KEHF SURESİ TEFSİRİ(18.SURE)
Süleyman Karagülle
971 Okunma
KEHF SURESİ TEFSİRİ 21-22.AYETLER

KEHF SÛRESİ - 7. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

وكَذَلِكَ أَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُوا أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَأَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ فِيهَا إِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ أَمْرَهُمْ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَانًا رَبُّهُمْ أَعْلَمُ بِهِمْ قَالَ الَّذِينَ غَلَبُوا عَلَى أَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِدًا (21) سَيَقُولُونَ ثَلَاثَةٌ رَابِعُهُمْ كَلْبُهُمْ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْمًا بِالْغَيْبِ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْ قُلْ رَبِّي أَعْلَمُ بِعِدَّتِهِمْ مَا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا قَلِيلٌ فَلَا تُمَارِ فِيهِمْ إِلَّا مِرَاءً ظَاهِرًا وَلَا تَسْتَفْتِ فِيهِمْ مِنْهُمْ أَحَدًا (22)

 

***

 

وَكَذَلِكَ

Va KaÜAvLiKa

“Ve böylece”

Bundan önce “Ve Kezalike Beasnahum” denmiştir. Daha önce “Kezalike” kelimesi geçmediği halde her ikisinde “Ve” harfi getirilmiştir. Böylece hazfedilmiş bir “Kezalike” vardır. Kehf kıssasında; a) Kehfe ilticaları, b) Kehfde uyumaları, c) Uyanmaları ve görevlerini yapmaları anlatılmıştır. d) Şimdi de sonraki durumları anlatılmaktadır.

Görevlerini yapıyorlar. Zaman geçiyor. Ve onları hayırla yâd ediyorlar.

Buradaki “Ve” harfi ile bütün bunların insanlara belli şeyleri anlatmak için yapıldığını Allah bildirmektedir. “K” harfi varlığı benzerliği ifade eder. “KVN”den kalan harftir. “Üa” işaret harfidir. “Üa” erkek için, “Ta” dişi için kullanılır. “L” harfi olayların görünmez olduğunu ifade içindir. “Ke” harfi muhatap harfidir; her Kur’an’ı yorumlayana hitap etmektedir.

أَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ

EaGÇaRNAv GaLaYHiM (EaFGaLNAv GaLaYHiM)

“Onlar üzerine biz i’sar ettik”

“Üsr” sis benzeri tozdur, görüşü engeller. Faillerin bulunması, haklarında bilgi edinilmesi demektir. “Alâ” ile taaddi eder. Onlar hakkında bilgi edinilemezse, kuşkuya düşülürse anlamındadır.

“G” etki, “Ç(peltek S)” dağınıklık, “R” de geri dönüşleri anlatır.

Buradaki “Him” zamiri Kehf Ashabına gitmektedir.

Tüm insanlık tarihi böyledir. Peygamberler gelir bir düzen oluştururlar. Arkasından gelenler onu kabul ederler ama sonra onu değiştirerek kendilerine uydururlar. Bu durum peygamberler düzeninde böyle olduğu gibi beşeri düzenlerde de böyledir. Marks veya Lenin sosyalizmi ile Sovyetlerde uygulanan sosyalizm arasında bir benzerlik bile yoktur.

Kehf hakkında da kıssalar üretilmiş, herkes başka türlü anlamıştır.

Bizim “Adil Düzen”in başına da bunlar gelmektedir; gelecektir de.

Allah “Biz i’sar ettik” diyor. Yani O’nun iradesi ile oluyor demektir. İnkılaplar böyle olmaktadır. İnkılapları yapanların dediği olmaz ama bir değişme olur.

Mustafa Kemal’in istediği Türkiye kurulmadı ama bir Türkiye vardır.

“Aleyhim”de üzerlerine etki vardır. “Alâ”daki “Ayn” etkiyi gösterir.

O halde onlara etki eden bir belirsizlik vardır. Onların mezarlarına ne yapılacağı hususunda tartıştılar, dolayısıyla kendilerine etki edemezler ama onların koyduğu düzene ve mezarlarına etki yaparlar.

لِيَعْلَمُوا

LiYaGLaMUv (Li YaFGaLUv)

“İlmetsinler diye”

Buradaki çoğul “Vav”ı hazfedilmiş “a’serna”nın mef’ûlüne gitmektedir. İnsanlar bilsin diye. Bugün onların kehfi belli değildir ama gelecekte belli olacaktır.

Kur’an’da anlatılan tüm kıssaları incelikleri ile insanlar bilecek, artık ahireti inkâr etmeye mecalleri kalmayacak, ilmin verileri ile ahiret de tam bir beyyine ile zahir olacaktır.

İnsanın beyninde kâinatın haritası vardır. Görünenleri gözle görürsünüz ama görünmeyenleri o harita içinde okursunuz. Kâinatın beyindeki haritası ilimdir. Biz hiçbir zaman burçlara ulaşamayız ama delillere dayanarak beynimizde bir kâinat oluşturur ve işte orada dolaşabiliriz.

“Gayn” etkiyi, “Lam” belirliliği ve “M” de genelliği ifade eder.

“Gayn” var, örf var. “L” yerine “R” gelmiştir. Bütün değil de parça olarak bilgileri içerir. “M” yerine “F” gelmiştir.

 

أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ

EanNa VaGDa elLAHı XaqQun (EanNa FaGLa elLAHi FaGLun)

“Allah”ın va’dinin hak olduğunu”

“En” masdar harfidir. Fiili masdar benzeri isim yapar ve cümle o sayede kelime şekline dönüşür. Cümle isim cümlesi ise sonunda “YaGMeLuNa”daki “N” eklenir ve “Enne” olur. Cümlenin başında ise “İnne” olur. Bundan sonra gelen cümle “ilmetsinler”in mefulüdür.

“VGD” kökü151 defa, “VXD” 153 defa geçmektedir; 304=2*2*2*2*19 eder.

“Va’id” yağmur bulutu demektir. Yağmur yağmadan önce bulutlar kararmakta, yağmur yağacağını haber vermektedir. “Va’d etmek” yapacağı bir iyiliği bildirmek, söz vermektir. Yapacağı bir kötülüğü bildirmeye ise “va’id” denir.

Allah marife olduğu için va’d de marifedir.

Peki, Allah’ın va’di nedir?

Allah müminlere dünyada zaferi vaat etmiştir. Biz şimdi o vaade inanıyor ve ondan dolayı “Adil Düzen” için çalışıyoruz. Allah’ın ikinci vaadi ise öldükten sonra dirileceğimiz ve yaptığımız iyilikler karşılığında cennete gideceğimizdir. İnsanlar bu vaadi bilsinler diye Kehf ashabını kehfe gönderdi. Kaldıkları yerleri unutturdu. Kur’an’da kıssalarını anlatıyor.

Ve Kehf kıssasının gerçek olduğu sabit olacaktır.

Böylece insanlık ahiret hayatının varlığını görmüş olacaktır.

“V” birlikteliği, “G” etkiyi, “D” çevreyi, daireyi ifade eder.

“Va’d” iki kişi arasında olur. Karşılıklı etkileşme vardır. Sınırlıdır. Bellidir. Bir çerçeve içindedir.

“Hukka” ölçülü bir kovadır. Dolu kovadır. Beyinde tasarlananla dışarıda olanlar arasındaki uyumdur. “X” hareketi, “Q” kuvveti ifade eder.

“X(Ha)QQ” kelimesi 287 defa geçmektedir. “XYY” 129 defa geçmektedir. Toplam olarak 416=2*2*2*2*2*13 eder (basit oranlar kanunun).

“Hayat” ile “Hakikat” birbirlerini tamamlayan kavramlardır. “Hayat” zihindeki oluştur. “Hakikat” ise zihin dışı olaydır. Zihin dışı olmadan varlık olmaz. Zihin olmadan varlığı kimse bilmeyeceğinden nasıl var kabul edilecek. Felsefenin temeli budur. Tanrı şuurlu varlıkları var etmese abesle iştigal etmiş olur.

وَأَنَّ السَّاعَةَ

Va EnNa elSAvGaTa (Va EanNa eLFaGLaTa)

“Ve saat”

Bundan önceki vaadin dünya vaadi olduğu anlaşılıyor. Saatin hak olduğunu bildirerek iki bakımdan karşılaştırma yapmaktadır. Saat aynı zamanda azabı içermektedir. Yani gerçekleşecek ama mukadder saatte gelecektir. “Adil Düzen” gelecek ve “Adil Düzen”e karşı olanlar hüsrana uğrayacaklardır. Müminlerin zafer ve kâfirlerin hezimeti haktır.

Romalılardan sonra Kehf Ashabının istediği düzen İslâmiyet ile gelmiş bulunmaktadır. Romalılar ondan sonra tarih sahnesinden çekilip gitmişlerdir.

“Sad’la صُوَاع tas anlamındadır, 1 defa geçmektedir. Beklenen belli zaman aralığına da saat denir. Günün 24’de biri şer’i saattir. Namaz vakitleri onunla saat başlarında gelir; 4 vitir, 6 sabah, 12 öğle, 15 ikindi, 18 akşam, 22 yatsı şeklindedir. Oran olarak 1/4 (gece uykusu)+ 1/4 (sabah mesaisi) 1/8 (öğle uykusu)+1/8 (öğleden sonra mesaisi)+1/6 (akşam-yatsı arası)+1/12 (sabah namazı sonrası) eder. 8 ile 6 ortak çarpana bölünürse 3x4=24 eder. Saatin günün bir parçası olduğu Kur’an’da belirtilmiştir. Namaz vakitleri ile de bir saat günün 24’de biri etmektedir.

Sin ile saat (سَاعَة) 49 defa geçmektedir, ikisinin toplamı 50=2x5x5 etmektedir.

Buradaki harfitarif beklenen zamandır. Öldükten sonra dirilme saatidir. Onda reyb yoktur denmektedir.

Bir lastiği gererseniz önce incelir ve uzar. Bu kural sonuna kadar geçerli olsaydı lastik sonsuza kadar incelir ve uzar dururdu. Her olayın bir kopma noktası vardır. Fizik kanunları bir yere kadar uygulanır ve kritik noktada kanun biter. Her varlığın ömrü vardır. Lastik belli kilometreden sonra patlar. Kâinatın durumu da böyledir. Doğa kanunları belli bir zamana kadar gelecek ve kanunlar birden işlemez olacak, kopma meydana gelecektir. İşte bu kopma anına “saat” diyoruz.

Güneşte hidrojen enerjisi depolanmıştır. Her gün ne kadar enerjinin harcandığı bellidir. Buna dayanarak saatin geleceği zamanı hesaplayabiliriz. Ancak saat ondan önce gelecektir. Çünkü daha önce kopma noktasına gelmiş olacaktır. Entropi büyümektedir. Bir seviyeye yükselince kopma olacaktır. Sıcaklık -273.15 de mutlak sıfır olur. Hacim ve basınç çarpımı sıcaklıkla artar. Bu kanun belli bir dereceden sonra çalışmaz. Saat gelecektir. Birden yeryüzü dört boyutlu uzaya geçecek ve hepimiz o anda dirilmiş olacağız. Yani dünyanın sonu ile kıyametin başı saattir. Arada bir boşluk yoktur.

لَا رَيْبَ فِيهَا

LAv RaYBa FIyHi (LAv FaGLa FİyHi)

“Onda rayb yoktur”

“Lâ Raybe Fîhi” denseydi, saatin geleceğinde rayb yoktu olurdu. Saatin gelmesinde değil, saatin kendisinde rayb yoktur. Yani geçiş düzeni olmayacaktır. Kurallarla olacaktır. Yine dört boyutlu uzayda geçen kanunlarla olacaktır.

Kehf olayı bunu bize kanıtlamaktadır. Gerek uyumaları gerekse uyanmalarında herhangi bir karışıklık olmamıştır. İlmi araştırmalar sonucunda şu anlaşılacaktır ki Kehf Ashabı 309 yahut onun benzeri uzun sene yaşamamışlardır. Zaman durmuştur. O halde saate benzer şekilde sadece boyutta yönelme olacaktır.

“L” ve “M” harfleri hem menfi hem de müsbet anlamlar taşırlar. Burada menfi olarak anlatılmaktadır. Saatte rayb yoktur.

“Rayb” bulanık demektir. Muhtemel olanlarda olumlu çoksa zan olur, eşit iseler şek olur. Raybda olumsuz tarafının galip durumunu gösterir. Kanaat bakımından rayb düşünülebildiği gibi kaotik hal de raybdir.

“Fî” harficerdir, içerisinde anlamındadır. “F” sınırlı olmayı, “Y” çukuru ve kolaylığı gösterir. “Fî” de bulunulan yerin belirli olması anlamı yoktur.

إِذْ يَتَنَازَعُونَ

EiÜ YaTaNAvZaGUvNa (EiÜ YaTaFAGaLUvNa)

“Tenazü’ ediyorlardı”

“İz” zaman zarfıdır. Geçmiş için kullanılır. Buradaki “İz” “أَعْثَرْنَا”nın zarfı olur. Niza ettiklerinde onlar üzerinde bilgilenmelerini engelledik anlamı çıkar.

Kehf Ashabı hakkında Tevrat ve İncil’de bilgi bulmak mümkün değildir, genelde anlatılanlar belgelere dayanmamaktadır.

Hıristiyanların şimdiki anlattıklarında kente gönderilen kişi kendi kentini bulamaz. Kullandığı para onu ele verir ve hükümdara götürürler. Hükümdar da onların görüşlerine katılır.

Bizim varsayımımız böylece doğrulanmaktadır. Onlar 300 sene uyumuşlar, sonra dirilmişlerdir. Böylece yeniden Hıristiyanlığı asliyetine götürmüşlerdir. Bunlar kehflerini terk etmişlerdir. Ayrı ayrı değil de yine birden rukud haline geçmişledir. Rukud haline geçince kral da onların mezarlarını toprakla kapatmıştır.

Taraftarları güçlenmeye başlar. Tutucular inkılapçı kesilir ve inkılapları bozarak benimserler. İşte o zaman niza başlar. İlk inkılapçılarla sonraki inkılapçılar nizaya girerler.

İnkılap yapanlar hayatta iken karşı çıkar ve inkılaplara direnirler. Zamanla halk inkılapları kabul etmeye başlar. Bu niza ile ilgilidir. Belgeler mevcut olmalıdır. Yarın bu da kazılarda bulunacaktır.

Tefaul babı getirilmiştir. Kehf hakkında niza edenler iki grup değildir, çok gruptur. Bugün yeryüzü bir topluluk olmuştur. Gruplar da çoğalmıştır. Hıristiyanlık şimdiye kadar Kur’an’dan daha çok hizmet vermiştir. Hıristiyanların şeriat kitapları yoktur, Tevrat’ı geçici olarak kullanmaktadırlar. Bugün laik bir hukuk oluşturmaktadırlar. Başarmaları mümkün değildir. Gelecekte Hıristiyanlar Tevrat’ı bırakıp Kur’an’ı kendilerine şeriat yapacaklardır, tarikat olarak da Hıristiyan kalacaklardır.

نَزَعَة” gerilmiş yay demektir. Sonradan çekme, fia’l kalıbından da çekişme anlamı kazanmıştır. Herkes kendisine çeker. Sonunda topluluk bir yöne gider. Her tarafa dönen bir araba olsun. Herkes iplerle ona bağlı olsun. Herkes arabayı bir tarafa götürmek istesin. Sonunda araba yavaş yavaş bir yöne yönelip gider. İşte bu ortak yöne “icma” denmektedir. Merkezi bir komuta değil. Herkes bir tarafa çeker ve bileşke de topluluğun hareketi olmuş olur.

Mezhepler, tarikatlar, partiler, ekoller farklı olacak ama sonunda topluluk bir tarafa yönelmiş olacaktır. Herkes en ucuza almak ister, en pahalıya satmak ister. Sonunda çarşıda bir fiyat oluşur, herkes ona satar ve ona alır.

بَيْنَهُمْ أَمْرَهُمْ

BaYNaHuM EaMRaHuM (FaGLaHuM FaGLaHuM)

“Emirlerini beynlerinde”

Tefaul kalıbı zaten beynlerini içerir, ayrıca “Beynehüm” kelimesine ne gerek vardır.

Burada çok önemli bir hususa işaret edilmektedir. Bir topluluğun kendi içinde oluşmuş sosyal grupların kendi işlerini tartışmaları, farklı tarafa çekmeleri, o topluluğun gelişmesi için gereklidir. Zararlı olan başka bir şeydir. Bu çekişme kendi aralarında değil de dışarıdaki grupların temsilcisi olmasıdır, bu zararlıdır. Masonluk zararlı değildir. Sosyal gruplardan birisini temsil eder. Zararlı olan bir Türk masonlar locasının bulunmaması, başka ülkelerin localarının olmasıdır. “Beynehüm” diyerek nizada yabancıların parmakları yoktu demektir. “Emrahum” diyerek de başka ülkelerin işlerini değil kendi işlerini tartışıyorlardı demektir.

Bugün Türkiye’nin meselelerini ele alan her partinin dışarıda dayandığı birileri var, onların işlerini tartışıyorlar. Kendilerini değil yabancıları tartışıyorlar. Kendi işlerini değil dışarıdaki işleri tartışıyorlar.

“Beynehüm Emrahüm” ifadesi en büyük hastalığa da işaret etmektedir.

Canlılar ya birbirleri ile barış içindedirler ya da çatışma halindedirler. Böylece türler arasında denge kurulmuştur. İnsanlar ise çok güçlü varlıklar oldukları için onları dengeleyecek başka bir tür mevcut değildir. Denge insanların kendi aralarında kurulmuştur. Niza içindedirler. Nizalarını hakemler yoluyla barış içinde çözmektedirler. Herkesin çıkarına çalışması sonunda denge kurulmaktadır. Ekonomide arz ve talep kanunları bu tenazua dayanmaktadır.

فَقَالُوا

Fa QAvLUv (Fa FAGaLUv)

“Kavl ettiler”

Buradaki “Fa” harfi “İz”in cevabı değildir, “Tenazu’” fiilinin beyanıdır.

Bir cümle söyler, ondan sonra onu beyan ederseniz, aralarına “Ve” harfi gelebilir. Aralarına “İlla” gelebilir, aralarına “Fe” gelebilir, aralarına hiçbir şey gelmez. Gelmiyorsa bedel olmuş olur, daha önceki cümlenin açıklaması olur. Aralarına “İlla” gelirse istisna olur ve istisna edilene kıyas yapılmaz. Aralarına “Ve” gelirse kıyas yapılabilir. Ortak illet bulunduğu takdirde ona göre hükümler zikredilmeyene de şamil olur. “Fa” gelirse illet aranmaksızın hüküm genişletilmiş olur. Sonunda kavl ettikleri tenazuun sonunda varılan hükümdür.

“Qavl ettiler” demek bir hükme bağladılar demektir.

Görüşmeler sonunda niza edenler sustukları ve tartışmadan çekildikleri zaman o hükme bağlanmış olur. Muhalifi kalmamış olur demektir. Buna “sükûti icma” denmektedir. Görüşme devam ederken meclisi terk edenler kalanlara uyacaklarını kabul etmiş olurlar.

Kalanlar toplantıya son verilmesi hususunda ittifak ederlerse karar almadan dağılmış olurlar. Kalanlar ittifak etmişlerse karar alınmış olur. Daha önce ayrılanlar o kararlara sakiten uymuş olurlar. Kavli icmalara karşı hakemlere gidilemediği halde sükûti icmalara karşı hakemlere gidilmektedir. Dolayısıyla daha önce ayrılanların hakemlere gitme hakları bakidir.

ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَانًا

iBNUv GaLaYHiM BuNYAvNan (iFGaLUv GaLaYHiM FuGLAyNan)

“Üzerlerine binalar bina edelim”

Buradaki “siz” de Türkçedeki “biz” manasınadır. Yapın demektir. İnşa etmek, yapmak manasına masdardır. “İbn” oğul demektir.

Yapının üstüne oturduğu taş veya ağaçtır.

“Bina” kurulmuş yapı demektir. Sonra erkek çocuk, oğul anlamında “ibn” yani kişinin temeli, binası anlamında kullanılmaya başlanmıştır.

“İbn” “BNV” veya “BNY” kökünden dönüşmedir. “Bina” yapı demektir. “Oğul” da baba temeli üzerine oluşmuş yapı gibi olduğundan oğul anlamındadır. Sonundaki “Y” veya “V” düşmüş, başına vasıl hemzesi gelmiştir. İzafette “Vav” veya “Ya” olarak tekrar gelir.

(Akevler bir sözlük yapmıştır. Henüz çok eksiktir. Sözlükte köklere göre manalar yazılmıştır. Âdem aleyhisselama eşyalar gösterildi ve isimler öğretildi. Bunun üzerinde çalışmalar yapılmalı ve tamamlanmalıdır.)

“B” harfi geçiş yeri demektir. Kapının açılıp kapananını değil de kasasını ifade eder. “N” harfi belirsizliği gösterir yahut anlamı yoktur. “Y” harfi kolaylığı gösterir.

“Bina yapalım” demektedirler. Bu hususta anlaşmış durumdadırlar. “Onların üzerine” denmektedir. Mezarlarının üzerine anlamı çıktığı gibi onların hatırasına anlamı da çıkar. Kâbe Hazreti İbrahim’in hatırasıdır. Mescid-i Aksa Hazreti Süleyman’ın hatırasıdır. Mezarlarının orada olması şartı yoktur. “Bünyanen” binanın çoğuludur. Bunun anlamı şudur. Bunlar bir yerde topluca rükuda geçmemişler, ayrı ayrı ölmüşlerdir. Her birinin mezarı ayrı ayrıdır. Her birinin üzerinde ayrı ayrı binalar yapalım anlamındadır.

Bugün anıt kabirler yapılmaktadır. Ölüler böylece anılmaktadır. Onlar da bu tartışmalarda bulunmuşlardır. Sokaklara ve köprülere kişilerin adları verilmektedir. Bu kelimelerin manalarını bilen ve öğrenen yoktur. Tarihte örnek olaylar olur. Örnek olaylara hatıra olarak onun temsil edenlerinin adları verilir. Böyle olsaydı Mekke’nin adı, Kâbe’nin adı İbrahim veya İsmail olurdu. Kur’an bu geleneği teyit etmemektedir.

رَبُّهُمْ أَعْلَمُ بِهِمْ

RabBuHum EaGLaMu BiHiM (FaGLuHuM EaFGaLu BiHiM)

“Rabları onları e’lem idi”

Araya bir cümle gelmektedir. Mu’teriz cümle denmektedir Rabları onları biliyordu.  Onları tanıtma, hatıralarını yaşatma amacıyla bina yapıyorlardır.

Buradaki “Him” zamiri yedi uyura da gidebilir, tartışanlara da gidebilir. Tartışanlara gittiği zaman manası tarafların inandıklarını değil de işlerine geleni savunduklarını anlatmış olmaktadır. Mabetlerde din adamları, partilerde siyasiler, gazete ve televizyonlarda yazarlar,  konuşurken inandıklarını ve bildiklerini değil de işlerine gelen sözleri söylerler, inanmadıklarını savunurlar. Muhalefet ve iktidar yerlerini değiştirirse sözler de değişir. Herkes kendisine ezberletilen senaryoyu oynar. Aynı cümleleri tekrar ederler. Tek fark roller değişmiştir. Cümleler aynıdır. Söyleyenler değişmiştir. Burada “Rabları onları a’lemdir” denmekle onların savundukları şeyler inandıkları değildir, rolleri gereği savunuyorlardır demektir. Biri A takımında oynuyorsa diğeri B takımında oynuyordu. Maçlardaki ayrı takımlarda olan taraflar gibi hareket ediyorlardı.

Burada “Rabbuhum” olarak zikretmektedir. Bu şekilde olmaları da onlara verilen görev gereğidir. Olaylar Allah’ın yazdığı senaryodan ibarettir. Hepimiz rolümüzü oynuyoruz. Oyundaki başarımız ve yenilgimiz bizi eğitmektedir. Cehennem de bu eğitimin devamıdır. Allah hepimizin rabbidir, rabbi’l-âlemîndir.

“Him”deki “H” harfi “o” manasındadır. “M”nin aslı ise “Uv”daki vav kaynaştırma harfidir. Sonra “U” düşmüş “M” kalmıştır. “BiHim”deki “Bi” harfi onların bu husustaki davranışlarını bilmektedir demektir.

“GLM” yüksek sivri dağdır. “G” etkiyi, “L” belirliliği, “M” genelliği ifade eder.

“RBB” 981 defa, “RMY” 9 defa geçmektedir, toplamı 990 eder; 990 =2*5*3*3 *11 eder. “Remy” atma demektir. Hedef alıp remy etme.

قَالَ

QAvLa (FaGaLa)

“Kavl etti”

“Kalu”dan sonra “Kale” gelmiştir. Birinci grup böyle söyledi, ikinci grup böyle söyledi şeklinde manalandırabiliriz. Birincisinde ittifak edildi ama sonra ihtilafa düşüldü şeklinde de anlayabiliriz. Biz bu şekildeki manayı tercih ediyoruz.

Burada bizim anayasalarda uyguladığımız bir kural ortaya konuyor. Trafikte sağdan veya soldan gidilmesi hususunda ittifak ediliyor ama sağdan mı soldan mı gidileceğinde ihtilaf ediliyorsa, o zaman başkan varsa o karar verir ve diğerleri hakemlere gitme yetkisine sahip olurlar. Başkan yoksa ortak hakem seçilir, o karar verir.

Böylece bu ayette bir karar şekli anlatılmış olmaktadır. Belirlenmesi gereken hususlarda ittifak hâsıl olmuş ama şekli üzerinde ihtilaf edilirse, o takdirde tercih kararı alınır, ittifak dışındaki karar şekillerine başvurulur. Taraflar o kararlara uymak zorundadırlar. Örnek olarak, her cumartesi seminer yapalım denmiş ve ittifaka varılmışsa, başlama ve bitme saatleri orta değerle tesbit edilir.

“Qavl” kelimesi ortak iş yaparken ekip başının sözü veya işaretidir.

“Q” kuvveti, “V” birliği, “L” belirliliği ifade eder.

الَّذِينَ غَلَبُوا

elLaÜIyNa ĞaLaBUv (elLaÜIyNa FaGaLUv)

“Galip gelmiş olan kimseler”

“Ü(zel)” harfi işaret harfidir, göstermek için getirilir. “el” tarif lamıdır, belirlilik kazandırır. “Le” harfi tekit harfidir, belirliliği güçlendirir (hem fiili hem faili belirli yapar). “Y” harfi ise birleştirici çoğul “vav”ından dönüşmedir. “Nun” kaynaştırma harfidir, asla düşmez.

Burada tartışanlardan bir grubu ifade etmektedir. Sonunda ittifak dışındaki karar şekliyle kabul edilen görüşün sahipleridir.

“ĞLB” 31 defa geçmektedir, “ĞLM” ise 13 defa geçmektedir; 44=2*2*11 etmektedir.

“Ğulb, Ğelba” bahçenin etrafına dikilen ağaçlara denir. Kalabalık anlamında olup herkesin bir tarafa çektiği ipte birinin istikametinde gidilmesi galibiyet anlamındadır. Savaşta herkes karşı tarafın toprağına girmek ister. Kim girerse o galip gelmiş olur. Kararlar alınırken sonunda bir görüş galip gelir.

Burada bir hususa daha işaret vardır. Yol alabilmek için sonunda bir istikamette gitmek gerekir. Diyelim ki denizdesiniz. Gemide olanlar değişik yönlerde gidilmesini önermektedirler. Herkesin dediğini yapalım diye bir doğuya bir kuzeye bir batıya bir güneye yönelinirse yol alınamaz, hiçbir yere varılamaz. Sonunda bir grubun belirlediği yöne gidilmesi gerekir. Yani ortak işlerde bir beyinden çıkan proje uygulanmalıdır. Bir beyinden çıkan kararlara uyulmalıdır. ‘Ortak akıl’ deyip sonunda işlerin yürümediğini görüp benim aklım demek yanlıştır. Birinin aklı ile gidilir. Bu birinin aklı diğerlerinin de uyduğu akıl olmalıdır. Yani biz senin aklınla hareket etmeyi kabul ediyoruz denmelidir.

Bir kişinin aklının dengede tutulması için tedbirler alınmıştır:

a) Önce esasta ittifakla karar alınmalı. Trafikte ya sağdan ya soldan gidilmesi hususunda ittifak olunmalıdır. Böyle bir ittifak yoksa herkes kendi içtihadına göre istediği tarafa gider. Demek ki başkanın alacağı kararlarda ittifakla ona yetki verilmiş olması gerekir.

b) Başkan kararı istişareden sonra almalıdır. Herkesi dinlemeli ve meclisi terk etmeden, başka kimselere danışmadan, orada karar almalıdır.

c) Başkanın kararları da hakemlerden oluşan yargı denetiminde olmalıdır yani ilgililer hakemlere gidip kararı iptal etmelidirler.

d) Başkan ancak birlikte namaz kılıp imamlık yaptığı kimselerin işleri hakkında karar alır. Toplantılarına katılmayan, uzakta duran, bizzat kendisinin işi olmayan hususlarda karar almaz. Yerinden yönetim vardır.

عَلَى أَمْرِهِمْ

GaLAv EMRiHiM (Ga LAy FıGLiHiM)

“Emirleri üzerine”

“Alâ” kelimesi konu manasını içerir. “Kâlû Alâ Kavlihi” dendiği zaman, onun sözü üzerinde konuştular anlamındadır. “Rahman arşın üzerine istiva etti” demek, Rab arş üzerine planlarını yürüttü demektir. “Arşı mâ üzerinde idi” demek, arşı sıvı idi demektir; yapısı su idi yani hidrojen idi demektir.

Burada da emirleri üzerinde galip geldiler. Başkalarının işlerini görüşmüyorlardı. Kendi işlerini görüşüyorlardı.

Sermaye’nin veya siyasilerin, devletlerin işlerine karışma yetkileri yoktur. Devletlerarası ilişkiler ile devletler dışında olan halkların işlerinde kararlar alabilirler. Ama devletlerin iç işlerine karışamadıkları gibi devletler de illerin, iller de bucakların, bucaklar ocakların, ocaklar kişilerin işlerine karışamazlar; “yerinden yönetim”in manası budur. Her topluluk, her ocak ve bucak kendi işlerini görüşür. Merkezi bucaklar da kendi işlerini görüşürler, taşranın işlerine müdahale edemezler.

“MRR” ağaç liflerinden bükülerek yapılmış iptir. Tekrar etmek, geçip gitmek manalarında kullanılmıştır. Gelip geçmek anlamındadır. “E” harfi başkasının yaptırması anlamındadır. Yani ona yapması gerekeni söylemek anlamındadır. “E” gücü, “M” genelliği, “R” tekrarı ifade eder. İşleri anlamındadır. Yani birliğin sağlanması için emir-komuta içinde birlikte yapılması gerekenler demektir.

Evet, buradaki ifade işleri anlamındadır ama bu işler topluluk içindeki işlerdir. Herkes kendi işlerini topluluk içinde yapar. İkili ilişkilere girer ve sonunda kendi işlerini düzenler. Böylece ortak işler doğar. İstanbul’da 20 milyon insan yaşamaktadır. Herkes kendi işini yapmaktadır ama kendi işini yaparken diğerleri ile ilişkidedir. Sonunda İstanbul’un işleri yürümektedir. Her topluluk kendi işlerini görüşür ve kararlar alır. Ne var ki öyle kararlar alır ki, bu kararlar başkalarının kararlarına uygun olur, buna “salih amel” diyoruz. Kararlarımızı alırken çıkar paralelliğini düşünürüz. Bize yararlı olanlar karşımızdakilere de yararlı olmalıdır, topluluğa yararlı olmalıdır. Bir de insanlığa yani gelecek nesillere yararlı olmalıdır. Bize veya karşımızdakine veya bugün yaşayanlara veya gelecek nesle zararlı ise onu yapmamalıyız.

لَنَتَّخِذَنَّ

La NatTaPiÜanNa (La NaFGaLanNa)

“İttihaz edeceğiz”

“EPÜ(EeHaZe)” kelimesindeki “E” “T”ye dönüşmüştür. Sonundaki “Nun”lar “İnne”deki nunlar gibidir, tekit nunudurlar, fiillerin sonuna getirilirler.

Üzerlerine bir bina yapalım ama bu ne olsun? Kütüphane olsun, spor salonu olsun, tiyatro olsun, müze olsun benzeri birçok tercihler yapılır. Hayır, onlar ısrarla “bu mescit olsun” diyorlar. Toplanacaklar. Toplanma yeri oluşacak. Toplandıkları zaman açılış namazı kılacaklar, görüşmeler yapacaklar, dağılma namazını kılıp dağılacaklar. Burası herkese açık olacaktır. Başka işler de yapılacaktır. Pazar yeri kurulabilecek, spor yapılabilecektir.

“EPÜ” kökü 273 defa geçmektedir, “XWD” 1 defa geçmektedir; toplam 274 = 2*137 olduğu için basit sayılara uymamaktadır. Eşleşen kök bulunmalıdır. 

“İhaze” göl gibi suyun toplandığı yer yani birikintidir veya suların toplanması için açılmış çukurdur. Almak, tutmak anlamlarında fiil olmuştur. “İttihaz etmek” edinmek, tutulmak anlamlarındadır. “İhz” fiil olarak bir şey almak demektir. “İhaz” perçem demektir. Testinin tutma kulpudur.

“E” güç, “P(Hı)” harfi (Hara, Harq, Ehr, Hams, Hâl) olarak çökme, harap olma anlamlarındadır. Burada avuçlama demektir. “Ü(Zel)” harfi işaret harfidir. Avuca alma, ele alma demektir. “Qabz” sapı kavrama şeklidedir. “Ahz” ise tutma anlamındadır, edinme manasındadır. Yani bir şeyi ona kullanma demektir. Diyelim ki kaşık yemek yemek içindir. Ama siz bir ölçü aracı olarak ittihaz edersiniz. Bir kaşık şeker dersiniz.

Biz bu binayı mescit olarak ittihaz edeceğiz demektedirler.

عَلَيْهِمْ مَسْجِدًا (21)

GaLaYHiM MaSCiDan (GaLaYHiM MaSCiDan)

“Üzerlerine mescit.”

Buradaki zamir Kehf Ashabına gitmektedir. “Binalar” dendiği halde burada “mesacid/mescitler” denmemektedir. Demek ki bunlar her mezarın başına bir bina yerine tek bir bina ve mescit olarak inşa etmelerine karar veriyorlar. Kehf Ashabının hatırasına bir mescit yapacaklar, orada bir aşiret oluşturacaklar ve aşiretin mescidi olacaktır.

Evet, eğer Osmanlıları, Selçukluları, Mustafa Kemal’i, Necmettin Erbakan’ı anacaksak; yapacağımız iş onlar adına yüz lojmanlı bir apartmanda onlara bir kat ayırma veya yüz lojmanlı bir apartman yapma, ya da on apartmanlı bucak kurma olacaktır.

Selçuklular bucağı, Osmanlılar bucağı, Erbakan ocağı, semti veya bucağı. Orada onun hatırasını yaşatanlar oraya toplanacaklardır. Onların tarihlerini okuyacak ve onların sünnetlerine göre çalışacak ve yaşayacaklardır.

Böylece her ocak, her bucak, her semt kendi tarihini yaşatacak ve anmak istediği kişinin buluşlarını ve kitaplarını takip edecektir.

Mezarlarının üzerine mescit yapma şeklindeki yorumu “Bünyanen” ifadesi ile tearuz eder. Buradaki “Alâ” onların hatırasına anlamındadır.

“Sacid” meyvesinin bolluğundan dolayı dalları veya gövdesi yere eğilmiş ağaçtır. Alnı yere koymaya “secde” denir. “Secde” kelimesi dizler üzerine çöküp yüzü yere koymadır.

Kıyamda kalb ortadadır, baş yukardadır. Rükûda kalb ile baş bir hizadadır. Secdede ise baş aşağıda kalb yukarıdadır. Böylece namaz kılarken beyindeki damarlar basınçlı kanla sulanmaktadır. Önce rükûda orta basınca çıkarılarak beyin uyarılmaktadır. Böylece beyin basınca karşı tedbir almaktadır. Sonra secdeye varınca basınç yükselmekte, böylece tıkanmış olan kılcal damarlar açılmaktadır. Ara verilerek yani secde iki defa yapılarak basınç süresi tahribat yapılmadan tekrar edilmektedir. Bu bir eğitim sistemidir.

Günde farz namazlarında 20 defa secde yaparız. Bunların yarısı gece yarısı gündüzdür. Sünnetleri de kılarsak onlar da 20 rekâttır. Dolayısıyla günde en az 40 defa ve normal olarak 80 defa secde etmiş oluruz. Bu bizim bedeni sağlığımızı sağladığı gibi beynin elektrik devrelerine de etki etmekte ve bizim sağlıklı düşünmemizi de sağlamaktadır. Secde edilerek zorlanan beyin çareler aramaya başlar, böylece oruç misali her secdede beyin daha iyi düşünme yolunu bulur.

Birlikte secdeye giderken birlikte yeni etkilere maruz kalır ve beyinler arası haberleşme birlikte olur. Böylece birbirimizle iletişim kurmuş oluruz. Beyinlerimizde yayınlanan elektromanyetik dalgalar arasında frekans uyumu sağlanır. Birbirimizle konuşmadan da aynı şeyleri düşünmeye başlarız.

 

Yorum

Allah Kehf hadisesi ile üç boyutlu uzayda olağan olmayan bir hadiseyi insanlığa yaşatmıştır. Bunun üzerine insanlığı düşündürmektedir. Kendilerinin hayatından sonra ondan sonra gelenlerin onlara karşı takındığı tavırları anlatarak bize geçmiştekilere karşı nasıl davranmamız gerektiğini anlatmaktadır. Yüz lojmanlı apartmanlar yapacağız ve her birimiz kendi atalarımızı anarak yaşatacağız. Bir ocak veya semt veya bucak olarak yaşadığı geçmişi sürdürecektir. Herkesin hesapları tutulacak, böylece yaptıkları ve yaşadıkları belgelenecek, elektronik cihazlara yüklenerek mezar taşının içine konacaktır. Mezar taşında ölüm tarihi yazılacak. Bin sene, 2 bin sene, belki 10 bin sene sonra bu taşı parçalayanlar orada elektronik kaydı bulacaklar. Onu o zamanki tarihin teknolojisi ile okuyacaklar ve geçmişlerini aydınlatmış olacaklardır. Bunun dışında atalarının başlattığı işleri sürdüreceklerdir. Örnek olarak ahşap evler projesini bizim bu gaye ile inşa edilmiş apartmanımızdakiler sürdüreceklerdir.

Geçmiş bir ağaç gibidir. Fidan halinde gelişir, yaşlanır ve devre dışı olur. Ama onun yerine yenileri gelir. Semtler de böyle olacaktır.  Geçmişler kaybolmayacaktır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve böylece onları Allah’ın sözü gerçektir ve gün ol dem gelecektir. Onda kuşku yoktur. Hani aralarında işleri tartışıyorlardı, üstlerine yapılar yapalım dediler. Yetiştiricileri onları en iyi biliyordu. İşlerinde üstün gelen kimseler, biz onların üzerinde tapınak edineceğiz dediler.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve böylece Allah’ın vaadinin hak olduğunu ve saatte de raybın bulunmadığını ilmetsinler diye onları i’sar ettik. Hani aralarında işlerini tenazu etmişlerdi, üzerlerine bina bina edelim demişlerdi. Rableri onları e’lem idi. Emirlerinde galebe eden kimseler, onların üzerinde bir mescit ittihaz edeceğiz dediler.”

وكَذَلِكَ أَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُوا أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَأَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ فِيهَا إِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ أَمْرَهُمْ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَانًا رَبُّهُمْ أَعْلَمُ بِهِمْ قَالَ الَّذِينَ غَلَبُوا عَلَى أَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِدًا (21)

 

***

 

سَيَقُولُونَ

Sa YaQUvLUvNa (Sa YaFGaLUvNa)

“Kavl edecekler”

Kehf Ashabı kehfe gidiyorlar, uyuyorlar, kalkıyorlar, sonra onlar hakkında tartışmalar oluyor. Bunlar anlatıldıktan sonra, bundan sonra da bu tartışmaların devam edeceğini bildirmiştir. “Se” harfi getirilmiştir. Kıyamete kadar da bu tartışma devam edecektir.

İnsanlık tarihinde bazı konular olacaktır. Bu konular hep ihtilaflı kalacak ve insanlar tartışacaklar. Sorunlar ancak ahirette çözülecektir.

Bunların başında kıdem nazariyesi gelmektedir. Üç boyutlu uzayın bundan13.7 milyar yıl önce yaratıldığı kesin olarak ispatlanmıştır ama tartışma sona ermemiştir. Bu arada dört ve beş boyutlu uzay keşfedilmiştir. Onlar ezel ve ebed midir, yoksa onlar da sonradan mı var edilmiştir; bu konudaki tartışma hala devam etmektedir. O halde insanlar arasında ilim meçhulleri azaltmayacaktır.  Bir sorun çözülür. İlerleme olur. O ilerleme yeni sorunu getirir.

Kehf Ashabı konusundaki tartışma devam edecektir. Bu sebepledir ki Allah bu ayetlerde hep Rabbin en iyi bildiğini ifade etmektedir.

“Se” harfi geleceği ifade eder, yakın geleceği ifade eder. “Sevfe” harfleri uzak geleceği ifade eder. “SVF” de “Beyn”den dönüşmedir. “N” “S” olmuştur. “Y” “V” olmuştur. “B” “F” olmuştur. “F” ayrılmayı ifade eder, uzak geleceğini gösterir. “S” sürekli silsileyi ifade eder. “V” de birliği ifade eder. “V” ve “F” harfleri düşmüş, “Se” kalmıştır. Yakın geleceği ifade eder. 

Kur’an “Sevfe” ile daha çok ahireti, “Se” ile de daha çok bu dünyayı ifade eder.

Daha çok dediğimiz zaman kural şudur. Başka türlü karine yoksa demektir. Karine ile her ikisi her iki zamana delalet ederler. Karine yoksa biri dünyayı diğeri ahireti ifade eder.

Burada “Se” bu dünyayı, kıyamete kadarki dünyayı ifade eder.

“Kavl edecekler.” Tartışma konusu ilk topluluğu oluşturma konusudur. Arapçada iki türlü cem vardır. Üç ile on arasındaki çoğullara kıllet çoğulu denir. İki Türkçede çoğul olduğu halde Arapçada çoğul değildir. Özel kipi vardır. Bir de ondan fazla olan çoğullardır. Buna cemi kesret denmektedir. Tartışma ne konusunda olacaktır?

Bir topluluğun aşiret olabilmesi için en az on aileden oluşması gerekmektedir. Ama sayıları ondan aşağıya düşse de dağılmış olmazlar. Onların zamanla tekrar çoğalacağını kabul edip aşiret varlıklarını korurlar. Kaça düştükleri zaman aşiretleri dağılmış olur. İşte tartışma bunun üzerine devam edecektir.

Yani aşiret/ocak olabilmek için on aileye, asgari otuz kişiye ihtiyaç vardır. Aşiretin dağılması için kaç aile olması gerekir. Şimdi bunu tespite çalışalım.

a) Bir görüşe göre cem-i kıllet var cem-i kesret vardır. O halde üç aile kalıncaya kadar aşiret varlığını sürdürür.

b) 10’un yarısı 5 eder. O halde beş aile kalıncaya kadar aşiret devam eder. Cemi kıllet üçtür.

c) Cemi kıllet üçtür. Cemi kesretten cemi kıllet ayrılınca aşiret devam etmez. Yani 7 aileden aşağı düştüğü takdirde topluluk dağılmış olacaktır.

Biz anayasamızda bu görüşü benimsiyoruz. Öbür görüşler de görüştür.

Bundan sonra Kehf Ashabı örnek alınarak bunun üzerinde tartışacaklardır.

Aşiretin kuruluşu vardır. Kaç kişi olursak aşireti kurmaya başlamış oluruz. Başka bir ifade ile kaç kişi olursak bize hicret farzdır.

İki kişi anlaştık; hicret farz değildir. Üç kişi olduk; hicret etmemiz gerekir. Hayır, 5 aile olursak hicret farzdır. Hayır, 7 kişi olursak hicret farzdır.

Yalova’da Adil Düzen aşireti kurma hazırlığını yapıyoruz. Hicretin bize farz olabilmesi için en az 3, en az 5, en az 7 ailenin orada Adil Düzene göre iş bulması gerekmektedir. Ondan sonra hicret farzdır.

“Adil Düzen”in ana “Adil Düzen” çalışmasını yapan arkadaşlarımızın sayısı bunlardan birine varmalıdır. Hicreti kabul etmelidirler. Kur’an’da “dâra tebevvu edenler” diyor. Bugünkü Müslimler bize ortak olacaklardır. Böylece Yalova’da işyeri ve meskenler oluşturacağız. Bir ahşap atölyesi oluşacak. En az burada çalışacak on kimsenin aileleriyle kalacağı on ev yapılacak. Ondan sonra Adil Düzen çalışanlarının oraya hicret etmeleri farz olacaktır. Ancak 3, 5 veya 7 kişi/aile olması gerekir.

Allah bu örneklerle bize içtihatları ve ihtilafları anlatmaktadır.

ثَلَاثَةٌ

ÇaLAvÇaTün (FaGAvLaTün)

“Selase idiler”

Burada “Hum” mübtedası hazfedilmiştir. Tartışma yalnız Kehf Ashabı üzerinde olmayacaktır. Tartışma dağılma yüzdesi üzerinde olacaktır. Fıkıhta “devam, bidayetten daha esheldir” kuralı vardır. Yarın aşiret olabilmek için on sayısına ihtiyaç vardır, devam etmesi için ona ihtiyaç yoktur.  Ne kadarına ihtiyaç var; bu ise daima ihtilaf konusu olacaktır.

Bunun için hazfedilen zamir Huve yani oran da olabilir. Bu sebeple “Hum” zamiri hazfedilmiştir.

“Sülle” çokluk demektir. En azına “Selase” denmiştir.

“Tilv” yavru demektir. Arapçada “Vav” “Te”ye dönüşür. “Veled” “Teled”den dönüşmüş ve “Tilv” ile akraba bir kelimedir. “Veled” anne babadan sonra üçüncü anlamında selaseye dönüşmüştür.

Anne baba ve çocuk ailenin temelidir. Arapçada sayılar toplulukların sayılarına göre adlanmışlardır. “ÇLÇ” üç demektir. Farsçada “Se” üçtür. Gürcücede “Sami” üçtür. Fransızcada “Tri” üçtür. “Üç” kelimesi de aslında “Ç”den dönüşmedir. “Ç” harfi dağınıklığı ifade eder. En küçük insan birliği olduğu için “Ç” ile ifade edilmiş, belirli olduğu için de “L” gelmiştir.

رَابِعُهُمْ كَلْبُهُمْ

RAvBıGuHuM KaLBuHuM

“Rabileri kelbleri idi”

Aslında onlar dörttü ama dördüncüsü olarak dörtleyen kelb idi. Burada kelbi de akıllı varlık olarak saymıştır. İnsanla eşya “Men”de toplanmaz. Ama ehlileştirilmiş hayvanlar, hassaten eşekler insanlarla diyalog kurarlar. Kişileri tanırlar. Böylece onlara da kişilik izafe edilir. Bazı haklarda onlar da insan gibi hak sahibi olurlar. Sularda payları vardır. Onların katledilmeleri suçtan sayılır. Deveyi öldürenler cezalandırılmışlardır.

Hıristiyanların geleneğine göre bunlar altı arkadaştır. Kralın yanında çalışıyorlardı. Üçü bir yanında, üçü öbür yanında otururdu. Hükümdarla araları açılınca yola çıkarlar. Yolda bir çobana rastlarlar. Çobana sığınacakları yontma ev sorarlar, o da onlara katılır, beraber yontma eve giderler. Çobanın köpeği de bunlara tabi olur. Böylece tek iken çift olurlar.

“RBG/Rebi’(ayn)” bağdaş kurmak demektir. Diz ve ayakların sayısı dört olduğu için “Rabi’” denmiştir. Dört kelimesi dördü ifade eder. Türkçede dört dürtmekten oluşmuştur, işaret parmağını temsil eder.

“R” tekrar anlamında olup ikinin iki katıdır. “B” geçiş demektir. “G” etkili demektir.

Kâinat dörtlü sisteme göre var edilmiştir. Mekân, zaman, madde ve enerji dörtlüsü vardır. Bütün rivayetlerde köpek vardır. Neden köpek zikredilmektedir?

Bir aşiretin oluşmaya başlaması için bir sermayenin konması gerekmektedir. Ortaklık kurulacak ve ilk paylarını bu ortaklar alacaklardır. Ortaklık payı olmayanlar borçlanacaklar, emekleri ile katılacaklardır yani sonra emekleri ile ödeyeceklerdir.

Bizim ortaklık sisteminde kabul ettiğimiz sistem burada köpekle teyit edilmektedir.

Aşiret, semt, bucak, ilçe, il, bölge, ülke, merkez ve insanlık bir taşınmaza sahip olacak, ayrıca yaşamak ve çalışmak için de mal varlıkları bulunacaktır. Kendilerinin sahip olduğu gayrimenkulü olmayan halk tüzel kişiliğe sahip olmaz. Bir merkezleri olacak ve bu merkezlerine kendileri malik olacaklardır. Ayrıca kuruluş masraflarını karşılayacak mal varlıkları olacaktır. Sayıları da üçten fazla olacak, on kişiye varınca topluluk kesinleşecektir.

وَيَقُولُونَ

Va YaQUvLUvNa (Va YaFGaLUvNa)

“Ve kavl edecekler”

“Se” harfine atfedildiği için “edecekler” diye tercüme ettik.

“Yekulûne” kelimesini tekrar etti, çünkü söyleyenler başkalarıdır.

Bunun için “Ev Hamsetin” demedi. Birinci “Yekulûne” atıftır.

خَمْسَةٌ

PaMSaTün (FaGLaTün)

“Hamsetün”

Görüşlerden hiçbiri “dörttü” demiyor. Hepsi tek sayıları söylemektedir; üç, beş ve yedi. Bunlar onun altında çift olmayan asal sayılardır. Diğer sayılar bunların katları olduğu için sadece zikredilmişlerdir. Bu sayılarda iki ve dokuz yoktur. Diğer sayılar tanımlanmıştır.

“Hamse” beş kişilik topluluktur.

“P(Hı)” harfi bozulmayı ifade eder, onun yarısına işaret eder. “M” topluluk olduğunu vurgular. “S” de diziyi, iç bölümü içerir.

سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ

SAvDiSuHuM KaLBuHuM (FAvGıLuHuM FaGLuHuM)

“Sadisleri kelbleri idi”

Her grup aynı sözleri söylüyor, sadece rakamlarda ihtilaf ediyorlar. Bunda esasta ittifak ediyoruz. Bu durumda icma hâsıl olur. Sayı üzerinde ihtilaf vardır. Bu orta değer, paylaşma değeri, hasbi değer, ölçme gibi değer tayin metotlarından birisi ile giderilir. Esasta ittifak hâsıl olmuştur.

رَجْمًا بِالْغَيْبِ

RaCMan Bi eLĞaYBi (FaGLan Bi eLFaGLi)

“Gaybı recmederek”

“RCM”: “R” tekrarı, “C” birliği, “M” genelliği, maddeyi ifade eder. Çakıl taşlarıdır. Taşlama ve kovma anlamındadır. Atma demektir. Bir alettir.

“Gayb” uzaktan bakıldığında arazide kapalı kalmış yere, dibi görünmeyen kuyunun içine bu ad verilmiştir. Görünmeyen veya kaybolan için kullanılır.

“Ğ” bilinmezliği, görünmezliği ifade eder. Ğurur aldanmadır. “B” geçiştir. “Y” kolaylıktır. Görünmez olan ama bilinen şeyler gaibdir. 

Bi-l gaybi ihtimaliyet ilkesine dayanarak bu hükme vardılar ama üçü az buldular, yediyi fazla buldular, orta değeri aldılar. Tercihlerinde bir dayanakları vardı. Biz genellikle kararları buna göre alırız. Başka türlü karine yoksa paylar arasında eşitliği kabul ederiz. Diğer iki iddia sahiplerinin tercih sebepleri olmadığı halde bunların tercih sebepleri vardı.

وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْ

Va YaQUvLUvNa SaBGaTün Va ÇaMiNuHuM KaLBuHuM

“Seb’edir ve saminleri kelbleridir dediler”

Kailler farklı olduğu için tekrar edilmiş, cümlenin yapısı değiştirilmemiştir. Şehadette ve akitlerde durum budur. Nasıl bilgisayarlarda bir harf farklı olunca onu tanımazsa, hukukta da durum böyledir. Konuşma dilinden farkı da budur. Örnek olarak, şehadete iştirak ediyorum demek yeterli değildir. Herkes kendi ağzı ile söylemelidir. Roma hukukunda bu hususta çok ileri gidilmiştir. İslam fıkhında ceza davalarında böyledir. Hukuk davalarında maksat aranır.

“SBG” yırtıcı hayvan demektir. Avcılık döneminde haftada bir gün, dolunay zamanlarında, saldırgan hayvan avlarlardı. Yedi güne “Seb’” dediler. Kur’an’da ayrıca “Sebt” geçmektedir. Farsçada “Heft”dir. Gürcücede “Şvıdi”dir. Türkçedeki “Yedi” de bu kelimedir. Yakut Türkleri “Y” yerine “S”yi kullanırlar. (Arnavutça “Ştat”, Boşnakça “Sedam” RNE)

“Samin” 19 defa, “ZML” 1 defa geçmektedir; toplamı 20 etmektedir.

Essemnu(Sin ile)” sadeyağ demektir. “Semin(Sin ile)” dolgun hayvan demektir. “Semen(Se ile)” sayıların oluşmuşu anlamında 8 sayıdır. Çobanlık döneminde yağ para olarak kullanılmış olmalı ki para anlamında “Semen” denmektedir.

Sekiz de üst ara birimidir. “Müzzemmil” bohçalanmış demektir.

قُلْ رَبِّي أَعْلَمُ بِعِدَّتِهِم

QuL RabBi EaGLaMu BiGidDaTiHiM (üFGuL FaGLIy EaFGaLu Bi FaGaLiHiM)

“Rabbim adetlerini a’lemdir diye kavl et”

Bazı sayıların tespitini topluluklara bırakmıştır. Örnek olarak zekâttaki nisbeti beşte bir olarak tesbit etmiş de nisabı belirlememiştir. Diyetin miktarını belirlememiştir.

Dayanışma ortaklıkları Rabbin halifesidir. Dolayısıyla bazı rakamların tesbitini ona bırakmıştır. O halde burada sayıları vermemesi değişik toplulukların değişik şekilde anlamalarına izin vermesinden dolayıdır.

Onların tartışmaları da sayıları bilmek yerine hangi sayıları değerlendirmemiz gerektiği üzerindedir.

“GDD” “idad” toplayıcılık zamanında meyve toplayanların aşiret reislerine verdikleri paydı. Hala vergi manasını taşımaktadır. “Hudud” kelimesiyle de akrabalığı vardır. “Hadede” çizerek sınırlamak, “Adede” sayarak sınırlamak demektir. Başkalarına hükmetmek için servet edinen kimseler, devamlı olarak varlıklarını ve zenginliklerini göstermeye çalışmışlarıdır. Buradaki “Adde”de kendi kendine saymak değil, başkalarına gösteriş için saymak demektir.

Kur’an’da “Aded” 57 defa geçmektedir, 105 defa da “GDV” geçmektedir; toplam olarak 162=2*3*3*3*3 eder.

“G” etkiyi “D” de çevreyi sınırlamayı ifade eder.

مَا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا قَلِيلٌ

MAy YaGLaMuHuM ilLAv QaLIyLun

“Kalili dışındakiler onu ilmetmeyeceklerdir”

Burada “Mâ Ya’lemuhu” demiyor yani “sayılarını bilmezler” demiyor “onları bilmezler” diyor. Yani ilerde ancak az kimseler onların durumlarına vakıf olacaklardır. Halk onların dedikleri ile iktifa edecektir. Çünkü ilmi metotlarla onların durumu tesbit edilecektir. Kendileri değil DNA’ları tahlil edilecek.

“QLL” “Kulle” küçük su sarnıcıdır. Büyüğüne “Küsre”, küçüğüne “Kulle” denmektedir. Zapturapta alınmış sudur.

“Q” kuvvet, “L”ler birleşmelerdir.

Bidona alınan sudur. Havuzlarda sarnıçlardaki sular kesir olarak görünürler. Buradaki kalil olanlar ilim adamlarıdır. Bilinmeyen adedleri değil kendileridir.

فَلَا تُمَارِ فِيهِمْ

Fa LAv TuMAvRı FIyHıM (Fa LAv TaFaGıL FIyHiM )

“Onlarda miryeleşme”

Buradaki fideki him zamiri kalile gitmiş olabilir. Yani âlimlerin ilmi verilerinden şüphe etme. Eğer ehil kimselerse ve güvenilir kimse iseler onların dediklerini ittifak ettikleri hususları kabul et. Bugün birçok bilgiyi biz Batı âlimlerinden öğreniyoruz, onlara güveniyoruz. Bu güvencemizi Kur’an onaylıyor. İlerde Kehf hakkında da böyle âlimler çıkacak, onlar söyleyecek, biz de ilimlerine inanacağız.

“Mirye” eskimiş elbisedir, “Mürrüe” akrabadır, tereddüt içinde olmak demektir.

Acaba onların söyledikleri doğru mudur? İlim adamlarının vardıkları sonuçlara inanacak mıyız? İlme inanacak mıyız?

Bu gibi şüphelerden uzak ol. İhtilafsız olarak ilim adamlarının kabul ettiği gerçekleri sen de kabul et.

Buradaki zamir âlimlere racidir,  o kalil olan âlimlere racidir. İttifak ettikleri takdirde “Him” olurlar.

إِلَّا مِرَاءً ظَاهِرًا

EilLAv MiRAvEan JAvHiRan (EilLAv FiGAvLatan FAGıLatan)

“Zahir mirye dışında”

Onların hatada ittifak ettiklerinde bir kanıtın varsa, o zaman mirye edebilirsin. Aksini ispat edemediğin hususlarda onların ittifak ettiklerini kabulde tereddüt gösterme.

Bizim bugünkü ilim adamlarının ittifaklarına ters düştüğümüz bir şey yoktur. Ekseriyet sistemi gibi onların da eleştirdikleri ama başka çare yok dedikleri hususlar hariç.

Biz onlara kati deliller getiriyoruz.

وَلَا تَسْتَفْتِ فِيهِمْ مِنْهُمْ أَحَدًا (22)

Va LAv TaSTaFTi FIyHıM MİnHuM EaXaDan (Va LAv TaFGal FIyHıM MiNHuM FaGaLan)

“Onlar için onlardan kimse ile istifta etme.”

Burada çok açık olarak ifade edilmektedir. İcmalarında onlarla beraberiz. Ama ihtilaflarında içtihatlarda onlar bizim asla tabi olduğumuz kimseler olmaz. Biz kendi içtihatlarımızla, onlar da kendi içtihatlarıyla hareket ederler.

“Fetva” kıyas yoluyla hükümlerin tespitidir. Zanni bilgiler amelde işe yarar. İlimde onlarla beraberiz, amelde ise asla. 

“FTY” 21 defa, “FTE” 1 defa geçmektedir; 22=2*11 etmektedir.

“FTA” kepçe, kefe demektir. Terazinin bir tarafıdır. Kıyas yaparak hüküm çıkarmadır. Fetva isteme istiftadır. Onlardan fetva isteme. “T” sen ve beni ifade eder. İki kefedir. “F” ayrılmakla beraber birliği taşımayı, “Y” kolaylığı ifade eder.

 

YORUM:

Ayet bize Kehf arkadaşlarının gelecekte ilmen bulunabileceğini, DNA’lar üzerinde yapılacak araştırmalarla belirleneceğini örnek vererek, bizim Batı ulemasının ittifaklarını kabul etmemizi ama onların içtihatları ile asla amel etmememizi emretmektedir. Bununla beraber Batı halkının değil, sadece batı ulemasının ittifaklarına önem vermeliyiz.

 

Öz Türkçe:

“Yakında üç idi, dördüncüsü itleri idi diyecekler. Görünmeyene atarak, beş idiler, altıncısı itler idi diyecekler. Yedi idiler, sekizincisi itleri idi diyecekler. Sayılarını yetiştiricim daha iyi bilir de. Onların azı dışındakiler bilmezler. Açık kuşkun olmadıkça onlardan kuşku duyma: Onlar için onlardan kimseden görüş isteme.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Selase idiler, rabileri kelbleri idi diye kavl edecekler. Recmen gayb ile hamse idiler, sadisleri kelbleri idi diyecekler. Seb’a idiler, saminleri kelbi idi diye kavl edecekler. İddetlerine Rabbim e’lemdir diye kavlet. Kalili dışında onlar ilmetmezler. Onlarda zahir mirye dışında miryeleşme. Onlar için onlardan kimseden istifta etme.”

 

سَيَقُولُونَ ثَلَاثَةٌ رَابِعُهُمْ كَلْبُهُمْ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْمًا بِالْغَيْبِ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْ قُلْ رَبِّي أَعْلَمُ بِعِدَّتِهِمْ مَا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا قَلِيلٌ فَلَا تُمَارِ فِيهِمْ إِلَّا مِرَاءً ظَاهِرًا وَلَا تَسْتَفْتِ فِيهِمْ مِنْهُمْ أَحَدًا (22)

 

 

***

 

 



© 2024 - Akevler