KEHF SÛRESİ - 24. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
آتُونِي زُبَرَ الْحَدِيدِ حَتَّى إِذَا سَاوَى بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ قَالَ انْفُخُوا حَتَّى إِذَا جَعَلَهُ نَارًا قَالَ آتُونِي أُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْرًا (96) فَمَا اسْطَاعُوا أَنْ يَظْهَرُوهُ وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْبًا (97) قَالَ هَذَا رَحْمَةٌ مِنْ رَبِّي فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ رَبِّي جَعَلَهُ دَكَّاءَ وَكَانَ وَعْدُ رَبِّي حَقًّا (98)
***
Bu tefsirin tamamlanması ancak Ruh-ul Kuran’ın tamamlanması ile mümkündür. Ruhu’l-Kuran’da;
1- Kıraatler alınmıştır ama seslendirilmemiştir. Araştırmacı, kıraati kulakla duymaktadır. Bunun için icazetli hafızlar onu seslendirmelidirler. Aramızda hafız olarak Mücahit Bozbey vardır. O tüm kıraatleri tamamlamalı ve on kıraatin ravisi olmalıdır. Allah’ın görevlendireceği başka hafızları da bekleyebiliriz. On hafız bu görevi yüklenebilir.
2- Ondan sonra harfler ele alınmalıdır. Nasıl kimyada periyodik cetvel varsa Kuran harflerinin de böyle mahreç cetveli vardır. Kur’an üzerinde çalışanlar bu cetveli çok iyi bilmelidirler. Kimyada nasıl atom numaraları varsa Kuran harflerinde de böyle sıra alternatif numaraları vardır. Her harf birkaç kök manaya gelir. Kimyadaki elementler gibi harflerin de element değerleri vardır. Bunlar birleşir kelime olurlar. Bu harflerin sıra ve değer manaları bilinmelidir. Bunun üzerinde Lütfi Hocaoğlu, Tayibet Erzen ve arkadaşları çalışmışlardır. Biz de örnek verdik. Bu tamamlanacaktır.
3- Kur’an’daki kökler tasnif edilmelidir. Mahreçlere göre sıralanmalıdır. İkili sistem görülebilir. İlk, orta ve son harflere göre sıralanmalı. Böylece akraba kökler Ruh-ul Kuran’da çıkmalı ve akrabalık dereceleri gösterilmelidir. Kelimeler arasındaki akrabalıklar gösterilmelidir. Bununla ilgili kaba formülü Lütfi Hocaoğlu hazırlamıştır.
Örnek olarak Hemze ile başlayan kökler aşağıda sınıflandırılmıştır.
Dikkat ederseniz kelimeler üçlü gruplara ayrılmıştır (2+1=3) ikili sistem içindedir. Bazı kökler grup içinde kalmışsa da başkaları ile üçlüyü tamamlamışlardır. Bir üçlüde ENN kök olmadığı halde tamamlamak için ENV ile eklenmiştir. Bunların kök olup olmadığı diğer harflerin tasnifiyle anlaşılacaktır. Gruplar çiftler halinde gelmiştir. 16 28 Grup sayısı çift değildir. Başka bir harfle başlayan kökün grup sayısı ile tamamlanacaktır. Reşat Erol ile bu hususta bilgisayarda daha önce çalıştık. Yeniden ele alınmalıdır.
(EPÜ EPR EPV ) (EKL EHL EYY) (ECC ECR ECL) ( EYK EYV EYM) =16
(EVH EVY EVB) (EVN EVD EMD) (EFQ EFK EFF) (EBQ EBY EBV) (EMV EMM EBB) ( EMN EML EMR ) =24
(ENM ENF ENY) (ENÇ ENS ELL) (ELV ELY ELM) (ELH ELF ELD) (ERK ERB ERM ) ( ERB ENN ENV) =24
(EÇÇ EÇR EÇL) ( ESF ESR ESS ) (ESN ESV ESY) (EŞR EÖR EÖL) (EZF EZZ EZR) ( EÜN EÜY EÇM) ( EDD EDM EDY)=28
Bundan sonra sarf üzerinde çalışma yapılmalıdır. Ruhul Kuran’da bu tamamlanmalıdır. Nahiv üzerine geçilmelidir. Meani, beyan, bedi ve mantık ilimleri ile tamamlanmalıdır. Usulü fıkıhla ders tam olmalıdır.
Tarihte meşhur olmuş Sokrat, Ebu Hanife gibi kimseler vardır. Aslında bu ekolleri onlar kurmamış onların arkadaşları kurmuşlardır. Bu çalışmaları ben değil siz ekolleştirmelisiniz. Bunu yaparsanız bu hizmet size düşmüş olur. Siz yapmazsanız Allah başkalarını getirir sonra onlar sizin gibi olmazlar.
Bu girişi niçin yaptım. Zulkarneyn آتُونِي diyor. Bunu yorumlayacağız. Bunun için آتُو kelimesinden başlamalıyız. نِي zamirinin hükmünü bilmeliyiz. İfal babının ve emir sıgasının hükümlerini bilmeliyiz. O zaman ona mana verebiliriz.
Burada müteahhit durumunda olan Zulkarneyn ihale edenlere diyor ki “bana malzeme getirin”. “Malzemeyi bana verin” diyor. Buradan hemen bazı fıkhi hükümler çıkarabiliriz.
Önce malzeme müteahhide veriliyor. Onun sorumluluğuna geçiyor. Terziye kumaş veriyorsunuz, onun sorumluluğuna giriyor. Ne var ki eline vermeyecekseniz inşaat yerine getirip koyacaksınız. O halde “elden bana verin” diyor. Çünkü sorumluluk müteahhide geçti. Artık ona o sahip çıkacaktır. Terziye verilen kumaş zayi olsa terzi sorumludur, ödemek durumundadır.
İlkel topluluklarda az sayıda insan arasında, az sayıda işler için bu kural muhasebe olmadan da uygulanıyordu. Oysa bugün bir yerde binlerce insan çalışmakta, bir o kadar da değişik malzeme el değiştirmektedir. Artık insanın bunları hafızası ile bilmesi imkânsız. Bu sebepledir ki Kuran “az olsun, çok olsun her şeyi eksiksiz yazın” diyor. Bugün artık ancak muhasebeye geçen borçlar, alacaklar ve taahhütler geçerlidir.
آتُونِي
EAvTUvNIy (EaFGıLuUvNIy)
“Bana ita ediniz”
آتُونِي ifadesinin bugünkü manası “duvar işinin imalatını bana verin” demektir. Bu zorunlu olduğu için tekel merkezi yönetimler doğmuştur. Sosyalizm ve kapitalizm ortaya çıkmıştır. Bu sebepledir ki biz kapitalistleri veya sosyalistleri kötülemiyoruz. Onlar sayesinde bugünkü uygarlık doğdu. Şimdi biz Adil Düzen’i kuruyoruz. Ortaklık muhasebesini kuruyoruz. Buآتُونِي ifadesinin hükümlerini uygulanabilir hale getirmek için semt kooperatifleri kuruyoruz. Kooperatiflerin ortak ambarları var. Malzeme oraya konuyor. Onu kullanmaya yetkili olanlar o malzemeyi ambara koyanlardır. Onu kullanan ise ambara malzemeyi koyanların devir senedi ile devrettikleri müteahhitlerdir.
Demirel’e göre Kuran’da iki yüz kadar ayet vardır. O ayetleri okumazsanız İslamiyet’i yaşarsınız. Sermaye de sömürüsüne devam eder. Oysa Kuran’ın her harfi ciltleri dolduracak hükümler içerir. Biz Kuran’ı yorumlayarak Akevler’i kurmaya çalıştık, Adil Düzen budur.
زُبَرَ الْحَدِيدِ
ZuBaRa eLXaDIdDı
“Hadidin zuberini”
“Zebra” derisi çizgili yaban eşeğidir. Sonra kuyu etrafını taşla örmeye de “zebr” denmiştir. Tablet anlamına da gelir. Kuran’da زبر 11, زفر 3 defa geçmektedir. Toplam 14 (2*7) eder.
ز zamanda diziyi, ب geçişi, ر tekrarı ifade eder. Kuran’da زَبُور Kuran gibi Davut’a verilen kitabın adıdır. Ayrıca kitap gibi, Furkan gibi ilahi kitapların ismidir. زُبُر bizim bugün kullandığımız muhasebe defterlerinin adıdır. Kuran bu anlamda kullanmaktadır. “Demirin filizini getirin” diyor.
Size baştan bu kıssayı anlatmaya başladığımda buradaki Zulkarneyn bana göre İskender’dir demiştim. Dr. Mete Firidin’e göre Naram-Sin’dir. Ona göre bu sed, Çin Seddi yerine Irak’taki bir seddir. Bu husus ilerleyen ayetlerde belli olacak demiştim. Bu ayete kadar Naram-Sin olup olmadığı kesin olarak anlaşılmamıştı. Bu ayet kesin olarak Naram-Sin olmadığını belirtti. Naram-Sin İsa’dan önce 2218’de ölmüştür. Oysa Demir Hititler tarafından M.Ö 1200 yıllarında bulunmuş, Davut Peygamber zamanında yaygınlaşmıştı. Oysa demir filizini bilenler Zulkarneyn ve Asya halkıdır. Bu da ancak M.Ö 500 tarihlerinde mümkün olmuştur. “Bana demir filizini verin.” diyor. Sonra “körükleyin” diyor. Bu İskender’dir.
حَدِيد demir demektir, sınırlara konan taş demektir. Sonra sınır anlamı kazanmıştır. Demire ad olmuştur.
Demir (Hadid), periyodik tabloda 4. satırda ve sekizinci sırada yer alan bir elementtir. حَدِيد kelimesini oluşturan harflerin ebced değerleri ise şöyledir; ح 8, د 4’tür. Toplam 26 (8+4+4+10) eder. (10 ي harfinin ebced değeridir. Bu kelimenin vezninin فَعِيل olduğu hatırlanmalıdır.)
26 sayısı Demir elementinin periyodik tablodaki yerini gösterir. Hacer (taş) ile beraber kullanılır. Hacer birleşik maddedir. Hadid ise basit maddedir. Demir’in başka bir özelliği de diğer elementler birleşseler de ayrılsalar da enerji verirler veya alırlar sonunda Demir’e dönerler. Nasıl bütün sular en aşağıya doğru kayıyorsa elementler de Demir’e doğru kayarlar.
Demir filizi demir oksitten ibarettir. Kömürle beraber ısıtıldığı zaman kömür demirin oksijenini alır ve demir oksidi demir haline döndürür.
حَتَّى إِذَا سَاوَى بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ
XatTAy EiÜAv SAvVAy BaYNa elÖaDaFaYNı
“İki sedefin beynine seviyelenene dek”
İki duvar arası doluncaya kadar deniyor. سَدَّيْنَ kelimesinden kasıt seddin iki duvarı değildir, ona صَدَف denmektedir. سَدّ ise ikisi birden yükselen duvardır. İki sed arası demek iki duvar varmış ama iki duvar arasında bir geçit boşluk varmış anlamındadır. حَتَّى إِذَا oluncaya kadar anlamındadır. “Sabah oluncaya kadar uyuma” dediğimiz zaman حَتَّى إِذَا بَلَغْتَ الصُّبْحَ لَا تَنَمْ demiş oluruz. “Bana o kadar demir filizi getirin ki onu doldurduğunuzda iki sedef arası ile seviyelensin” demek istemiştir. Aslında burada da duvar vardır. Sadece bu duvarı deliyor ve aşıyorlardı. Böyle olsa bile İskender duvar yıkıntılarını temizleyeceğini, iki yüzün duvarını yapacağını, ortasına demir filizi koyacağını söylemektedir. Bunları Kuran atlamış sadece “doluncaya kadar bana hadidin züberini getirin” denmiştir.
Kuran’da سوي 83, سوء 167 defa geçmekledir. Toplam 250(2*5*5*5) eder.
س mekânda diziyi, و birliği, ي de kolaylığı ifade eder. İki kişinin bulunduğu yerin arasına denir. Seviye anlamını taşımaktadır. Sed yapımında şimdi kalıplar yapılır. İki kalıbın arası betonla doldurulur. Dayanıklı olunması isteniyorsa taş duvar yapılır. İki yüz toprak veya tuğla duvarla doldurulur. Demir duvar örüldükten sonra kalıp sökülüp gider. Sadef o zaman kalıp demektir yahut yüzey duvardır. Bunun için صَدَف kelimesini incelememiz gerekmektedir.
صدف “iki yaka” demektir. Vadinin iki yakası, dağın iki yamacı elbisenin iki yakası vardır. “Sadef” elbise yakasının birleştiği yerdir. Tesadüf etme demek iki şeyin birbirinin yakası haline gelmesi demektir.
Seddin iki duvarı da sadeftir. Kalıptan çok duvar anlamındadır. Duvar örülür. İç yüzü toprakla sıvanır. Araları demir filiziyle doldurulursa ve kömürle karıştırılıp kızdırılırsa demir oluşmaktadır.
Vücudumuzu kaplayan derinin de böyle durumları vardır. Dış deri, iç deri ve orta deri. Dış deri, dış etkilere dayanacak şekilde var edilmiştir. İç deri, içe dayanacak şekilde var edilmiştir. Orta derinin fonksiyonunu icra eden hücreler vardır. İnsan vücudu da böyledir. Dış derimiz vardır. Bir de mide ve bağırsaklarımız vardır. Bir de orta deriden oluşmuş organlarımız vardır.
Kuran’da صدف 5, شتو 1 defa geçmektedir. Toplam 6(2*3) eder.
صلصل ile سلل iki akraba köktür. Her ikisi de mekanda diziyi ifade eder.
Hücrenin yapısında iki çeşit dizi vardır. Biri kendi kendini çoğaltan salsal denen dizidir. Diğeri ise bu kendiliğinden çoğalan moleküller tarafından çoğaltılan moleküller vardır. Bunların her ikisi de mekânda diziyi oluştururlar. Başkaları tarafından çoğaltılan س ile kendi kendine çoğalan ise ص ile remz edilir. ص ile س arasındaki farkı böyle belirlemek gerekir. س hizmet eden dizileri ص ise sabreden, dayanan dizileri ifade eder, savunma ve iş yapma böyledir.
Duvarlar savunan gruplardır.
قَالَ انْفُخُوا
QAvLa uNFuPUv (FGaLa YfGuLUv)
“Nefh edin diye kavletti.”
Kuran kıraatinde geri alıp okuma vardır. حَتَّى إِذَا سَاوَى بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ yukarıdaki cümleye bağlıdır. Aynı zamanda bu cümleye de bağlıdır. Yani bu cümle okunurken iki defa okunacaktır “İki sedef arasına seviyelenince nefh edin dedi” manasındadır. Bana iki yaka doluncaya kadar malzeme getirin iki yaka dolunca da nefh edin şeklinde ifade edilecektir. Bundan sonraki cümle böyle ikili okunması gereken cümledir.
نفخ “Körük” demektir. Kâğıdı veya yaprağı salladığınızda rüzgar meydana gelir. Buna نَفْخ denmiştir. Ağızla üflemek نَفَخ dir. Körük teknolojisi şöyledir. Deri altına daireler şeklinde kesikli dış daireler ikişer ikişer bağlanır. İç dairelere de birleştirilmiş deri bağlanır, dış tarafı tahta ile kaplanır. Tahtalara gözeler açılır buna körük denir. Körükler dışa doğru çekilince içine hava dolar sonra sıkınca kapanır havayı dışarıya bırakmaz. Böylece peş peşe hava üflenir. ن genelliği, ف mafsalı ve خ bozulmayı ifade eder.
Atmosferin beşte dördü azot beşte biri oksijendir. Çok az miktarda karbon (kömür) çok çok az miktarda başka maddeler de vardır. Azot dayanıklıdır, yanmaz ve yakmaz. Oksijen yakar. Kediliğinden yanan ateşlerde ısı fazla yükselmez. Eğer hava üflenerek yakılırsa sıcaklık çok yükselir. Belli sıcaklığa gelince kömür demirdeki oksijeni koparır. Böylece demir açığa çıkar. Demirin dışındaki madencilik Mezopotamya’da ve Mısır’da bilinenler idi. Demir madeninin işlemesi İbranilerle dünyaya yayıldı.
Demek ki körük teknolojisini bildirmektedir. Köylerimizde de demircilik bu teknoloji ile yapılmakta idi. Şimdi pervaneli üfleyiciler vardır.
حَتَّى إِذَا جَعَلَهُ نَارًا
XatTAy İÜAv CaGaLaHUv NAvRan (XatTay EiÜAv FaGaLaHUv FaGaLan)
“Onu nar ca’l edinceye dek”
Önce ateş yakıyor ateşle taşları ısıtıyor. Taşlar kızarıyor. Kızarmış hale ateş deniyor. Yani ateş alevi nar’dır, nur değildir. Kızarmış halde olan her şey ateştir. Kızarma denir. Nasıl olmaktadır?
Atomların çevresinde elektronların dolaştığı yörüngeler vardır. Bu yörüngeler sayılıdır. En içte bir yörünge vardır. Bir veya iki elektron dolanır. Bir olursa Hidrojen olur, iki olursa Helyum olur. Sonra birbirine dik üç yörünge vardır. Her yörüngede bir veya iki elektron dolanır. Böylece sekizli sistem oluşur. İkisi de elektrik yükü bakımından dengededir. Mıknatıslık bakımından dengede değildir. Dolayısıyla başka elementlerle kimyasal birlik oluştururlar. Sekizlidir iki mıknatıs dengelediği için element doymuş elementtir, asal gaz oluşturur. Ayrı iki elektron vardır. Böyle devam eder. Periyodik cetvel böyle oluşur. Elektronlar iç yörüngelerden dış yörüngeye sıçrarlar. Az ısıttığınız zaman en dış yörünge ile ondan sonra içe gelen yörüngede sıçrama olur, çok ısıtınca daha iç yörüngelerden sıçrama olur. Elektronlar böylece daha değişik dalgalı ışık neşrederler. Bu esnada eğer kömürle karıştırılırsa kömür onların oksijenini alır ve demir oksijensiz kalır.
Eskiden demir ocaklarında bir sıra taş, bir sıra kömür koyarlardı. Kömür önce ısınır sonra da oksijeni koparılırdı. Bugün bu teknoloji hala devam etmektedir. Isıtma elektrikle yapılabilmektedir. İskender’in teknolojisi farklı. Önce ısıtıyor, odunu taşla ısıtıyor. Taşlar bozulmadan kızarıyor. Sonra üstüne katran döküyor. Katran taşların yüzeyindeki filizleri demirleştiriyor. Taşları demirle kaplıyor. Bugün madencilikte bu sıvama tekniği çok önemlidir. Sonunda demir taşları birbirine bağlıyor. Set döküm demirden oluştuğu için onu delmek mümkün olmuyor.
قَالَ آتُونِي
QAvLa EAvTUvNIy (FaGALa EFGıLUvNIy)
“Bana ita edin diye kavletti.”
حَتَّى ile başlayan cümle iki defa okunacaktır. Kitapta yoktur ama kıraatte vardır. Yani ‘kızarıncaya kadar ufalayın, kızarınca da bana قِطْر getirin’ demektir. Burada قِطْر kelimesi de hazfedilmiş sonraya alınmıştır. آتُونِي müteaddi fiil olmasaydı قِطْر gelmezdi ama آتُونِي fiili müteaddi olduğu için bir şey silinmiştir. O da sonra قِطْر olmalıdır.
Arapçayı Kuran okuyarak öğrenmelisiniz. Örnek olarak sarf okunacaksınız. Baştan başlayıp Kuran’ın kalıplarını bula bula hat edecekseniz. Ruhul Kuran’dan yararlanmalısınız ama kendiniz yazacaksınız mesela Fatiha’yı Bi FıGLLielLAHi el FaGLaNı eL FaGIyL diye gideceksiniz.
Böyle hat ettikten sonra Kuran sahnelerle anlatılmalıdır. Baştan sonuna kadar Türkçe metinli resimlerle sona ermelidir. Örnek olarak Çin halkı var, İskender askerleri ile onlarla pazarlık yapıyor. İki Çin seddi gösteriliyor sonra Yecüc ve Mecüc halkı gösteriliyor. Sonra bunlar Çin Seddi’ni yıkıp geçiyorlar. Çinlilerin cümlesini bu şekilde söylüyor. Kur’an bir de böyle okunmalıdır. Ondan sonra artık Türkçe değil sadece Arapça Kuran olarak o sahneler tekrar etmelidir. İşte böylece Kuran dili ana dil olur. Ben size geleceğin yıllarını anlatıyorum. Belki de bunların bir kısmı üçüncü bin yılda böyle olacaktır.
أُفْرِغْ عَلَيْهِ
EaFRiĞ GaLaYHi (EaFGiL GaLaYHi)
“Onun üzerine ifrağ ederim”
Buradaki fiilin meczum olması bu cümlenin şartın cevabı olduğunu ifade eder. Şartlı önermeleri böyle yaparsınız. إِنْ تَأْتُوا أَكْرِمْكُمْ şart cümlesidir. “Gelirseniz ikram ederim” demektir. İkrar için gelen şarttır ama olmasına mani değildir. Zammeli (أُفْرِغُ) söylerseniz “sen yapsan da yapmasan da ben yapacağım” demektir ama sükunlu (أُفْرِغْ) söylerseniz “sizin yapmanız şartı ile ben yaparım” demektir. Burada müteahhit malzemenin[te1] temininin iş sahibine ait olduğunu beyan ediyor. Roma’da mukavale örnekleri vardı, muamele yaparken onunla yapmak zorunda idiler. Kuran bunu kaldırdı, sözleşme serbestliği getirdi. Batılılar bunu büyük kavga sonunda kabul ettiler. Kuran zorlamamaktadır. Örnek mukavele tiplerini koymaktadır. Yani Adil Düzen’de Roma’da olduğu gibi örnek mukavele tipleri vardır ama zorunlu değildir. İsteyen her zaman değiştirebilir. İstediği mukavele tipini kullanabilir.
قِطْرًا
QıORan (FıGLan)
“Kıtrı”
قطر “damla” demektir. قُطُر çaptır. Durup dururken moleküller yerlerini değiştirmez ama çekim altında kalınca akar. Buna lüzuci (amorf) maddeler denir. Cam böyle bir maddedir. Kar böyle bir maddedir. Tefsirler bunu erimiş bakır olarak adlandırıyorlar. Bu tamamen yanlıştır. Bu katı olmayan akıcı katrandır. Sıcak taşların üstüne dökülünce doğrudan filizle temas eder ve oksijenini alır. Fazla kızarmasına da gerek kalmaz. Nikele, gümüşe kaplamalar yapılmaktadır. Bunun tekniği buna göre geliştirilir.
YORUM
İskender Asya ülkelerinde dolaşmakta, fiilen Grek Aristo’dan öğrendiği uygarlığı anlatmaktadır. Bizim buradan anlayacağımız ders şudur. Bir ekip kurmalıyız. Örnek olarak ahşap ev imalatı ekibi. Bir hangar yapacağız, 2000 metre kare olacak. Makineleri yerleştireceğiz. Tomruk girecek, ahşap ev ve/veya sera çıkacak. Gülen’in okulları bizim bu faaliyetimizi dünyaya duyuracak. Gittikleri yerdeki insanlar bize “ahşap ev üreten fabrika kurun” diyecek. “Malzemeyi siz alacaksınız” diyecek. Onlar malzemeyi Sermaye’den alacaklar. Sermaye’nin hoşuna gideceği için bizimle uğraşamayacak. Hatta üretilen evleri de Sermaye pazarlayacak. Bizim diğer işletmelerden farkımız, biz yalnız işçilik yapacağız ve ücretimizi biz koyacağız. Sermaye ile diyalog içinde olacağız, o da devletlerle diyalog içinde olacak ama onlara muhtaç olmayacağız. Çıkar paralelliği içinde iş yapacağız. İskender burada ısrarla “malzemeyi siz temin edeceksiniz” diyor. Ben inanmış işletmecilere malzemeli sipariş almayın sadece işçilik alın diye ısrar ettiğim halde Osman Aydın ve Hüseyin Bağdatlı önce benimsedikleri halde sonra unutmaktadırlar. Tekrar ediyorum. Tarım işletmeleri hariç diğer hiçbir Adil Düzen çalışanı cari sistemde malzemeli sipariş almayacaktır. “Hammaddeyi getir mamülü al ve götür” diyecektir. Ondan para da istemeyecektir. Faizli paraya Adil Düzen çalışanı el sürmez. Bedel olarak da mal alacaktır. Her semt malı verecek karşılığında malı alacak.
Burada istidlal edeceğimiz ikinci husus şudur; Adil Düzenciler yalnız kendi aralarında iş yapmayacaklardır. Herkesle beraber iş yapacaklardır. İnsanlıktan kopmayacaklardır. Sadece Kuran neye izin veriyorsa onu yapacaklardır. Çıkar paralelliği içinde çalışacaklardır. Kişi bizi çağırıp bizden emek alsa bile biz ondan nakit değil bir ürün almalıyız. Sermaye’nin sömürüsünü böylece def etmiş oluruz. İskender’e verdikleri herhalde altın değildi.
Öz Türkçe ile:
“İki yakası doluncaya kadar bana demir taşını verin. ‘Ateş oluncaya dek körükleyin.’ dedi. ‘Bana zift getirin onun üzerine katayım.’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“İki sedefin beynine seviyeleninceye dek bana hadidin zuberini ita edin. Onu nar ca’l edesiye dek nefh edin diye kavletti. Bana (Kıtrı) ita edin de üzerine ifrağ edeyim diye kavletti”
آتُونِي زُبَرَ الْحَدِيدِ حَتَّى إِذَا سَاوَى بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ قَالَ انْفُخُوا حَتَّى إِذَا جَعَلَهُ نَارًا قَالَ آتُونِي أُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْرًا ( (96
***
فَمَا اسْطَاعُوا أَنْ يَظْهَرُوهُ
Fa Mav iSTaOAvGUv EaN YaJHaRUvHUv (Fa Mav iSTaFGaLUv EaN YaFGaLaHUv)
“Ona zahir olmaya istita’ etmediler.”
ظهر “sırt” demektir, بطن “karın” demektir. Hayvanların sırtları görünür, karınları görünmez. Görünenlere “zahir”, görünmeyenlere “batın” denir. Yakında olanlar meşhuttur, uzakta olanlar gaibdir. Sır ve aleni olan şeyler de kişilerin sakladıkları veya açıkladıkları şeylerdir. Bunların hepsine Hak ve Batıl diyoruz.
Üstüne çıkacaklar denmektedir. Arapçada اسْطَاعُو bir yardımcı fiildir. Yapmamak var, yapamamak var, yapmak var, yapabilmek var. اسْطَاعُو fiili Türkçede bu anlamda kullanılır.
ظ harfi belirsizliği, karanlığı ifade eder. Sırt görünmeyendir. İçini ve altını örter. ه uçurumdur. Sırt iki yamaçlıdır oysa karın tarafı düzdür. ر de tekrarı ifade eder.
Seddi aşamayacaklar. Daha önce aştıkları halde seddi şimdi aşamayacaklar. Bu nasıl sağlanmıştır? Sed aşılamayacak kadar yüksek yapılacaktır. İkincisi, sed iki duvar arasına dökülecek ve sonra kaldırılacak, parlak demir duvar oluşacaktır. Dolayısıyla ona tutunmak mümkün olamayacak. Köyümde gelişmiş ağaca çıkma tekniği vardır. Dala ip atarlar, sonra ipe sarılarak ağacın tepesine çıkar bal sağarlar. Tepeyi aşanlar da bu tekniği kullanmakta idiler Duvar demir döküm olunca aşamayacaklardır. Bir de ip tutturacak bir sivri yer bırakmayınca ipi atamazlar.
Baskın şeklinde çıkma tehlikesinden bahsedilmektedir. Yeter zaman olunca kulenin muhafızları çıkmak isteyenleri yerinde helak ederler.
İnsanlar futbol izleyeceklerine bu tür filmleri seyrederek hem tarihlerini hem de teknolojik gelişmeyi görmüş olacaklardır. “Adil Düzen”de dünya bambaşka bir dünya olacaktır. Adil Düzen düşünürleri her yönüyle topluluğu ele alıp çözüm üretmelidirler. İnsanların zayıf noktalarını yararlı hale getirmelidirler. Bugün kişiler hep oyun oynuyorlar. Oysa örnek olarak her gün yeni bir matematik problemi sorulabilir. Ödül konur. İlk çözen bir, ikinci çözen yarım, üçüncü çözen üçte bir almak üzere ödül o gün problemleri çözenlere bölüştürülür. Böylece gençlerin oyun merakı giderilir. Yahut bilgisayara satranç yükler. Herkes oynar. Mağlup olan da galip gelen de ödül alır, mağlup olanlar yarım alır, galip gelenler iki misli alırlar. Ayrıca hamle sayısına göre ödül bölüşülebilir.
Gül “bilgisayar öğrenmeliyiz” demişti ama bizimle görüşme tenezzülünde bulunmadı ve bilgisayarı halkımıza nasıl öğreteceğimizi kimse ile istişare etmedi.
Siz bu seminerleri okuduktan sonra Kur’an’ın bu ayetleri üzerinde düşünmeye başlayın, çok şeyleri Allah size bildirecektir.
وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْبًا (97)
Fa Mav iSTaOAvGUv LaHu NaQBan (Va Mav iStaFGaLUv LaHuv FaGLan)
“Ve onu nakba da istitaa edemezler”
وَلَا يَسْتَطَاعُونَ denmesi gerekirken وَمَا اسْتَطَاعُوا kelimesini kullandı, muzari yerine mazi sıgasını kullandı. Cümleyi onlar söylemiyor, Allah bize söylüyor.
Öyle bir sed yaptı ki ondan sonra uzun zaman duvarı aşamadılar ve duvarı delemediler. Bununla beraber onlar da aynı sözü vermiş olmalıdır ki bundan sonra قَالَ diyerek devam ediyor. O halde burada da hazfedilen bir cümle vardır, onlar böyle söyledi bu söz yerine geldi. Bunun mazi sıgası gelmesi kesinliği ifade etmek için olabilir.
Kur’an kavli saklıdır, üzerinde düşündükçe birçok manalar ortaya çıkar. İlk duyduğunda çok kolay anladığını sanırsın. Dr. Mete Firidin Kur’an tercümesini yaptı. Haydar Zengin’in de böyle bir Kur’an tefsiri vardır. Bunlarda yanlışlıklar çok azdır ama burada söylenenler Kur’an’ın ifade ettiğinin yanında hemen hemen hiçtir.
Kur’an üzerinde çalışanlar korkmamalıdırlar. Ne anlıyorlarsa yazmalıdırlar. İkinci defa yazarken de eskilerle karşılaştırmalıdırlar. O zaman anladıklarını yazmalıdırlar. Demek ki Allah o zaman öyle vahyetti, şimdi böyle vahyetti, o zaman için o doğrudur, şimdi için de bu doğrudur, yarın da o zamanki doğru olacaktır.
مَا اسْتَطَاعُوا kelimesi tekrar edilmiştir. Buradan anlıyoruz ki bu kavimlerden kimileri delmekte mahir idiler, kimileri de aşmakta mahir idiler. Birinci çoğul Yecüc’ü, ikincisi Mecüc’ü ifade etmiş olur. Bu da gösteriyor ki bu kavimler aynı kavim değil, iki ayrı kavimdir.
YORUM
İskender burada garanti veriyor ve diyor ki; ben öyle bir set yapacağım ki bir daha onlar delemesin ve bir daha onlar aşamasın.
Bir işletmede bir proje yapılır. Çalışanlar parçaları projeye göre üretirler. Burada üreticiler o parçanın ve makinenin yaptığı işten sorumlu değildirler. Onlar sadece yaptıkları işlerin projeye uygun olup olmamasından sorumludurlar. İşverenler ile çalışanlar arasındaki sözleşme budur. Tüketici ise satın aldığı şeyin projeye uygun olup olmaması ile ilgilenmez, işine yarayıp yaramayacağı ile ilgilenir. O halde çalışanın işverene verdiği garanti projeye uygunluk garantisi olduğu halde, müteahhidin müşteriye karşı sorumluluğu işe yarayıp yaramayacağı garantisidir.
Kur’an bize burada aynı zamanda bu kuralı öğretmektedir. İşe yaramayan mal projeye uygun olsa da ayıplıdır, iade edilir.
Anlaşma bu garanti verildikten sonra tamamlanmıştır. Yani bunun üzerine onlar da kabullenmişlerdir. Ücretin miktarı üzerinde de anlaşmaya varmışlardır. Bunların bu قَالَ sinden sonra bundan sonraki sözlerini söylediği için وَقَالَ denmemektedir.
Meanide icaz ve itnab diye bir bahis vardır. İcaz, söylenecek sözlerden bazısını söylemeyip muhatabın düşünerek ve çözerek anlamalarını sağlamadır. İtnab ise ilgili ama gereksiz sözler söyleyip muhatabın ilgisini çekmeye çalışma sanatıdır.
İskender kıssasında icaz vardır.
نقب 3, نقم 17 defa geçmektedir. Toplam 20(2*2*5) eder.
نقب “Geçit, yarık, delik” demektir. Topluluğun kefili anlamına da gelmektedir
ن genelliği, ق kuvveti, ب geçişi ifade eder. رقب kelimesi ile aynı manayı taşır. رde tekrar var, ن de yaygınlık vardır. رقب de müdahale yoktur, sadece takip eder, bilgi elde eder. نقب de ise aynı zamanda yönlendiricilik vardır. Ondan kimse yararlanmaz anlamı da çıkar.
Öz Türkçe ile:
“Onu aşamasınlar, onu delemesinler.”
Kuran kelimeleri ile:
“Ona zahir olmaya istitaları olmasın ve onu nekb etmeye de istitaları olmasın.”
فَمَا اسْطَاعُوا أَنْ يَظْهَرُوهُ وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْبًا ((97
***
قَالَ هَذَا رَحْمَةٌ مِنْ رَبِّي
QAvLa HAvÜAv RaXMaTün MiN RabBIy (FAGALA HAvÜAv FaGLaTün MiN FaGLIy)
“Bu, Rabbimden bir rahmettir diye kavl etti”
Bu Rabbimden hepimize bir rahmettir demektedir, عَلَيْكُمْ veya عَلَيَّ dememektedir. Rahmetlerden biridir. Sizin bilmediğiniz bir rahmettir.
İskender burada şuna işaret etmektedir. Şimdi ben size geldim, sizi destekledim, sizde olanlar daha iyi kimseler olduğu için desteklemiyorum, sizden aldığım ücret karşılığı da desteklemiyorum.
Burada çalışma hususundaki genel kurala da işaret etmektedir. İnsan yaşamak için çalışmaz, çalıştığı için yaşar. Aç kalanlar ücreti istihkak etmek için çalışmazlar, iş yapmak için çalışırlar. Yapılan iş hayr olmalıdır. Sadece ücret almak için çalışırsanız hayr etmiş olmazsınız. Sizin işiniz savunma işidir. Onun için size bu işleri yaptım. Siz onlara saldırırsanız onlara yardım ederim. Burada رَحْمَةٌ مِنْ رَبِّي kelimesi tekrar etmemiştir.وَعْدُ رَبِّي denmiştir.
Her devirde Allah bir kavmi diğer kavimlere hâkim kılar, böylece insanlık arasındaki birliği sağlar. Uygarlıkları kuran uluslar tarihte dünyaya hükmetmişlerdir. İskender’in dünyayı dolaşacak kadar güçlü bir orduya sahip olması, Yahudilerin tüm dünyaya tekel kurup hâkim olmaları hep Rabbin rahmetidir. Çinliler korunacak ve Çinliler Tabgaçların onları istila etmesine kadar Çin’de uygarlıklarını geliştireceklerdir, Kâğıt, pusula, barut Çinlilerden dünyaya yayılmıştır. Varlıkları hala sürmekte, üçüncü binyıl uygarlığında aktif rollerinin olacağı anlaşılmaktadır.
Demek ki uygarlığın devamı için bazı kavimlere rahmet etmekte, onları güçlü kılmaktadır. Bundan önce Yahudiler ve Hıristiyanlar bir olup dünyaya hâkim olmuşlardır. Yahudileri Hıristiyanlara karşı biz koruduk ama şimdi onlarla bir olup bizim soyumuzu yok etmeyi istemektedir. O gün Allah onlara rahmet etti, şimdi de bize rahmet edecektir.
Yarım asır içinde kat ettiğimiz mesafe, Müslüman Türklerin kat ettiği mesafe o kadar büyüktür ki, bu süratle devam ettiği takdirde bir asır sonra Adil Düzen yeryüzüne yayılmış olacaktır.
فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ رَبِّي
Fa EiÜAv CAvEa VaGDu RabBIy (Fa EÜAV FaGaLa FaGLIu FAglıY)
“Rabbimin vaadi ciet edince”
فَ Atıf harfi olayların kesintiyle devam ettiğini gösterir. ثُمَّ Kesintilerde kullanılmış olur yahut sistemde değişme olursa kullanılır.
Evet, ben sed yapacağım ve onlar o seddi aşamayacaklar. Evet, Rabbimin vaadi gelecektir. Bu vaat ayrı bir vaat olduğu için tekrar edilmiştir. Birinci vaat Çinlilerin uygarlıklarını kuracaklarıdır. İkinci vaat ise Tabgaçlar’ın Çin’i istila edecekleridir. Her ikisi de ilahi vaattir.
İlk bakışta Çin’i Çinli olmayanların istila etmesi Çinliler aleyhine gibi görünür. Nasıl canlılarda çiftleşerek nesiller yenilenirse, benzer şekilde topluluklar da insanları başka topluluklara katarak kendilerini yenilerler. Çinlilere de rahmet olmak üzere Tabgaçlar gelmişlerdir. Böylece Çin ulusu taze kalmıştır. Çin uygarlığını ve Çin’i milattan sonra 300’den sonraya kadar, hatta 400’e kadar yönetmişlerdir. Bu dönemde sed artık işe yaramamıştır. Tabgaçlar Çin’i sedleri ile değil de atları ile korumuşlardır.
Bugün Çin seddi hiçbir işe yaramamaktadır. Çünkü gelişmiş savaş teknolojisi sebebiyle artık ülke sedlerle korunmuyor ama Çin seddi varlığını sürdürmektedir. Bu sebeple “bu yıkılacak” denmiyor “dekkâ yapılacak” diyor. دَكَّاءَ “hörgüçsüz yahut eğersiz deve” demektir. Kullanılmaz halde olacağını bildirmektedir.
جَعَلَهُ دَكَّاءَ
CaGaLaHUv DakKAvEa (GaGaLaHUv FaGLAEa)
“Onu dekka ca’l edecek”
Burada fiil mazidir ama “İza”dan dolayı manası muzaridir.
دَكَّاءَ kelimesi eğersiz devedir. Çıplak sağlam olduğu halde modası geçmiş mal gibidir. Bugün faytonlar böyledir.
Çin Seddi’nin de işe yaramaz hale geleceğini bildirmektedir. Sonra heder edilecek demiyor, işe yaramaz hale gelecek diyor. “Rabbim kılacak” diyor. Yeni işgal tekniği gelecek diyor. Bugün Çin Seddi mevcuttur ama bir işe yaramamaktadır. Artık savunmalar setlerle yapılmamaktadır.
Kuran’da دكك 7, دلك 1 defa geçmektedir. Toplam 8 (2*2*2) eder.
دَكَّاءَ deki hemze (اءَ Elif-i memdude) dişilik alametidir. Yerin sıfatıdır. Yer hazf olmuş, yerine sıfatı geçmiştir. Sıfat olduğu ve dişilik alameti bulunduğu için munsarif değildir.
د çevreyi, ك ise oluşu ifade eder. Yani sed varlığını koruyacak, görülecek, sadece işe yaramayacaktır.
وَكَانَ وَعْدُ رَبِّي حَقًّا (98)
Va KAvNa VaGDu RabBİy XaqQan (VaFaGaLa FaGLIy XaqQan)
“Ve Rabbimin vaadi hak olmuştur.”
İskender dünyayı dolaştıktan ve gittiği yerlerde uygarlık merkezleri oluşturduktan sonra ölünce birlik devam etmemiş, her yerde ayrı devletler oluşmuştur. İnsanlık tek uygarlığa doğru adımlar atmıştır. Ne var ki bu tek devlet olma anlamında değildir. Uygarlık siyasette değil, ilimde, dinde ve ekonomide birliği sağlamaktır. Yönetim ise tam tersine yerinde yönetim olacaktır.
Herkes kendi içtihadı ile hareket edecek. Serbest sözleşmelerle ocaklarını kuracak ve kendi istedikleri gibi yaşayacaklar. Bucaklarını kuracak, illerini kuracak, devletlerini kuracak ve özgürce yaşayacaklardır.
İskender’in ölümü ile dağılmaları buradan ileri gelmektedir. Son Nebi’nin erkek çocuğunun olmayışı bundan dolayıdır. Halifenin Muaviye’ye yenilmesi de bu sebepledir.
İnsanlar avcılık döneminde avın peşine takılarak tüm dünyaya yayılmışlardır. Amerika’ya ve adalara gitmişler ve bir daha eski vatanları ile ilişki kuramamışlardır. Çobanlık ve tarım dönemlerinde ise bulundukları yerde gelişmişler, farklılaşmışlar ve ayrı dillere sahip olmuşlardır. Aracı mübadele dönemi başlayınca da insanlık yeniden birleşmeye başlamıştır. İşte bu birleşmeyi sağlayanların birincisi İbrahim Peygamber, ikincisi ise İskender’dir. İbrahim Peygamber ilimde ve dinde, İskender ise siyasette ve ekonomide birlik sağlamıştır.
Bütün bunlar peygamberlere vaat edilmiş ve vaatler de yerine gelmiştir.
YORUM
Bugün Batılılar uygarlıkları Greklerle başlatırlar. İlim Atina’da hazırlanmıştır, felsefe orada gelişmiştir. Dünyaya onu götüren ve tüm insanlığı yeni uygarlığa hazırlayan İskender’dir. İskender gittiği yerlerde kentler kurdu. İskender’in kendisinden sonra buralar uygarlık merkezleri olmuşlardır.
Yunanlılar yayılmış ve gittikleri yerlerde kentler kurmuşlardır. Avrupalılar tüm dünyayı oralarda kurdukları sitelerle hâkimiyetleri altına almışlardır. Bizim yapacağımız da yeni kentler oluşturmaktır. Akevler’in çalışması bir Atina çalışması benzeridir, bir Medine çalışması benzeridir. Üçüncü binyıl uygarlığının fikri yapısı oluşmaktadır.
Bundan sonra ne olacak? Bir İskender çıkacak, kuracağı güçlü ekonomik ekiple tüm dünyaya gidecek ve oralarda Akevler’in öğrettiği semt kooperatiflerini kuracak, yüz lojmanlı işyeri de olan apartmanlar yapacak, oralarda seralar oluşturacaktır.
Yeni uygarlığın temeli iki şekilde yapılacak.
Biri yüz lojmanlı işyeri apartmanlarıdır. İnsanlar oturdukları apartmanlarda çalışacaklardır. İş arama ve oturma evi arama söz konusu değildir. İşsizlik yok, enflasyon yok. Yeni sosyal yapının temeli budur. Bunu yapabilmek için siz Adil Düzen çalışanları iki şeyi öğrenme durumundasınız; biri projelendirme, diğeri de muhasebe. Bugün bir iş yapabilmek için bu ikisi yeterlidir. Ayrıca sermayeye ihtiyacınız yoktur, pazara ihtiyacınız yoktur.
İkinci yapacağınız iş ise muhasebedir. Artık banknot dönemi kapanıyor, yerine bilgisayar parası geliyor. Kartınız olacak. Birine para mı vereceksiniz, kartı okutur havale edersiniz. Bu yarın cep telefonları ile yapılacak. Ben cep telefonumla önereceğim, siz de sizin cep telefonunuzla kabul edeceksiniz. Böylece ben size ödeme yapmış ve taahhütte bulunmuş olacağım.
Ürünler ortak ambarlarda olacaktır. Ben bir malı ürettim mi ambara telefonla temlik edeceğim. Nakliye onu ambara götürecektir.
Lütfi Hocaoğlu’nun yönetiminde bir bilgisayar programlama ortaklığı kurulmalıdır. Ortaklarımızdan bilgisayarla ilgilenenler onun koordinesinde programlar hazırlamalıdırlar. Adil Düzen çalışmalarının istediği cep telefonu programları hazırlanmalıdır.
Cep telefonunda özel alıcı ve verici olmalı, bir semtte oturanlar masrafsız görüşebilmelidirler.
Kâğıt parayı kullanmayacağız. Kooperatifçe tanımlanan Toprak, Demir, Buğday ve Altın bonolarını kullanacağız. Bunlar tanzim edilmeyecek, sadece hesapta bunlar görüneceklerdir.
Proje ve bu projeyi uygulayacak çalışanı yetiştirme, muhasebe ve bu muhasebede garantiyi sağlamak için dayanışma ortaklıkları oluşturma, yeni işletmelerin sermayesi bunlar olacaktır. Yeni dünyanın silahları bunlar olacaktır.
Öz Türkçe ile:
“‘Bu yetiştiricimden bolluktur. Yetiştiricimin söylediği gün gelince O (yetiştiricim) onu etkisiz yapacaktır. Yetiştiricimin söyledikleri gerçektir.’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Bu, rabbimden bir rahmettir. Rabbimin vaadi ciet edince onu dekka ca’l eder. Ve rabbimin vaadi haktır.”
قَالَ هَذَا رَحْمَةٌ مِنْ رَبِّي فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ رَبِّي جَعَلَهُ دَكَّاءَ وَكَانَ وَعْدُ رَبِّي حَقًّا (98)
***
[te1]