KEHF SURESİ TEFSİRİ(18.SURE)
Süleyman Karagülle
1134 Okunma
KEHF SURESİ TEFSİRİ 83-88.AYETLER

KEHF SÛRESİ - 22. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

***

وَيَسْأَلُونَكَ عَنْ ذِي الْقَرْنَيْنِ قُلْ سَأَتْلُو عَلَيْكُمْ مِنْهُ ذِكْرًا (83) إِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْأَرْضِ وَآتَيْنَاهُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًا (84) فَأَتْبَعَ سَبَبًا (85) حَتَّى إِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِنْدَهَا قَوْمًا قُلْنَا يَاذَا الْقَرْنَيْنِ إِمَّا أَنْ تُعَذِّبَ وَإِمَّا أَنْ تَتَّخِذَ فِيهِمْ حُسْنًا (86) قَالَ أَمَّا مَنْ ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ إِلَى رَبِّهِ فَيُعَذِّبُهُ عَذَابًا نُكْرًا (87) وَأَمَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَاءً الْحُسْنَى وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ أَمْرِنَا يُسْرًا (88)

 

وَيَسْأَلُونَكَ

Va YaSEaLUvNaKa (Va YaFGaLUvNaKa)

“Ve senden sual ediyorlar”

Kuran’da يَسْأَلُونَكَ ifadesi 15 defa geçmekledir. Bunun dokuzu fıkıhsaldır. İkisi siyasetten, biri ruhtan, biri cidalden sual ediyor. Biri tarihten, biri ZulKarneyn’den sual ediyor. Bu konularda sorular sorup öğrenmemiz gerekmektedir. Fıkhi soruları sorup öğrenen son derece de isabetli bir sualdir. Acaba fıkhın dışında neler öğrenmemiz gerekmektedir? Bunu da beş grupta toplamıştır. Biri ahiretteki saattir. Yani kâinatımızın son bulması demektir. Diğeri de ecelimizi belirleyen saattir. Biri doğa olaylarıdır, Fizik, Kimya konularıdır, biri de ruhtur. Zaman ve mekanın ötesindeki varlıklardır. Biri de burada tarihten sual etmemizi bize öğretmektedir.

Demek ki geçmişimizi öğrenmeliyiz.

Peki, biz hangi tarihleri öğreneceğiz? Çocuklar babalarının tarihlerini öğrenmeli ve yazmalıdırlar. Analarının tarihini öğrenmeli ve yazmalıdırlar. Ocak arşivinde saklanmalıdır. Ölünün mezar taşında da bilgisayar kayıt cihazına yüklenerek saklanmalıdır.

Sonra her semtin bir tarihi olmalıdır. Her ilçenin arşivi, tarihi olmalıdır. Oradaki okullar kendi bucaklarının, kendi illerinin ve kendi ülkelerinin tarihlerini yazmalıdırlar. Arşivlenmelidir. Çocuk ilk 3 yıllık eğitimde ocak tarihini, sonraki beş yılda bucak tarihini, sonraki beş yılda il tarihini, sonraki beş yılda ülke tarihini ve son akademik çalışmalarda insanlık tarihini öğrenmelidir. Bu hususta araştırma yapılmalıdır.

Zulkarneyn tarihi insanlık tarihidir. Kuran’da insanlık tarihinden örnekler verilmektedir. Peygamberler tarihi insanlık tarihidir. Nuh Sümerleri, Musa Mısırlıları, Davut İbranileri, İsa Roma devletini anlatmaktadır. Zulkarneyn de Grek medeniyetini anlatmaktadır. Dr. Mete Firidin ile bu hususta görüş ayrılıklarımız vardır. O Zulkarneyn’i Mezopotamya krallarından saymaktadır. Bu hususta inandırıcı deliller de getirmektedir. Biz bu görüşün yanlış olduğunu veya doğru olduğunu bu kıssanın yorumundan sonra söyleyeceğiz. Bizim bundan önceki görüşümüz onun İskender olduğu yönündedir. Buradaki sed, Çin seddidir. Kuran’ın Çin’den ve Grek uygarlığından söz etmesi makul görülmektedir. Şimdiki görüşüm budur. Yorumumun sonra ne olacağını bilemiyorum.

عَنْ ذِي الْقَرْنَيْنِ

GaN Üiy eLQaRNaYNı (GaN Üıy eLFaGLaYNı)

“İki karn sahibinden”

İnsan ruh ve bedenden oluşmaktadır. Bedenin parçaları insanın parçalarıdır. Bedenin özellikleri de insanın özellikleridir. Bunlar bedenle bitişik durumdadır. Özelliklerine sıfat diyoruz. Uzun, kısa, büyük, küçük, kadın, erkek bunlar sıfatlardır. Bir de insanın dışındaki ilişkilerde örnek olarak insanın oğlu var, babası var. İnsanın evi var, bahçesi var. Bu ilişkiler ذِي  kelimesi ile getirilir. قَرْنَ kelimesi kilit bir kelimedir.

قَرْن  ‘boynuz’ demektir. Kuran’da bu manada başka yerde geçmemektedir. Boynuzdaki halkalar hayvanın yaşını gösterir. قَرْن  o halkalardan her biri olur. İki karnlı demek iki nesilli demektir. ‘Akran’ çağdaş (aynı tarihi dönemde yaşayan) demektir.

Biz Zulkarneyn’i İskender kabul ettiğimizde Zulkarneyn denmiş olmasını şöyle açıklıyoruz; İskender doğu ve batı medeniyetlerini birleştiren bir hükümdardır. İran’ı fethettiği zaman oradaki generalleri Pers kadınları ile evlendirmiş böylece insanlığın ortak neslini yetiştirmek istemiştir. Yani medeniyetler çatışmasını değil, medeniyetler uzlaşmasını istemiştir. Bundan dolayı ona iki nesilli, iki soylu anlamında Zulkarneyn denmiştir, diyoruz.

Dr. Mete Firidin, Zulkarneyn’in İskender’den önce yaşamış Sümer veya Akad krallarından biri olduğunu, bu görüşünün de o krallardan birinin başlığında iki boynuzun olmasından ileri geldiğini belirtmektedir. Bunda haklı olabilir. Kendisinden önce gelmiş krallardan biri iki site devletinin hükümdarı olabilir ve başlığını bunun simgesi yapmış olabilir. İskender de o geleneğe uyarak iki boynuzlu şapka giymiş olabilir. Bu sabit olduğu takdirde Kuran’ın mucizesi bir daha ortaya çıkar. İskender’in seferlerinden sonraki kıyafetleri araştırılmalıdır.

 

قُلْ سَأَتْلُو عَلَيْكُمْ مِنْهُ

QuL SeEaTLUv GaLaYKuM GaN MiNHu (uFGuL SaEaFGuLu GaLaYKuM GaN MiNHu)

“Şimdi size ondan tilavet ediyorum, diye kavlet”

Arapçada gelecek zaman sıgası yoktur. Başına سَ gelirse şimdi veya yakın zamanda başlayan fiili ifade eder. سَوْفَ şimdi olmayan, ilerde olacak fiili ifade eder. “Sana sorarlar şimdi onu size aktarıyorum” diyor.

Burada çok önemli bir kural ortaya konuyor: size bir soru tevcih edildiği zaman sükut edecek ve içtihat yapmadan önce hemen cevap vermeyeceksiniz. Soran da cevap vermeyen kişiyi “cevap vermedin, ver” diye zorlamayacaktır. Bilmediğiniz bir hususta sükût edeceksiniz. Sükût ikrardan olduğundan sükût aynı zamanda ‘bilmiyorum’ anlamındadır. Ne var ki sorulan soruyu araştırmanız ve ona cevap bulmanız gerekir. Hele eğer davetçi iseniz böyledir. ‘Davam’ sözü İslami değildir ama ‘Davetim’ sözü İslamidir. ‘Davam’da düşmanlık vardır. ‘Davetim’de düşmanlık yoktur, dua vardır. Hitler ‘Kavgam’ diye bir kitap yazmıştır. Erbakan’dan sonra onu Müslümanlardan soğutmak için bazıları ‘Davam’ diye bir kitap yayınlamıştır. Erbakan bizimle konuştuğu ve yazdığı hiçbir yerde bu sözü kullanmamıştır. Şehadet ederim ki bu söz ona iftiradır. İslamiyet’i ve Adil Düzen’i anlamayan veya onun düşmanı olan birilerinin sözdür.

‘Tilavet etmek’ demek ‘Aktarmak’ demektir. Ezan okumak kıraattir, kitaptan okumak tilavettir. Bir şeyi kendi diliniz ile aktarırsanız bu tilaveten rivayettir. Bir şeyi söyleyenin sözleri ile aktarırsanız bu, kıraattir. Kıraatte asıl olan yazılı olandan vermektir. “Sen onlara tilavet et” diyor yani kendi cümlelerinle anlat demektir. Yani emrolunan bu ayetin okunması değil bu ayetin dediklerini kendi dilimizle aktarmaktır.

 سَأَتْلُوهُ (Onu anlatacağım) denmemiş de مِنْهُ (ondan) demiştir çünkü burada onun tüm hayatı anlatılmayacaktır.

ذِكْرًا (83)

ÜiKRan (FiGLan)

“Zikir olarak”

ذِكْر  Eğdikten sonra tekrar yerine gelen cismin özelliğidir. أُنْثَى ise eğdikten sonra bırakırsanız yerinde kalan cismin özelliğidir. Birincisine ‘sert’, ikincisine ‘yumuşak’ diyoruz.  Sonra ‘hafıza’ anlamına gelmiştir. Eski şeyi yeniden hatırlatan demektir. ‘Zikretme’ anlatma manasındadır. Ne var ki ‘Zikir’de karşı tarafa yeni bir şey anlatamazsınız, kendisinin bildiği şeyleri hatırlatırsınız. Burada ذِكْرًا denmiş olması mevcut anlatılanlarda zaten bunun bilinmesidir. Bugünkü araştırmalarla İskender’in seferleri bilinmektedir. Soranlar zaten öğrenmek için sormuyorlar, onu imtihan ediyorlar. “Kuran’ın bundan haberi var mıdır?” diyorlar. Kuran onların bildiklerini onlara anlatmaktadır. Böylece fıkhi hükümler ortaya konduğu gibi nüzulen de göstermektedir.

 

YORUM

Sureyi ayırırsak önce Kehf Ashabı’ndan bahsetmiş, ondan sonra bahçeleri olan komşulardan söz etmiştir. Sonra Musa’nın tarikat ehli (Ledünlü) ile olan buluşmasını ele almıştır. Şimdi de İskender’i anlatmaktadır.

Kötü yönetimi anlattıktan sonra dengeli yönetimi ama sorunları çözülmemiş yönetimi anlatmaktadır. Zekât müessesesi kurulamadığı için, faizsiz kredileşme müessesesi kurulamadığı için varlıklılar yoksulları ezmektedir. Sonra şeriat düzeni ile tarikat düzenini anlatmış, bucak, il ve devlet düzenleri arasında denge oluşturmuştur. Yani Hak düzen ortaya konmaktadır.

Bu kıssada iki uygarlık birleştirilmiştir. Doğu ve Batı uygarlıkları anlatılmaktadır. İskender bu iki uygarlığı birbirine tanıtmıştır.

Doğu uygarlıkları ve Batı uygarlıkları vardır. Bu uygarlıklar bin yıl ara ile doğarlar ve batarlar. Biri en yüksek seviyede iken diğeri yeniden oluşmaya başlamış olur. Bu iki uygarlık çatışan uygarlıklardır ama aslında birbirinin iş bölümlü ortağı olan uygarlıklardır. Doğu uygarlıkları hukuk ve ahlakta, Batı uygarlıkları sanayi ve ilimde hamle yaparlar. İskender bu iki uygarlığı birleştirmiştir. Onun açtığı bu yola batılılar ‘hümanizm’ demektedirler.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve sana iki dölü olandan sorarlar. “Size şimdi ondan anlatarak aktarıyorum.” de.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve sana Zulkarneyn’den sual ediyorlar. Şimdi size ondan zikren tilavet ediyorum, diye kavlet.

Va YaSEaLUvNaKa GaN Üiy eLQaRNaYNı QuL SeEaTLUv GaLaYKuM MiNHu ÜiKRan

وَيَسْأَلُونَكَ عَنْ ذِي الْقَرْنَيْنِ قُلْ سَأَتْلُو عَلَيْكُمْ مِنْهُ ذِكْرًا (83)

***

 

إِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْأَرْضِ

EinNAv MaKKanNAvHu MiN KülLi ŞaYEin SeBaBan

“Onun için arzda temkin ettik.”

Türkçede “Bütün imkanları verdik” denir. Bir görevi görmek için ne gerekiyorsa o sağlanmaktadır. Toplulukta bir görev yapmak için o görevi yapacak ehliyete sahip olmak gerekir. Ondan sonra o işle görevlendirilmesi gerekir. Doktor olabilmek için önce tıp fakültesini bitirmek gerekir. Ondan sonra bir hastanın size müracaat edip “Beni tedavi et” demesi gerekir. Bugün görevlendiremiyoruz. Bundan sonra o görevi yapacak gereçlerin kendisine verilmesi gerekir. Araba yoksa taşıma görevi yapamaz. Bu imkânların hazırlanmasına ‘temkin’ denir. Mekân ve imkan kelimeleri aynı köktendir.

KVN “Kevn” tepe demektir. “Mekven” yer anlamına gelir. İsmi mekânın sülasi isme dönmesi ile mekân kök olmuştur. “Mikn” çekirge veya kertenkelenin yumurtasıdır, yumurtladığı yere de “Mekân” denir. ك oluşu, و birliği, ن genelliği ifade eder.

مَكَّنَّاهُمْ  denmemiş, burada ve Yusuf suresinde مَكَّنَّا لِ denmektedir. Özel olarak bir yer hazırlarsan مَكَّنَّا لَهُ  ile denir. Zaten hazır olan bir yere yerleştirdiğiniz zaman مَكَّنَّاهُ dersiniz.

Buradaki arz kendi ülkesi olarak kabul edilebilir ya da tüm dünyayı kabul edebilirsiniz. Tüm yeryüzünde ona imkân sağlanmıştır.

O gün ulaşılabilir eski dünya Afrika’nın batısında başlar, Çin’in doğusuna kadar varır. İnsanlar harita yapmayı öğrenmiş, yönleri belirleyebilir hale gelmiştir. Bunun dışında değişiklikleri birbirine aktaracak tercümanlar ortaya çıkmıştır. İskender Makedonyalıdır. Kral II. Filip’in oğludur. Aristo da Makedonyalıdır. Aristo İskender’in hocasıdır. O gün uygarlık Atina’da Dorlar tarafından geliştirilmiştir. Uygarlık merkezi orasıdır. Perslerle Greklerin aralarında savaşlar vardır.  Nüfusları az olduğu için Grekler sürekli olarak yenilmektedir. Deniz ötesi olduğu için de Persler bir türlü hâkim olamamaktadır. İskender ise Yunanistan’da öğrenim görmüş, meşhur Aristo tarafından eğitilmiştir. Aristo’nun öğretileri ile o günkü teknolojiye ve bilgiye sahiptir. Ordusunu da ona göre oluşturmuştur.

Bugün ABD ile eski dünya ne ise o gün Batı ve Doğu aynıdır.  Yeryüzü bir hükümdar beklemektedir. O, lider olacaktır. Kuran düzenini öğrenecek ve her imkân ona sağlanacaktır.

İskender insanlık uygarlığının temelini attı. İbrahim milletine şartlar oluşturdu. Gelecek general İkinci İskender de Adil Düzen’i dünyaya götürecektir. O da insanlığın birliği için çaba gösterdi. Gelecek general hükümdar da benzerini yapacaktır. Adil Düzen’i benimseyen bir askeri yanına alan da bu işi başarabilir.

وَآتَيْنَاهُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ

Va EAvTaYNAvHu MiN KulLi ŞaYEin (Va EFGaLNAvHu MiN FuGLı FaGLin)

“Ve ona şeyin küllünden ita ettik”

شَيْء bütün düşünülen varlıklardır. Her şeyin İskender’e verilmesi onun tanrı yapılmasıdır. O halde bu ayette آتَيْنَاهُ كُلِّ شَيْءٍ denmemiş مِنْ كُلِّ شَيْءٍ denmiş oluyor. “Yani yeryüzünde dolaşması için gerekli bütün imkanları ona verdik” demektir. شَيْء kelimesinin manasını ona göre anlamak gerekir. نَاس kelimesine benzer geniş manası ile tüm insanlığı içerir ama bir yere toplananlar da nas’dır. Şey de genel manada her şeyi içerir ama bir de bir odada bulunan şeyler için “Her şeyi topla” dersen “Burada olan her şeyi topla” anlamı çıkar.

Mantıkta alanlar vardır. 2’li, 4’lü, 8’li, 16’lı, 32’li alanlar vardır. Mantıkta bir alanda bulunanlar tümü ile gösterilir. 0 ve 1 ile gösterilir. 1’de her şey var, 0’da hiçbir şey yok demektir. Bunlar o alan için seçilenlerdir. Şey kelimesi belirlenmiş alan içinde her şey demektir Yeryüzünü dolaşması için gereken her şey demektir. النَّاس hep marife olarak gelir, شَيْء  ise hep nekre olarak gelir.  İkisinde de kısmi istiğrak vardır, o halde burada “ona her şeyden” denmesi ile “seyahat için, ülkelerde dolaşması için her şeyi verdik” denmiş oluyor.

İskender ordusu ile hareket ederken, hep gittiği bir yere iyilik yapıyordu. Orasını sömürmeyi hiçbir zaman hedeflememişti. Aristo’dan öğrendiği uygarlığı insanlığa sunuyordu. Yanında askerleri vardı ama bu askerler saldırmak, ganimet almak için değil, aksine onlara yardım etmek için iş yapıyordu. O halde şu soru sorulabilir: Bu ordu nasıl yaşıyordu? Aristo’dan öğrendikleri sanatları vardı. Gittikleri yerlerde o sanatları var ediyor, geçiniyorlardı. Çin Seddi’ni de bir ücret karşılığı onarmışlardır.

Bu hükmün çok büyük önemi vardır. Biz dünyaya giderken belki ordularla gideceğiz. Ordumuz asla gasp yapmayacak, asla kimseye haksızlık etmeyecek, eşyaları alıp satacak ve yolda o insanlarla barış içinde seyahat edecek. Ocaklar bağımsız olacak, bucaklar bağımsız olacak, iller bağımsız olacak, devletler bağımsız olacak. Hükmetme değil uzlaşma ve ortak iş yapma üzerinde beraberlik tesis edilecek ve bu ortaklık tüm dünyadaki barışçı kuruluşlar arasında olacaktır.

سَبَبًا (84)

SaBaBan (FaGaLan)

Sebep

س mekanda dizidir, ب ise kapıdır. İki kapı çok kapı anlamındadır. Çinliler çoğul yaparken iki defa söylerler. ‘İnek inek’ derlerse ‘inekler’ anlamındadır, yani ‘çok inek’ demektir. Buradaki B çok B demektir. Bu da imkanlar demektir. Yolculuk için ne gerekiyorsa bütün imkanlar sağlanmıştır. Yolun kendisi de dahildir ama ‘sebep’ yol anlamında değildir. Bütün imkanlarla yeryüzünü dolaşıyordu. Halkın mallarına, canlarına dokunmadığı ve aynı zamanda güçlü olduğu için de kimse kimseye bir şey demiyordu.

Gülen Cemaati’nin tüm yeryüzünde okullar açması da İskender’in yaptığı görev benzeri şekilde yapmasıdır. Gittikleri yerlerde okul açıyor, işyerleri kuruyor, ürünlerini değerlendiriyor, hizmet veriyordu. Bir taraftan İngilizce öğretiyor öbür taraftan da İslamiyet’i yayıyordu. Bunu yapması için ona her şeyin sebebinden imkân verilmiştir.  Risalecilerin kıyafetini giyen ajanlar 15 Temmuz harekâtını yaptılar, aynı nedenle AK Parti’yi OHAL getirterek çökerttiler. Buna ne gerek vardır, neden merkezi yönetim kalkıyor? Şimdi her Risaleci bulunduğu yerde kendi imkanları ile aynı görevleri yapmaya başlamıştır. İskender’in imparatorluğu da kendisinden sonra yıkılmış, yerine kurulan devletler yeni uygarlığı ayrı ayrı hazırlamışlardır. İskender’den sonra yer yer kurulan devletler ondan sonra gelecek olan Bizans İmparatorluğu’nu dolayısıyla uygarlığımızı hazırlamıştır. Gülen Cemaati de artık ABD’den, CIA’dan yönetilmeyecek, bağımsız olacaktır. Üçüncü bin yıl uygarlığı için her yerde faaliyet gösterecektir. İsa gelecek, son Nebi gelecek ve üçüncü bin yıl uygarlığını kuracaktır.

 

YORUM

Canlılar başlangıçta tek hücreli idiler. Ayrı ayrı yaşıyorlardı. Kendilerini koruyamıyor, besinlerini depolayamıyorlardı. Bunlar birleşerek küre yüzeyi şeklinde oluştular. Altı yanın yalnız bir yanını kırmakla yetindiler bire altı kazandılar. Başka bir iyiliği de güvenli alan oluşturdular. Yabancıların giremediği ve dolayısıyla bozamadığı ve besinleri tüketemediği bir alan oluşturdular. Böylece ilk olarak hücreli canlı doğdu. İç bölge güvenli bir yer oldu. Hücrelerle düşündüler, iki ağız açtılar, su bir yerden giriyordu, bir yerden çıkıyordu. Sonra iç deri ve dış deri oluştu, orta alan meydana geldi, şimdi biz böyle oluştuk. Bugünkü belki milyara varan canlı çeşidi böyle doğdu. İnsanlar da önce tek hücre yaşayacak şekilde yaratıldı evrimleşerek bugünkü topluluklar oluştu. Diğer canlılardan farkları vardır. Diğer canlılar evrimlerin müdahalesi ile oldu. İnsanlarda bu müdahaleler, Peygamberler ve filozoflar aracılığı ile oldu. En büyük filozof olan Aristo’nun yetiştirdiği bir hükümdar büyük bir hamle yapmaktadır. Tüm dünyayı tek canlı haline getirme adımını atmaktadır. Bu evrim Kuranla tamamlanmıştır. Olgunlaşmış canlıda yeni dokular meydana geldiği gibi insanda canlı olgunlaştığında yeni canlı meydana gelmiyor. Kuran’la da insanlık uygarlaştığında, yeni kitap, yeni din meydana gelmiyor.

 

Öz Türkçe ile:

Onun için yeryüzünü olanaklı kıldık ve ona her şeyden araç olarak verdik.

 

Kuran kelimeleri ile:

Ve arzı onun için temkin ettik ve şeyin küllünden ona sebep ita ettik.

 

EinAv MakKaNA La Hu FıeLEaRWı Va EAvTaYNAvHu MiN KulLi ŞaYEin SaBaBan

إِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْأَرْضِ وَآتَيْنَاهُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ سَبَبًا (84)

 

***

 

فَأَتْبَعَ سَبَبًا (85)

Fa EaTBaGa SaBaBan (Fa EaFGaLa FaGaLan)

“Bir sebebi itba’ etti”

Yolculuğu yaya yapabilirsiniz, atla yapabilirsiniz, eşekle yapabilirsiniz, gemi ile yapabilirsiniz. Bunların her biri imkandır. Yollardan değişik yolu takip edebilirsiniz. İskender değişik yollardan gitmiş ve dönüşleri aynı yollarla yapmamıştır, değişik yollarla yapmıştır. Gidiş yolundan değil de başka yoldan dönme sünnettir. Bu ayet de o sünneti teyit ediyor. Bunun hikmeti düşmanlarınızın ne zaman nerede olduğunuzu bilememeleridir. O halde kişilerin uzaydan takip edilmesi de İslami değildir. Kişinin veya aracının üzerine bir cihaz konabilir. Giriş çıkışları bilinebilir. Kişilerin veya grupların uzaktan takibi meşru değildir. Bunu yapan merkezleri batırıp yağmalamak meşrudur. Bu hükme burada سَبَبًا kelimesinin izharı ve nekre olarak getirilmesi ile varılmıştır.

سَبَبًا kelimesinin geçtiği birinci ayetin (84. ayet) kelimeleri 11’dir, ikincinin (85. Ayet) 3’tür, toplam 14 eder.  Tek yermiş gibi görünmektedir. Harflere gelinirse dörtlü gruplama harf sayıları bakımından 9 harf vardır, halbuki birinci ayette 36 harf vardır 36 = 4+4+6+12+10 ve 9=3+3+3 tür. Harflerin dizilişi ile ayrı ayetlerdir. Bununla beraber ikinci ayette ikili değil, teklidir.

Musa’nın arkadaşı ile فَانْطَلَقَا denmişti. Buradaفَأَتْبَعَ  denmiştir. Orada iki kişiydiler ve tesniye kullandı. Burada çok kişiler, tekil kullandı. Orada arkadaşlık vardı, burada ise emirlik vardır. Orada yalnızdır, burada ordusu iledir. تَبِعَ  demeyip أَتْبَعَ denmiştir. Kendisine gideceği yere kullanacağı araçlar verilmiştir. O araçlarla, bu yollarla yola gidecektir.

 

YORUM

Sebeplerden yararlanmak demek sebeplere tabi olmak demektir. Sebepler sana uymaz, sen sebeplere tabi olursun. Ne var ki gittiği yere seni götürür.  Bir iş yapmak demek bir araca binmek demektir. Siz araca binerseniz o sizi istediğiniz yere götürür ama aracı siz götürmezsiniz. Bu sebepledir ki bir iş yapmak demek sebeplere tabi olmak anlamındadır. Allah veya topluluk araçları var etmiş, sen araçlara binerek istediğin yere varmaktasın. Aracı emrine almıyorsun araca sen tabi oluyorsun. Aracı benzin yürütür sadece benzine biniyorsun. Senin başka seçeneğin vardır. Değişik araçlara binebilirsin.

 

Öz Türkçe ile:

Bir araca uydu.

Kuran kelimeleri ile:

Bir sebebi itba’ etti.

       Fa EaTBaGa SaBaBan

فَأَتْبَعَ سَبَبًا (85)

 

***

 

حَتَّى إِذَا بَلَغَ

XatTAy EiÜAv BaLaĞa (XatTAy EıÜAv FaGaLa)

“Baliğ olunca”

Sebepler işlemeye başlamış, yola koyulmuş ve devam etmiştir.

إِذَا geldiğine göre varacakları yeri bilmişlerdir. Demek ki ellerinde harita vardır ve harita ile varacakları yeri bilmektedirler. Bugün o haritaların yerini telefonlar (navigasyon cihazları) almıştır. Ne var ki İskender nasıl haritaya bakıp devam ediyorsa şimdi de ona bakıp devam ediliyor. Araçlar değişti, yapılan iş değişmedi. O halde uygarlaşma insanı değiştirmiyor. İnsan aynı insandır. Bundan dolayıdır ki sosyal kanunlar değişmemiştir. Mısır sosyalist idi. Mezopotamya liberalist idi. Ne değişti? Adları değişti, yerleri değişti. Marks’ın yanıldığı veya kasten yanılttığı şey budur. O, uygarlığın insanı değiştirdiğini iddia etmektedir. “Üretim imkanlarının çoğalması ile insanlarda din duygusuna gerek kalmayacak, mülkiyet duygusuna gerek kalmayacak, akrabalık duygusuna gerek kalmayacak. İnsanların birbirlerine düşmanlık yapmaları söz konusu olmayacak.” demişti. Kur’an böyle bir düzenin olamayacağını, kötülerle iyilerin her zaman bulunacağını, kıyamete kadar kötülerle iyiler arasındaki maçın devam edeceğini söyler. Müspet ilimler her zaman olduğu gibi şimdi de Kuran’ı haklı çıkarmaktadır. Bu duygular kendiliğinden oluşmuş, rastlantısal bir şey değildir. Bu dünya düzeni bunların üzerinde oturacaktır. O hep aynı davranışları yapmaktadır.

مَغْرِبَ الشَّمْسِ  

MaĞRıBa eşŞaMSi (MaFGıLa elFaGLi)

“Şemsin mağribine”

“Ğarb” güneşin battığı yerdir. Kuşlar akşamüstü yere inerken güneşe yönelerek iniş yaparlar. Onun için onlara Ğurab denir.

غرب Kuran’da 19, غرف 7 defa geçer. Toplam 26 (2*13) eder.

“Mağribe geldi” demiyor, “Mağribe erdi” diyor. “Ğurb etmek” görünmez olmak demektir. Nitekim طُلُوع da görünür olmak demektir. Böylece Kuran güneşin batması ile güneşin yok olmadığını, dağın arkasında kaybolduğu gibi bir yerin arkasına gittiğini söylemektedir.

 شمس33,  شمخ 1 defa geçmektedir. Toplam 34 (2*17) eder.

ش adedi olduğunu, م hidrojeni depoladığını, س ise senelerin onunla sayıldığını ifade eder.

Kâinat iki temel parçacıktan oluşur. Elektron ve pozitron. Bunların birleşmesinden ışık parçacığı oluşur. Işık parçacıkları bölünmeden ışık hızının altına inerek de nötrino olurlar. Parçalanırsa elektron ve pozitron olur. Atomun yapısında elektron, pozitron ve nötron bulunur. Güneş Hidrojen atomu deposudur. Dört Hidrojen atomu birleşip bir Helyum atomunu verir. Bu birleşmeden enerji fazlalığı doğar ve uzaya atılır. Bizim gördüğümüz ışık bu ışıktır. Dünya bunun çevresinde dönmektedir. Bir de kendi ekseni çevresinde dönmektedir. Dünya’nın Güneş’in etrafında dönmesiyle yıllar, kendi etrafında dönmesiyle 24 saat oluşmaktadır. Güneş sabahleyin görünür olur, akşamleyin görünmez olur. Görünmesine طُلُوع, görünmemesine غُرُوب denir. Doğuda karaların bittiği yer مَغْرِب’dir. Batıda karaların bittiği yer مَشْرِق’dir. Bu مَغْرِب ve مَشْرِق Mekke’ye göredir. Bundan sonra büyük denizler gelir, orada ayrı bir kıta vardır ki o da Amerika’dır.

Mekke dünyanın merkezindedir. Doğuda olan karaların büyüklüğü batıda olan karaların büyüklüğüne eşittir. Güneyinde olan karaların büyüklüğü de kuzeyinde olan karaların büyüklüğüne eşittir. Beşerî uygarlığın temeli İbrahim Peygamber tarafından burada atılmıştır. Hac merkezi buradadır. Doğu, batı, kuzey, güney hep buralara göre adlandırılır. Güneşin çevresinde 9 gezegen daha vardır. Dünya üçüncü yörüngededir. Güneş sisteminde yerden başka canlıya hayat yoktur. Güneş sistemi bize aittir. شَمْس kelimesi lafzen müzekker, manen müennestir çünkü doğurgandır. Ona zamir هُ değil هَا döner.

Bu yer Dr. Mete Firidin’e göre İskenderiye’nin güneydoğusundaki Heliopolis’tir (Ayn Şems=Güneşin gözü). Doğru olabilir. İskenderiye kelimesi buna işaret etmektedir. Ne var ki ben bunun Cebelitarık’ın güneyinde bir Afrika ülkesi olduğu görüşündeyim. İskenderiye eski dünyanın en doğu tarafı ile en batı tarafı olarak gösterilmiştir.

وَجَدَهَا تَغْرُبُ

VaCADaHAv TaĞRuBu (VaFaGaLaHAv TaFGuLu)

“Ve onu ğurub eder vecd etti”

Buradaki zamir شَمْس’e gitmektedir. Onun için يَغْرُبُ demiyor da تَغْرُبُ deniyor. “Güneşi buldu” demektir. “İskender Afrika’nın batısındaki yere vardığında onu ğurub eder buldu” diyor. Kırmızılığı görsün diye o vakit oraya vardırmıştır. Afrika’nın en batı ülkelerinden biridir. Dr. Mete Firidin’e göre İskenderiye’nin güneydoğusunda Heliopolis’te ğurub etmektedir. Bu hususta tam bir yorum yapabilmek için İskender’in yolculuğunu yaptığı yerleri gösteren bir film çekilmelidir. İnsanlar paralarını buralara harcayıp bu filmleri seyredeceklerine topun peşinden koşanları seyrediyorlar.

فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ

FIy GaYNın XaMıEaTin (Fİy FaGLın FaGıLaTin)

“Bir hamia aynda”

عَيْن  ‘pınar’ demektir. Ona benzediği ve yaş geldiği için göze de isim olmuştur. Hama kelimesi “himaye” anlamındadır.

عَيْن  ‘pınar’ anlamındadır. Deniz veya gölün kenarında çamurlu bataklık vardır. Ne var ki o bataklığın içinden pınar çıkmaktadır. Yani su kaynamaktadır. Böyle bir yerin İskenderiye’nin güneydoğusunda olduğunu Mete Firidin yazmaktadır. Buna benzer bir yerin Batı Afrika’nın kuzeyinde olup olmadığı araştırılıp tespit edilmelidir. Bu kent Venedik gibi bir kent olmalıdır. Bataklık içinde ama suyu tatlı bir kent. Nil civarında böyle olması fazlasıyla muhtemeldir. O zaman İskender Mısır’a gelmiş daha ileri gitmemiştir. Bu ayetin delaleti bunu gösterir.

وَوَجَدَ عِنْدَهَا قَوْمًا

Va VaCada GıNDaHAv QaVMan (VaFaGaLa FıGLaHAv FaGLan)

“Ve onun indinde bir kavim vecd etti”

فِيهَا  denmiyor da عِنْدَهَا  deniyor. Kuran’da başka yerlerdeعِنْدَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ deniyor,لَدَا الْبَابِ  deniyor. ‘Yanında’ anlamı da verilebilir. ‘Aynın indinde’ diyor, ‘gözün içinde’ değil de etkili olduğu alanda bir kavim buluyor. Büyük ihtimalle burası yıkanma alanıdır. Yapılar yoktur. Halk çadır kurup deniz veya nehir kenarında suya girmektedir. Sıcak çamurlu su anlamındadır. Orada düzen yoktur. İskender buranın güvenliğini sağlamayı kabul etmiştir. Oranın halkı İskender ile “Bizi koru, içimizde aşırı davrananları durdur” diye bir anlaşma yapmışlardır.

 

قُلْنَا يَاذَا الْقَرْنَيْنِ

QuLNAy YAv Üav eLQaRNaYNı (FaGaLNAv YAv Üu elFuGLaYNı)

“Ey iki karnlı diye kavl ettik”

Anlaşma yapıp onların güvenliğini sağlar hale gelince halk artık onun emrindedir. Bu bize emniyet teşkilatının, maaşlı ordunun meşruiyetini gösterir. Genel olarak yaygın olan Müslüman mafyaları bunlardır. Kötülük yapmak için mafya olmuşlardır. Haklı bir alacağı tahsil edemeyen kimse bu mafyaya başvurmakta ve devlete yaptıramadığını ona yaptırmaktadır.

Akevler’e böyle kimseler gelmiştir. Haklı olduğumuzu görünce bırakıp gitmişlerdir. Allah’ın ‘Ey Zulkarneyn’ diye hitap etmesinden özel durum olduğu anlaşılmaktadır. Bugün özel güvenlik görevlileri de Zulkarneyn’dir.

Bu ayeti bu şekilde anlamlandırdıktan sonra uluslararası paralı bir ordunun oluşturulması meşru olabilir. Bunlar milli ordularda olduğu gibi olur. Bu aynı zamanda sıkıyönetimi de ifade eder. Sıkıyönetim komutanlarının çalışma sistemini anlatmaktadır.

إِمَّا أَنْ تُعَذِّبَ وَإِمَّا أَنْ تَتَّخِذَ فِيهِمْ حُسْنًا (86)

EinMAv EaN TuGaüÜiBa VeİmMA EanTatTaPiÜza FiyHiM XusNan (EinMAv EaTüFagGıLa VaİnMA EaN TaFTaGıLaFIyHıM XuSNAv

“Onları ta’zib edeceksin veya onların içinde hüsn ittihaz edeceksen.”

Sıkıyönetimin kuralları şunlardır: gerektiği zaman ağır ceza verirsin, gerektiği zaman da cezaları affedersin. Normal yönetimin cezaları affetme yetkisi yoktur. Bunu cezalandırıp, bunu muaf tutamaz ama sıkıyönetim komutanı isterse cezalandırır, isterse mükafatlandırır. Burada hukuk düzeni ile değil de kişisel takdirlerle işler yapılır. Sorunu çözersiniz, tatlılıkla, zorla veya kansız. OHAL yetkileri bunlardır. OHAL, kural yönetiminden kişi yönetimine geçmektir. Tüm ülke için yapılamaz. Belki bucak çapında yapılabilir yani her bucağın ayrı komutanı olur. O yönetir. Merkez bucakları da bulunur.

 

YORUM

Uygarlıklar oluşurken halk kanaatleri vardır. Artırmaktadırlar. Gelirler arttığı, harcama gerilediği için gelişme olmaktadır. Oysa çökme dönemlerinde gelirler azalmaktadır. Halk borçlanarak yaşamaktadır. Dolayısıyla gider gelirden fazla olmaktadır. Bu da halkın barış içinde yaşamasını zorlaştırmaktadır. Mısır uygarlığı çökmek üzeredir ve insanlar safahat içindedir. Artık şeriat yönetimi ile yönetilmemektedir. Silahlı güçler koyup halkı dayak veya açlık içinde yönetmeye başlar.

Bugünkü durumumuz budur. Üzüntü ile belirtmek isterim ki Akevler de bu sorunu aşamamıştır. Kimse artırmıyor. Herkes taksitle mal alıyor sonra ödeyemiyor. Taksitle mal alınması yeni düzene sokulmalıdır. Alacağın icrasına son verilmelidir. Kooperatifler taksitle mal alanları kooperatiften çıkarmalıdır. Onlarla ortaklık ekonomisi kurulamaz. Kredileşme ilkesi içinde taksitle mal alınmalıdır.

Buradaki ta’zib nedir? İskender ne yapabilir? Başka bir çözüm yolu olarak da kooperatif ortaklarının mal varlıkları kooperatife devredilir. Onlar kendi evlerinde değil, kooperatifin evlerinde otururlar. Evlerine haciz gelemez. Gelirlerine gelecek dörtte birlik hacize de dayanırlar. Bütün sorunların çözümü belli olmalıdır.

 

Öz Türkçe ile:

“Güneşin battığı yere vardığında onu balçıklı pınarlarda batarken buldu ve onun içinde bir topluluk buldu. ‘Ey iki dölü olan, tattır yahut onların içinde iyilik et.’ dedik.”

 

Kuran kelimeleri ile:

“Şemsin mağribine buluğ edince onu hami ayn içinde vecd etti ve onun indinde bir kavm vecd etti. ’Ey Zulkarneyn, imma tazib edeceksin, imma onlar içinde hüsn ittihaz edeceksin.’ diye kavl ettik.”

 

XatTAy EiÜAv BaLaĞa MaĞRıBa elŞaMSi VaCADaHAv TaĞRuBu FIy GaYNin XaMİyEaTin Va VaCaDa GıNDaHAv QaVMan  QuLNAv YAvÜaeLQaRNaYNı EnMAv EaN TuGaüİBa Va İnMAv EaN TatTaPiÜa FIyHiM XuSNan

حَتَّى إِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِنْدَهَا قَوْمًا قُلْنَا يَاذَا الْقَرْنَيْنِ إِمَّا أَنْ تُعَذِّبَ وَإِمَّا أَنْ تَتَّخِذَ فِيهِمْ حُسْنًا (86)

 

***

 

قَالَ  

QAvLa (FaGaLa)

“Kavl etti”

Allah çift karnlıya bildirdi veya sordu. Baskı ile mi güvenliği sağlayacaksın yoksa iyilikle mi? Çift karnlı cevap veriyor: aldığı emri tekrarlıyor. Tüm çalışmalarımız böyle olmalıdır. Cümleleri borçlu söyler, alacaklı kabul eder. Kuran “Borçlu takrir etsin” diyor. O halde sözleşmede herkes kendi sorumluluk cümlesini söyler. Yöneticiler yıllık plan yaparlar ve ilan ederler. Onun üzerinde meclis değişiklik yapmaz. Ya reddeder ya kabul eder. Kabul ederse hükümet veya bakan yerinde kalır. Reddederse hükümet düşer veya bakan ayrılmış olur. Kabul veya red ittifakla olur. İhtilaf olursa hakemlere gidilir. Hakemlerin kararı kesindir. Kabul veya red vardır, şartlı kabul veya şartlı red geçerli değildir. Hanefilere göre şart batıldır. Diğerlerine göre anlaşma batıldır.

أَمَّا مَنْ ظَلَمَ

EamMAv MaN JaLaMa (EanMAv MaN FaGaLas)

“Kim zulmederse”

Allah إِمَّا ile çift karnlıya hitap eder. Sorar veya bunlardan birini yapabilirsin diyor. O ise أَمَّا ile cevap verir.

Emreden veya nehyeden olduğun zaman ya da haber veren olursan أَمَّا dersin. Şart koşan, şekk eden, muhayır ya da muhtar isen hemzenin kesrelenmesiyle إِمَّا dersin deniyor.

إذا كنت آمراً أَوناهياً أَو مخبراً فهو أَمّا فتوحة، وإِذا كنت مشترطاً أَو شاكّاً أَومُخَيِّراًأَو مختاراً فهي إِمَّا، بكسر الأَلف

Bu ayetlerde Allah إِمَّا ile söylüyor. İskender أَمَّا ile cevap veriyor. Allah amir, nahi veya sail durumundadır. Ya İskender’e soruyor hangisini yapacaksın diyor o taktirde İskender cevap veriyor “ben böyle böyle yapacağım” diyor ya da Allah reddediyor o da emri tekrar ediyor. “Şu şartlarda böyle yapacağım” diyor.

Sıkıyönetim komutanına verilen görev ve yetki vardır. Zulmedene tazib edilecek, iman edip ameli salih işleyenin karşılığı iyilik olacaktır.

أَمَّا ve إِمَّا kullanımında Arap gramerciler de anlaşmış durumda değiller. Kuran’a göre doktora çalışması yapılmalıdır.

 

***

فَسَوْفَ

Fa SaVFa

“İlerde”

فَ takibi ifade eder, سَوْفَ ise ileriyi ifade eder.

O halde bunun manası nedir, burada neden سَوْفَ kelimesi getirildi?

Buradaki فَ sebep “Fa”sıdır, tertip veya takip “Fa”sı değildir. ضَرَبَنِي فَضَرَبْتُهُ  dendiği zaman “Beni dövdü bu sebeple ben de onu dövdüm” denmiş olur. Bu ضَرَبَ farklıdır. Yani ikinci ضَرَبَ’nin hemen olması gerekmez. Buna sebep “Fa”sı denir.

Sebep demek bir işin olması için gerekli araçlar demektir, bunlar oluşa etki ederler. Bu sebeplerden biri bardağı taşıran sebep olur. Tetiği çeken öldürmüş olur. O tetiği çekmese adam ölmezdi. İşte bu son sebebe de ‘illet’ denir. Hüküm sebeplere değil illetlere yüklenir. İlletin faili yoksa müsebbibe gidilir. فَ harfi illetleri değil sebepleri gösterir. Yani فَ önce söylenen sebeplerdir. سَوْفَ kelimesi ile söylenenin illet değil sebep olduğunu ifade eder.

Bir kimse bir adam öldürdüğü zaman onun illetini işlemiş olduğu için yargıda illettir. Ama infazda illet değildir. İnfazda illet yargının hükmüdür. Yargılama hakemlere aittir ama yargı kararlarını uygulama yönetime aittir, dayanışmaya aittir. Hakemler karar verirler, ona uyulup uyulmadığına karışmazlar.

Ben yargılayacağım, ona göre azab edeceğim.

Burada sıkıyönetimin cezalandırma yetkisi vardır ama sıkıyönetim komutanı adaletin taksimi için karar almaz, güvenliğin sağlanması ve işlerin yürümesi için karar alır. Başkanların kararları böyledir.

نُعَذِّبُهُ

NuGaüÜiBuHUv (NuFagGıLuHUv)

“Onu ta’zib ederiz”

İfal babı ile değil de Tefil babı ile getirilmiştir. O halde bu ta’zibde ölüm cezası yoktur. Kıyas yoluyla diyebiliriz ki kol kesme de yoktur. Bu azabda uygulanan baskı kişide kalıcı etki bırakmamalıdır. Baskı sonunda gördüğü eziyet kadar ona diyet ödenmelidir. Yani sıkıyönetim komutanı işkence yapabilir ama yaptığı işkencenin tazminatı ve diyeti de ödenmelidir.

Burada aynı zamanda “biz” diyor, “ben tazib edeceğim” demiyor, “biz tazib edeceğiz” diyor.

Demek ki sıkıyönetim komutanı kurallar koyar ve o kurallara göre sıkıyönetim uygular. Hukuk düzeninden farkı vardır. Hukuk düzeninde anlaşmalarla kurallar konduğu halde, sıkıyönetimde kurallar komutan tarafından konur. Hukuk düzenine yönetim biat ile yapıldığı halde, burada atama ile yapılmaktadır. Hukuk düzeninde adaletin sağlanması gaye olduğu halde sıkıyönetimde gaye güvenliğin tesisidir.

ثُمَّ يُرَدُّ إِلَى رَبِّهِ

ÇümMa YuRadDu EiLAvRabBiHIy (ÇümMa YuFGaLu EiLAv FaGLiHIy)

“Sonra rabbine reddolunur”

Buradaki ثُمَّ (sonra) sıkıyönetimin kalkmasını ifade eder. Yani sıkıyönetim bittikten sonra hukuk düzeni gelir. Hukuk düzeninde de sıkıyönetim zamanında yapılanlar tasfiye edilir. Sıkıyönetim komutanının veya oradaki kimselerin sıkıyönetimde adil davranıp davranmadıklarına dayanışma sorumlusu karar verir. Hukukta belirtilen cezalarla değil de istediği uygulamaları yapar. Hukukta dayanışma ortaklığı muhakeme edilir. Sıkıyönetimde verilen zararları dayanışma sorumluları tazmin ederler. Yani ordu komutanları sorumludurlar.

Sistemi iyi kavramazsak bu ayetlerin manasını anlamamız mümkün değildir.

Siyasi dayanışma ortaklıkları vardır. Bunlar ordulardır. İller iç güvenliği sağlayamadıkları zaman sıkıyönetim ilan ederler. Bölge merkezlerindeki ordudan sıkıyönetim birliğini isterler. Yönetim artık hukuk düzeni değildir, askeri düzendir. Komutan kurallar koyar ve birliği ile o kurallara göre güvenliği sağlar. Hukuk dışı davranışlar yapabilir. Sonunda sıkıyönetim bitince hakemler kararı ile tüm siyasi dayanışmalar, ordular, ortaklarının yaptıklarından sorumludurlar. Dayanışma içinde paylaşarak öderler. Hakemler karar verir. Bu dayanışma sorumluları ödedikleri tazminatın istedikleri kadarı ile ortaklarına öderler. Ya fail öder ya da dayanışması öder.

فَيُعَذِّبُهُ عَذَابًا نُكْرًا (87)

Fa YuGaüÜiBuHUv GaÜAvBan NuKRan (Fa YuFagGıLuHUv FaGAvLan FuGLan)

“Onu nükr bir azap ile ta’zib eder”

Burada Tefil babı kullanılmıştır. Tazminatın taksitlere bağlanacağını ifade eder. نُكْرًا denmiştir, çünkü ne miktarda failin, ne miktarda dayanışma ortaklığının ödeyeceğine dayanışma sorumlusu o zaman karar verir. Maruf bir azab değildir.

Biz bir varsayım yaptık, sıkıyönetim komutanlığı varsayımı.

Siz başka bir varsayım yapar ayeti baştan sonuna kadar yorumlarsınız. Sizinki de doğru olur. Anlaşırsak birleştiririz. Anlaşamazsak herkesin varsayımı kendisine ait olur.

 

YORUM

Asıl olan İslam düzenidir, barış düzenidir.

Barış düzeni demek, nizaların hakemler yoluyla çözülmesi ve herkesin hakem kararlarına uyması demektir. Ne var ki öyle zamanlar olur ki hukuk düzeni içinde topluluk yönetilemezse, o zaman askeri düzene geçilmiş olur. Güvenlik öyle sağlanır. Bugünkü durumda hukuk düzeni sorunları çözemiyor. Askeri düzene geçilmelidir. Bu bakımdan devlet başkanına olağandışı yetkiler verilmelidir. Bunun için bazı şartlar vardır.

1- Sıkıyönetim komutanını tayin eden veya azleden başkan olmalıdır. Başkanın kendisi sıkıyönetim komutanı olmamalıdır. Zamanı tayin eden başkan olmalıdır.

2- Her bucağın sıkıyönetime geçme kararını o bucak başkanı almalıdır. İllerde merkez bucakları için alınmalıdır. Taşra bucakları kendi bucakları için kendileri karar almalıdır.

3- Sıkıyönetim sürekli olmaz. Bucak başkanı sonlandırabilmelidir. En uzun olanı altı ay olur. En az bir ay geçtikten sonra ikinci sıkıyönetimi ilan edilmelidir.

4- Sıkıyönetim komutanı yaptıklarından sorumlu değildir. Yaptığı haksızlıklar dayanışma ortaklıkları tarafından giderilir.

 

Öz Türkçe ile:

“ ‘Ezene ise ileride tattıracağız, sonra o dayanışma sorumlusuna gönderilecek, o ona istediği tadı tattıracaktır’ dedi.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Zulmedeni ise ilerde tazip edeceğiz, sonra o Rabbine reddolunacak ve onu nükren azab ile tazib edecektir diye kavl etti.”

 

QAvLa EamMAv MaN JaLaMa FaSaVFA NuGaüÜiBuHUv ÇümMa YuRadDu EiLAv RabBiHIy FaYuGaüÜiBuHUv GaÜAvBan NuKRan

قَالَ أَمَّا مَنْ ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ إِلَى رَبِّهِ فَيُعَذِّبُهُ عَذَابًا نُكْرًا (87)

 

***

 

وَأَمَّا مَنْ آمَنَ

Va EmMAv MaN EAvMaNa (Va EnMAv Man FaGaLa)

“Ve iman eden kimseye ise”

Sıkıyönetimde herkes askerdir. Orada artık Müslim olmak yoktur. Askeri disipline tabidir. Askerlikten farklıdır. Askerlikte isteyen asker olur, isteyen bedel verip Müslim kalabilir. Sıkıyönetimde artık bedel kabul olunmaz, herkes askerdir, askeri disipline tabidir, zorunlu olarak. Askerlikte ise gönüllülük var, ülkeyi değiştirebilir. Burada ise ayrılma hakkı da yoktur.

وَعَمِلَ صَالِحًا  

Va GaMiLa ÖAvLiXan (Va FaGaLa FAvGıLan)

“Ve salih amel ederse”

Burada herkes plan ve projeye yani iş bölümüne göre iş yapacaktır. İşler arz ve talep kanunlarına göre olmayacaktır, sosyalizmde olduğu gibi işin gereği ne ise onu yapacaktır. Kendisine üstü tarafından ne iş verilmişse onu yapacaktır.

فَلَهُ جَزَاءً الْحُسْنَى

Fa LaHUv CaZAyEan eLXuSNAv (Fa LaHUv FaGAvLan eLFuGLAv)

“Onun için ceza olarak hüsna vardır”

Buradaki جَزَاءً nekredir, haldir, takdim edilmiştir yahut mefuldür, الْحُسْنَى bedeldir.  Nekredir, değişik cezalar söz konusudur ama hepsinin ortak vasfı vardır, o da hüsna oluşudur.

Evet, ücretleri verilecektir. Sosyalizme göre bir yönetim vardır. Adil bir paylaşım mevcuttur. Sıkıyönetimde serbest yarışma kuralı işlememektedir. Kişinin ürettiğinin karşılığı verilecektir. “Ücret sistem olarak tespit edilecek, bir karşılık veririz” demiyor. Onun hüsna kendi hakkıdır, sistem verir demektir. Sıkıyönetimde kuralları komutan koyar ama yine herkes kurallara göre hareket eder. Komünizm değil sosyalizm vardır. Komünizmde mülkiyet yoktur. Sosyalizmde mülkiyet vardır, serbest rekabet yoktur.

Bu haftanın iki makalesinde yazacağım, okumanızı tavsiye ederim.

وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ أَمْرِنَا يُسْرًا (88)  

Va Sa NaQUvLu LaHUv MiN EaMRiNAv YuSRan (Va Sa NaFGaLu LaHUv MiN FıGLiNAv FuGLan)

“Ve şimdi ona emrimizden yusru kavl ediyoruz.”

Bunun anlamı şudur. Sıkıyönetimde herkes üstten aldığı işi yapacaktır. Ancak iş alırken de “ben bunu yapacağım” der, üst onun dediğini, istediğini değerlendirerek en uygun olan işi verir. Yani merkezi sistemde bile kişinin istediğini yapması sağlanır. Birçok işler vardır ki ancak merkezi sistemle yapılır. Vakıflar merkezi sistemlerle yönetilir. Ortak işler öyle yapılır. Orada usul işe iş yapanın talip olması, alternatifler sunması ve istediği işin kendisine verilmesinde öncelik tanınması gerekir.

سَأَقُولُ denmemektedir. Yetkiliye tabi olma sistemi geçerlidir. Kur’an ferdi ilişkiler şeklinde değil de imama tabi ilişkiler şeklinde organizasyonu esas alır, yetkili ve yükümlü ilişkiler içinde işler yürütülmektedir.

 

 

YORUM

Her bucak için ayrı sıkıyönetim vardır. İl için sıkıyönetim ilan edilmişse, bucak sıkıyönetim komutanları il sıkıyönetim komutanının emrindedirler. İlde sıkıyönetim olduğu halde o ilin bazı bucaklarında sıkıyönetim olmayabilir. Ülkede de durum böyledir. Bölgelerde sıkıyönetim ilan edilir. İnsanlıkta sıkıyönetim yoktur. İnsanlık sıkıyönetim komutanı söz konusu değildir. İnsanlıkta denge savaşlarla kurulur. Hakem kararları ile dengelenir.

Burada açıkça görüyoruz ki Kuran’ın çözemediği bir sorun yoktur; Kuran’ın dışında da bir çözüm mercii yoktur.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve kim inanır ve uyumlu işler yaparsa, onun karşılığı iyiliktir ve ona işlerimizde kolay sözleşmeler yapılır.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve kim ima eder ve salih amel ederse ona ceza olarak hüsna vardır ve ona emrimizden yusr olanı kavledeceğiz”

 

Va EmMAv MaN EAvMaNa Va GaMiLa ÖAvLıXan Fa LaHUv CaZAyEan eLXuSNAv Va SaNaQUvLu LaHu MiN EaMRıNAv YuSRan

وَأَمَّا مَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُ جَزَاءً الْحُسْنَى وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ أَمْرِنَا يُسْرًا (88)

 

 

 

            

 

***

 

 



© 2024 - Akevler