” birliği, “O” itaati ifade eder.

İnsan girdileri birleştirir, sonra onun üzerinde düşünür ve kararını verir. Girdiler tam değilse karar vermez. İnsanın bir işi yapabilmesi için sonuç alması gerekir. Ara hedeflerde sonuç kontrolle alınır. Üretenler ürettiklerini kontrolden geçirip ambara teslim ederler. Böylece hedeflerine vardıklarını bilirler. Parça başına takdir edilen pay da kendilerine bildirilirse, işte o zaman sabırlı olur o işe devam ederler. Bunun için iki şeye ihtiyaç vardır. Üreticinin eline proje vereceksin. Proje hedeftir. Malzeme vereceksin. Malzeme araçtır. Kişi malzemeyi projeye göre üretecek ve kontrole verecek.

İşte, kontrolün kabulü ise onun hudududur. Ara hedefte çalışanların işi biter. Ama son hedefe yönelenler için kontrol mümkün değildir. Kişi hedefine doğru kendi insiyakı ile ilerler.

Kendisine ledünnünden ilim verilen Hazreti Musa’ya bunları anlatıyor. Sen şeriatçısın, ben tarikatçıyım diyor. Benim çalışma usulüm başka, senin çalışma usulün başka. Ben yaparım, sonucu beklemem. İhsanen yaparım. Sen ise sonuçları ararsın, sonuçları almak zorundasın. Sabretmen mümkün değildir.

خُبْرًا (68)

PuBRan (FuGLan)

“Hubren”

Arapçada kökler var, kalıplar var. “P,B,R” köktür. “FuGL” ise kalıptır. Sonundaki “an” da irabdır. Kalıbı kelimeye mana kazandırır, irab ise kelimenin cümledeki yerini belirler. Kur’an’ın1500 civarında kökü vardır, kullanılan kalıp da buna yakındır. Her kalıbın manası vardır. Daha bütün kalıpların ne manalar taşıdıkları araştırmaları son bulmamıştır. Kökleri tasnif ediyoruz. Harfleri manalandırıyoruz. Ama henüz kalıplar üzerinde çalışma yapılmış değildir. “FuGL” kalıbı Kur’an’da kaç defa kullanılmıştır. Bu ele alınmalı ve kalıbın taşıdığı manalar verilmelidir. Mesela burada “ehbaren” kelimesi değil de “hubr” kelimesi geçmiştir. Bu kalıbı kullanmanın hikmeti nedir? Bu konularda ben fazla çalışmadım.

Kur’an’da “PBR” kökünden “PaBaR, EaPBaR, PaBIyR” kelimeleri geçer, iki defa da “PuBR” kelimesi geçer, ikisi de Kehf Suresi’ndedir. Biri Hazreti Musa’nın kıssasında, diğeri Zülkarneyn’in kıssasında geçmektedir. “Hubr” envanterdir.

Bugün devlet dairesine müracaat ediyorsun. Cevap yok! Anayasa cevabı zorunlu kılmış. Cevap verenler evrakınız kayıtlıdır derler. Bir de evrakı inceler almazlar, elden iade ederler. Sen müracaat etmişsin gibi yaparlar. Bunu önlemek için internetten müracaat sistemi gelmiş ama devlet hubrunu işletmediği için zulüm devam ediyor.

Adil Düzen Anayasası’nda bunun için bir bakanlık konmuştur. Takip bakanlığıdır. Kayda giren evrak veya mal muhasebeye geçmekte ve her an nerede olduğu bilinmektedir. Takipçiler muhasebe kayıtları ile ambar kasalarını takip ederler. Kayıtların kasa uygunluğunu görür. Bir de ilgiliye hatırlatır. Sorun varsa çözer.

Sekiz yüzlüde takip karşılığı kelimeyi Kur’an’da bulamıyordum.

“Hubr” bunu ifade etmektedir.

Kur’an’ı yorumlayarak yaşamak en zevkli bir yaşamadır.

Biz hayatımızın zamanlarını boşa harcadık. Siz fırsatı kaçırmayın.

 

YORUM

Kur’an zamanda planlamayı men etmektedir, ‘inşallah yaparım de’ diyor ama mekânda planlamayı da emrediyor. Önünü görme demek, plan ve projeye göre hareket demektir. İzmir’de Akevler’e yüzlerce dönüm yer aldım. Projeyi çizdim, parselasyonu yaptım, resmi olan parselasyonu kooperatifin mühendisi olarak verdim. Projeye uymalarını zorunlu kıldım. Herkes projeye göre apartmanlarını yaptı. Yollarını yaptı. Sonra da resmi ruhsat verildi. Eğer ben projeye zorlamasaydım orası gecekondu mezbelesi olurdu, elli yıl, yüz yıl öyle kalırdı.

Demek ki proje yapacaksınız. Böylece ilminizle önünüzü göreceksiniz. Sonra da o projeye göre hareket edeceksiniz. Muhasebe aynı zamanda “hubr”dur. Muhasebeyi tutabilmek için de plan ve projeye ihtiyacınız vardır.

Dr. Lütfi Hocaoğlu ve Dr. Mete Firidin’e anlatamadım. Bizim önce hastane projesini yapmamız gerekir. Sonra o hastanenin inşaat ve işletme muhasebesini kurmamız gerekir. Bunlar bizim yapacaklarımızdır. Sonrası bize ait değildir. O hastaneyi inşa etme işi doktorlara ait değildir. Allah isterse onu inşa ettirir. Sonra o hastaneyi işletme işi de doktorlara ait değildir. Allah isterse onu işlettirir. Bizim hubra ihtiyacımız var. Proje ve muhasebe. Proje ne yapacağımızı bize bildirecek. Muhasebe ne yaptığımızı bize bildirecek. Bunlardaki bağlantı da hubr olacak. O zaman istitaa etmiş olacağız.

İstanbul Yenibosna’da muhasebe çalışması yapılmaktadır. Hubrun bir ayağı hazırlanmaktadır. İstanbul Medhal çalışanları kredileşme ve taşınmaz ortaklığını kurmaktadır. İzmir’de ahşap yapılar üzerinde çalışmaya başlanmıştır. Yalova bunların hubr merkezi olacaktır, inşallah. Günü gelince Adil Düzene göre hastane de kurulacaktır. Hüseyin Kayahan da Bin Dil Üniversitesi üzerinde çalışmaktadır.

Buradan anlıyoruz ki, hubrumuz yoksa sabrımız da yoktur. Proje ve muhasebe olmadan hiçbir şey yapamayız. İstediklerimiz olmuyorsa hubrumuzun olmamasındandır.

Kur’an’ı eksik mi anlıyorum?

 

Öz Türkçe ile:

“Ve bir de nasıl ürünün içeriğini görmeden nasıl dayanacaksın?”

Kur’an Arapçası ile:

“Ve hubru ihata etmediğine nasıl sabredeceksin?”

 

Va KaYFa TaÖBiRu GaLAy MAv LaM TuXıO BiHIy PuBRan

وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلَى مَا لَمْ تُحِطْ بِهِ خُبْرًا (68

 

***

 

قَالَ سَتَجِدُنِي

QAvLa SaTaCiDuNIy (FaGaLa SaTaFGaLaNIy)

“Beni vecd edeceksin dedi” 

Hazreti Musa buna rağmen sabredeceğinde ısrar etmektedir. Hubrum olmasa da sabredeceğim diyor.

VCD” su birikintisidir. Bulunmak, ortaya çıkmak ve bulmak anlamlarına gelmektedir. İnsanın beyninde biriken inançlara vicdan denir.

VCD” Kur’an’da 107 defa, “VCS” ise 3 defa geçmektedir; 110= 2*5*11

V” beraberliği, “C” toplanmayı, “D” de çevrelenmeyi ifade eder.

Arapçada gelecek sigası yoktur, geniş zaman vardır. Yakın gelecek “Se” ile, uzak gelecek “Sevfe” ile ifade edilir. “S”ler mekânda diziyi ifade eder. “V” birliği, “F” de mafsalı ifade eder. Burada Hazreti Musa “seterani” demiyor, sen beni göreceksin demiyor; sen beni bulacaksın diyor. Görme ile bulma arasında şu fark vardır. Bulmada aranmaktadır, istenmektedir. Görmede ise görenin bir gayesi yoktur. Hazreti Musa diyor ki; benim sabırlı olmamı istiyorsun, istediğin olacak, beni sabreder bulacaksın diyor.

Birisiyle iş yaparsınız. Beceremesin, yapamasın ama bana teslim olsun dersiniz. Mümin olanlar ise aksine, karşı tarafın başarılı olmasını isterler. Bunun için “SeTerani” dememiş de “SeTeciduni” demiştir. Sonra “Le” harfi yerine “Se” harfi getirilmiştir. Hazreti Musa mutlaka sabredeceğim demiyor. Kısa zamanda sabredeceğini ve o sabır esnasında öğreneceğini, sonra zaten ayrılıp kendi işine gideceğini bilmektedir.

Yanımda çalışan insanlara bir iş yapmasını gösterdiğim zaman bana güvenmezler, dışarıdaki insanlara sorarlar. Onların dediğini doğru kabul eder, öneride bulunurlar. Başaramayacağını bildiğim halde ben ona ‘dene’ derim. Dener, sonra başaramayınca sonunda senin dediğini de dener, böylece onu tam öğrenir. Bu bir eğitim metodudur. Bir kimse zarar etse de denemesi gerekir. Bu zararı kişi çekmez. Bunun için kooperatif kuruyor ve bu zararları kooperatifin Genel Hizmet paylarından karşılıyoruz.

Genel Hizmette imkân varsa denemeye devam edeceksin. Eğer imkânlarınız sona ererse, o zaman zorunlu olarak bırakırsınız. Yenibosna’da Müçtehit Yetişme Ortaklığını kurduk. Sonuç elde edemedik. Ama vazgeçmiş değiliz. Allah imkân veriyor ve devam ediyoruz.

1960’larda Erbakan parti kurdu. Akevler parti ile sonuç elde edilemeyeceğini bildiği halde onu destekledi. Gülen okullar açtı. Bürokrasi ile sonuç elde edilemeyeceğini Akevler bildiği halde onu destekledi. Böylece sonuçlar görüldü. Bugün siyasi yoldan veya eğitimle Adil Düzen’in, Kur’an düzeninin gelmeyeceğini herkes görmektedir. Kur’an düzeni yine Kur’an’ın gösterdiği yoldan gelebilir. Değişik denemelerin yapılması aynelyakin görmek için gereklidir.

إِنْ شَاءَ اللَّهُ

EiN ŞAvEa elLAHu (EiN FaGaLa elLAHu)

“Allah meşiet ederse”

Hazreti Musa Peygamber yine kesin söz vermiyor. ‘İnşallah’ deyip sabretmeye çalışacağını ama Allah izin vermezse sabredemeyebileceğini de yine ilim öğretilene bildiriyor. Hazreti Musa; ‘bunu öğrenmek için yapıyorum, sabredemezsem de deniyorum’ diyor.

O halde bir deneme yaparken mutlaka sonuç almayı düşünmeyeceksiniz. Sonuç alamasanız bile araştırmanızı yapmış olur, sonucun alınamayacağını göstermiş olursunuz. Biz bunun için Millî Görüşü destekledik; biz bunun için Gülen’in okullarını destekledik; sonucun alınamayacağı fiilen sabit olsun diye. Bugün de ortaklarımızın bazı isteklerini sonuç almayacağımızı bile bile destekleriz, böylece fiilen o yoldan çözüm olmayacağı bilinsin diye.

Allah’ın iki türlü meşieti vardır. Birincisi, kulların meşietine bağlı meşiettir. Falan kimse böyle isterse böyle olsun, böyle isterse böyle olsun der. Proje yapan mühendisler alternatif çözümler üretirler. Çözümü uygulayıcılara bırakırlar. Örnek olarak tuvalet yeri bırakırlar ama alaturka veya alafranga olmasını da yeri satın alan müşterinin isteğine bırakmışlardır. Müşteri bunlardan birini isteyebilir. Mühendisin alternatifli projesi irade-i külliyedir. Müşterinin tercihi irade-i cüziyedir.

‘Beni inşallah sabırlı bulacaksın’ diyor; cüzi irade olarak benim iradem budur ama külli irade varsa benim iradem cüzi olarak gerçekleşir diyor.

Mekânda planlama yapacağız. Zamanla planlamayı da ‘inşallah’ deyip planlamalıyız. Yapabilirsek yapmaya çalışacağız demeliyiz.

صَابِرًا

AvBiRan (FaGıLan)

“Sabreden”

“Sabir bulacaksın” demek sabreden olarak bulacaksın demektir. Burada mef’ûl olabildiği gibi hal de olabilir. Sabr demek granit taşı demektir. Sabretmek dayanmak demektir.

Biz ahşap evleri 20 yıldır yapıyoruz. Daha yapamadık. Ama sabrediyoruz. Bir gün yapmış olacağız. Lütfi Hocaoğlu ve Tayibet Erzen de sabırla “Ruhu’l-kur’an” üzerinde çalışmaya devam ediyorlar, dev bir eser oluşmaktadır.

Türkçede sabretme karşılığı sebat etme kelimesi kullanılmaktadır.

Darwin’in meşhur seleksiyon seçicilik kanunu vardır.

Bir işi yapmaya birçok kimse girişir. Diyelim ki bir köyde dört tane bakkal açılır. Bir köyün ancak bir bakkalı olur. Kim sabrederse köy ona kalır. Her iş böyledir. 10 yaşına geldiğinizde birçok işleri denemeye başlarsınız. Kendi yeteneğinizi değişik işlerde denersiniz. Daldan dala atlar, her birindeki başarınızı görürsünüz. 15 yaşınıza geldiğinizde, beş senelik denemelerinize bakarsınız. Yapabileceğiniz ve hoşlanacağınız işi seçersiniz. Artık o işinizde sebat edeceksiniz. 30 yaşına kadar bir yaşlının yanında çıraklık yapacaksınız. Onunla ortak olacak, birlikte işi yürüteceksiniz. Ondan sonra kendi işletmenizi kuracak ve üretime geçeceksiniz. Katiyen meslek değiştirmeyeceksiniz. İşi değiştirebilirsin, fayton yapacağına araba yaparsın ama işini değiştirmezsin. 60’lı yaşlara geçince bir gençle ortak olacak, artık işyerini ona devredeceksin ve onbeş seneye kadar onunla ortak olarak çalışacaksın.

İşte bu sabırdır.  Bu meslekte sabırdır. Bir de ilimde sabredeceksin ve ömrünün sonuna kadar bir konuda ilmi çalışmanı da yapacaksın. Bunu yapmak da farzdır.

وَلَا أَعْصِي لَكَ

VaLAv EaGÖıy Laka (Va LAv EFGaLu LaKa)

“Ve senin için isyan etmeyeceğim”

“GÖ(Sad)Y” değnek demektir. İnsanların ilk kullandıkları araçtır. Savunma aracıdır.

“İsyan” yetkilinin etkisine karşı çıkma demektir.

“G” etkiyi, “Ö(Sad)” toplanmayı ve sabrı, “Y” kolaylığı ifade eder.

İsyan, yetkilinin etkisine dayanarak aldığı kararı engellemeye çalışmadır. Yetkilinin kararına uymama fısktır, fücurdur ama onun yetkisini engelleme ise isyandır.

Hazreti Musa ilim verilenin işini bozmayacağını, ona bir engel teşkil etmeyeceğini ifade ediyor. Burada çok önemli olan husus şudur. Yetkili bir karar aldığı zaman kararı hatalı bulursanız uymazsınız, cezasına razı olursunuz. Buna izin vardır. Polis ‘dur’ dediği halde durmaz geçerseniz cezasına katlanırsınız ve başka bir yaptırım size uymaz. Siz polisin görevini yapmasını engellemeye çalışırsanız o isyandır. Onun cezası tenkildir yani isyanı bastırmadır.

Hazreti Musa ilim verilene diyor ki; sabredemez ve fısk içinde olabilirim ama asla isyan etmeyeceğim, senin işlerine engel olmayacağım. Nitekim ilim verilen Hazreti Musa’ya aykırı görünen işler yapıyor, Hazreti Musa da fikren itiraz ediyor ama fiilen ona mani olmuyor.

Bir toplulukta yönetimin kararlarına uymadığınız zaman şeriatta gösterilen cezaları istihkak edersiniz ama azlolunmaz, topluluktan dışlanmazsınız. Ama yönetimin karar almasını engellemeye kalkışırsanız bu isyandır, o zaman dışlanırsınız, sürülür veya öldürülürsünüz.

أَمْرًا

EaMRan (FaGLan)

“Bir emri”

İsyan etme müteaddi bir fiildir, harficer gelmeden meful alır. Kur’an’da yalnız bu yerde “ve la egsake fi emrin” denmesi gerekirken “leke emran” denmiş olmaktadır.

Yani işleri senin için kolaylaştırmak için isyan etmeyeceğim. Senin yaptıklarına senin lehine olsun diye karşı çıkmayacağım demektedir.

Tabi olanlar metbu olanların işlerine zorluk çıkaracak şekilde hareket etmezler. Şeriata uymayanlara karşı iki türlü uygulama vardır, hukuki uygulama ve askeri uygulama. Hakem kararlarına uyanlara hukuki uygulama yapılır, uymayanlara askeri uygulama yapılır. Mücrimlere hukuki uygulama yapılır, asilere askeri uygulama yapılır.

Buradaki “Emran” genelleştirmek için nekredir. Hazreti Musa bundan dolayı hiçbir işini bozmayacağına söz veriyor.

Zeki (Altuboğa), Hüseyin (Bağdatlı), Emin (Özdemir), Mücahit (Bozbey) ve benzeri arkadaşlar yaptığımız işlerde sabredemiyorlar ama işlere engel de olmuyorlar, çalışmalarımıza her katıldıklarında yararları oluyor.

Hazreti Musa peygamber belki sabretmeyecek ama asla bir zararı olmayacaktır.

Burada bir kural daha ortaya çıkıyor. Eğer ortada zarar yoksa ona hayır demeyeceksin. İnsanların isteklerini yerine getirerek onların yetişmelerini sağlarsınız. Eğitilmiş olurlar.

“Adil Düzen”in gelmesi için çalışmak bütün Allah’a inananlara farzdır. Bedenen katılanlar fiilen getirmek için çalışmaktadırlar. Hataları vardır, eksikleri vardır ama çalışıyorlar. Bedenen katılamayanların da malen desteklemeleri farzdır.

Allah bana imkân verdi. Benim herhangi bir desteğe ihtiyacım yoktur. Ben bu katkılardan şahsıma bir kuruş kullanmıyorum. Ama “Adil Düzen”e inanan insanlara buraya ortak olun diyorum. Onların % 90’ı önerilerimi kabul ediyorlar. Bu durum bu çalışmalarımızın isabetli olduğuna işaret eder.

 

YORUM

Bir şeyi bilme başkadır yapma başkadır.

İnsanda dört meleke vardır; fikir, his, irade ve ünsiyet.

Her birinin sosyal yapısı vardır.

- İlimde tartışma esastır, yasama erkini yüklenmiştir.

- Hislerde iman esastır, tezkiye görevini yüklenmiştir.

- İrade uygulanırken yarışma vardır, ekonomiyi düzenler.

- Siyasette güç esastır, güvenliği sağlar, adalete dayanır.

Halk bunların hepsini birlikte yaşar. Kullanıcı olarak bu melekeler hepsi için eşittir, üretici olarak ise işbölümü vardır. İşbölümü içinde ihtisas kazanılır. Bu üreticilerin bilgi olarak hepsinden haberdar olmaları gerekir. Uygulamayı ise herkes kendi ihtisasında yapacaktır.

Hazreti Musa uygulamak için değil bilmek için tarikat üzerinde çalışmakta, onu öğrenmektedir.

Sıradan ilk, orta, yüksek ve akademik okullarda insanlara her konuda eşit seviyede bilgi verirler. Bunlarda ihtisas yoktur. Fen ve edebiyat ayırımı da yoktur. Ayrıca meslek okulları vardır. Bunlar ihtisas kazandırır. On yaşına kadar yapılan temel öğretimde okuma-yazma ve matematikte dört işlem yapılır. İhtisas yoktur. Ondan sonraki beş yıllık ilköğrenimde denemek üzere uygulamalı eğitim yapılır, her meslekte çalışılır. Ondan sonra gelen orta, yüksek ve akademik öğrenimde ise sıradan okullardaki bütün ilimler eşitlik içinde öğrenilir. Meslek okullarında ise ihtisas yapılır.

Bu ayet bize bunları öğretmektedir.

 

Öz Türkçe olarak:

“Allah dilerse, beni dayanır bulacaksın ve hiçbir işte senin için engel olmayacağım dedi.”

Kur’an kelimeleri ile:

“İnşallah, beni sabir vecd edeceksin ve ben senin için emre isyan etmeyeceğim dedi.”

 

QAvLa SaTaCiDuNIy EiN ŞAvEaelLAHu ÖAvBiRan Va LAv EaGÖI LaKa EaMRan

قَالَ سَتَجِدُنِي إِنْ شَاءَ اللَّهُ صَابِرًا وَلَا أَعْصِي لَكَ أَمْرًا (69)

 

***

 

قَالَ فَإِنِ اتَّبَعْتَنِي

QAvLa FaEiN itTaBaGaNIy (FaGaLa FaİN İFTaGaLaNIy)

“Bana tabi olacaksan diye kavl etti”

“Fa” harfi getirerek teklifi şartlı olarak kabul etmiştir. Bu söylediklerin kabul olunmuştur, ancak bir şartla; bana sormayacaksan. Burada yine “İn” getirilmektedir. Yani şartımı kabul edersen bana tabi ol, tabi olursan da bana bir şey sorma.

Burada da tabi olmak demek artık sormamak demektir.

Bir işe başladığımız zaman birini kendimize imam yaparız. O ne yaparsa biz ona uyarız. Uygulamada tartışma yoktur. Karşı gelme yoktur. Uygulama bittikten sonra uygulama üzerinde müzakere yapılır. Geçmişte eğer haksızlık olmuşsa, onlar giderilir. Yanlışlar yapılmışsa, bir daha yapılmaması için müzakere edilir. Uygulama esnasında sadece uyulur. Eğer devam etmene imkân kalmazsa itiraz etmez ayrılırsın. Uygulama sona erdiğinde haklarını istersin. İlimde de buna benzer bir durum vardır. Önce karşı tarafın ne söylediğini anlamaya çalışacaksın. Onun sözleri bitmeden sözünü kesmeyeceksin.

Yenibosna’da bu kurala uyulmuyor. Bundan vazgeçilmelidir.

İlmî çalışmada sıra gelmeden konuşulmamalı ve konuşan kişinin sözü bitmeden de sözü kesilmemelidir. Kişinin ne dediği anlaşıldıktan sonra müzakereye geçilir.

Hücreler şartlar müsait değilse bölünmezler, havanın ısınmasını beklerler. Ancak şartları uygun bulur bölünmeye başlarlarsa, şartlar değişse de artık bölünmeyi durdurmazlar. Bölünürler ve helak olurlar. Bir işe başlandı mı proje aynen uygulanır. Uygulama bittikten sonra proje üzerinde durulur.

Demek ki tabi olmak demek itirazsız onun yaptığını veya dediğini yapmaktır. O zorlamaz, sen ona öyle uyarsın. Bu uyduğun kimsenin hakkı olarak değil, senin onu doğru anlaman ve senin uyum içinde işi bitirmen içindir. Başladığın işi zarar etsen de bitireceksin.

فَلَا تَسْأَلْنِي عَنْ شَيْءٍ

FaLAv TaSEaLNIy GaN ŞaYEin (Fa LAv TaFGaLNIy FaGLan)

“Hiçbir şeyden bana sual etmeyeceksin”

“Seele” kelimesi istemek veya sormak anlamındadır. Harficersiz meful alırsa isteme manasındadır, “An” ile meful alırsa o zaman da soru sorma anlamındadır. Burada “benden bir şeyi sormayacaksın” denmektedir.

“Sehl” ova demektir. Kolayca yürünmesine benzetilerek kolaylık anlamında kullanılmıştır. “Seele” “h”nin hemzeye dönüşmesi ile oluşmuştur. Kolay kazandı yani topladı, dilendi veya kolay öğrendi anlamlarına gelmektedir.

S” mekânda sıralamayı, E” gücü, “L” ise belirliliği ifade eder. Belli bir şeyi istemek veya belli bir şey öğrenmek istiyorsun.

Kural olarak bir şeyi öğrenmek istiyorsan görerek öğrenme esastır. Sadece gözetliyorsun, hiçbir soru sormuyorsun ve yaptığını yapıyorsun. Bu kural eğitilme kuralıdır.

Bir proje yaparsınız ve o projeyi uygularsınız. Yolda eksiklikler ve hatalar ortaya çıkar ama siz projeye devam edeceksiniz. Proje bittikten sonra projedeki hatalar üzerinde duracaksınız. Proje uygulanırken değişiklik yapmayacaksınız.

Bunun için projeye daima en küçükten başlayacaksınız ve en kısa adımlarla uygulama yapacaksınız. Son hedefli proje yapacaksınız. Önce kaba olarak üretime başlayıp sona kadar götüreceksiniz. Sonra ara projeleri yapacaksınız. Onlar üzerinde kaliteyi düşüneceksiniz. Ara projede artık herkes çalışır. Ana projeye uyarlanacak şekilde çalışma yapar. İkinci kademede ise zamanlamayı gerçekleştireceksiniz. Yani neyi ne kadar zamanda yapacağınızı düşünecek, fiziki bakımdan en kısa yolları ve en az maddeyi kullanacaksınız. Bundan sonra ise piyasayı düşüneceksiniz. Ne yapayım ki benim malım değer elde etsin diyeceksiniz. Kademelerden geçerken sonraki adımları düşünmeyeceksiniz. Önce yapma, sonra kaliteli yapma, sonra en az malzeme kullanma, sonra da en çok değer edecek şekilde yapma yasasını bulmayı hedefleyeceksiniz. Piyasa son şarta dayanır. Bu sebeple o anda kâr getirecek işi yapar. Kimse Ar-Ge çalışmasını yapmaz. Ar-Ge çalışmalarını ya devlet yapar ya da tekel sermaye yapar. Daha az girdilerle daha çok çıktı elde etmeye çalışır. Tek olduğu için de kârı ürettiği miktarla azami hale çıkarır. Halk Ar-Ge çalışmalarını yapmadığı için sermayenin veya bürokrasinin sömürü alanı olur. Bunu aşmak için Ar-Ge çalışmalarını kooperatifler yapmalıdır.

Akevler yarım asırdır bunları yapmaktadır.

حَتَّى أُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ

XatTAy EaXDiSa LaKa MiNHu (XatTa EaFGıLa LaKa MiNHu)

“Takiben sana onu ihdas edeyim”

Burada “İlâ” değil de “Hattâ” getirilmiştir. Sabredeceksin, sormayacaksın ama bunu işin aksamaması için yapacaksın. Yoksa gaye sormak içindir. Asıl olan sormadır, sadece söz vermeden sormama istenmektedir. “İlâ” ile gelseydi ihdas seçenekli olurdu. “Hattâ” ile geldiği için ihdas edeceğini de taahhüt etmektedir. Sormayacaksın ama sonra ben ihdas edeceğim, o zaman sen de soracaksın. Zaten gaye sormandır.

Seminer okunduğu zaman sorulmayacak, tartışılmayacak, ama seminer bittiği zaman müzakereye geçilince o zaman sorulacaktır. On sahifelik seminerin okunması uzun sürüyor. Sonunda tartışılmıyor. Buna bir yol bulmamız gerekiyor. Seminer saat onda bitsin. Sekizde başlasın, iki saat içinde okunsun ve kimse itiraz etmesin. Herkes hafta içinde o seminer üzerinde düşünsün. Ertesi hafta saat altıda seminere başlansın ve onun üzerinde tartışmalar devam etsin. Tartışma Lütfi Hocaoğlu ile katılanlar arasında olsun. Arada Süleyman Karagülle de söz alabilsin, eksik kalan bir şey varsa seminerin müellifi olarak beyan etsin.

Bu ayetlerin bize verdiği emirlere uymalıyız.

Çalışmalarımızın daha verimli olması önce iki yazıhaneye ve bodrum katına kalorifer döşememiz gerekmektedir. Sonra seminerleri aşağıda yapmalıyız. Karar almalıyız. Kararları aldıktan sonra onu değiştirinceye kadar ona uymalıyız. Benim dediğimi yaparsanız şimdi on kişi ile yapıyorsak o zaman kırk-elli kişi ile yapmış olacağız.

Burada “sana ihdas etme” demek, öğretmenin öğrenciye anlatması demektir.

Diyelim ki test imtihanını yapıyoruz. Herkes doğru-yanlış cevaplar veriyor. Doğru cevaplar geçilir. Ama öğretmen yanlış cevaplar üzerinde durur ve sadece ona hatalarını anlatmaya başlar. Böylece öğretmen ders almış olur. Buradaki “LeKe” kelimesi bu özel ihdası anlatmaktadır. “Hattâ Übeyyine Leke” denmiyor da “Hattâ Uhdise Leke” deniyor.

Kur’an’ı yorumlarken yorumda takip edeceğimiz bir usulde alternatif deyimlerin niçin tercih edildiğini açıklamakla olur. İhdas ile tebyini karşılaştırmak gerekecektir. İki kelimenin geçtiği yerler karşılaştırılacaktır. Biz Kur’an dilinin ikinci beyanına başlamış oluyoruz. Bunun kısa zamanda biteceğini zannetmek yanlıştır. Biz başlatacağız ve bizden sonra gelenler üç-dört asır içinde tamamlamış olacaklardır. İkinci fıkıh doğacaktır. Bu fıkıh sanayileşmiş dünya döneminin fıkhı olacaktır. Beşerileşmiş bir fıkıh olacaktır. Peygamber uygulaması örneklerinin olmadığı bir dönemin fıkhı olacak, müsbet ilimle tafsil edilmiş bir fıkıh olacaktır.

Her birimizin bu hususta çalışıp katkı yapmamız gücümüzün yettiği kadar farzdır. Gerek ilmen gerekse mealen katkı yapmakla mükellefiz.

Hadis” kirlenmiş veya kapanmış şeyi parlattıktan sonra ortaya çıkandır. Taze meyve anlamına da gelir. “Hudus” pası kaldırma anlamına gelirken, “vakıa” ise suyun toplandığı çukur demektir. Suyun dolmasına “vuku’” denir. “Hudus” ortaya çıktıktan sonra sürekli olarak genişleyen ve yayılan olaylara denir. “Vuku’” ise ortaya çıkıp kısa zamanda sona eren olaylara denir.

X” hareketi, “D” çevreyi, “Ç” ise dağılmayı gösterir.

“Tebyin” olayı göstermektir. “İhdas” ise olayları zaman sırası içinde göstermektir. Biri mekânda sebep ve sonuçları açıklar, ihdas ise zaman içindeki sebep ve sonuçları açıklar.

ذِكْرًا

ÜiKRan (FıGLaN)

“Zikr olarak.”

Şimdi biriniz bana soru sorsanız; Kur’an’da “zikran” kelimesi kaç defa geçer? Ben de 10 defa geçer desem; buna inanırsınız veya inanmazsınız. Ama ben Mu’cem’de bunu göstersem, artık bunu ben söylediğim için değil, Mu’cem’de geçtiği için kabul edersiniz. Mu’cem’e güvenmiyorsanız, Kur’an’ı baştan sonuna kadar okur ve sayarsınız. 

Ben size yeni bir şey öğretmiş değilim. Aslında senin bildiğin veya bileceğin şeyi anlatmış olurum. Bu zikrdir. Müzakere demek birbirine hatırlatma demektir. Kimse kimsenin sözünü kabul veya reddetmemektedir. Herkes görüşünü söylemekte, ondan sonra da deneyler doğruları onaylamaktadır. Deneylerin onayladığı şey zikr olmaktadır.

Zikra kelimesi ile de tartışmalı bir anlatmadır. Baştan dinliyorsunuz veya yapıyorsunuz. Sonra ise söylenenleri tartışıyor, olayları irdeliyorsunuz.

 

YORUM

Sözleşme tamam olmuştur. Öğrenci-öğretmen arasındaki sözleşme tamamlanmıştır. Öğrenci önce öğretmenin söylediklerini dinleyecek ve anlamaya çalışacaktır. İzin alarak ne söylediğini anlamak veya ne dediğini bilmek için soru sorabilir. Ama söylediklerinin veya yaptıklarının yanlışlığını ileri sürüp tartışmaz. Hele yaparken ses çıkarmaz. Namaz kılarken imama bir şey sorabiliyor musun? Bu üretim emeğidir. Batı teknikte bu sistemleri geliştirmiş olduğu için uygarlaşma vardır. Batı dünyası dışındakiler plan ve projeye göre değil, akıllarına geldikleri gibi yaptıkları için bir türlü batıya ulaşamıyorlar.

Seminerlerimizi takip ederken söylediklerimi değerlendirmelisiniz, müzakere ederken ve görüşürken bunlara uymalısınız. Mekke’de namazın dışında hiçbir ibadet müeessesi yoktu, sadece Kur’an okuma ve namaz vardı. Namaz bize bunları öğretmek için vardır.

Öğrenci hiçbir şey söylemeden ana planın uygulanmasını görecek ve yapacak. Önce projeyi uygulamayı öğrenecektir. Sonra bilgi olarak ana projeyi kavrayacak ve ona göre yaptığının manasını bilecektir.

Batılılar işçilere ihdas etmiyor. Onların sadece körü körüne yapmalarını istiyor. Diğerleri ise bu sefer uygulanma esnasında fikirler yürütmektedirler. Bunlar da bir sonuca varamıyorlar. Kur’an ne diyor, önce sabırla dinle ve yap, sonra da olayları baştan sona teorik olarak öğren. Yaparken de öğrenirken de geniş olarak olaylara bakmalısınız.

 

Öz Türkçe ile:

“Anlaşmak üzere benim sana anlatmama dek bana hiçbir nesneyi sorma.” 

Kur’an kelimeleri ile:

“Öyleyse ben sana zikren ihdas edene kadar hiçbir şeyi benden sual etme.”

 

FaLAv TaSEaLNIy GaN ŞaYEin XatTAy EaXDiSa LaKa MiNHu ÜiKRan

فَلَا تَسْأَلْنِي عَنْ شَيْءٍ حَتَّى أُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْرًا(70)

 

 

 

         ***