KEHF SURESİ TEFSİRİ(18.SURE)
Süleyman Karagülle
1115 Okunma
KEHF SURESİ TEFSİRİ 89-95.AYETLER

KEHF SÛRESİ - 23. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

 

 

ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا (89) حَتَّى إِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلَى قَوْمٍ لَمْ نَجْعَلْ لَهُمْ مِنْ دُونِهَا سِتْرًا (90) كَذَلِكَ وَقَدْ أَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا (91) ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا (92) حَتَّى إِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِنْ دُونِهِمَا قَوْمًا لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلًا (93) قَالُوا يَاذَا الْقَرْنَيْنِ إِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ مُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجًا عَلَى أَنْ تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ سَدًّا (94) قَالَ مَا مَكَّنِّي فِيهِ رَبِّي خَيْرٌ فَأَعِينُونِي بِقُوَّةٍ أَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْمًا (95)

 

ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا (89)

ÇümMa EaTBaGa SaBaBan (ÇümMa EFGaLa SaBaBan

“Sonra bir sebebi itba etti.”

Karnlı, önce batıya gidiyor. Orada sıkıyönetimi uyguluyor. Sonra doğuya gidiyor. Orada ne yapmıştır? O günkü tüm dünyayı dolaşmış ve her yerden haberdar olmuştur.

سَبَب işaret parmağıdır. Tehdit aracı olarak sen parmağını uzatırsan sövmek anlamındadır. Kişiyi hakir görmek var, bir de kişinin çevresini tahkir etme vardır.

“Sebb etmek” kişinin kendisini hakir görmesinden çok, soyu ile sopu ile hakir görmedir. Burada hakaret ettiğin kimselerin ötesinde diğer ilgisiz kimseleri de tahkir vardır.  Kuran insanları küçük görmeyi “masharayı istihza etme” kelimeleri ile ifade etmektedir. İlgilileri masharaya almak “Sebebe”dir.

İnsanlarda el, yapma aracıdır. İşaret parmağı en çok kullanılan parmaktır.

سَبَب “Araç” demektir. Yol da bir araç olduğu için “yol” manasına da gelir. Karnlı batıdan doğuya yol almıştır. Gittiği yoldan geri dönmemiştir. Başka yoldan dönmüştür. O sebepleسَبَبًا  nekre olarak gelmiştir. Yahut başka araç kullanılmıştır. “Sebebe tabi oldu” demiyor. “Sebebe itba etti” diyor. Yani aracı kendisine tabi kıldı anlamındadır. Gemi ile gitmiş, kara ile dönmüş olabilir. 

Bu ayet iki defa geçmektedir. ثُمَّ  kelimesini kullanmasının sebebi orada belli zaman kalıyor olmasındandır.

 

YORUM

Yeryüzü uygarlaşmıştır. Halk birbirlerine gitmektedir. Tüm dünyayı içeren bir siyasi birlik söz konusu değildir. Siyasi bakımdan bir birliğe gidilmektedir. Bir tek askeri devlet yerine insanlığa hizmet eden bir birlik kurulmalıdır. Bugünkü Birleşmiş Milletlerin statüsü böyledir. Sermaye ABD aracılığı ile buna hâkim olmaktadır.

Oysa insanlıkta birliği sağlayacak olan bir birliğe ihtiyaç vardır. Bu, gücü ile hükmeden değil imkânları ile hizmet eden bir birlik olmalıdır. Süleyman Akdemir’in ‘İnsanlık Anayasası Kavramı’ adlı kitabında bu konular izah edilmiştir.

Batıya gitmiş, orada sıkıyönetim hizmetini vermiş. Şimdi de doğuya gitmektedir.

 

Öz Türkçe ile:

“Sonra bir aracı kendisine uydurdu.”

Kuran kelimeleri ile:

“Sonra bir sebebi itba etti.”

ÇümMa itTaBaGa SaBaBan

ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا (89)

***

 

حَتَّى إِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ

XatTAy EiÜAvBaLaĞa  MaOLaGı elŞaMSi (XatTAy EiÜAv FaGaLAv MaFGaLı eLFiGLı)

“Şemsin matlı’na baliğ olana dek”

        شَمْس “Güneş” demektir. Kuran’da سمش 33, شمت 1 defa geçmektedir. Toplam 34(2*17) eder.

 ش Sıçramalı olayları,  م maddeyi, س mekanda diziyi ifade eder.

Hidrojenin çekirdeğinde 1837 temel parçacık vardır. 918’i proton, 919’u nötrondur. Bir elektron dışarda dolaşır. Bunların birleşmesinden enerji ortaya çıkar. Bu çıkış şerre şeklindedir. Yani birden sıçramalı olarak çıkar. ش bu olayı temsil eder. م  Maddedir, yani Güneş, Hidrojen ve Helyum deposu halindedir. س mekanda diziyi ifade eder. Bu da çıkan ışık tanelerinin dizisi ile dizi olur. Böylece güneş yapmakta olduğu işi ile bir varlıktır. Bu sebeple penceremizden giren güneş ışığına da “şems” denir.

Güneş doğudan doğar, batıda batar. مَغْرِب güneşin battığı yerdir, مَشْرِق ise güneşin doğduğu yerdir.  Bir de مَطْلِع vardır. مَطْلِعَ الشَّمْسِ ışığın geldiği yerdir. مَشْرِق ise güneşin göründüğü yerdir.

Kuran’da طلع  19, طلخ 1 defa geçmektedir. Toplam 20(2*2*5) eder.

            ط uyumluluğu,  ل belirliliği, ع etkiyi ifade eder.

Güneş doğudan doğduğu zaman bir dağın arkasından ışığı bize gelir.  Karnlı Çin’e gitmiştir.  Kuzeyden değil güneyden gitmiştir. Bu seyahatin üç olayını anlatmaktadır. Batıya gidiyor, doğuya gidiyor, bir de kuzeye gidiyor.

İskender bundan sonra doğuya gidiyor. Tarih olarak önce İskenderiye’ye gitmiş, ondan sonra doğuya gitmiş. Kuran’ın anlattıkları böyle. Doğuya giderken de İran, Pakistan ve Hindistan’a gitmiş, oradan da doğusuna varmıştır. Bu varılan yer Hindistan’ın doğusundaki denizdir.

 

وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلَى قَوْمٍ

VaCaDAHAv TaOLuGu GaLAvQaVMin (TaFGuLu GaLAy FaGLin)

“Ve onu bir kavm üzerine tulu’ eder halde vecd etti.”

Burada üç kavimden bahsetmektedir Birinci kavim Samiler’dir. Kuzey Afrika’da seyahat etmiş, orada Arapların ırkını bulmuştur. Sonra doğuya gitmiş ve Hint kavmini bulmuştur. Bundan sonra da daha doğuya giderek Çinlileri bulacaktır. Setlerin arkasında ise Yecüc ve Mecüc vardır. Bunlar Yakutlar ve Moğollar’dır. Tevrat’tan alınan bilgiye göre Nuh’un üç oğlu vardı. Ham, Sam ve Yafes. Bunların dünyaya yayılması ile üç medeniyet doğdu.  Bu sure de bunu teyid etmektedir.

Üç dil grubu vardır. Birincisinde önemli kelimeler önce söylenir, ikinci derecedekiler sonra söylenir. Bunlar Sami dilleridir, Arapçadır. İkinci bir dil grubu vardır. Bunlarda önemli olan sonraya kalır, ikinci derecede olanlar başta söylenir. Üçüncü grup ise karmadır.  Arapçada fiil, fail sonra meful gelir.  Meful fail ve fiil gelir. Fransızcada fail, fiil, meful gelir.  Türkçede sıfat önce sıfatlı sonra gelir, Arapçada tersidir. Bugün DNA’larla insanların nereden, nasıl yayıldıkları tespit edilebilmektedir.  Daha ileri araştırmalarla aslında bu dört kavim ortaya çıkabilir. Mağrib kavmi, maşrig kavmi, sed berisi halkı ve sed ötesi halkı.

Kavim aynı dili konuşan topluluk olarak ifade edilir. Tarihi gelişmelerle diller oluşmuştur.  Bir devlet içinde yaşayanlar zamanla bir kavim olurlar. Önce birbirleri ile evlenerek tek ırk haline dönüşürler sonra ortak diller doğar. Üniversitelerini aynı dille okurlar. Aynı dille askerlik yaparlar. Yavaş yavaş diller bir olmaya başlar. Kendilerine özgü kültürleri doğar. Eskiden aynı dinde olanlar bir kavim oluşturuyordu. Kuran bunu kaldırdı. Değişik dinden olanlar da kavim oluşturdular. Umran (uygarlık) medeniyettir. İlim, dar manada din, iktisat ve siyaset medeniyeti yani umranı oluşturur. Dil, sanat, teknik ve hukuk ise irfanı yani kültürü oluşturur. Umran beşeri, irfan kavmidir.

 

لَمْ نَجْعَلْ لَهُمْ مِنْ دُونِهَا

LaM NaCGaL LaHuM MiN DUvNiHAv  (LamNaFGal LaHuM Min FuGLiHAv)

“Onlara onun dunundan ca’l etmedik.

“Ceal” sıcak tencerenin tutulması için kullanılan bez parçasıdır.

“Ca’l” ele pisliğin veya sıcaklığın bulaşmaması için tutulan deri veya bez parçası demektir. Sonraları “kılmak” anlamında kullanılmıştır. Kılma ile yapma arasındaki fark, “yapma”da yeniden var etme, “ca’l”de ise var olan bir varlığı yeni bir işe koyma anlamı vardır.

Yerleştirmedik. Güneş doğudan doğuyor. Aralarında sırt yoktu demektir.  Amerika kıtası keşfedildi. Eski dünya ise keşfedilmemiştir. Aralarında ulaşım sağlanmıştır. Bir kimse nasıl oluyor da eski dünyanın bir başından öbür başına seyahat edebiliyor. İskender’den önce İranlılar satraplıklar kurdular, eyaletler oluşturdular. Aralarında haberleşmeyi dağların başına ateş yakıp ateşi perdeleyerek sağlıyorlardı. Mors alfabesine benzer bir işaretleşmeyi kullanıyorlardı. Ayrıca at postaları vardı. Saatte 30 kilometre koşan atlara binen postacılar ellerinde mektubu diyelim ki bir saat koştuktan sonra koşan başka atlıya teslim ediyorlardı. Böylece bugünkü otobüsün üçte biri hızla ulaşabiliyorlardı. Bunun dışında kervansaraylar vardı. Yolcular geceleri konaklar, gündüzleri seyahat ederlerdi. İşte bu imkanlardan yararlanmıştır.

Sümerlerin ve Akatların getirdikleri uygarlıklarla astronomi ve coğrafya öğrenilmişti. Bütün bunlar tarihte bilinmektedir. O halde Kuran’ın anlattıkları imkânsız değildir. Kuran bunları bilmektedir.

سِتْرًا (90)

SiTRan (FiGLan)

“Bir sitre”

Kuran’da ستر 3, شطر 5 defa geçmektedir. Toplam 8(2*2*2) eder.

Görünmeyi engelleyen şeye “Sütre” denir.  İki vadi arasında iseniz Güneş görünmeden önce ışığı batı yakasında görünerek doğar. Yani güneş doğduğu zaman size görünmez. Öyle yerler olur ki güneş hiç doğrudan doğruya görünmez olur. Buna Kuzey yerler denir ama ışığı doğuda görürsünüz.  Doğuya bakan yerlerde güneş doğar doğmaz doğrudan görünmeye başlar.

Kuran bu suretle Hindistan’ın doğusunu işaret etmektedir.

 

YORUM

Doğuya gittiğini bildirmektedir. Yeryüzünde karalar dörtte birde toplanmıştır. Kıtalar arası denizlere okyanus denmektedir.  Atlas Okyanusu, Büyük Okyanus ve Hint Okyanusu vardır. Aslında Hint Okyanusu ile Büyük Okyanus bitişiktir. Atlas Okyanusu iki kıta grubu arasında kalmaktadır. Kuzey Amerika, Güney Amerika ve Antarktika bir grup, Afrika, Avrasya, Avustralya ve Adalar bir grup oluşturmaktadır.

Denizleri Allah’ın böyle yerleştirdiğini ifade etmektedir. Yeryüzünde hayatın olması için hava ve su hareketinin olması gerekir. Nefes almazsak ölürüz. Kalbimiz durursa yine ölürüz. Yeryüzünde de eğer su ve hava hareketi olmazsa hayat olmaz. Sonra karalar %30, denizler %70 oranında bulunmaktadır. Bu sebeple istenen iklim sürmektedir. Yoksa ya hep yağmur yağar güneş görmezdik ya da hep güneş görürdük yağmur yağmazdı. Denizlerin ve karaların yerleri, büyüklükleri buna göre seçilmiştir. “Biz kılmadık” diyerek tüm bunların bilinçli bir şekilde yerleştirildiğini anlatmaktadır.

 

Öz Türkçe ile:

“Güneşin çıktığı yere varınca orada onun bir ulusa doğduğunu buldu.  Onlara onun önünde bir örtü kılmamış idik.”

 

Kuran kelimeleri ile:

“Şemsin matlı’na baliğ olduğunda onu, onlar için onun dununda bir sitre ca’l etmediğimiz bir kavmin üzerinde tulu’ eder vecd etti.”

 

XatTAy EiÜAv BaLa Ğa MaOLaGı elŞaMSi  VaCADaHAv TaOLUGu GaLAy QavMin  LaM NaCGaL LaHuM MiN DUvNıHAv SiTRan

 

حَتَّى إِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلَى قَوْمٍ لَمْ نَجْعَلْ لَهُمْ مِنْ دُونِهَا سِتْرًا (90)

***

 

كَذَلِكَ

KaÜAvLiK

“İşte böyle”

 Burada işaret edilen doğuda sütre konması Hint Okyanusunun var edilmesidir. Bu hususa bilhassa işaret edilmektedir. Güneş sistemini ele alalım. Güneş çevreye ışık yaymaktadır. Tüm kainattan çıkan ışıklar yıldız ve galaksilerden gelen ışıklarla güneşten gelmektedir. Bu denge olmasa güneş dağılır ve gaza dönüşürdü. Yahut bir kara delik olurdu. Çevresine gezegenler konmuştur. Bunlarla karalar arasında denge kurulmuştur. Aralıklar, 3,3,3,6,12,24, 48, 96, 192. Toplam olarak 1,4,7,10,16, 28, 52, 100, 196, 300, 388 (Titius-Bode kuralı).

Yeryüzü onuncudur. İç tarafı aritmetik dizi, dış tarafı geometrik dizidir. Dizinin tabanı 300’dür. 300 onluk sistemden gelmiş olup dizi dışıdır. Yeryüzünde iki dağ silsilesi konmuştur. Biri güneyden kuzeye Amerika’da uzanır. Dönerken havayı da döndürür. Diğeri Himalaya Alpler silsilesidir. Sıcak ve soğuk rüzgarları karıştırarak yağmur yağmasına sebep olur. Bu كَذَلِكَ bunları anlatmaktadır Dünyada hayat böyledir denmiş olur. Mübtedası silsiledir. Bunun başka manası şudur; yeryüzü ancak bir bütün olursa hayat devam eder. Allah yeryüzünü farklı özelliklerle yaratmıştır. Bunlar arasındaki denge ile düzen sağlanmaktadır. İnsanlar da farklı devletler, iller, bucaklar halinde olacak ama aralarındaki denge insanlığı var edecektir. İskender beraberliğin temelini aramak üzere dolaşmaktadır.

 

وَقَدْ أَحَطْنَا

V aQaD EaXaONAv (Va QaD FaGaLNAv)

“Ve ihata ededurduk”

            وَ Harfi getirerek benzer bir oluşa işaret ediyor. Yani güneş ve yer sistemindeki dengenin bir benzeri daha vardır. İnsanlar arasında kurulan şeriat dengesidir. Şeriat dengesini de Allah kurdu ama bir özelliği vardır. İnsanları özgür kıldı. Denge insanların iradeleri ile kurulacak. Şeriatı Allah koymayacaktır. İnsanlar kendileri koyacaklardır ve kendileri buna göre çoğalacaklardır.  Şeriatın nasıl konulacağını hatırlayalım. Kişiler içtihat yapacak, kendi şeriatını herkes kendisi koyacak. Sözleşmeler yapacaklar, kendi şeriatlarını kendileri koyacaklardır. Ortak vekil seçecekler, vekil onlar adına onlara vekaleten şeriatı koyacak.  Bir de hakem kararları şeriatı oluşturacaktır.

İnsanların kendi şeriatlarını kendilerinin yapmasına izin vermiş ama aynı zamanda sınırlamış, kendi gelişen düzeninin bozulmasına da izin vermediği için Allah'ın ilmi dışında hiçbir şey yapılamayacaktır. Karnlı kendi içtihadı ile hareket etmektedir. Allah da tüm yaptıklarını ve olanları da ihata etmiş bulunmaktadır. أَحَطْنَا nın aslı أَحْوَطْنَا dır. Burada kural olarak و düşmüş harekesi ح ya geçmiş أَحَطْنَا olmuştur. حَوْط  “Çeper” “Çit” demektir. Sonra içine almak anlamı kazanmıştır. ح hareketi, و birliği, ط uyumluluğu ifade eder. İhata edilende birlik olduğu gibi hareketlilik de vardır. Yani çeper dışarıdakilerin, içeri girmesini önler ama içeridekilerin de serbestçe hareketine imkan verir.

بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا  (91)

Bi MAv LaDaYHi PuBRan  BiMA FaGaLNIy FuGLan

"Ledasında olanı hubr olarak"

Buradaki مَا  ismi mevsul Ma’sıdır.

 خبر Doğurmadan evvel devenin memesinde görülen süttür. Doğuracağının habercisi olur. Sonra gelecekte olacak olaylar hakkında verilen bilgilere “haber” denir.

“Nebi” tepe üzerinde oturan gözcüye denir. Geçmişten bilgi vermeye de نبء denir.
خبر gelecekteki olayı şimdi bildirir. نبء ise geçmişteki olayı şimdi anlatmadır. خُبْر ise “olacaklar” anlamındadır. Yani Allah onun nereye gideceği, ne yapacağı hususlarını ihata etmiştir.   Bir görevi birine verdiğiniz zaman ona yetki de verirsiniz. O yetki sınırları içinde istediğini yapar. Yetkiler ise sınırlandırılmıştır. “Çeper” içine alan anlamındadır. Kişi yetkilerini aşıp başka işler yapamaz. Devlet görevlileri bugün ya mesuliyetten korkup yetkilerini kullanmamakta ve işleri birbirine havale etmekte, ya da yetkilerini aşıp, onun  dışına çıkmaktadırlar. 

İskender'in yapacaklarını sınırlamış "sen şunları yapacaksın" demiş ama görev yaparken de ona hareket serbestisini vermiştir. Bugün bir görevli yanlış yaptığı zaman cezalandırılmaktadır. Görevini yaptığı zaman da mesul olmamaktadır. İslamiyet’te ise sorumsuzdur ama içtihat yapmayıp görevi yapmamak veya geciktirmek suçtur.  Böyle kuralları anlatıyorum. Bunlar hayatınızın varsayımlarıdır. Bunlara göre hareket edeceksiniz.

Öz Türkçe ile:

“Böyle… Ayrıca yanında olanları da bildirerek sınırladık.”

Kuran kelimeleri ile:

“İşte böyle ve ledasında olanı hubren ihata ettik”


"AvLiKa Va QaD EaPaONAv  BiMAv LaDAYHi PuBRan

كَذَلِكَ وَقَدْ أَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا (91)
***


ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا (92)

ÇümMa EaTBaGa SaBaBan ( EaFGaLa FaGaLaN)

“Sonra bir sebebi itba etti.”

            Ayrı üç yol takip ediyor ve ayrı üç kavim buluyor. “Sebep” uygarlık ise kavim de o uygarlığın sahipleridir.

Yeryüzü doğu, batı (şark ve garb), merkez ve şimal olmak üzere dörde ayrılmaktadır. Bugün de böyledir. Batı var ABD, doğu var Çin, kuzey var Rusya, orta var o da Ortadoğu. Buradan anlıyoruz ki bu yapılaşma fitri yapılaşmadır. Bize düşen İskender'e düşendir. Grupları çatıştırma değil barış içinde yaşatma ilkesi olacaktır.

 

YORUM
            Araçlar değişmektedir. Kıtalar arası ulaşım değişik şirketlerle işletilecek demektir. Yahut yolların bakımı her yol için ayrı şirkete verilecek. Yolların işletilmesi de ayrı şirketlere ait olacaktır demektir. İşletmeler vakıf olsa da tekelleşme olmayacaktır.

Adil Düzen işletmelerinde temel varsayım serbest rekabetin yürütülmesidir. Zaruri sınırlamalar yapılmakta ama bir yol bulunup hayrda yarış sağlanmaktadır. Bizimle tartışanlar bu varsayımımıza aykırı bir kural bulmalıdırlar. Adil Düzen anayasasında bunun tamamı çözülmüştür sanıyoruz.

 

Öz Türkçe ile:

“Sonra bir aracı kendine uydurdu.”

Kuran kelimeleri ile:

“Sonra bir sebebi itba etti.”

ÇümMa itTaBaGa SaBaBan

ثُمَّ أَتْبَعَ سَبَبًا

***


حَتَّى إِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ
XatTAV EiÜAv BaLAĞa  bAYNA ESsADDEYnİ
“Hatta iki sed beynine baliğ olunca”

سَدّ “engel, baraj” demektir, رَدْم ile سَدّ arasındaki fark şudur: سَدّ de arada hiç geçiş yoktur, رَدْم de ise arada geçiş yapılan yerler vardır. س mekanda diziyi, د duvarı ifade eder.    Çinliler tarafından yapılan Çin seddi 2000 senede tamamlanmıştır.  Uzunluğu 6000 kilometreden fazladır, yüksekliği 3 metre kadardır. İki kenarında çift duvar vardır. Aralarında gidilip gelinmektedir.


السَّدَّيْنِ kelimesi marifedir. Böyle bir sed başka bir yerde mevcut değildir. Bu sed de o zaman bilinmektedir.

            “İki sed arasına vardığında” tabiri ile seddin arasına varmıştır. Yani duvarın üzerindedir.  İskender'in tarihi hayatı ile buradaki Zulkarneyn'in tarihi hayatı paralellik göstermemektedir. Dr. Mete Firidin bu iki seddin Çin seddi olmadığını iddia etmektedir. İskender'in tarihi belgeleri yeniden ele alınıp incelenirse bu seddin Çin seddi olup olmadığı üzerinde daha çok bilgi edinilir. Pek çok hareketleri anlatıldığı halde sefere nerden başlamış, nerelere gitmiş, hangi sıra ile takip etmiş ve savaşları nasıl finanse etmiş, bu hususta fazla bilgiye sahip olmadığım için ben sadece Kuran'ın metnini değerlendiriyorum. بَيْنَ de marifedir.
            Başka bir varsayımla da Çinliler iki sed yaptılar. Biri kuzeyde, biri güneyde. Dağlık yerde bu sedler işe yaradı ancak bu iki sed arasında düzlük vardır. Bu düzlük üzerinde yaptıkları seddi saldırganlar yıkıyorlardı. Çinliler burada Zulkarneyn’den saldırganların yıkamayacakları bir sed yapmasını istediler. Bu yer seddi yıkılamaz hale getirmiş olabilir. 10 metre genişliğindeki iki duvar arasında çelikten bir duvar yapmıştır. O zamana kadar demir bilinmektedir ama çelik bilinmemiş olabilir. Burada marife olan duvardır. Çin'in kuzey ve güney duvarları vardır.

وَجَدَ مِنْ دُونِهِمَا
VaCaDa MiN DUvNıHiMAv
“İkisinin  dununda vecd etti.”

Buradaki دُون dan maksat içinde yani duvarın iç tarafında anlamındadır. Yani onların çevirdiği alanda denmektedir. بَيْنَهُمَا demiyor çünkü ikisi arasında değildir. Böyle bir durumda kullanılacak en uygun kelime دُونِهِمَا olur.

قَوْمًا

QAVMan(FaGLaN)

“Bir kavmi”

Mağripte Sami ırkını, maşrıkta Hami ırkını, burada da Yafes ırkının bir kolunu bulmuştur. قَوْمًا Nekredir çünkü ayrı ayrı kavimlerdir. Bunlar Arapça bilmiyorlar, Latince de bilmiyorlar. قَوْمًا kelimesinin nekre gelmesi diğer hiçbir dili bilmiyorlar demektir. Yoksa dilleri yoktur demek değildir. Sami ırkı ve Hami ırkı birbirine karışmışlardı. Halk içinde iki dili birden konuşanlar vardır. Oysa Çinliler bunlarla karışmamışlar ve bunların dillerinden habersizdiler.

Şöyle diyebiliriz. Dünyada iki dil vardır. Harfi tarif kullanan ve erkek dişiyi ayıran diller, bir de harfi tarifli olmayan ve cinsiyeti ayırmayan diller. Biri batı dilleridir. Diğeri doğu dilleridir. Bunlarda erkeklik dişilik yoktur. Harfi tarif yoktur.
Kendi dillerinden başka hiçbir dili bilmiyorlardı deniyor. Yoksa bundan sonra قَالُوا (Dediler) kelimesi gelmezdi.


لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلًا (93)
LAv YaKAvDUvNa YaFQaHUvNa QAVLan. (LAv YAFGaKUvNa FaGLan )
"Neredeyse kavli fıkhetmiyorlardı."

Kendi içlerinde tercüman yoktu. Tercümanlar yabancı idiler. Kapalı topluluk idiler. İki türlü topluluk vardır. Biri kendi uygarlığını üstün görür, başka ulusların dillerini öğrenemez.  Bugün Avrupalılar böyledir. Dün de Müslümanlar da öyleydi. Adil Düzen ile ilgili pek çok kitap yazılmıştır. Muasır medeniyetin fevkindedir. Türkler batı dillerine çevirmişlerdir ama hiçbir batılı kendi diline çevirmemiştir çünkü onlara göre kendilerinden başka uygar devlet yoktur. Eski dillerden çeviri yaparlar.

Çin halkı dünyayı fethe çalışmaz. Kendi ülkelerinde kendi uygarlıklarını geliştirdiler. Bugün Çin sosyalist olmuştur. Yönetim Çinlileri Batılılaştırmıştır. Halkın ne olduğunu bilemiyoruz. Kore'den, Japonya'dan gelen turist sayısı Çin'den gelenden çoktur.  Çinlilerin dünyadaki öğrenci sayısı nedir, acaba bilebilir miyiz?

 

YORUM
            İskender veya başkası dünyayı dolaşırken onlarla savaşarak dolaşmaktadır. Güçlü ordusu vardır ama gelip geçtikleri yerde zulüm yapmadıkları için halk ve yöneticiler gelip geçmelerine izin vermektedir. Geçimlerini onlara verdikleri hizmetlerle sağlamaktadırlar. Bugünkü Türklerin Avrupa'ya gidişleri silah zoru ile değil, onlara verdikleri hizmet nedeni ile oradadırlar. İskender'in ordusuna yolda yabancılar katılmaktadır. Sonra ayrılmaktadır. Orduda tercümanlar vardır. Şimdi Kuran'ın anlattıkları ile tarihin anlattıkları birbirine benzemiyor. Ne var ki bunlar tarih değil sonradan uydurulan efsanelerdir.

Mustafa Kemal zamanında asılan insan sayısı çok azdır ve bunlar da Mustafa Kemal'in kendi kararı değildir ama Mustafa Kemal Müslümanlar arasında büyük katildir. Erdoğan diktatördür.  Belki onun adına cinayetler yapılmaktadır ama o bunun canisi değildir. İskender adına çıkan çapulcular her türlü kötülüğü yapmış olabilirler.

            Kuran burada bize aynı zamanda tarihin bu yanlış uygulamalarını da bildirmektedir. Biz kanaatimizde ısrar ediyoruz. Zülkarneyn İskender’dir ve de o sed Çin Seddi’dir. Tarihin seyrini değiştiren birisinin Kuran'da bahsedilmemiş ve tarihin bugün bile yapılamayan seddinin Kuran'da yer almamış olduğunu iddia etmek bizim Kuran anlayışımıza aykırıdır.
            Gelecekte devletlerin sınırlarında askerler oluşacak. Resmi olmayan giriş ve çıkışlar imkansız olacak. Kapılardan ise herkes girip çıkabilecektir. Kıyas yoluyla illerin ve bucakların da sedlerle çevrilmiş olmasını hükme bağlayabiliriz. Duvarlar güvenliği sağlayacaktır. Bunlar betondan bloklar olacak, üstünde 10 metrelik genişlik olacak, burası aydınlanacak. Burada devre tutulacak. Buralardan gözetlenecek. Yalnız karalar değil gökler de gözetlenecek. Dolayısıyla dışarıdan gelen uçak veya füze burada yere indirilecek. Gelecekte havada savunma sedleri de olacak.


Öz Türkçe ile:

"İki bend arasına vardığında onların yanında neredeyse söz söyleyemeyen bir ulus buldu."

Kuran kelimeleri ile:

"İki sed beynine baliğ olunca onların dununda neredeyse bir kavli fıkhedemez bir kavim vecd etti."


XatTAv EiÜAv BaLaĞa BaYNa elSadDaYnı VaCaDa  MiN DUvNıHiMAv QAVMan LAv YaKAVDUvNa YAFQaHUvNa QaVLan,
حَتَّى إِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِنْ دُونِهِمَا قَوْمًا لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلًا (93)
***
قَالُوا يَاذَا الْقَرْنَيْنِ

QAvLUv LAv YaFQaHUvNa QaVLan (FaGaLUv YAv Üa eLFAGLAYNı)

“Ey iki karnlı diye kavl ettiler”

Bir taraftan “söz fıkhetmiyorlardı” diyor, diğer taraftan “lafı kavlettiler” diyor. Bunun anlamı başka dilleri bilmiyorlardı demektir. İskender onlarla tercüman aracılığı ile konuşmuştur. Burada tercümanlar yoluyla anlaşma geçerlidir. Tercümede de herkesin kendi dili kendisi için geçerlidir. Burada onlar kavlediyorlar. Bunun anlamı şudur ki yarın ihtilaf olursa Çince ifadeler geçerli olacaktır. Biz Rusya ile anlaşma yaptığımız zaman bu metin Rusça ve Türkçe yazılacak. İlerde dava konusu olduğu zaman mahkemede geçerli metin her davalı için kendi metni olacaktır. Kuran için bile hüküm budur. Kuran'ı herkes kendisi anlayacak ve kendi anladığı şekliyle ilzam olunacaktır.  Bundan dolayıdır ki Kuran bin dile çevrilmelidir. Bin dil üniversitesi kurulmalı, her kavim kendi dili ile ilzam olunmalıdır. Kişi Kuran'ı kendi anladığı şekilde ilzam olunmalı. Tercüman bizden olmasa da metin geçerlidir. Onların dilinde yazılan ve onlarca kabul edilen metin tercümeden başkası olsa da geçerlidir.


إِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ

İnNa YaECUvCa Va MaECUvCa (EinNa YaFGaLUNa Va MaFGaLUvNa)

“Yecüc ve Mecüc”

Çin seddi Çin'in kuzeyinde bulunan kavimlerin istilasından korunmak için kurulmuştur. Uygarlık ekvatora yakın sıcak yerlerde doğmuştur. Daha az çalışarak yaşama imkânı olduğu için artan zamanı uygarlaşmada kullanmışlardır. Bunun yanında halk refah içinde olduğu için de dayanıklı savaşçı değildi. Oysa kuzeyde soğukta yaşayanlar çok dayanıklı ve savaşçı bir halk idi. Kuzeydeki Moğollar güneydeki Çin'e, kuzeydeki Slavlar güneydeki Hint’e, kuzeydeki Germenler güneydeki Latinler’e saldırıp yağmalardı. Orta iklim yeteri kadar sıcak olmadığı için refah yoktu. Yeteri kadar soğuk olmadığı için de savaşçı halk yoktu.  Teknolojinin oluşmasından sonra orta kuşak soğuk kuşağa da sıcak kuşağa da hakim oldu. Böylece orta kuşak hakimiyeti başladı. İşte İskender budur. Uygarlığın sağladığı güç ile İskender dünyayı dolaşabildi.

Seddin arkasında yani kuzeyde iki kavim vardı. Bunlardan biri Moğollardı, diğeri de Yakutlar idi. Yakutlar Türklerin atasıdır. Moğollar da bugün Moğol olarak yaşamaktadırlar. Bunlar kardeş kavimlerdi. Dilleri yarı hece dilidir. Çincede her kelime tek heceden oluşur ve hecelerin birleşmesinden cümle oluşur. Arapça ise harf dilidir, ses dilidir. Seslere özel bir şekilde düzenlenir. Avrupa dilleri de böyledir. Türkçede ise kökler ve ekler vardır. Kökler ve ekler tek hecedir ancak Çince'den farklı olarak kökler ve ekler birleşerek çok heceli kelimeler oluştururlar. Örnek olarak “iki” kelimesinin aslı ek ile li’nin birleşmesinden oluşmuş iki heceli bir kelimedir. Sonraları L harfi düşmüş ve “eki” olmuştur. Bazı lehçelerde hala “eki” şeklinde söylerler. Sonra da E harfi İ harfine dönüşmüştür.

Türkçede “eciş bücüş” denir. Gürcücede “bücüc” beceriksiz anlamındadır. Yunanlılar Gog Magog demektedirler bunlara. C harfi onlarda olmadığı için G’ye çevirmişlerdir.
ج toplanmayı ifade eder. Bunlar son derece birbirine bağlı, askeri disipline sahip topluluklardır. Hunlar, Moğollar, Tatarlar büyük imparatorluk kurmuşlardır.
Çin'e sürekli olarak saldırmaktadırlar. Çinliler o uzun seddi onlardan korunmak için inşa etmişlerdir. Düzlük yerde ise bir türlü başarılı olamamışlardır. İskender onlara demir teknolojisinde çelik yapmayı öğretmiştir.


مُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ

MuFSiDUvNa Fıy eLEaRWı (YuFGıLUvNa Fıy eLEaRWı)

“Arzda müfsid idiler”

Buradaki الْأَرْضِ Çin ülkesidir. Çin ülkesine saldırıyor ve orasını yağmalıyorlardı. Çinlilerin savunma amacıyla sedde ihtiyaçları vardı. “Visad” yıkılmış uzanmış ağaç parçasıdır. “Yastık” anlamında kullanılmaya başlanmış ve bu “yıkılmış” anlamından و’ın ف ye dönüşmesiyle “bozulmuş” anlamı kazanmıştır.

            ف ayırmayı, س mekânda diziyi, د çevreyi ifade eder. Kurulmuş bir düzeni parçalamak fesattır. Fesat ve fitne kelimeleri kullanılır. Fesat bölme şeklindedir, fitne ise çözme yani ilişkileri zayıflatma ve koparma şeklindedir. Katılarda sıkı bağ vardır. Sıvılarda ise bağlar kopmamıştır ama zayıflamıştır. Gazlarda ise bağlar kopmuştur. Topluluklar da sağlam yapıdadır, bağlar kuvvetlidir. Fitnede gevşemiştir, fesadda kopmuştur.
Yakutlar ve Moğollar Çin'e giriyor ve yağmalayıp çıkmıyorlar, orada yerleşip kalıyor ve Çin’i yönetiyorlardı. Çinliler arasına fesat sokuyor onları dağıtıyorlardır. Çinliler o uzun görkemli seddi bu şekilde yaptılar. Mısır’da ehramlar, Çin’de setler belki tarihin harikalarıdır. Buna üçüncü olarak Babil Kulesi’ni, dördüncü olarak Ayasofya’yı, beşinci olarak Taç Mahal’i, altıncı olarak Eyfel Kulesi’ni ekleyebilirsiniz.

فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجًا

Fa HaL  NaVGaL  LaKa PaRCan (Fa HaL NaFGaL LaKa FaGLan)

“Sana harc ca’l edelim mi?”

خُرُوج, خَرْج duvarın dışına sürülen harçtır. Sonra ‘dışarı’ anlamı kazanmıştır. Mastar olarak ‘dışarı çıkmak’ demektir. إِخْرَاج ise ‘çıkarmak, kusmak’ demektir.

أَخْرَجَ “Çıkardı” demektir. Bir şeyi bir yerden çıkarmaktır.

اسْتَخْرَجَ “Denizden, topraktan, kutudan bir şeyi çıkardı” anlamındadır.

Götürü olarak verilen ücrettir. Bu işi bize yap, sana şu kadar bedel verelim demektir. Parça parça yapılan işe ödenen bedel خَرْج değildir.  İki çeşit ihale vardır. Birinde ham madde de senin olur, işçilik de yaparsın. Diğerinde ise ham maddeyi onlar verirler, sen sadece işçilik yaparsın. ‘Harcını vereceğiz’ demek ‘Malzemeyi vereceğiz’ demektir. Hatta işçiliği de biz yapacağız, biz senden yalnız teknolojiyi istiyoruz demektir. O halde sadece bilgiye karşı ücret alınabilir.

Bir işi organize etmek için bilgiyi kullanan kişi ücret istihkak eder. Ancak bilgiyi satamaz. “Bunu ben öğrettim size, ben olmadan kullansanız da bana hakkımı vereceksiniz” diyemez. O “haraç”tır. Yapılan işten organize ettiği zaman aldığı şey ise harc’dır. Haraç ancak savaşta mağlup olanlardan alınır. Savaş dışı kölelik olmadığı gibi haraç da yoktur. Harç ise meşrudur.

Demir filizinden demir elde etmek için kömürler kızdırılır. Kömür filizinden oksijen kopar ve ayrılır. Demir ısıtıldığı zaman yumuşar. Tav dediğimiz belli süre ile soğutma ile kristalleşir ve sertleşerek çelik olur. Ayrıca belli maddeleri katarak değişik sertlikte demir elde edilir. İskender bu teknolojiyi bilmektedir. İskender’in teknik bilgisi Aristo öğretilerinden doğar.

Yunanistan’da safsatacılar vardı. “Gördüklerimiz bir rüyadır, gerçekte böyle bir şey yoktur.” diyorlardı. Diğerleri de “Onlar gerçek olsa bile bizim gördüklerimiz gördüğümüz gibi değildir.” diyorlardı. Bugün nasıl dünya ateizmle dolmuşsa, o gün de safsatacılarla dolmuştu. Socrates (Sokrat) bunlara karşı Atina’da bir okul kurdu. “Kâinatın varlığı gerçektir, bizim ilmimiz de haktır.” dedi. Sonunda onu zehirleyerek öldürdüler. Onun öğrencisi Eflatun (Platon) felsefe ekolünü kurdu, insanın düşünme tekniğini geliştirdi. Onun talebesi Aristo Makedonyalı idi ve mantık ilmini kurdu, müspet ilmin ilkelerini koydu. İskender onun tarafından yetiştirildi, teknolojiyi öğrendi. Babası Filip ise güçlü bir ordu kurmuştu. İskender kral olunca teknolojiyi kullandı. Bugün nasıl ABD teknoloji üstünlüğü ile dünyanın her yerinde üsler kuruyorsa, o gün de İskender aynı şeyi yapıyordu. ABD birinci ve ikinci cihan savaşlarında saldıranlara karşı yardımcı olsun diye savaşlara katılmıştı.

NATO bunun için oluşturulmuştur. Başarılı olunamıyor.

Türkiye’de bir general çıkacak, orgeneral çıkacak, Adil Düzen’i öğrenecek. İskender olacak. Bizim dönem Sokrat dönemidir yahut Eflatun dönemidir. Aristo dönemi gelecek ve o generali eğitecek. Sonra o dünyaya savaşla değil barışla yardımcı olacaktır.

Gülen’in generalleri orduda hala vardır. Bunlar Türk Ordusu ile anlaşarak 15 Temmuz’da (2016) ülkeyi helaktan kurtardılar. Bunlardan orgeneralliğe yükselenler olacak. “Adil Düzen”i öğrenecek, Akevler’in öğrencisi olacaktır. Bediüzzaman Sokrat ise İzmir Akevler Eflatun’dur. Şimdiki İstanbul Yenibosna hareketi Aristo hareketidir. İskender bu ekolde yetişecektir. İkili ilişkiler kurmayacaklar belki ama bir asker bunu internetten takip edecektir. Kuracağı güçlü ordu ile Atina’yı işgal etmeyecek. Türkiye’yi savunacak ve dünyayı yeni teknoloji ile, Akevler’den öğrendikleri ile Adil Düzen’e götürecektir. İskender’in başlattığı hümanizm hareketini tamamlayacaktır.

عَلَى أَنْ تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ

GaLAy EaN TaCGaLa BaYNaNAv Va BaYNaHuM (GaLAv EaN TaFGaLa BaYNaNAv VeBayNaHuM)

“Onlarla bizim beynde ca’l etmen üzerine”

Yani Yakutlar ve Moğollar ile kendi aralarında yapılacaktır. İki sed zaten vardır, yeni bir sed yapılacaktır, belki de bu sed dağda yapılacaktır. Yani iki sed var, bir de Pekin civarında yüksek bir dağ var, orada sed yoktur, sarp kayalıklar var. Yakutlar ve Moğollar oraları da aşıp geliyorlar, Çinliler orada sed yapılmasını istemektedirler. Pekin’deki set olabilir bu. Çin Seddi üzerinde araştırma yapılacak, ultrasonik dalgalar içinde olan yer bulunacak. Bu ayetin yorumu o zaman daha kolay olacaktır.

سَدًّا (94)  

SadDan (FaGLan)

“Bir sed”

İki seddin dışında bir sed yapılacak, yeni bir sed yapılacaktır. Bu üçüncü sed olacaktır. Çin seddi 2000 senede tamamlanmıştır. Bu kadar uzun zaman içinde sed yapma teknolojisi değişmiştir. Önce teknolojiye bakılarak bu seddin yapım teknikleri tespit edilebilir. Karbon 14 metodu ile de yapılabilir. Harcın içinde organik maddeler vardır. İnsan kemikleri var deniyor.

O halde Kuran’ın bu kısmını açıklayabilmemiz için Çin Seddi üzerinde çalışmalar yapmalıyız. Bin Dil Üniversitesi bunu yapacaktır. Bin Dil Üniversitesi’nde yalnız bugün yaşayan diller okunmayacak, ölü diller üzerinde de durulacaktır.

İskender gittiği yerlerde okullar kurmuştur. O okulların bıraktığı yazılı kalıntılar şimdi mevcuttur. Gelecekte bütün bunlar ortaya çıkacak ve Kuran’ın mucizesi olacaktır.

 

YORUM

Kuran’da, ‘sizden iki taife birbirleri ile savaşırlarsa aralarını bulun, hakem kararlarını dinlemeyenlerle savaşın’ denmektedir. ‘Mümin’ demek hakem kararlarını yerine getirmeyenlere karşı savaşan demektir.

İskender de savunmada onlara yardım edecektir. İskender’in ünvanını duymuşlardır. Güçlü orduya sahip olduğu halde ordusunu sömürmek ve yağmalamak için değil, insanlığa yardım için kullanmaktadır.

NATO’nun bugün görevi bitmiştir. Kendisine düşman aramaktadır. Oysa NATO saldırıya uğrayanlara yardım etmelidir. Savunma silahlarını vermelidir. Hakem kararı olmadan saldıranları asla desteklememelidir.

 

Öz Türkçe ile:

 “ ‘Ey çift soylu, Yakut ve Moğol yurtta bozgunculardır. Biz sana bir karşılık versek de sen bizimle onlar arasında bir bend yapsan olmaz mı?’ dediler”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ey Zülkarneyn, Yecüc ve Mecüc arzda müfsid olacaklar. Biz sana harc ca’l etsek de sen bizimle onların beyninde sed ca’l etsen olmaz mı, diye kavlettiler.”

 

QAvLUv YAv Üav eLQaRNaYNı EinNa YaECUvCa Va MaECUvCa MuFsiDUvNa Fiy eLEaRWı FaHaL NaCGaLu LaKa PaRCan GaLAv EaTaCGaLA BaYnaNAv Va BaYNaHuM SadDan

قَالُوا يَاذَا الْقَرْنَيْنِ إِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ مُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجًا عَلَى أَنْ تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ سَدًّا (94)

 

***

 

قَالَ مَا مَكَّنِّي فِيهِ رَبِّي

QAvLa MAv MakKanNIy FIyHı RabBIy

“Rabbimin içinde bana temkin ettiği diye kavletti”

Karnlı verecekleri şeyi reddetmiyor. Onlarla pazarlığa da girişmiyor. “Ne vereceksiniz?” diyor. Onlar da “Bunu veririz”” diyorlar. O da kabul ediyor.

Burada yine ihale metodu üzerinde bir işaret vardır. Bugünkü ihalede ihale bedellerini ihale alan koymaktadır. İslâmiyet’te ise ihale bedellerini ihale eden koyar, ihale alan kabul eder.

Burada ihale bedelini kavim koyuyor, İskender ise kabul ediyor. Yani bizim anayasamızda yer alan kuralı uyguluyor. تَمْكِين “mal sahibi yapma” demektir. “Rabbim bana bu işte bunu nasip etmiş” diyor ve onların teklifini kabul ediyor.

خَيْرٌ

PaYRuN (FaGLun)

Hayr

خَيْل ‘at sürüsü’ demektir,خَيْر  ‘servet’ demektir. Nisaptan fazla mal veya gelir getiren mal anlamındadır.خَيْر  kelime olarak şerre karşılık tercih edilen şey anlamında da kullanılmıştır.

Köyümde evleri ustalar yaparlardı. Ustaya yevmiye veya götürü verilirdi. Evi yaptıranlar kendileri yardım ederler, ayrıca yemek de verirlerdi. Başka türlüsü zaten mümkün değildi.

İskender’in kendisi ve ordusunun yemesini ve içmesini kavim sağlayacaktır ve ellerinde net gelir olacaktır. Ona خَيْر  denmektedir.

خَيْر  kelimesinin manası da burada daha açık bir şekil almaktadır. İnsanlar çalışırlar ve yaşarlar. Buna ‘nafaka’ demekteyiz. Yıllık giderleri asıl ihtiyaçlardır. Bunun dışında artık emekleri olur. O artık emekleri ise servetlerini teşkil eder. Buna da خَيْر  denir.

İskender burada “Yemeği de siz vereceksiniz ve ellerinizdekiler net paydır” diyor ve kabul ediliyor.

Köyümdeki ihale usulü ile İskender’in Çin’de yaptığı usul birbirine benzemektedir. Bundan dolayıdır ki sanayileşmeden önce uygulanan tüm usuller tarihin derinliklerinde insanların deneye deneye ulaştıkları uygulamalardır. Onların bilinmesi de geleceğin uygarlığı için gereklidir.

Adil Düzen çalışanlarından her biri kendi hayatını anlatan kitaplar yazmalı ve yayınlamalıdır. Bu sayede bugünkü uygarlığı gelecek nesle aktarmış oluruz. Yaşlılar ile röportajlar yapılmalıdır. Yalnız meşhur olanların değil, her yaşlının röportajı yapılıp bilgisayara konmalıdır. Bu görev torunlara düşer. Torunlar büyük anne ve babalarının, amca ve halalarının hayatlarını ağızlarından dinleyip yazmalılar ve bilgisayara intikal ettirmelidirler. Onlara gençlikte anne ve babalarının ne işler yaptıklarını ve nasıl yaşadıklarını sormalıdırlar. Evlerinin ve giysilerinin neler olduğunu sormalıdırlar. Evliliklerini öğrenmelidirler.

Bütün bunlar çağımızın uygarlığını tespit etmeye yarayacaktır.

Gelecektekiler de günümüzü yazacaklar, bu kaynaklardan tarih oluşturacaklar.

“Adil Düzen Anayasası”nda bu hizmetleri ‘Evrak Kaydı’ genel hizmeti yapar.

فَأَعِينُونِي 

Fa EaGIyNUvNIy (Fa EaFGıLUvNIy)

“Bana iane edin”

Kuran’da عون kökü 11, عين kökü 65 defa geçmektedir. Toplam 76 (2*2*19) eder.

عون Kökünün sülasi fiil çekimi yoktur. Araplar عون kelimesini kullanmakta iseler de Kur’an’da sülasi olarak sadece عَوَانٌ kelimesi vardır. “Ne genç ne de yaşlı, ikisi arası yaşta” anlamında عَوَان deniyor ayette. Kelimenin aslı ي ile عين ‘dir. Bazı fiiller iki babdan gelebilirler. نَصَرَ يَنْصُرُ veya  عَلِمَ يَعْلَمُ şeklinde (yani 1. Babdan veya 4. Babdan) gelebilirler. Bu da öyle bir kelimedir. Birinin mastarı عَوْن diğerinin عَيْن olabilir.

“İane etmek” göstermek anlamında olur. “Beni iane yap” demek “yap göreyim” demektir. عون kökü “yardımcı olmak” anlamındadır. Bilgi vermek de yardımcı olmaktır.

“Bana yardımcı ol” demekle sorumlunun kendisi olduğunu ifade etmektedir. Malzemeyi müşteri verse de sorumlu yine taahhüt edendir. Bu çok önemli bir hükümdür. Bir kimse kendisine ev yapmak için birine iki evlik kereste verse, kereste zayi olsa, kim sorumludur?

Taahhüt eden sorumludur. Kooperatifte bu sorumluluk dayanışma ortaklığına yüklenmişti. Ambar dayanışması öder.

Kooperatif kurulmadan, gerekli mallar dayanışma ortaklığında sigortalanmadan ortaklık ekonomisi kurulamaz ve çalışamaz.

بِقُوَّةٍ

BiQuvVaTin (Bi FuGLaTin)

“Kuvvet ile”

“Kuvveti vererek bana yardım edin” diyor. Halk emeklerini verecek, İskender de bilgisini kullanacaktır. ق kuvveti, و birliği ifade eder. Kuvvet depo edilmiş enerjidir. Hareketli hale geldiğinde enerji kullanılmış olur. Kuvvet geri dönüşümlü değildir. Koparmak için bir kuvvet harcarsınız, geri gelerek tekrar güç size iade edilmez. 

Birinci kattan ikinci kata on defa birer bidon çıkarırsan mesafeyi uzatmış kuvveti azaltmış olursun. Bir defada 10 bidon çıkarırsan, mesafeyi kısaltmış kuvveti çoğaltmış olursun ama kuvvet ile yol çarpımı aynı olur. O halde, Kudret=Kuvvet*Yol ‘dur. Büyük taşı kaldırmak için büyük kuvvet gerekir. Bu sebepledir ki birçok kişi beraber olursa o işi kolay göreceklerdir.

أَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْمًا (95)

EaCGaL BaYNaKuM Va BaYNaHuM RaDMan (EaFGaL BaYNaKuM Va BaYNaHuM FaGLan)

“Sizinle onların beyninde bir redm ca’ledeyim”

رَدْم  “tıkaç” veya “tıkaç deliği”dir. Kuran’da bu kök 1defa geçmektedir, ردف 3 defa geçmektedir. Toplam 4 (2*2) eder.

“Sed yapınız” diyor ama sed iki kıyı arasında olur. Burada anlatılan ise iki dağ arası değil iki sed arasıdır. Seddin kapanmayan yeridir. Sarp kayalık olduğu için oraya sed yapamıyorlardı. İkisinin arasını kapatmak üzere bir sed yapacaktır.

ر Tekrarı, د duvarı, م ise maddeyi ifade eder.

 

YORUM

Üçüncü binyılda Kur’an uygarlığı kurulacaktır. Bu uygarlığın örgütlenmesi şöyledir: Aşiret (ocak), kabile (bucak), şa’b (il), kavm (devlet), nas(insanlık).  Ayrıca bunların birlikleri vardır. Ocaklar semtte, bucaklar ilçede, bölgeler ülkede, kıtalar insanlıkta birleşirler, ortaklık oluştururlar. İnsanlığın Mekke’de bir emiri olacaktır. Demek ki merkez bucakları vardır, taşra bucakları vardır. Merkez bucakları ile taşra bucakları arasındaki ilişkilerin hukuku Zülkarneyn’in davranışları ile tespit edilecek. İnsanlık birliği hizmet birliğini oluşturacaktır. Merkez bu hizmetleri taşralara yaparken onlardan bedelini alacaktır. Bu bedelin tahsil şekli burada anlatılmış olmaktadır.

İskender’in peygamber olup olmadığı ihtilaflıdır. Bu surede Kehf Ashabı anlatılmıştır, onlar da peygamber değildir. Benzer şekilde Hazreti Musa’nın yol arkadaşı da peygamber değildir. Bu surede anlatılanlar peygamber değildirler. Peygamber olmayan insanlar örnek olarak anlatılmaktadır. Böylece kimse “Onlar peygamberdi” diyemeyecektir.

Peygamber olmadıklarına göre onlar bu görevleri nasıl aldılar ve yaptılar?

Olaylar onları o işleri yapmaya sürükledi. Onlara da ilham geldi. Bize şimdi Kuran’dan gelen vahiy onlara peygamberlerin sünnetinden geldi, içtihat yapmadılarsa da istihsan yaptılar. Bunlar peygamber olmadıkları için her yaptıkları hatasız olmayabilir.

 

Öz Türkçe ile:  

“ ‘Yetiştiricimin bana orada verdiği en iyisidir. Bana güç olarak yardım edin, ben de sizin ile onlar arasında boşluğu kapatayım.’ dedi.”

 

Kur’an Arapçası ile:

“Rabbimin orada bana temkin ettiği hayırdır. Bana kuvvet ile iane edin, ben de sizinle onların beyninde redm ca’ledeyim diye kavletti.”قَالَ مَا مَكَّنِّي فِيهِ رَبِّي خَيْرٌ فَأَعِينُونِي بِقُوَّةٍ أَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْمًا (95)

 

 

            ***

 

 



© 2024 - Akevler