KEHF SÛRESİ - 1. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَنْزَلَ عَلَى عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَلْ لَهُ عِوَجًا (1) قَيِّمًا لِيُنْذِرَ بَأْسًا شَدِيدًا مِنْ لَدُنْهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْرًا حَسَنًا (2)
Kur’an’daki Sureler
1+64+32+16)=1+((4*2-1)+(4*3-1)+(1+1+1+1+3)+(4*7+3)+10)+32+16=!+112+1=19 =7*16+2=6*19=112+2=114
Bu sure 4 grupta toplanan surelerin üçüncü grubudur. Bu grubun birinci suresi Hazreti İbrahim’den, ikinci suresi İsrail’den, üçüncü suresi Hıristiyanlardan bahseder. Hazreti İbrahim’in bir de doğuya giden oğullar ve torunlar grubu vardır.
Bundan sonraki seminerlerde değişiklik yapacağız. Yeni öğrenim sistemi uygulanacaktır. a) Önce geçen kelimeler tanıtılacak. Eğer o kelime eskiden tanıtılmışsa o kelime yeniden anlatılmayacak, sadece buradaki özel manaya işaret edilecek. Böylece ayetin kelimeleri öğrenilmiş olacaktır. b) Ayet günümüz Türkçesi ile tercüme edilecektir. c) Ondan sonra da Arapça kelimeler kullanılacak ve Türkçeye çevrilecektir. d) Sonunda ayet okunacak, tefsir ondan sonra ele alınacaktır.
الْحَمْدُ
eLXaMDü
“Hamd”
a) Başındaki “el” harfi kelimeyi belirli yapar. Türkçe, Farsça, Rusça gibi dillerde bunu ifade eden bir harf(ler) yoktur; Arapçada, Latincede, Fransızcada, İngilizcede vardır. Dört anlamı vardır. Kelimeyi belirli kılar. Örnek olarak “Cebel”in başına gelirse, herhangi bir dağ değil de konuşanlar arasında bilinen belli bir dağ, mesela Erciyes Dağı anlaşılır.
b) Bu her zaman gerçekte olmaz. Zihinde de olabilir. “Dün Ankara’dan milletvekili geldi. Uzun uzun konuştu. Halk itiraz etti. Milletvekili cevap vermedi.” Böyle dediğimiz zaman, burada dün gelen bilmediğimiz bir milletvekilini kastediyoruz. Buna “ahdi zihni” denir.
c) Bazen cins için gelir. Yani varlığın kavramını ifade eder. Bunun tekili ve çoğulu aynıdır. Gerçekte mevcut değildir ama insanlar o kelimeyi o özelliği taşıyan bütün varlıkların ismi olarak kullanır. “İnsan canlıdır” dediğiniz zaman burada kastedilen herhangi bir insan değildir, insan kavramıdır, türüdür.
d) “Hepiniz dışarı çıkın” dediğiniz zaman sayılarını, kim olduklarını bilmeyiz ama kimlerin dışarı çıkması gerektiğini biliriz. Buna istiğrak denir. Tekil olarak kullanılır. O kelime kavramın tümüne has değildir, “Sağ kimse kalmadı” da böyle istiğrak manası vardır.
Buradaki “el” harfi cins için olanıdır. Hamdin tamamı Âlemlerin Rabbi olan ve bu kitabı indiren kimseye aittir. Dolayısıyla resuller de olsa nebiler de olsa, onlara hamd edilmez, iyilikler ona yüklenmez. İbadetlerinizi buna göre yapın demektir.
Yahut ahd için olur. O da kitabı indirendeki hamd Allah’a aittir. Ne peygambere ne Cebrail’e ne de herhangi müfessire aittir. Böyle değerlendirilecektir.
“XMD” kökü “HMD”den oluşur. Kabileler halinde yaşayan insanlar çardaklarda otururlardı. Herkesin kamıştan çardağı vardı. Kabile başkanlarının çardağı farklı yapılırdı; başkanla görüşmek isteyenler yerini bilsin diye böyle yapılırdı. Buradaki süslemeli cümle kapısına “hamd” denmektedir. Dört manayı birden taşır. a) Kendisinin görevli olmasını ifade eder. b) İyi işler yapan kimse olduğunu belirler, herkese iyilik eder anlamındadır. c) Özellikle bana şu iyiliği yapmıştır, bunu çevreye anlatma anlamındadır. d) Bizzat kendisinin üstünlüğünü arz etmek için kullanılır.
“X(H)” harfi hareketi ifade eder. “M” varlığı ifade eder. “D” ise etkiyi ifade eder. “XMD”den etkili hareketi yapma manası çıkar.
İnsan birçok nimet ille karşı karşıyadır. O nimetleri kendisi elde etmez. Ona karşılıksız verilmektedir. İnsan buna karşılık olarak bunu belirtmek ve beyan etmek ister. İşte, Kur’an bunun sadece Tanrı’ya yapılmasını istemektedir. Onların yaptığı iyilikleri onlar yapmadı, sadece O’nun yani Allah’ın görevlileri olarak yapmışlardır.
لِلَّهِ
LielLAvHi
“Lillah”
“Lam” harficerdir. Bir şeyi bağlayan bir harftir. Kelimelerin başına gelir, harfitarif olur. (“El” maddesine bakınız). Olumluluk harfidir. “La” - işareti ise “Le” de + işaretidir. -1 var +1 var, cebir birimleridir. 1 ise +1 kabul edilir. “La Raculü” dediğinizde erkek olmayan, kadın olan demektir. “Le Raculün” dediğinizde erkek olan yani kadın olmayan demektir. Ayrıca harficerler vardır. Bunların hepsi beyn (ara) kelimesinden türemiştir. Yani başlangıcı “B” ile bitişi “N” ile gösterilir, ortası ise çukurdur. Çukura düşmek “La” ile gösterilir, çukurdan çıkmak “Le” ile gösterilir.
Harficerler şöyle manalandırılır.
“Min” işin başlangıcını gösterir. Başlangıcın oluşa etkisi yoktur, oluşun da başlangıca etkisi yoktur. Beyn’deki “B” “M”ye dönüşmüştür, “Y” düşmüştür.
“An” da başlangıcı ifade eder. “Min” gibidir. Burada olay başlangıca etki etmiştir. Oradan bir şeyi alıp götürmüştür.
“Bi” de “Min” gibidir. Bu sefer başlangıç olayına tesir etmiştir.
Bu üçü (Min, An ve Bi) başlangıcı ifade eder.
Bitiş için de “İlâ, Li ve Hattâ” kullanılır. “İlâ”da “B” düşmüş, “Y” yerine “İ” gelmiştir. “Min”in karşılığıdır. Sadece sonunu gösterir. Sonun olaya, olayın sona etkisi yoktur.
“Li” “Bi” karşılığıdır. Fiilin gayesini gösterir. “Bi” sebebini, “Li” gayesini gösterir.
“Alâ” “An”ın karşılığıdır. Gayeye fiilin etkisi vardır.
“Fî” ve “Hattâ” da harficerlerdendir. “Fî” içeriyi ifade eder. “Hattâ” “İlâ” gibi sonu gösterir.
Bu gruptan olmayan “Ke” ve “Key” vardır.
“Lam” burada tahsis içindir. Yani hamd yalnız bu kitabı indirenedir. Bunun dışında kimse resul de olsa hamd edilmez. Hazreti İsa resuldür ama hamd edilmez.
“Hamd” emeksiz elde edilen zenginliktir. Bunun sahibi kişiler değil Allah’tır. Allah da bu varlığını insanlığa vermiştir.
الَّذِي
elLaÜIy
“O ki”
Buradaki “el” ahd içindir. Kuluna Kitab’ı inzal eden kimsedir. Âlemlerin Rabbi Allah’tır.
“Zel” harfi işaret anlamındadır, bizdeki “şu” anlamındadır, bu anlamındadır. “Za” erkek tekili ifade eder, en yakına işaret eder. Karşıtı “Ta” olarak kullanılmaktadır. Kuran’da “Zi” olarak getirir. Ya “Haza” ya da “Hazihi” denir. “Ta” ve “Teyn” Kur’an’da yoktur. “Li” ile uzaklığa, “Kef” ile hitap, “Zalike” uzağa veya gayba işaret eder.
“Ellezî” ismi mevsuldür. Ondan sonraki cümleyi isim haline dönüştürür. Mübteda veya haber yapar yahut sıfat yapar. İsmi fail gibidir.
“Âlimün” nekredir. Bilen ve bilinen belli değildir. Bilme de belli değildir.
“El-Âlimü”de bilen veya bilinen bellidir. Bilme masdarı belli değildir.
“Ma”da bilme marifedir, bilen veya bilinen nekredir.
“Ellezî”de hem fail hem de fiil maruftur. Burada fail Âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Fiil de Kur’an’ın inzalidir. Yani Kur’an’ın inzali maruftur. Gelen vahiy zamanla, yanındakiler de o esnada yazılmıştır.
“El”den sonra gelen “Zalike”deki “Lam” gibidir.
أَنْزَلَ
EuNÜiLe
“İnzal etti”
“NÜ(Z)L” kökü yolcuların gecelerini geçirmek için konakladıkları yerdir. “Nezle” masdar olarak konaklamadır. “Menzil” iki konak arasındaki mesafedir.
“Nun” harfi “Lam” harfine en yakın olan harftir. Kelimenin başına gelir marife olur. Kelimenin sonuna gelir kelimeyi nekre kılar. Türkçe ve Almanca kelime kelime konuşulan dildir. Oysa Arapça ve Fransızca kelimeler bitiştirilerek konuşulur, kelimeler arası duraklayarak değil de araya başına L veya sonuna N getirilerek belli edilmiş olur. Fiillerde de sonunda üstünlü “Nun” getirilmektedir. “Na” biz demek olduğu gibi “Nahnu” da biz anlamındadır. “İnne, Ene” gibi yerlerde tekid nunudur. Türkçede olduğu gibi menfilik manasını taşır. “Ne geldim, ne de gittim” derseniz “ne” nefyi (olumsuzluğu) ifade eder.
“Nezele”de de durma, konaklama, inme anlamları taşımaktadır. “Z” harfi “zübür, zümre, zelzele”de olduğu gibi itme, parçalama, bölme gibi manaları içerir. “Z” ile ayrılıyor, “L” ile birleşiyor.
İf’âl babında hemze üç harfli kök fiillerin başına gelir, müteaddi yapar. “Nezele” indi demektir. “Enzele” indirdi anlamı verir. Müteaddi fiilin başına gelirse iki defa müteaddi yapar. “Alime Hasanu Zeyden cümlesi A’leme olursa ikinci defa teaddi ettirmiş olur. “Nezzele”den farkı, “enzele”de bir defa yapılan fiili ifade eder, “nezzele” ise tekrarlanan fiilleri ifade eder.
Kur’an inzal olmuştur. Kondurulmuş demek olup Kur’an’ın inzali metnin gelmesi anlamında olmayıp insanlık onu benimsemekte ve ona dayanarak uygarlığı oluşturmaktadır.
عَلَى
GaLAy
“Ala”
Harficerdir. “An”ın karşıtıdır. Fiilin sınıra etki eder. “Li” ile kullanılırsa onun için olmaktadır. “Alâ” ile gelirse onun için yüktür. Burada “Alâ” gelmiştir.
Kur’an Hazreti Muhammed’i güçlü kılmak için indirilmemiştir. Kur’an ona rütbeler sağlamaz, ona görevler verir. Biz de Kur’an’ı okuyacağız ve görevimizi yerine getireceğiz. Kur’an bizim sırtımıza binecek ve yücelecek; biz Kur’an’ın sırtına binip onu istismar etmeyeceğiz. Bediüzzaman’ın arkadaşları Kur’an’ı sırtlarına almışlardı. F.Gülen’in arkadaşları ise Kur’an’ın sırtına bindiler. Sonucu yani aradaki farkı görüyorsunuz.
“Adil Düzen” çalışanları sıradan birer insan olarak kaldıkları için hamd etmelidirler. Benim ‘cepte ve bankada nasılsa param var’ dediğim zamanım olmamıştır ama borçlu olarak da yaşamadım. Allah bana yetecek kadar serveti her zaman verdi. “Adil Düzen” çalışanları da hep böyle olmalıdırlar. Dilenecek duruma düşmemelidirler, borçla yaşamamalıdırlar ama nisaptan fazla servetleri de olmamalıdır. Ellerine geçirdikleri imkânları yatırıma çevirecek veya infak edeceklerdir. “Li” değil de “Alâ” gelmiş olması her Kur’an düzeni çalışanını düşündürmelidir.
عَبْدِهِ
GaBDiHi
“Abdine”
Arapçada zamirler vardır. Boğazdan çıkan “H” harfi uzakta olana veya görünmeyene işaret eder. “ه” ise Türkçede “O”ya dömüşmüştür.
Bu darbe (15 Temmuz 2016) hareketinin diğerlerinden farkı vardır. Diğer darbeler de dışarıdan hazırlanmıştı. Ancak darbe yapanlar darbeyi kendileri yapmışlardır. Başarsalar da başarmasalar da darbenin sonrasında Türkiye aleyhinde olmamıştı. 15 Temmuz darbesi ise bizzat darbecilerin yaptığı darbe idi. Askerler darbe yapacak, sivilleri iktidar edeceklerdi. Ordu içinde çatışma beklediler. Komuta kademesi asılacak, ihtilal yapanlar da infaz edilecekti.
Olağanüstü halin (OHAL) devamı ve Anayasa çıkmazı (referandumu) bu planlarının son bulmadığını gösterir. Olağanüstü hal durdurulmalıdır. Ordu kendi kendisini tasfiye etmelidir. Siviller ancak genelkurmay ve kuvvet komutanlarını tutabilir. Askerlerin işlerine karışmak askerliği bitirmek demektir. Talat Aydemir’in ikinci darbesini Aydemir yapmadı. Kendisini güçlü gösterdiler; yanıldı ve kaybetti. Benzer oyun şimdi AK Parti’ye oynanıyor.
Şahıslar üçtür. Hev kevn ve beyn ben sen ve o’yu ifade eder. Boğazdan çıkan harf o olur, ortadan çıkan harf sen olur, dudaktan çıkan harf ise ben (söyleyen) olur. Muhataba en yakın “B”dir.
“Ayn’ın An, Ala, Azim, Alîm” gibi kullanışlarında etkileyen anlamı vardır. “Yüsr”ün yanında “Üsr” kelimesi de (ayn ile) gelir.
“Ba” harfi geçit anlamında kapıdır; açılıp kapanan kapı değildir.
“D” harfi “dar, devr, dürr, deyn” içine alan anlamındadır; kapsayan, çevreleyen anlamındadır. Ayn da etki var, burada sınırlama vardır. Abd demek yalnız birinin işlerini yapan, başkasının işlerini yapmayan kimse demektir. Amil de iş yapan ama istediği kimseye istediği zaman iş yapan demektir. Ticaret ile görevli olan personel birer abddır.
“Abd” burada belli kimsedir, bu “Abdullah oğlu Muhammed”dir. Kur’an ona inmiştir. Bunda tereddüt yoktur. Tarihte Kur’an kadar aslıyla korunmuş başka bir kitap mevcut değildir. Sözleri korunsa bile kelimelerin anlamları korunmaz. Oysa Kur’an en ince noktasına kadar dili ile korunmuştur. Tarihte Hazreti Muhammed kadar hayatı aydınlanmış kişi bulmanız mümkün değildir. Kur’an bu surede ona işaret etmektedir. Hazreti İsa’nın hayatı tarih değildir. Hazreti Muhammed’in hayatı tarihtir. Medine’ye hicret ettikleri zaman Kur’an’ın yarısından çoğu inmişti. On üç sene içinde büyük bir inkılap yapmış, cemaatini Medine’ye taşımıştı.
الْكِتَابَ
elKiTAvBa
“Kitabı”
Buradaki “el” ahd içindir. Şimdi yorumlama yaptığımız Kitap’tır.
Özel isimler doğrudan varlıklara delalet eder. “Yalova” deyince İstanbul’dan ayrılarak il yapılmış bir yeri ifade eder. Bir de cins isimler vardır. Bunlar benzer varlıkları ifade ederler. Örnek olarak il bir cins isimdir. Harfi tarifsiz sondan “nun” ile kullanıldığı zaman illerden herhangi birini ifade eder. Harfi tarifle kullanıldığı zaman illerden bilinen il kastedilmiş olur. Muhatap durumdan ve cümleden yararlanarak neyin kastedildiğini anlamış olur. Örnek olarak ‘Belediye ahşap ev kurmamıza izin verdi’ dersem, siz Yalova’daki Teşvikiye Belediyesi’ni anlarsınız. Bazı cins isimler karinesiz onun ismi olur. “Hoca” deyince siyasette Erbakan anlaşılırdı, “Reis” deyince hala Erdoğan anlaşılmaktadır.
Bucağımızda ilk mühendis bendim. Beni orada “mühendis” olarak çağırırlardı.
1950’lerde üniversitede okurken Yalova’da (Teşvikiye’de) idim, daha mühendis olmamıştım, köylülerle yakından içli dışlı olmadık ama onlar da beni “mühendis” olarak adlandırdı. Yarım asır sonra Teşvikiye’ye gittim, yaşlı birisinin yanında çocukları vardı, torunları vardı. “Kim bu” dediler; o da “mühendis” dedi.
Bazen cins kelimeler aksine bir karine olmasa da o kelime özel isim gibi marife olarak kullanılır. Kur’an’da “Kitap” deyince “Kur’an” anlaşılır, “Resul” deyince de başka karine yoksa “Hz. Muhammed” anlaşılır.
Buradaki “Kitap” Kur’an’dır; “Kitap, Kur’an, Zikir ve Furkan” onun aynı zamanda özel adlarıdır. “Kitap” yazılı olanı, “Kur’an” okunanı, “Zikir” anlaşılanı, “Furkan” ise kendisinden istidlal edileni içerir. Bundan dolayıdır ki kıyasla sabit olanlar da Kur’an’la sabit olanlardır, çünkü Kur’an kıyas yapmamızı emretmiştir.
“Kitap” derideki çift dikiştir. Bez parçaları birbirine bağlanmış artık ayrılmamış olur. Bir de satırlar dikişe benzer. Kitap hükümleri içeren yazılardır. Roman kitap değildir. Matematik kitabı da kitap değildir. Sözleşmeler, kanunlar, teklifler kitaptır; hükümleri içermelidir. Onlar hat ile ifade edilir. Sahifeler olarak ifade edilir. Esfâr denir.
“K” harfi benzerliği ifade eder, hükümlerde kıyasın yapılacağını içermektedir.
“B” harfi geçidi ifade eder. Kıyas bir yerden diğerine geçmedir. Birimdeki hükmü illetle diğerine aktarmadır.
“T” harfi sen anlamına geldiği gibi müennes edatıdır, çoğulu da içerir. “V” harfinin dönüşmesinden oluşanlar vardır. “Tesbit, tekmil” gibi ortası tekrarlanan mastarların başına gelir, müteaddiyi lazım yapar. Bu da “Kitab”ın özel hükümlerden çok genel hükümleri ifade etmesi anlamındadır.
Kitab fial kalıbıdır. Mastar olabilir. İsim olabilir. Cibalda olduğu gibi çoğul olabilir.
وَ(Vav) atıf harfidir. Cümleleri ve kelimeleri birbirine bağlar. “Ve, Fe, Sümme, Ev, Em, Bel atıf harfleridir. Bunun dışında “La, Lakin, Emma ve Hatta” harfleri de atıf olarak sayılmıştır. Biz “Vela, Velakin ve Emma” olarak harfi atıf olarak birlikte geldiği için atıf harfi olarak saymıyoruz. Kur’an’da “Hatta”dan sonra mensup gelmekte ise de “En”i “Li”de olduğu gibi takdir ediyoruz.
“Ve” harfinin görevi cümledeki birleştirmedir. Tertibi ifade etmez. Fa ise Ve gibidir. Tertibi ve takibi ifade eder. Yani biri önce diğeri sonra olup Türkçede P harfini aynı anlamda kullanırız. Gelip gittidir. Sadece fiillerde kullanırız. “Ev” iki şeyden biri için kullanılır. İkisi birden olabilir. “Em” de “Ev” gibidir ama ikisi birden olmaz.
لَمْ يَجْعَلْ
LaM YaCGaL
“Ca’letmedi”
Burada “Lem Yec’al” ifadesini Enzele fiiline atfeder. “İndirdi ve ca’letmedi” diyor.
“Ma” harfi Türkçede olduğu gibi geçmişte olumsuzluğu ifade eder. “Beyn” harfinin “M”ye dönüşmüş şeklidir. Kenara geldin demektir. Geçmişte bir defa bile olmamıştır demektir. “Lemma” geçmişte hiç olmamıştır ama gelecekte olabilir demektir. “Lem” ise olmadı ve olmayacaktır demektir, nefyin tekididir. “Lemma” “Ma”dan, “Lem” de “Lemma”dan daha şümullüdür. Eskiden böyle düşünüyordum. Lütfi Hocaoğlu’nun ısrarı üzerinde düşündüm. Lem yelid ve lem yuled’i delil getirdi ve o kanaate vardım.
“Yec’al” muzari fiildir. Arapçada iki siga vardır, biri mazi diğeri muzaridir. Mazide önce masdar söylenir, sonra fail söylenir. “Söylemek ben” derseniz, söz önce siz şimdi varsınız demektir. “Ben söylemek” derseniz, gelecekte söyleyeceksiniz demektir. Çinlilerde “dün gelmek, yarın gelmek” şeklinde konuşurlar. Türkçede ise geçmişi dur kökünün d’sini kullanarak ifade ederler. “Yürür” kelimesini “yor” yapıp eklerler yahut sadece “yür” derler.
“CGL” etmek, onu görevli kılmak demektir. Taşı sınıra koymada “taşı sınıra ca’lettim” dersin.
Akevler sözlüğünde “Ceal” sıcak tencerenin tutulması için kullanılan bez parçasıdır. “Ca’l” ele pisliğin veya sıcaklığın bulaşmaması için tutulan deri veya bez parçası demektir. Sonraları kılmak anlamında kullanılmıştır. Kılma ile yapma arasındaki fark, yapmada yeniden var etme, ca’lde ise var olan bir varlığı yeni bir işe koymak anlamı taşır denmektedir.
Bu sözlüğün (Akevler Sözlüğü) tamamlanması gerekir.
Ayrıca Lütfi ve Tayibet’in başlattıkları “Harflerin Manası Lügati de tamamlanmalıdır.
Biz yeni uygarlığın temelini aynı zamanda Kur’an dilini yeniden ortaya çıkarma şeklinde anlıyoruz. İlahiyat mensupları bu çalışmalara katılıp bizden daha iyi ürünler getireceklerine, bize karşı cephe alıyor bize de ‘siz o işleri bize bırakın’ diyorlar! Alınacağımı zannedenler yanılıyorlar.
“C” toplama demektir. “G” etki demektir. “L” birleştirme demektir.
“Ca’l etme” bir şeyi bir iş yapmaya ayırma demektir. Montaj anlamındadır.
لَهُ
LaHU
“Ona ait”
Buradaki “Hu” zamiri Kitab’a gitmektedir. “Lam” da temlik anlamında olup ona bu vasfı verdik anlamındadır. “Ivecen” kelimesi menfidir. “Lem” de menfidir. İkisi birden müspet olmaktadır. Onun için “Alâ” değil de “Lam” kullanılmıştır.
عِوَجًا (1)
GıVACan
“Ivec”
“Ivec” virajlı yol demektir. Dokuz defa geçmektedir. “Arac” da dokuz defa geçmektedir. “A’rac” topal demektir. “Ayn” etki anlamımdadır. “Cim” de toplama anlamındadır. “Vav” vasl vavı, vech yevm vely vızr” kelimeleri olarak düşünüldüğü ve çoğul zamiri olduğuna göre Ivece katılık, zorluk, engel anlamları verilebilir.
Matematikte türevi olmayan tek veya sonsuz noktalar ıvecdir. Allah kâinatı kurallar içinde davranacak şekilde yaratmıştır. Sıçramalar yoktur.
“Emt” kelimesi bir defa geçmektedir. Onu ikileyen kelime “Hemd” kelimesidir, o da bir defa geçer. “Ivec” kurak yerler demektir. “Hemd” boşluklu yerler demektir. “Emt” ise belirsiz atlenatifli yerler demektir.
“Fatiha”nın dışında “Elhamdü” ile başlayan sureler dört tanedir. Biri En’am Suresi’dir, biri de bu suredir. Diğer ikisi de Sebe ve Fatır sureleridir, ard arda gelmektedirler.
“El-Hamd” “El-Kitab” ile karşılaştırılmıştır. İkisi de harfi tarifli gelmiştir. “Kitab” şeriat, “Hamd” ise şeriatın uygulanması sonucunda doğan düzendir nizamdır.
“İnzal” “Ca’l” ile karşılaştırılmıştır. İkisi de fiil olarak gelmiştir. “İnzal” eşyanın mekândaki yerlerini belirlemedir. “Ca’l” ise eşyanın fonksiyonunu belirlemedir. “İnzal” anatomi ise “Ca’l” da fizyolojidir.
“Abd” “Ivec” ile karşılaştırılmıştır. Abdlik insanın topluluktaki ıvecidir. Ivec eşyada bulunur. Allah Roma’da anlaşılan insanı kişi saymayan abdliği kaldırmış ve onun yerine yalnız Allah’a ibadeti emretmiştir. Abdlik yalnız onun işini yapma anlamındadır.
“Allah” kelimesi de “Ellezî” ile eşleştirilmiştir. Kendisi de fiili de belirlenmiş, nekrelik olmayan bir varlıktır.
Diğer taraftan X G ile, C Y ile, H K ile, L N ile D T ile, Zel Za ile, M B ile V U ile I A ile eşleştirilmiştir.
Şimdi ayetin anlamına geçebiliriz.
Öz Türkçe ile:
“Onur, kuluna yazıyı indiren ve onda bir karşılık kılmayan Allah’ındır.”
Kur’an’daki kelimeler ile:
“Hamd, kitabı abdine inzal eden ve onda bir ıvec ca’letmeyen Allah’ındır.
Şimdi Arapçasını okuyabilirsiniz.
***
قَيِّمًا لِيُنْذِرَ بَأْسًا شَدِيدًا مِنْ لَدُنْهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْرًا حَسَنًا (2)
قَيِّمًا
QAyYiMan
“Kayyım olarak”
Bizim Mushaftaki hatta göre “Kayyımen” bundan sonraki ayete aittir. Kelimeleri saydığınızda bu ayetteki kelime sayısı 13, bundan sonraki ayetteki kelime sayısı 17’dir. Her iki sayı önemli sayıdır. 1, (1+2), (2+3), (3+5 ), (5+8)=13 dür. 17 de önemli sayıdır, (16+1)=17 eder.
İlk parçacık çiftlerin sekiz yüzlüde birleşmesinden oluşan ilk mürekkep cinstir. Bununla beraber ikisi de tektir. Şayet “Kayyimen”i birinci ayete eklersek ayetimiz 14 kelimelik olur. İkinci ayet de 16 kelime olur. Biz bu ciheti tercih ettik.
Şimdi harfleri sayalım, “Kayımen”i de bu ayetten sayma üzerine sayalım.
eLXaMDu LielLAHı elLaÜI y EaNÜaLa GaLAy GaBdİHIy eLKiTAvBa Va LaM YaCGaL LaHUv GıVaCan
الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَنْزَلَ عَبْدِهِ الْكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَلْ عِوَجًا قَيِّمًا (1)
)الْحَمْدُ الْكِتَابَ( )عِوَجًا قَيِّمًا( )يَجْعَلْ أَنْزَلَ( )عَبْدِهِ لِلَّهِ) (الَّذِي لهُ) (عَلَى( )لَمْ وَ(
(H2, G3, Q1, K1, C1), (E1, A3)(Y3, I2, ,U1, V2), B2,(M3, N3,L:10), Z1,Ü1, T1.D2,
8+ (4+8)+4+16+4+2=42=6*6
Ayetlerin bölünme yerleri icma ile sabit değildir, bu sebeple içtihatla bölüm yerlerinde değişiklik caizdir.
“Kayyım” “Kıyam” ile aynı köktendir. Ağacın gövdesi demektir. Esas taşıyıcı demektir. Diğer bütün dallar onun üzerine oturur. Sonuç olarak “ıvec yoktur” demek bozukluk yoktur demektir.
“Kayyım”da bütün hükümler onun üzerinde oturur demektir.
Ayet hakkında yeter derecede araştırma yapıp öğrendikten sonra artık onun yorumuna geçebiliriz.
Allah yeryüzünü ve insanları yarattı. İnsanlar orada çalışıp yaşayacaklar, yeryüzünün kirası karşılığında onu imar edeceklerdir. İmar demek onu daha fazla insanın yaşayabileceği hale getirmek demektir. Fiili olarak nüfus yoğunluğu var, bir de imkân olarak nüfus yoğunluğu vardır. Türkiye’de bugün 80 milyon insan yaşamaktadır. Ancak köylerimiz boşalmış durumdadır, birkaç 80 milyon nüfus yaşayabilir haldedir. Bu durum ülkemizin imarı sayesinde olmaktadır.
İmar dediğimiz zaman yolu, suyu, elektriği, enerjisi temin edilmiş, toprakları işlenmiş hale getirilmiş demektir. Vasat bir kimsenin bir saat çalıştığı zaman ürettiği ürünün yaşatabildiği gün sayısına gün/saat diyoruz. Bir yerin imarı saatte gün ile ölçülür. İmar edilmiş yerlerde az emekle çok ürün elde edilir.
Allah insanlara iki türlü nimet vermiştir. Bunlardan biri, insanlar emek çekmeden ona malik olurlar. Hava böyledir. Bir kısmını ise ancak emekle elde edebilirler. Kuyudaki suyu kova ile çekerlerse içebilirler. O halde yaşamamız için gerekli olan şeyleri doğada mevcut olanları paylaşarak emekle elde edebiliyoruz.
Şimdi “hamd” kelimesini şöyle tabir edebiliriz. Ürünlerde mevcut emek dışı fayda “hamd” ile ifade edilmiş olur. Fabrikada çalışan işçi emeğinin karşılığını istihkak eder ama eğer işveren onu çalıştırmasa o emeği ile hiçbir şey elde edemez.
O halde ürün sermaye ile emeğin çarpımıdır. Sermaye dediğimiz şey doğanın imkânlarıdır. Ürün sermaye ile emeğin toplamı değil sermaye ile emeğin çarpımıdır.
Batılılar toplam olarak kabul ettikleri için faizi, sabit ücreti ve sabit kirayı meşru saymaktadırlar. Kur’an emeksiz kazancı kabul etmemektedir. Marks Kur’an’dan öğrenerek şike yapmıştır.
Demek ki emek dışındaki pay Allah’a aittir, özel mülkiyete konu olmaz. Emek ise insanın kendisine ait olduğu için o da insana aittir. Allah vermiştir ama vermiştir. Ürün emek ve sermayenin sonucu elde edilir. Yarısı emek sahibinin olur, diğer yarısı da yeryüzünün var edicisi Allah’a ait olur. Allah da bunu insanlığa karşılıksız bölüştürür. Bu sayede çalışmayanlar veya çalışamayanlar da yaşama hakkını elde ederler.
Kapitalistler hepsini insana verirler. Sosyalistler hepsini topluluğa verirler. Kur’an ise yarısını kişilere emekleri karşılığı verir, diğer yarısı da topluluğun yani insanlığın olur.
O halde “Elhamdülillah” kelimesi “Adil Düzen”i tanımlar.
Abdine Kitab’ı inzal eden kimseye aittir.
Bir kere yol yaptınız ve diyelim ki yüz bin lira harcadınız. Yüz (100) bin lira ile de ev yaptınız. Size maliyeti 200 bin liradır. Bir aile yaşıyorsa, demek ki bu yerin değeri beştir, beş gün/saat etmektedir. Sonra buraya bir aile gelip ev yaparsa 100 TL harcar ama değeri 5 iken 10 olur. İşte bu 5 emeksiz elde edilmiştir.
Bu kime ait olmalıdır?
İkisinin olmalıdır. Yani yeni gelen olarak o da yol yapma payına katılacaktır. Ne var ki bunu ilk gelene değil de ortaklığa koyacaklar ve örnek olarak onunla yerlerine su getireceklerdir.
Bu hamddir. Ortaklık sayesinde mümkün olmuştur. Bu birlikteliğin sağlanması için iki şeye ihtiyaç vardır; bunlardan biri yasalardır, diğeri de yönetimdir. O halde hamd ile artan değer kuralları koyan ve kuralları uygulayacak yöneticileri görevlendiren kimseye yani Allah’a aittir. O da onu topluluğa yani insanlığa vermiştir.
Buradaki “Abdihi” kelimesi görevli memur demektir. Kuralları ilim koyar. Meclisler koyar ve yöneticilere bildirir. Yöneticiler de o kuralları uygularlar. Böylece topluluk oluşur. Oluşan topluluktan dolayı artan değerler meydana gelir. O da topluluğun olur.
Yasalar ve yönetim burada belirtilmiş olmaktadır. Çağımızın sorunlarını çözmektedir.
Buradaki “Hu” zamiri “Kitab”a da gidebilir, “Abd”a da gidebilir. Yasalarda ıvec olmamalıdır. Yönetimde de ıvec olmamalıdır.
“İvec”i daha iyi anlayabilmemiz için arabayı düşünün, hızla giderken viraj yavaş yavaş alınır. Dolayısıyla virajlar daire şeklindedir, köşe şeklinde olsa arabalar yürüyemez. O halde yasalarda ani dönüşler ve köşeler olmamalıdır. Yol ya düz olmalıdır yahut geniş kavisli virajlar olmalıdır.
Yönetimde de yetkiler merkezileştirilmemelidir. Herkes kendi içtihadı ile hareket edecek ve yargıya karşı sorumlu olacaktır. Kimse başkasının emriyle çalışmayacak, onun emrine göre yaşamayacak, gerek yasalarda gerekse yönetimde ıvec olmayacaktır.
Yasaların içtihatla değil de merkezi yorumu da ivecdir.
Paralel yönetim var, seri yönetim var. Paralel yönetimde bir işi yapmaya on kişiyi yetkili kılarsın, onlardan herhangi biri o işi yapabilir, yetkilidir ve ücreti istihkak eder. Seri yönetimde ise on kişiyi görevli kılarsın, ancak onların ittifak ettiği hususlarda iş yapılır. Allah seri yönetimi değil paralel yönetimi teşri etmiştir. Engelleme yoktur. Herkes içtihadına göre istediği işi yapar, sonra hakemlerden oluşan yargının önünde hesap verir.
لِيُنْذِرَ
LiYüNÜiRa
“İnzar etsin diye”
Buradaki “Li” “İnzal”e bağlar. Kitab’ı abdine indirmiştir, Kitab’ı ona vermiştir.
“Li” harfi olayın ne amaçla yapıldığını ifade eder. Yapılan her işin bir illeti vardır, onun sebebiyle yapılır. İllet demek Allah’ın takdir ettiği olayların geleceğini önceden haber veren bir olaydır. Bir olay ondan sonra gelecek olayların haberini taşır. Bu “Bi” ile yapılır. “Li” ise gelecek olayın ne amaçla yapıldığını bildirir, buna hikmet denir. Demek “Bi”ler illetleri, “Li”ler hikmetleri bildirir. Hikmetleri demek yararları demektir.
“Nezir” savaşta veya yürüyüşteki öncüdür. Öncünün görülmesi, arkasından gelen birliği haber verdiği için uyarıcı anlamı kazanmıştır. Kişinin ileride yapacağı iyi bir fiili haber vermesi de nezirdir. Kur’an’da her iki manasında geçmektedir. Öncü birlik asıl birliğe haber vermektedir. Diğer taraftan şöyle olursa ben böyle yapacağım demek, bu nezirdir. Anayasa referandumundan ‘Evet’ çıkarsa Adil Düzen Partisi’ni kurmaya çalışacağım dedim, nezrettim.
Buradaki inzar ilerde olacakları haber verme şeklindedir. İf’âl babındandır, nezr inzar olmuştur. Nezrde ben yapacağımdır, inzarda yaptıracağım demektir. Haber veren nezrdir ama olayı yapan asıl inzardır.
“N” harfi harfi tenkirdir yani belirsizliği, bilinmezliği ifade eder. Sigara kanser yapar ama yapmayabilir. Başka kötülükleri de vardır. İnzarda kesinlik yoktur. Tarih de belli değildir. Benim söylediklerimin bir kısmı bunun için gerçekleşemez. Çünkü inzarda verilen haber tedbir alınmazsa demektir. Tedbir alındığında da yine gerçekleşecekse o inzar değil kaderdir.
“Z” harfi işaret etmektedir. Gelmekte olan fırtınaya işaret edilmektedir. Gerekli tedbir alınmazsa gerçekleşir. Gelmektedir. Gelmesi görünenleri haber veririz.
İnsanlar merkezi yönetimden halk yönetimine dönmezlerse, işçilikten ortaklığa geçmezlerse, faiz yerine kredileşmeyi kabul etmezlerse, hâkimlikten hakemliğe dönmezlerse, sosyal tufanı beklemelidirler.
“R” harfi sürekliliği, döngüyü, tekrarı ifade eder. Biz olacakları nerden biliriz? Bundan önceki tekrarlardan biliriz.
بَأْسًا
“Be’s”
“Be’s, Besese” dağınık taşlar demektir. Sonra “Besse” dağıtmak anlamında kullanılmıştır. “Beis” ise dağınıklıktan kötü durumda olmak, perişan olmak anlamlarına gelmiştir.
“Be’s” 73 defa geçmektedir. “Becs” bir defa gelmektedir. Onunla ikileşmektedir. Bir kuyudur. Kuyuya düşme tabiri vardır. Be’s de de böyle sıkıntı vardır.
“B” geçiş yeri demektir. “E” güçtür. “S” de dişler benzeri dizidir.
Bir durumdan başka duruma geçerken meydana gelen sıkıntılardır. Sağlığa kavuşulan hastalık be’sdir. Doğum sancıları be’sdir.
شَدِيدًا
“Şiddeti”
“Şedde” sicim bağıdır. “Şedid” bağlı demektir. Birim olmayan büyüklükler “şiddet” kelimesi ile ifade edilir. Türkçede “çok” kelimesini kullanırız. Arapçada “kesir” anlamındaki “çok” kelimesi yalnız sayılabilir büyüklükler için kullanılır, “harren şediden” denir “harren kesiren” denmez. “Kebir, Azim, Kesir ve Şedid” kelimeleri büyüklüğü ifade eder.
“D” harfi devirde, cidarda olduğu gibi kapsayan içine alan anlamını taşır. Medid uzun demektir. Şedid ise güçlü demektir. Medidde mesafeli büyüklük vardır. Şedid ise mekân dışı bir yerde oluşan büyüklüktür. Türkçede de açık mavi, koyu mavi deriz, çok mavi de diyebilirsiniz. Ama büyük mavi, uzun mavi olmaz.
“Ş” “şems, şehr, şey, şehvet, şekil, şecer”de olduğu gibi etkili olanı ifade eder.
Burada kötülük şiddetle ifade edilmektedir. Dağınık olarak alırsak çok dağınık şeklinde kullanırız.
مِنْ لَدُنْهُ
MiN LaDuNHu
“Ledününden”
“Min” başlangıcı gösterir. “İla”ya karşılıktır. Bi ile An arasındadır. Ne etkilenir ne de etki eder. “Dana” bildiğiniz ineğin yavrusudur, yakalama anlamındadır, aşağıdan yaklaşmadır. “İnde”den farkı, “inde” içindekileri, “ledün” ise çevresindekileri ifade eder. “Dun” dışarısıdır. Ayrı gayrı olandır. “Ledün” demek çevresi demektir.
“Ledy” 18, “Ledün 22 defa geçmekte kırka tamamlanmaktadır.
Buradaki zamir hamdin kendisine ait olduğu Allah’tır.
وَيُبَشِّرَ
Va YuBaşŞiRa
“Ve tebşir eder”
Buradaki “Vav” “LiYünzire”ye atıftır. Ondan dolayı “R” fethalıdır. Son harfler cümledeki göreve göre harekelenir. İsimlerde fail zammeli, mef’ul fethalı ve tamlayan kesreli olur. Fiiller de yalnız muzarilerde son harekeler değişir. Asıl olan zammeli olmasıdır. Masdar manasını anlamakla fethalı şart olursa sonuna hareke eklenmez.
“Buşr” tüysüz deridir. İnsanın yüzünde beliren sevinç tüysüz deri olarak anlaşılmış inzarın karşılığıdır. Gelecekte olacak iyilikleri haber verir. Şartlı da olabilir, şartsız da olabilir. İnzarda daha çok şart vardır. Gerekli tedbirler alınmazsa şartını içerir. Tebşirde böyle bir şart yoktur.
“B” geçit demektir, oluşan yoldur. Geçici iyilikler vardır. Yarayı kaşırsanız hoşunuza gider. Zina zevkli olabilir. Ama onlar şerdir. Tebşir sürekli olur. “Ş” periyodik sürekliliği “R” ise kesintisiz sürekliliği ifade eder.
“Min Ledünhü” kaydı tebşire de şamildir. “Mim Ledünhü” tebşirden sonra gelseydi inzar min ledunhu manasını taşımazdı. Türkçede “Yazı yazan Ahmet ve Hasan geldi” derseniz, ikisi de yazı yazan olur. Ama “Ahmet ve yazı yazan Hasan geldi” derseniz, Ahmet yazı yazan olmaz. Arapçada tersidir.
الْمُؤْمِنِينَ
elMuEMiNIyNa
“Müminleri”
“Mena” avlu demektir. İlk insanlar evlerini bir avluya açılır şekilde yaparlar, evler aynı zamanda ortak alanın duvarı olurdu. “EMN” “Mena”dan dönüşmüştür. Menaya girmek emniyette olmak anlamındadır. “İman etmek” demek, dayanışma ortaklıklarına girmek demektir. “Dayanışma ortaklığı” demek, ortaklardan birine gelecek bir zararın birlikte giderilmesidir. Tehlikeye karşı direnmedir. Dayanışma ortaklığına katılanlar savaşa katılırlar ve zararları bölüşerek öderler. Bunlar bir ortaklıktır.
Savaşa katılmaz ve zararlara da iştirak etmez ama aylık veya yıllık bir pay vererek müminlerin bulunduğu alanlarda güven içinde yaşarlar. Bunların bu verdiğine “cizye” denmektedir. Bunlara da “müslim” denir.
Arapçada iki çeşit çoğul vardır; kurallı çoğullar, kuralsız çoğullar. Bunlara kırık çoğullar denmektedir. Kuralsız çoğullar sadece sayı bakımından çokluğu ifade eder. Kurallı çoğullar ise birliği ifade eder. Erkek kurallı çoğullar sonunda “Y” veya “V” getirilerek yapılır. Bunlar aynı zamanda topluluğu ifade eder. Ayrı ayrı fertleri değil de fertlerin oluşturduğu topluluğu içerir. Bugün kanunlarda tüzel kişiliği olan topluluklardır. Dişil çoğul “Atü” veya “Ate” ile biter. Bu çoğul da sistemli birlikteliği ifade eder. Bir makinanın parçaları birlikte ifade edilmiş olur.
Tekil olsaydı “kesre” veya “fetha” gelecek yerlerde “Y”, zamme gelecek yerlerde uzun “U” gelir. İzafetlerde “Nun” düşer.
Burada kavranması biraz zor bir kaideyi size aktarmaya çalışacağım. Bu çoğul aslında topluluğu ifade ettiği için tekildir. Dolayısıyla başındaki “el” tarafı müfretlerdeki gibidir, ahd için gelir yahut cins için veya istiğrak için gelir. Bu takdirde bir topluluğu değil de bütün toplulukları içermiş olur. Burada “müminleri tebşir et” derken, mümin toplulukları tebşir et demektedir yani Adil Düzen çalışanlarını tebşir et demektir. Yahut istiğrak içindir, bütün mümin toplulukları tebşir et anlamı çıkar. Bu ifade ayrı ayrı müminleri içermez.
الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ
elLaÜIyNa YaGMaLUvNa elSavLYiHaTi
“Salihatı işleyen kimseleri”
Harfitarifle gelen kelimeler ancak marife olan sıfatlarla tavsif edilir. “Ma” ve “Men” nekredir. Buradaki harfi tarif bugün için Adil Düzen çalışanlarıdır. Biz böyle anlamalıyız. Bunlar müminlerdir. Allah onların mallarını ve canlarını cennet karşılığı satın almıştır. Onlar yaşamak için çalışmazlar, onlar çalışmak için yaşarlar.
“Adil Düzen”in patentini almakla Adil Düzenci olunamaz.
Salihatı amel edeceklerdir. Salihatı amel etmek demek, plan ve projeye göre hareket etmek demektir.
“Adil Düzen”de bir iş yapmak isteyen kafasında belirler, onu bir sayfa şeklinde anlatır. Ortaklığa koyar. Bir başkası alır ve bu projeden istediğinin ön projesini yapar. Ortaklığa koyar. Bir başkası ön projeyi alır, proje haline getirir ve ortaklığa koyar. Bir girişimci projeyi uygulamaya koyulur. Halk yapıları ile, malzemesi ile, emekleri ile katılmaya başlar. Herkes projeye göre bir katkıda bulunur, üretime iştirak eder.
Sonunda eğer projeye göre amel ediliyorsa ürün ortaya çıkar. Hisse senedi çıkarılır, mal payı belgesi verilir. Böylece ürünü girdiler bölüşmüş olur.
Salihatı amel etmek demek bu demektir.
Nerden biliyoruz?
Önce ellezinenin bir topluluğu belirttiğini biliyoruz. Bu topluluk bilinen topluluktur. Sonra bunlar salıhatı amel ediyorlar. Bu da projeye göre amel etmedir. Başka türlü salihat olamaz. Dişi kurallı çoğul bunu ifade eder. Sisteme uyumu, kurallara ve projelere göre hareket etmeyi ifade eder.
Amel var. Fiil var. İkisi de “Ayn” ve “Lam” içerir. “F” ile “M” harfleri yer alır. O halde bu iki kelime farklı ama benzer hareketi içerir. “Ayn” harfi etki anlamına geliyordu. “Lam” harfinin belirleyici, bağlayıcı anlamı vardır. O halde amel ve fiil bir amaç elde etmek için insanın yaptığı iştir. İnsanlara hastır. Amil toprağı yoğuran kimsedir. Genellikle başkasına yapılan iştir. Amel ile ibadet arasında şu fark vardır. Amelde kişi işi başkasına yapar, zamanını değil yaptığı işi devreder. Abd ise zamanını onun emrine verir. İşçilik ibadettir. Ortaklık ise ameli salihattır. O halde sabit ücret faizdir ve şirktir.
Akevler Lügati’nde “Sulh” "Sarh köşk, serh (sinle) silah demektir. Bugün bu kelimenin aldığı mana uygunluk anlamındadır. Bir somun cıvataya geçiyorsa o somun o cıvataya salihtir deriz. Burada uygun olan işleri yapmak anlamına gelmektedir. Dişi çoğul kullanılmıştır. Bu çoğul sayıca çoğulu değil de sistematik çoğulu ifade eder. Topluluklarda herkes ayrı ayrı işler yapar, sonunda o işler birbirini tamamlar ve bir bütün olur. Kişiler kendi hür iradeleri ile iş yapacaklar, kendi çıkarlarını düşünecekler, bunun yanında başkalarının da çıkarlarını ve onlarla uygunluğunu da hesaba katacaklar. Böyle amele salih amel denmektedir. Dayanışma ve işbölümü esasına dayanan çalışmaları yapan topluluklar ancak çöküntüden kurtulmuş olur. Böylece topluluğun temel iki unsuru ifade edilmiş oluyor." Şeklinde anlatılıyor.
أَنَّ لَهُمْ أَجْرًا حَسَنًا (2)
EanNa LaHuM ECRan HaSaNan
“Onlar için hasen ecir vardır.”
Burada “Ecr” ve “Hasen” tekil gelmiştir. Hâlbuki ecri alan çok kimselerdir. Çok kimseler değil topluluktur. Kişilerin ayrı ayrı ücretleri yoktur, toptan bir ücret vardır. Ürün topluluk tarafından elde edilmektedir. Sonra yarısı emeğe girdileri nisbetinde bölüşülmektedir. Çalışanlar bunları yeni çalışmalarına sermaye yapmaktadırlar. Yarısı da ihtiyaca göre yeryüzü kirası olarak yaşayanlara bölüşülmektedir.
“Enne” kelimesi “Kevn”den oluşmuştur. “Kef” yerine “E” gelmiştir. “V” veya “Y” yerine de “N” gelmiştir. Manası da “Kâne” gibidir. “Kâne” isim ve fiilin başına gelir. “Nun” tekid içindir. Cümle bir isim gibi mübteda sıfat gibi olursa “E” harfi üstün olur. Buradaki lam temlik içindir. Aslı le değildir. Zamirlerin başına gelince üstünlü olur. “Hum” zamirinin aslı HuUv dur, o manasınadır ve vav çoğul vavıdır. İki sessiz yan yana gelmediği için araya kaynaşma harfi olan M gelir. “U” düşmüştür, kendisinden sonra gelen kelimeye geçerken u halini alır. Zamir gelirse “Vav” iade edilir. TuMUvHA denir.
Kur’an’ın tefsirini okurken başlangıçta sıkıcı olmakla beraber zamanla zevk almaya başlarsınız, dildeki yüksek sanatı görürsünüz.
YORUM
Kur’an insanlara tebşir ve inzar olarak gönderilmiştir.
Baştan Hazreti Muhammed bu görevi yapmıştır.
Ondan sonra bu görev yeni peygamberlere bırakılmamış, âlimlere bırakılmıştır.
Âlimlerin peygamberlerden farkı nedir?
Peygamberleri Allah seçer ve yetiştirir. Âlimler ise kendileri peygamberlerin vazifesini yüklenirler. Kendileri âlim olurlar.
Buradan şu sonuç çıkar. İlmi rütbe başkaları tarafından tevcih edilmez. Diploma alan âlim olmaz, âlim olana diploma verilir. Herkes kendisi çalışır. Millî eğitim bakanlığı yoktur. Şunu öğreneceksin, bunu öğreneceksin diye bir şey yoktur. Herkes ne isterse onu öğrenir. İmtihan ve diploma bir şahitlikten başka bir şey değildir.
Peygamberlerin ve âlimlerin birlikte değil ayrı ayrı görevleri Kur’an’ı insanlığa ulaştırmadır. Yani bir kurum, bir teşkilat değildir. Herkes kendisi Kur’an’dan öğrendiğini kendisi amel etmekle mükellef olduğu gibi herkes bildiğini anlatma durumundadır. Bu onun görevidir. Kendisine parasız öğretilmiştir. Şimdi o da parasız başkalarına öğretecektir.
Sadece ilimle geçinme yoktur. Ayrıca çalışır yahut yeryüzü kira payından aldığı ile yetinir. Kur’an seminerlerinde pek çok kişi çalışmaktadır. Haftada bine yakın kimse bir yerden bir ücret almadan çalışmaktadır. Bunların ayrı ayrı ücretleri yoktur. Ama bunların ürünleri ile topluluk oluşmakta ve topluluk içinde biz de yeryüzü kira payını almaktayız.
Biz emeğimizi karşılıksız veriyoruz ama topluluk da bize bu sayede karşılıksız kira payı vermektedir. Biz ilim yapmazsak proje olmaz. Proje olmazsa salih amel olmaz. Salih amel olmayınca da hasen ecirler olmaz.
Ayette “İnzar ve Tebşir”, “Be's ve Ecr”, “Şedid ve Ahsen”, “Lehum ve Ladunhu”, “Enne ile Min”, “Li ile Ve” harfleri eşleştirilmiştir. Bunlar üzerinde düşünün, benzerlikleri ve ayrılıkları ortaya koyunuz.
Kitabi (düzenin hükümlerini) (abdine) Muhammed’e bütün insanları inzar ve tebşir etmek için inzal etmiştir. Böylece Kitab ve Resul âlemlere rahmet olarak indirilmiştir. Hindular, Brahmanlar, Hıristiyanlar ve Yahudileri varlıklarını devam ettireceklerdir. Kur’an bütün insanlara hitap etmekte ve Muhammed bütün peygamberlerin sonuncusu olmaktadır. Tüm insanlığı uyarmakta, müminleri ise tebşir etmektedir.
Burada “Ellezîne Âmenû” demeyip “Müminîn” demesinin sebebi tüm dinlerin iman etmiş olanları yani askerliğe katılanları içermesi içindir. Devletler ikiye ayrılacaklardır. Hakemlik sistemini kabul edenler islâm (barış) devletleridir. Bunların tarikatları ne olursa olsun müslim devletlerdir; Tanrı’ya inanmasalar da hakemlik sistemini kabul ediyorlarsa müslim devletleridir.
Bu devletlerin halkları eğer bedenen askerliğe katılırlarsa onlar mümindir, cizye (bedel) verenler ise müslimdirler. Bedenen askerlik yapmak farzı kifayedir. Kimse katılmazsa herkese farzdır. Asker olanlar varsa farzı kifaye yerine gelmiş olduğu için artık onlardan da farz olmaktan düşmüştür.
Burada “nâs” kelimesi hazfedilmiştir. Müslim olsun olmasın herkes inzar edecektir. Ancak bu inzardan yararlananlar müslimler olacaktır. Dolayısıyla hakemliği kabul etmeyenler fiilen inzar edilmiş olmayacaklardır. “Nâs” kelimesi gelseydi onları da içerirdi.
“Şedid Be’s” nekre gelmiştir. Buradaki “Be’s” karışıklık demektir. Terör olayları ve enflasyon birer karışıklıktır. Hastalık gibidir. Herkeste aynı hastalık görünmez. Değişik kimselerde değişik hastalıklar ortaya çıktığı gibi değişik topluluklarda da değişiklik de görülür. Helak yerine karışıklık kelimesi getirilmiştir. Nuh tufanında olduğu gibi herkes helak olmayacak, karışıklık olacaktır. Ortaklık düzeni yerine işçilik düzensizliği olacaktır.
İndinden değil de ledünnünden gelmesi demek, doğal kanunları gereği gelecektir demektir. Üretimden pay, ücret değil pay alınacaktır.
Şimdi Meali okuyalım
Öz Türkçe:
Çevresindekilerden gelecek çok karışıklığı uyarması ve bir uyumlu işleri yapan güvenlikçileri iyi karşılık muştulaması için.
Kur’an Arapçası kelimeleri ile:
Ledünnünden şedit be’si inzar etmesi ve müminleri onlar için hasen ecir olduğunu tebşir etmesi için.
***