KEHF SÛRESİ - 18. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِفَتَاهُ لَا أَبْرَحُ حَتَّى أَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ أَوْ أَمْضِيَ حُقُبًا (60) فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَبًا (61) فَلَمَّا جَاوَزَا قَالَ لِفَتَاهُ آتِنَا غَدَاءَنَا لَقَدْ لَقِينَا مِنْ سَفَرِنَا هَذَا نَصَبًا (62) قَالَ أَرَأَيْتَ إِذْ أَوَيْنَا إِلَى الصَّخْرَةِ فَإِنِّي نَسِيتُ الْحُوتَ وَمَا أَنْسَانِيهُ إِلَّا الشَّيْطَانُ أَنْ أَذْكُرَهُ وَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ عَجَبًا (63) قَالَ ذَلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِ فَارْتَدَّا عَلَى آثَارِهِمَا قَصَصًا (64) فَوَجَدَا عَبْدًا مِنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا (65)
***
وَإِذْ
Va EiÜ
“Hani”
Surenin başında Kehf Ashabının işlerini aceb sanırsınız denmişti. “Ve Eiz” ile başlamıştı. Sonra meleklerle secde kıssası “Ve İz” ile devam etmiştir.
Şimdi Hazreti Musa’nın kıssasını anlatmaktadır. Aceb olmadığını ifade etmektedir.
Kehf Ashabının kavminden ayrılmaları ve şeytanın azledilmesi yan yana zikredilmektedir. Şimdi de Hazreti Musa’nın kıssası anlatılmaktadır. Bunlar arasında ortak bir karşılaştırma olmalıdır.
قَالَ مُوسَى
QAvLa MUSAv
“Musa kavl etti”
“VSY” kökümden gelmiş olarak kabul etme durumundayız. MuFGaL kalıbındandır. Mevse “VSY” olunmuş kimse demektir. “ESV” kökü ile akrabadır.
“USV” yaraya sürülen merhemdir. “ESV” 3 defa, “ESY” de 3 defa geçmektedir. Aynı kökten değildir. Ayrı köktür. “Musa” usve kabul edilen kimse demektir.
Hazreti Musa’dan önce gelen peygamberler hem şari idiler hem imam idiler. Cebrail onlara öğretir, onlar da kendi cümleleri ile tabi olanlara öğretirlerdi. Hazreti Musa Tevrat’la geldi. Tevrat, İncil ve Kur’an gibi Allah’ın sözleridir. Peygamber de ona uymak zorunda idi. Hazreti Musa artık şari değildi. Sadece Tevrat’ı uygulamakla yükümlü idi. Kendisi de Tevrat’a uymak zorunda idi.
Şeriat kitapları ikidir; Tevrat ve Kur’an. Tevrat bir fıkıh kitabıdır. Yasalardan oluşur. Kur’an ise fıkıh kitabı değildir, fıkhın nasıl yapılacağını öğreten bir kitaptır.
لِفَتَاهُ
LiFaTAvHu (Li FaGaLaHUv)
“Fetasına”
15 yaşını doldurup 33 yaştan küçük olanlara “Feta” denmektedir. Yaşlanan kimseler yahut hasta olanlar artık kendi başlarına iş yapamaz olur, tek başına yaşayamaz da olurlar. Onların ortağı arkadaşı olur, onlara “Feta” denir. Feta arkadaşının aynı zamanda danışmanıdır, müftüsüdür. Kuran’da fetva anlamındaki kelimelerin yanında, Hazreti Yusuf Peygamber ile hapse giren arkadaşlara feteyani denmektedir. Birlikte suç işlemişler ve arkadaş olarak yakınlaşmışlardı. Yusuf Peygamber için de azizin karısının fetası denmektedir. Ayrıca Kehf Ashabına da “Fitye” denmektedir. Hazreti Musa Peygamberin böyle arkadaşı vardır. Onunla beraber olmada, ondan bilgiler edinmede ona arkadaşlık etmektedir.
Dr. Mete Firidin bu olayları izah ederken Nil Vadisi’nde seyahat ettiklerini söylemektedir. Oysa Hazreti Musa’nın yanında bir feta olması için yaşlı yıllarında olmalıdır. Diğer taraftan Hazreti Musa peygamber olmuş, topluluğu oluşturmuş ve onların sorumlusu olmuştur. Bu seyahat o zamanlara tekabül eder. Bu bakımdan Firidin’in görüşü tartışmalıdır.
“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda, kişinin bağımsız olarak bir işletmenin başına geçip işletmesi için 33 yaşını doldurma hükmüne yer verdik. Onun dışında olanlar, biri 33 yaşından küçük, diğeri 66 yaşından büyük iki kişinin ortak olması ve birlikte işletmeleri gerektiği hükmü konmuştur. “Feta” kelimesi bunu teyit etmektedir.
لَا أَبْرَحُ
Av EaBRaXu (LAv EaFGaLu)
“İbrah etmem”
“Berah” ağaçsız, nebatsız geniş yer, boş saha demektir. “BRH” kökü aslında olumsuzluk anlamı taşır. Yapmaya devam etmeyeceğim anlamındadır. Başına olumsuzluk harfleri gelince yapmaya devam edeceğim anlamında kullanılır.
“BRX” 3 defa, “BRE” 31 defa geçmektedir; 34=2*17
Sen bu işten vazgeçme, bırakma anlamındadır. Kur’an’da üç defa geçmekte, ikisi “Len” ile biri de “La” ile geçmektedir.
Hazreti Musa Peygamber vazgeçmeyeceğini, geri dönmeyeceğini söylemektedir. Bunu yola çıkarken baştan haber vermektedir. Ona göre hazırlık yapmasını söylemektedir.
Buradan çıkaracağımız fıkhi hüküm şudur. Bir yere giderken ne kadar zaman kalacağımızı katılacaklara bildirmek zorunludur. Kıyas yoluyla, bir işe başladığımızda o işin külfeti nedir, söylemeliyiz. Ona göre katılacaklar ve ona göre hazırlıklı olacaklardır.
حَتَّى
XatTAy
“Dek”
Türkçede “sonuna varana dek” deriz, “ta ki” tabirini de kullanırız.
“Hattâ” “İlâ” manasındadır. İki türlü hareket vardır. Hareketlerden biri bir iş yapmak için harekettir. Bunun için iş yaptığın mekânda dolaşırsın. Diğeri ise bir yere varmak için hareket edersin. Diyelim ki Ankara’ya doğru yol alıyorsun. Trafik işaretleri kontrol etmektesin. Bir de Ankara’da bir işin var, onun için Ankara’ya doğru gidiyorsun. İkincisi için “İlâ”, birincisi için “Hattâ” kullanılır.
Burada “İlâ”daki “E” “X” olmuştur, hareketi ifade eder. “T” hedefi gösterir. “Y” kolaylığı ifade eder.
Bir yere varmak için hareket etmiyorlar. Bir şeyi bulmak için hareket ediyorlar. Bu sebeple “İlâ” kelimesi yerine “Hattâ” kelimesi getirilmiştir. Yola çıkarken gayeleri mekân değil istenen yerdir.
أَبْلُغَ
EaBLuĞa (EaFGuLa)
“Baliğ olana dek”
Çalışacak hale geldiği zaman kişiye baliğ oldu denmektedir. Bir işi yapmak, başarmak da buluğ ile ifade edilir.
“Bulğe” bir çeşit ayakkabı demektir. Bir yere ulaşmak için kullanılan mastardır. Kur’an’da 77 defa geçmektedir. “BLG” 1 defa geçmektedir; 78=2*3*13
“B” geçidi, “L” bilineni, “Ğ” ayrılığı ifade eder.
Bir yere ulaşmak anlamındadır.
مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ
MaCMaGa eLBaXRaYNı (MeFGaLu eLBaXRaYNı)
“İki bahrın mecmeına”
Burada iki bahr marifedir. “Macma’” da yani toplandığı yer de marifedir. “Multeka-l Bahreyni” denmemektedir. “Bahr” kelimesi göller için kullanılıyor. Akılan körfezler için de kullanılır. Bu yer Fırat ve Dicle’nin birleştiği Körfez olabilir.
Hazreti Musa çölde dolaşırken tarikatla şeriatın farkını anlatmak için Allah ona bu emri vermiş olabilir. Hazreti Musa’nın dolaştığı yerden hayli uzaktır. Yolu da belli değildir. Bu sebeple yıllar sürse de oraya varacağım demektedir. Onlar Kızıldeniz’e yakın çöllerde dolaşmaktadır. Gidişleri çok uzaktır. Bununla beraber Mete Firidin’in dediği de olabilir, o zaman Kızıldeniz’i gemi ile geçmişlerdir. Nil’in iki kolunun birleştiği yerdir. Mecmea dendiğine göre suların karışması demektir. İki dere akar, kavşağa geldikleri zaman birleşirler. Bu yerler mahdud olur. Bucağımda bir köyün adı iki suyun karıştığı, köyümün bir yeri de suyun birleştiği anlamında isimler taşır.
“Cum’a” yumruk demektir. Sonraları toplama ve birleştirme anlamlarında kullanılmıştır. İnsanların ve develerin toplanmaları bu kelime ile ifade edildiği gibi mal stoku da bu kelime ile ifade edilmiştir.
Mal ve para bir işte kullanıldığı zaman değerlidir. Onları hapsedip stoklamak kişiye bir fayda vermediği gibi topluluğun haklarını da gasp sayılır. Böylece bu sure bundan sonraki surelerin ortaya koyduğu ekonomik kuralların temelini atmış olmaktadır. Çalışıp kazanmak ve onu harcamak, ne kadar ibadet ise stok yapıp elde tutmak da o kadar günahtır.
“CMG” 129 defa, “CNX” da bir defa geçmektedir; 130=2*5*13
“Bahr” deniz demektir.
Lisanu’l-Arab’da çok su diyor. Bizdeki göl karşılığında bahrdır. Bolca akan ve durgunca akan sular da bahrın içine girer.
“B” geçit yeridir. “X” hareketi ifade eder. “R” tekrarı ifade eder.
Buradaki deniz akarsulardır. İki akarsuyun birleştiği yere gitmektedir. Böyle yerler genellikle merkez olurlar. Çünkü iki vadi halkı burada birleşirler. Orası buluşma yeri olur.
Mısır olması başka bakımdan da az muhtemeldir. O devirde Hazreti Musa’dan daha âlim kimsenin Mısır’da değil Irak’ta bulunma ihtimali çoktur.
أَوْ أَمْضِيَ حُقُبًا
EaV EaMWIy XuQuBan (EaV EaFGaLu FuGuLan)
“Veya huquban mady ederim”
“Emşiye hukuben” demiyor, “Emdî Huquban” diyor. Hep dolaşmayacak, gerektiği yerde bekleme de vardır. Yolda veya kentte senelerce kalabilirim diyor.
Bir arabanın kirasını belirlerken iki çarpan kullanıyoruz. Biri yaptığı kilometredir. Diğeri de arabanın o işe tahsis edildiği zamandır. Bir işçi çalışırken de durum budur. Ortaklığa iki payla katılır. İş yaptığı ve ürettiği miktardır. Diğeri de o esnada başka iş yapmadığıdır.
Ücret = (4 Yaptığı İş + 2 Geçirdiği Zaman) / (2 Yaptığı İş + 4 Geçirdiği Zaman)
Anlaşma ücreti burada 2 ve 4 ler serbest anlaşma ile tespit edilir.
Kur’an’daki kavramları belirlersek ekonomik ve sosyal yapımızı ona göre sağlıklı olarak oluştururuz.
“MWĞ” pelte demektir. Kur’an kıkırdak anlamında kullanmaktadır. Kıkırdağın kireçlenmesi ile kemik oluşur.
“M” maddeyi, “W” küçülmeyi, “Ğ” değişmeyi ifade eder.
Yemek pişirirken beklersiniz, pelteleşir. Olunca pelteleştirdi anlamına “Medeğe” olur, sonra da geçen zaman için “Medeye” kullanılmıştır, “NWY” beş defa geçer.
“XQB” kelimesi iki defa geçmektedir. Biri cehennemde yıllarca kalacakları için söylenmektedir. Biri de burada yıllarca kalacaklardır. “Labisine Fiyha” diyor. Burada “Emdiy” diyor. Ayet cehennemde uzun zaman kalacaklarını söylüyor ama hep kalacaklarını söylemiyor. “Halidin Fiha Ebeden” diyor, sadece “Ebeden” demiyor. Kur’an’da cennet ve cehennem de “Halidiyne” ile beraber kullanılmakta, yalnız başına “Ebeden” kelimesi geçmemektedir. “Hülde” kelimesi sürekli anlamında olup sonu olmayan anlamında değildir. Dolayısıyla “Hukuban” kelimesi ile çelişmez. Bununla beraber kimileri ebedi kimleri hukuben olabilir.
YORUM
Azık alıp yola çıkıyorlar. Yıllarca dolaşacağız diyor. Sonra da bir balıkla devam ediyorlar.
Köylerde çöllerde konaklama örfü vardır. Misafir kapıya geldi mi onu kimse geri çevirmez. Herkes geleni misafir etme durumundadır. Bazı durumlarda gelen misafiri ağırlama imkânı olmayabilir ama o zaman bile geri çevirmezler. Onu alır, komşulardan kimin evi misafir kabul etmeye uygunsa ona götürülür. Bu sayede köyler arası dolaşma mümkün olmaktadır.
Anadolu’da hala bu kültür vardır. Birisine misafir olduğun zaman ona ücret teklif edersen ona hakaret olur. Köylüler gelen misafirleri kendileri ağırlar, milletvekilleri adayları hariç. Benim imkânım yoktu ama zaten beni karşılayanlar bunu kendilerine hakaret kabul ederdi. Anadolu’da siyaset için Anadolu’da parti kurmak için paraya ihtiyaç yoktur.
Avrupa’daki çalışanlar da böyle yapıyorlar. Biz Süleyman Akdemir ve Arif Ersoy’la Almanya’ya gittik, 100 gün dolaştık, mescit misafirhanesinde bile yatırmadılar. Hep evlerine misafir olduk.
Yüz lojmanlı apartmanların her katında iki daire daha olacak, birinde kadınlar diğerinde erkekler misafir olacak. Bugünkü oteller kalkacak. Tekrar hanlar sistemi gelecek. İnsanlar konaklaya konaklaya gidecekler. Eskiden develere ücretsiz yem verilirdi. Üçüncü binyılda ücretsiz akaryakıt verilecek, araba tamir edilecek.
1973 seçimlerinde Prof. Dr. Sebahattin Zaim İzmir’e gelmiş ve kahve konuşmalarından sonra bir evde buluşmuştuk. Bunları anlatınca, ‘insan kendisini cennette olacak sanıyor’ demişti.
İşte, Hazreti Musa Peygamber de yıllarca dolaşacak sefere bu şartlarla çıkmıştır.
Öz Türkçe ile:
“Ve hani Musa genç ortağına, iki suyun birleştiği yere varmadan yıllar geçse de dönmeyeceğim demişti.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve hani Musa fetasına hukub imda eder ya da ben mecmea’l-bahreyne iblağ olurum, yoksa ibrah etmeyeceğim diye kavl etmişti.”
Va EiÜ QAvLa MUvSAy LiFaTAvHu LAv EaBRaXu XatTAv EaBLuĞa MaCMaGa eLBaXRaYNı EaV EaMWAy XuQuBan
وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِفَتَاهُ لَا أَبْرَحُ حَتَّى أَبْلُغَ مَجْمَعَ الْبَحْرَيْنِ أَوْ أَمْضِيَ حُقُبًا (60
***
فَلَمَّا بَلَغَا
Fa LamMAv BaLaĞAv (FaLanMAv FaGaLAv)
“İkisi baliğ olduklarında”
Er geç iki bahrın mecmaına baliğ olacağını ifade etmiştir. Devam ediyor ve ara vermeden baliğ oluyorlar. İstedikleri yere ulaşıyorlar.
Mezopotamya demek iki derenin birleştiği yer demektir. O halde fazla tartışmamıza gerek kalmadan Mezopotamya’ya varınca denmiş olur. Yani Kur’an bugün Irak’a verilen gerçek kaynaklı kelimeyi aynen kullanmaktadır. Oraya varmışlardır.
مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا
MaCMaGa BaYNıHiMAv
“İkisinin beyninin mecmei”
“Beleğahu” diyebilirdi. Kelimeyi tekrar etmiştir. “Mecmaahuma” denmemiş, “Mecmaa “Beynihima” denmiştir. Suların aktığı yere varmadılar, iki suyun aktığı yerin arasına vardılar. Mezopotamya’ya vardılar. Oradaki kente vardılar.
Tekrar edelim ki Hazreti Musa aslen Mezopotamyalı halka mensuptur.
Hazreti İbrahim Kuzey Irak’tan hicret etmiştir.
Hazreti Musa Medine’ye dönmüş ve oradan tekrar Mısır’a gitmiştir. Sonra çöllere düşmüştür. Hattilerin ülkesine gitmeyen cemaatini çöllere götürmüş, orada halkın eğitilmelerini sağlamıştır. Allah’ın verdiği emre uyarak Mezopotamya’ya gitmiş, oradaki bir tarikat âlimi ile buluşmuştur.
نَسِيَا حُوتَهُمَا
NaSiYa XUvTaHuMAv (FaGıLAv XUvTaHuMAv)
“Hutlarını nisyan ettiler”
Araplar balıklarına “Hut” dedikleri gibi “Semek” de demektedirler. Kur’an’da “SMK” kökü vardır ama balık manasında bir semek kelimesi yoktur. Yunus Peygamberi lokmalayan da huttur. Alabalık da huttur. Kur’an’da beş defa geçmektedir. Ona en yakın tek kelime “XYÇ” bulunmaktadır. Denizde balık olup hangi tür olursa olsun huttur.
Burada “el-Hute” diyebilirdi. İkisine izafe ederek “Hutehuma” denmektedir.
Yaşlı ve genç ikilisinden oluşmuş ortak işletmelerde ikisinin ortaklık içinde iş yapacaklarını, birinin diğerinin işçisi olmayacağını ifade eder. Ürünlerin payları farklı olabilir ama bir pay almalıdır. Biri diğerinin ücretlisi olmamalıdır.
“Hut”un çoğulu “Hıtan”dır. O halde bir balıkları varmış anlaşılıyor.
Balık taşınırken bozulmasın ve kokmasın diye suda canlı olarak taşınır. Bugün de bazı balıklar (alabalık) bu şekilde taşınmaktadır. Bu tekniği bilmektedirler. İlkel topluluklarda teknik gelişmemiştir. Bununla beraber yararlanma tekniği son derece gelişmiştir. Peygamberler öğretmişlerdir. Suda taşınan balıkların suları zaman zaman havalanmalıdır. Bunlar da mecmea-l bahreyne gelince balığın kabını açmışlar, onlar havalanması için bırakmışlardır. Balık suyun yanında suyu görünce kaptan sıçramış ve denizde kaybolmuştur.
Feta bunu görmüş ama Hazreti Musa’ya anlatmamıştır. Burada “nesiye” denmemiş de “nesiya” yani ikisi birden unuttu denmiştir. Demek ki sorumluluk ortaklığa aittir. Her biri ortak sorumluluğa sahiptir. İki türlü şirket vardır. Birbirinin vekili olunan şirketlerdir. Buna annan şirketleri denir. Diğeri de hem vekili hem kefili olan şirketlerdir. Yaşlı ve gençlerin ortaklaşa kurduğu şirket mufavada şirketidir. Birbirlerinin hem vekili hem de kefilidirler.
Burada başka bir şeyi daha öğreniyoruz. Mufavada şirketinde biri bir şeyi gördüğünde onu ortağına bildirmekle yükümlü değildir. Her biri ayrı ayrı hareket etme yetkisine sahiptir. Sorumluluk ortaktır. Yetkide serbestlik vardır. Her biri kendi başına hareket eder. Buna paralel sistem diyoruz. Ortaklardan her biri ayrı hareket edebilir ve ortaklık sorumlu olur. Bu sebeple “nesiya” denmektedir.
فَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ
Fa itTaPaÜa SaBİyLaHUv (Fa İFTaGaLa FaGIyLaHUv)
“Sebilini ittihaz etti”
“İhaze” göl gibi suyun toplandığı yer yani birikintidir veya suların toplanması için açılmış çukurdur. Almak, tutmak anlamlarında fiil olmuştur. “İttihaz etmek” edinmek, tutulmak anlamlarındadır. “İhz” fiil olarak bir şey almak demektir. “İhaz” pençe demektir. Testinin tutma kulpudur.
“EPÜ” 273 defa, “PYO” 3 defa geçer; 276 =2* 2*3*23
“E” gücü, “P” dağılmamayı ifade eder. “Ü” işaret harfidir.
“Sebil” birbirini kesen yoldur. Alternatifi olan yoldur.
“S” mekânda diziyi, “B” geçidi, “L” belirliliği ifade eder.
Balık denizde kendi yolunu tutmuştur.
Balık kendi yolunu takip ediyor. Kendi yolunu kendisi seçiyor. Denizin kenarından uzaklaşıp kayboluyor.
Burada anlatılan ortaklıktaki ihmal iki tarafın da ilgilenmemesi servetin kaybolmasına sebep olur. Ortaklığın en büyük eksikliği, ortaklardan her biri bunu nasılsa ortağım yapar diye güvenmesi, sonunda ikisinin de ilgilenmemesi sebebiyle işlerin normal gitmemesidir. Bunun için ortaklıkta daima bir işte bir sorumlu olur. Zarara her ikisi katılmakla beraber sorumlu bir tanesidir. Yetkili de odur. Üçüncü şahıslara karşı eşit sorumluluğa sahiptirler. Sonra kendi aralarında hesaplaşırlar. Bu da iç sorumluluğu gerektirir.
فِي الْبَحْرِ سَرَبًا (61)
Fi elBaXRı SaRaBan (Fiy eLFıGLı FaGaLan)
“Serab olarak bahrda.”
“Serab” uzakta su gibi görünen düzlüktür.
“S” mekânda diziyi, “R” tekrarı, “B” de geçidi ifade eder.
Soğuk havada moleküller birbirine daha yakındır. Sıcak havada ise moleküller daha uzaktadır. Işık hareket ederken moleküllerden dolayı onlara yaklaşarak geçerler. Dolayısıyla yollarını yoğunluğa göre uzatırlar. Bir akışkan yavaşladığı zaman ona doğru yön değiştirir. Çünkü onlar kısa adımlar atmış olur.
Güneş önce doğu tarafını ve kara parçasını ısıtır. Doğudan batıya gidenin bulunduğu yer sıcaktır, serabın olduğu yer soğuktur. Serabdan kalkan ışık yolunu kısaltmak için bize doğru eğrilir. Biz onu daha uzakta bir su imiş gibi görürüz.
Aynaya baktığımızda kendimizi serab kuralları içinde görürüz. Televizyonda film seyrederken hep bu ışığın farklı görüntü vermesi ile oynanır. O halde serab, gerçekte olmayan ama bize var olduğu gibi görünen şeylerdir.
Balık seraben yol almaktadır. Balıklar hareket ederken suyun yüzüne çıkmazlar. Görünür kalabilirler. Suyun derinliklerine de inmezler. İnerlerse orada deniz canavarları tarafından avlanırlar. Balıklar su yüzünün o kadar aşağısından yol alırlar ki denizdekiler de karadakiler de onu olduğu yerde değil de serap etkisi ile farklı yerde görürler. Kendilerini kamufle ederler. Burada bunu anlatmaktadır.
Bu savunmanın esasıdır.
İstiklal Savaşı’nda silahlar gündüzleri sağdan sola taşınmış, geceleri ise soldan sağa taşınmış. Böylece düşman sol tarafta yığınak yaptığımızı sanmış ve silahı da çok sanmıştı. Ona göre tedbir almış, yanılmış ve yenilmişti.
Mekke’nin fethinde Hazreti Peygamber bu taktiği kullanmıştı. Mekke’nin bir tarafında gece ateşler yaktırmış, askerleri ise ateşsiz/ışıksız başka yerlere yerleştirmiştir. Düşman hiç beklemediği yerden kalabalığı görünce teslim olmuştu.
YORUM
Balığın denizde serab olması beklenmedik bir olaydır.
Biz de beklenmedik bir olayla karşılaştığımız zaman bir mesaj almaktayız.
15 Temmuz’da (2016) zafer kazanan Ak Parti’nin olağanüstü hali ile Sermaye’nin dediklerini aynen yapacağını hiçbirimiz beklemiyorduk. İstikrarını 15 yıl koruyanın istikrar problemi yoktu. Varmış gibi istikrarını bozmuştur. 15 Temmuz’da zaferi biz kazandığımıza ve saldırıyı da Soros gerçekleştirdiğine göre, Ak Parti’nin yapacağı iş, 15 Temmuz’u yapan Sermaye’yi ülke dışı etmesi gerekirken, onlarla dostluk anlaşmaları yapmış, 15 Temmuz’u fatura ettiği Gülen ve CIA ile savaşa geçmiştir. Bunu sıradan akıl ile izah etmek mümkün değildir. Buna tüm Ak Partililer katılmış, Ordu da sesini çıkarmamıştır.
O halde bizim yapacağımız şey gerisin geriye dönmek, mecmea’l-bahreyne gelip orada ilim sahibini aramaktır. Sıradan düşüncelerle bu sorunu çözmemiz mümkün değildir.
Balığın serab olarak yol almasına benzer bir taktik mi uygulanmaktadır Türkiye ve Türk Ordusu? Böyle de düşünebiliriz.
Öz Türkçe ile:
“İkisinin birleştiği araya vardıklarında balıklarını unuttular, o da suda görünmez olarak yol aldı.”
Kur’an kelimeleri ile:
“İkisinin beyninin mecmaına baliğ olunca hutlarını nesy ettiler, o da bahrda seraben sebilini ittihaz etti.”
Fa LamMAv BaLaĞAv MaCMaGa BaYNıHiMAv NaSiYAv XUvTaHuMAv FaitTaPaÜa SaBIyLaHUv FIy eLBaXRı SaRaBan
فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَبًا (61)
***
فَلَمَّا جَاوَزَا
Fa LamMAv CaVaZAy (FaLamMAv FaGaLAy)
“İkisi mücaveze ettiklerinde”
“CVZ”, vadinin girilen sırtı, su veya insanın geçtiği geçit yeridir. “Cevaz” buradan gelir.
“CVZ” Kur’an’da 5 defa geçmekte, “CYD” üç defa geçmektedir; 8=2*2*2
Gemiye binecekseniz kartınızı okutursunuz, size geçiş izni verilir. Geçişe müsaade cevazdır. Mucaveze ise cevaz istemek ve verilen cevaza uymak yani geçmektir. Kartı bastığınızda cevaz verilmiştir. Geçtiğinizde mucaveze edilmiş olur.
Yaşlı Hazreti Musa ile genç ortağı birlikte Fırat’ı geçtikten sonra Dicle’yi de geçmişlerdir. Hazreti Musa mecmea’l-bahreynin buralar olduğunu sanmaktadır. Yani onun aradığı kimseyi Dicle’nin doğu yakasındadır sanmaktadır.
قَالَ لِفَتَاهُ آتِنَا غَدَاءَنَا
QAvLa LiFaTAyHu EAvTıNAv ĞaDAyEaNAv (FaGaLa EaFGıLNAv)
“Fetasına ‘gıdamızı ita et’ dedi”
Günlerce çölde yol almışlar, balıklarını yememişlerdir. Çünkü badiyelerde kendilerini misafir ediyorlar. Kendi azıklarına gerek kalmamıştır.
Oysa kentlerde misafir etme geleneği kalkmıştır. Seyahat edenler kendi imkânları ile yaşamak zorundadırlar. Ya akçeleri vardır ya da azıkları vardır.
Bunlar balıklarını kentte yemek için almışlardır. Artık kente gelmişlerdir. Buradan gerisin geriye dönecek ve yine çöllere düşeceklerdir, yine azığa gerek kalmayacaktır. ‘Artık balığı yiyelim’ demektedir. Çünkü mecmea’l-bahreyndedir. ‘Gıdamız’ demektedir.
Buradaki ifadenin fıkhi hükmü şudur: Mufavada şirketinde ortaklar ihtiyaçlarına göre gelirleri bölüşürler, katkılarına göre değil. Oysa annan şirketinde katkılarına göre ürünleri bölüşürler. Şirketteki gelirlere tüketim mallarına eşit şekilde ortaktırlar. Ortaklığın sona ermesi halinde bölüşme üç türlü olmaktadır. Bakmakla mükellef oldukları kimselere de birlikte bakarlar. Her birinin akrabası diğerlerinin de akrabası imiş gibidirler.
“ĞaDA, Ğıda” sabah yemeği, kahvaltı demektir.
“Ğ” değişmeyi, “D” çevrelemeyi, “V” de birliği ifade eder.
Gündüz yemeklerine “Ğada”, gece yemeklerine “Gaşa” denmektedir.
“Ğada” besin demektir. “GaYŞ” de yaşama demektir.
لَقَدْ لَقِينَا
LaQaD LaQIyNAv (LaQaD FaGıLNAv)
“Şimdi leky ettik”
“Leka” iki yerleşik bölge arasındaki buluşma yerinin adıdır.
“Lika” buluşmak, kavuşmak demektir.
“İlka” ise koymak, yerleştirmek anlamına gelir.
“L” belirliliği, “Q” kuvveti, “Y” kolaylığı ifade eder.
Mazi üzerine gelen “Qad” fiilin devam ettiğini ifade eder. “Belağna” demiyor da “Lakıyna” diyor. Çünkü henüz aradıkları kimseyi bulamamışlardır ama bulunduğu yere ulaşmışlardır. Daha fazla yola devam etmeyecekler. Dolayısıyla kentte tüketmek için aldıkları balığı burada yiyeceklerdir.
İki ırmak arasını geçmişlerdir. Aradıkları kimse Fırat veya Dicle tarafındadır. Hazreti Musa canlı balığı besin olarak aldığında onu aynı zamanda kılavuz yapmıştır. Kuş Hazreti Âdem’in oğluna kılavuzluk etmiştir. Hayvanlar insanlar için yol göstericidirler. Zelzeleden önce bazı hayvanların özel sesler çıkardıkları bilinmektedir.
Hazreti Musa, ‘balığı getir, bakalım bize ne gösterecek’ demektedir.
مِنْ سَفَرِنَا هَذَا نَصَبًا (62)
MiN SaFaRiNAv HaÜAv NaÖaBan (MiN FaGaLiNAv HaÜAv FaGaLan)
“Bizim bu seferimizden bir nesaban.”
Seyahat var, sefer var, seyir var, bir de revah var, nefer var, rıhle var. Ğuduv vardır, sarah vardır.
“Sufur” süpürgedir. Sabahleyin halk sokağa çıkmadan evvel yollar süpürüldüğü için sabah vaktine “sefer” vakti denmiştir. Sonra yolculuğa sabahleyin çıkıldığı için de yola çıkmaya “sefer” denmiştir.
“S” mekânda diziyi, “F” fasılları (konak yerlerini), “R” de tekrarı ifade eder.
“Sefer” konaklaya konaklaya yolculuk yapmaktır.
Seferde konaklaya konaklaya gidilir. Günde 6 saatlik yürüyüş yapılır. Saatte 5 kilometre yol alınırsa, 30 kilometrede bir konak bulunur. Bazen konakta yer olmaz, bu sefer 12 saat yürünür. Yani ya 12 saat yürümek zorundasınız ya da 6 saat yürüyeceksiniz. Kervansaraylar bu şekilde sıralanır. Kervansarayların olmadığı yerlerde de böylece 30 kilometrede bir konaklama köyleri oluşur. Kervanları konuklatan köylerin yararları vardır. Çünkü mallarını kervandakilerin malları ile değişmektedirler. Peygamberler bunları zekâta ve öşre bağlamışlardır. Kervansaraylar böyle doğmuştur.
“Bu seferimiz” denmektedir.
“NÖ(Sad)B” dikili taş demektir. Çardak devri toplulukları toplantı yerlerine taş dikerler ve bu taşa da “nasb” derlerdi.
“N” genelliği, “Ö(Sad)” toplantıyı, “B” de geçidi ifade eder.
Dikili taşın bunduğu yerde toplanılır ve oradan yola devam edilir.
‘Dikili taşın bulunduğu yere geldik, aradığımız kişi buralardadır’ diyor. ‘Balığımızı getir de yiyelim’ diyor. Hazreti Musa’nın canlı balığı alıp yola çıkması, balığın ona yol göstereceğini ifade eder. Allah ona canlı balıkla yola çıkmasını emretmiştir.
Ben bir şeye karar vermeden evvel istihare ederim. Bir şey alacaksam piyasada dolaşır kararımı öyle veririm. Bana bu fiyatla satarlarsa alayım derim. Tek fiyat veririm, kabul ederse satın alırım, kabul etmezse almaktan vazgeçerim.
Bir işe başladığım zaman istişare ederim, sonunda birisini belirlerim, ‘bu kişi evet derse bu işi yapayım yoksa yapmayayım’ derim. Allah ona ilham eder. Ben de onu yaparım. Sonra o bırakabilir ama artık ben bırakmam.
Üsküdar’da Kur’an Seminerlerini arkadaşları ile birlikte Şener Keskin başlatmıştır. İmam Hatip mezunu küçük esnaf sahiplerinden oluşan toplulukları vardı, 25 kişi civarında idiler. Seminerleri onların teklifi ile başlattım. Her hafta yaptığımız seminerlere birkaç ay devam ettiler. Sonra MİT'in talimatı ile başkanları vazgeçti. Yavaş yavaş azaldılar. Şener devam etti, sonra o da bıraktı. Ama Reşat Erol ile ben devam ediyoruz. 1000. seminere yaklaşıyoruz. Bine yakın okuyucumuz var. Yenibosna’da her hafta okunuyor ve son şekli veriliyor.
Şimdi de Yalova’da Ahşap Evler ve Sera Hangar projelerine devam ediyorum. Süleyman Akdemir’in başkanlığındaki İzmir Akevler Kooperatifleri destekliyor. Zorlanıyorum. Serbest bırakıyorum. Denetimli olarak destekliyor. Gürsoy Erol’un çalışma arkadaşlarından Hasan Hacıbektaşoğlu’nun desteği ile ev siparişlerini sınırlı olarak almaya başladık. Ayda bir ev olmak üzere en çok on ev sipariş almış olacağız.
Zeki Altuboğa Yenibosna’da atölye çalışmaları başlatmıştı; arkadaşlarını getirdi, kendisi dâhil, Nusret Karaca’dan başka hepsi gitti.
Hüseyin Bağdatlı ile Yalova’da çalışmaya başladık. Bıraktı gitti ama getirdiği Mustafa usta ve Turgay ile devam ediyoruz. Emin Özdemir, Mücahit Bozbey, Osman Aydın ve Zafer Arslan da boş kaldıkları zaman katılıyorlar. Ümidim odur ki Yalova’daki girişimlerimiz de, İzmir Akevler Kooperatifi ve İstanbul Kur’an Seminerleri çalışmaları gibi başarılı olacaktır.
Hazreti Musa Peygamber balıkla istihare etmektedir.
YORUM
Bir insan davranışlarını iki şekilde ayarlar.
Birincisi, ilmi yoldan hareket eder. Delilleri toplar. Tartışır, düşünür ve sonunda karar verir. Bu afaki bir değerlendirmedir. Bunun özelliği şudur ki, sizin çalışmalarınız başkalarının da çalışmalarına eklenir ve gelişir, sistem olur, mezhep olur.
İkinci çalışma; Allah size ilham eder. İstişare değil istihare edersiniz. Sadece sizin için delil olmak üzere bir karara varırsınız ve ona göre hareket edersiniz.
Hazreti Musa şeriat adamıdır, şeriat kurallarına göre hareket etmektedir. Buradaki istiharesi de aklıdır. Şeriatçıların istişare ile veremedikleri kararı istihare ile vermeleridir.
Oysa Hazreti Musa’nın aradığı istişare ve istihare dışında (istihareye Ebu Hanife istihsan diyor) doğrudan sebep-sonuç ilişkileri ile bir çözüm bulma yoludur. Tarikatçıların yoludur. Şeriatçılar bunu doğru yol saymazlar. Tarikatçılar da şeriatçıların kaynakla uğraştığını söylerler. Kur’an bu kıssada bunların arasındaki ihtilafı çözmektedir. Din ve siyaset şeriat yoluyla çözülür. İlim ve dar manada din ise şeriatla değil tarikatla çözülür. İlmin metodu tarikattır ama ürünü şeriattır. İlmin varsayımları tarikat yoluyla tesbit edilir. Herkes ayrı ayrı araştırma yapar ve kendi anlayışına göre sonuçlara varır. Bunlar diğer kimseler tarafından da kabul edilirse o zaman o şeriat olur yani fıkıh olur.
Öz Türkçe ile:
“Geçtiklerinde genç ortağına, ‘bu yolculuğumuzun amacına ulaştık, besinimizi getir’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Mücaveze ettiklerinde fetasına, ‘gıdamızı getir, bu seferin nasabına baliğ olduk’ kavl etti.”
FaLamMA CaVAvVaZAv QaVLa LiFaTAyHu EAvTıNAv ĞaDAEaNAv LaQaD LaQıyNAv MiN SaFaRiNAv HaÜAv NaSaBan
فَلَمَّا جَاوَزَا قَالَ لِفَتَاهُ آتِنَا غَدَاءَنَا لَقَدْ لَقِينَا مِنْ سَفَرِنَا هَذَا نَصَبًا (62)
***
قَالَ أَرَأَيْتَ
QAvLa Ea RaEYTa (Ea FaGaLTa)
“Kavl etti: Rey etmedin mi?”
Arapçadaki “E” aynı zamanda menfiliği de taşıdığı için göremedin mi’ anlamındadır. Genç arkadaş balığın kaçışından Hazreti Musa’nın da haberi var zannediyor. Oysa Hazreti Musa bunun farkında değildir, balıkla ilgilenmemektedir. Hazreti Musa bir şey demeyince o da sesini çıkarmamıştır.
“Raye” bir yere konmuş, oranın özelliğini gösteren işaret demektir. “Rey etmek” görmek anlamındadır. “Reyinde olmak” görüş sahibi olmak demektir.
“Raye” uzaktan görülebilen işaret demektir. “Basar” göz demektir. “Nazar” korkuluk demektir. Nazar bakmak, re’y ise görmek anlamındadır.
“Re’y” derinlemesine görmek, “nazar” genişlemesine görmek, “basar” uzağı görmek, “şuhud” ise içinde bulunmak, her yönüyle görmek demektir.
“R” tekrarı, “E” gücü, “Y” kolaylığı gösterir.
إِذْ أَوَيْنَا
EiÜ EaVaYNAv (EiÜ FaGaLNAv)
“Hani evy etmiştik”
“Eveye” kuş yuvası demektir. “Yuva” kelimesi buradan gelmektedir.
“E” gücü, “V” birliği, “Y” kolaylığı ifade eder.
إِلَى الصَّخْرَةِ
EiLa elÖaXRaTi (EiLay eLFaGlaTi)
“Sahraya”
“Ö(Sad)” yolu, “X(Hı)” çökmeyi harap olmayı, “R tekrarı ifade eder.
“EVY” kelimesi yuva oldu anlamındadır. Yuvarlaklaşmak, çukurlaşmak. Orada yerleşmek ise “İla” ile taaddi etmiş olmaktadır.
“Menzil” sadece konaklanan yeridir. “MaEVAv” ise aynı zamanda korunma yeridir.
Yolculukta yolcular yemeklerini suların bulunduğu yerde yerler. Suların aktığı yerde çamur olur, sulak olur, oturulamaz. Suyun içinde üstü düz kayalık varsa orada konaklanır ve orada yemek yenir, gece de orada geçirilir.
Fırat’ın kıyılarında böyle yerler olmalıdır. Hz. Musa’nın bu seyahati senaryo/film yapılabilir ve oralarda bunlar canlandırılabilir. Bugün artık bu tür yolculuk yapmalar ölmek yani sona ermek üzeredir. Bunları ben anlatıyorsam, çocukluğumda buna benzer yolculukları yaptığım için anlatabiliyorum.
فَإِنِّي نَسِيتُ الْحُوتَ
Fa EinNIy NaSİyTu eLXUvTa (FaEinNIy FaGıLTu eLFuGLa)
“Ben hutu nesy eder oldum”
Konakladıklarında canlı balığın suyu havalansın diye açığa koyarlar, balık da zıplayarak suda kaybolur.
Burada isim cümlesi gelmiştir. Türkçede ‘daldım’ deriz. İnsan bir şeyle meşgul olurken zihni ona yoğunlaşır ve başkasını unutur.
“Hut” kelimesi tekrar edilmiştir. Balığın birini orada yemiş olabilirler, ikinci balığı yahut son balığı talep etmiş olur. Yahut gıdamızı getir demiştir. O halde diğer gıdalar da vardır da Hazreti Musa buna istinaden “gıdaena” demiştir. Genç ortağı da, balığı unuttum, diğer şeyleri yiyeceğiz demektedir. Bunun için “Hut” kelimesini tekrar etti.
وَمَا أَنْسَانِيهُ إِلَّا الشَّيْطَانُ
Va MAv EaNSAvNIyHu EilLa elŞaYOAvNu (Va MAv EFGaLaHUv ilLay EaLFaGLAvNı)
“Ve şeytandan başkası onu bana insa etmedi”
Buradaki şeytan yılandır. Bu tür yerlerde su yılanları olur ve saldırabilirler. Yılan balık yer. Kokusu üzerine gelebilir. Bunu bilen genç balığı bırakıp çevreden yılanın gelip gelmeyeceği üzerinde durmaya başlamış. Balığı yılandan koruyayım derken balığı kaçırmıştır. Balığın kaçması yol gösterici olmuş, yılan korkusu işe yaramıştır.
أَنْ أَذْكُرَهُ
EaN EaÜKuRaHUv (EaN EaFGuLaHUv)
“Onu zikretmekten”
Burada zikrin bir manası daha ortaya çıkmaktadır.
“Zikr” demek yalnız hatırlamak değil de hatırda tutmaktır; yani ilgilenmek ve dikkatli olmak demektir. Nisyan da sadece unutmak değildir; ilgilenmemektir. “Allah’ı zikretmek” demek onu hatırda tutmak ve her yaptığımız işte Allah buna ne der diye düşünmektir.
Bu kelimelerin üzerinde düşünün.
وَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ عَجَبًا (63)
Va itTaPaÜa SaBIyLaHUv GaCABan
“Yolunu bahrda acib şekilde ittihaz etti.”
Balık kendisini düşmanlardan korumak için bir doğrultuda gitmez, sağa sola kıvrılarak gider. Onu yakalamak isteyen canavar onu gördüğü tarafa yol alır. O balık kadar süratle yön değiştiremediği ve sonra onu kovaladığı için onu yakalayamaz.
“Acib bir şekilde” demek ustalıklı bir şekilde demektir. Başka ulusları taklit edenler hiçbir zaman onları geçmezler. Çünkü o yapacak ki taklit eden yapsın, daima arkasından gider ve onları yakalayamaz.
Mustafa Kemal, muasır medeniyetin fevkine çıkacağız, elimizde tuttuğumuz meşale Avrupa değil müsbet ilimdir demiştir.
Bizimkiler yeni “Adil Düzen Anayasası”nı getireceklerine, AB’yi beceriksiz bir şekilde taklit ediyorlar. Bu sebepledir ki Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet dönemlerinde uygarlaşamamışlardır.
YORUM
Allah Irak’taki âlimi buldurmayı murad etmiştir. Ona göre hareket etmektedir. Balıkla ilgilenmemeleri, yılan korkusu, Hazreti Musa’nın arkadaşına iş bırakması, sonunda balığın kaçması ve bu sayede Allah’ın aranan âlimi buldurması, hep bir tertibin sonucudur.
Hazreti Yusuf Peygamberin kuyuya atılması, Hazreti Musa’nın adamı öldürmesi, hep hazırlanan senaryonun oynanmasıdır.
Türkiye’de olan olayları da böyle değerlendirmemiz gerekir. İnkılaplar, şimdiki olağanüstü hal uygulamaları, Allah’ın acib balık hareketine benzer. O’nun dediği olacaktır.
Öz Türkçe ile:
“Görmedin mi dedi. Biz kayalığın üzerinde yerleştiğimizde balığı unutur oldum ve onu gözlemekten beni su yılanından başkası unutturmadı ve o da suda şaşılacak bir yol edindi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Re’y ettin mi kavl etti. Biz sahr üzerinde iva ettiğimizde hutu nesy ettim ve onu zikretmekten beni şeytandan başkası nesy ettirmedi ve o da bahrda acib sebilini ittihaz etti.”
QAvLa EaRaEaYTa EiÜ EaVaYNAn EiLa elÖaPRaTi Fa EinNIy NaSIyTu eLXUvTa Va MAv EaNSAvNIyHu EilLAv elŞaYOAvNu EaN EaÜKuRaHUv Ve itTaPaÜa SaBİyLaHUv FIy eLBaXRı GaCaBan
قَالَ أَرَأَيْتَ إِذْ أَوَيْنَا إِلَى الصَّخْرَةِ فَإِنِّي نَسِيتُ الْحُوتَ وَمَا أَنْسَانِيهُ إِلَّا الشَّيْطَانُ أَنْ أَذْكُرَهُ وَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ عَجَبًا (63)
***
قَالَ ذَلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِ
QAvLa ÜAvLiKa MAv KünNAv NaBĞı (FaGaLa ÜAvLıKa MAv FaGaLNAn NaFGaLu)
“İşte bu bağy eder olduğumuz diye kavl etti.”
Balık acayip yol almıştır. Gitmiş, sonra sağa veya sola dönerek hareket etmiştir veya bir kavis çizmiştir. Genç ortağı Hazreti Musa’ya hareketini nakletmiştir. Balığın gideceği kenti gösterdiğini ifade etmiştir. Hazreti Musa aleyhisselam, işte bizim aradığımız demiştir.
“Bağy” kelimesi önemli bir kelimedir, girişim demektir.
“BĞY, Buğa” boğa demektir. İneklerin erkeğidir. Azmak, saldırmak anlamlarına gelir.
“Boğa” damızlık öküz demektir.
Allah canlılara diğer canlılara saldırma yeteneği vermiştir. Bütün canlılar diğer canlılara saldırarak varlıklarını sürdürürler.
İki türlü saldırı vardır. Biri karşı tarafa zarar vererek saldırmadır. Diğeri ise karşı tarafın da yararına saldırmadır. Erkekler arasında yarış olur. Dişi kaçar, erkekler kovalar, sonunda dişiyi en güçlü olan yakalar, öbürleri yarışı terk ederler. Spermlerde bu yarış olduğu gibi arılarda, horozlarda ve ineklerde de bu yarış vardır.
Ekonomideki arz ve talep kanunları buna dayanmaktadır. Marks ile Kur’an arasındaki fark budur. “Vebteğû Min Fadlillah” dendiği zaman bu çıkar paralelliğine dayanan arz ve talep kanunlarını ifade eder. Mülkiyete dayalı bir kanundur. Marks mülkiyeti reddederek bu doğa kanununa aykırı ütopik (hayali) iddialarda bulunmuştur.
فَارْتَدَّا عَلَى آثَارِهِمَا قَصَصًا (64)
FaEiRTadDAv GaLAv EAÇaRıHıMAv QaÖaÖan (Fa İFGaLAv GaLAy EaFGAvLıHıMAv FaGaLAv)
“İkisi eserleri üzerine kasasan irtidad etti.”
Fırat ve Dicle arasında yol alırken düzlük bir alandır. Yerinde gidip incelemek gerekir. Değişik yerlerden gidilir.
Köpekler böyle yerlerde yol alırken belli mesafelerde işerler. Koku alma kabiliyetleri çok fazla olduğu için gerisin geriye dönerken sidik kokusunu takip ederler. Arılar da uçtukları zaman böyle işaretler koyarlar. Kuşlar güney kutbundan kuzey kutbuna giderken yollarını böyle bilirler. Balıklar büyük denizleri böyle aşarlar.
İnsanlar da gittikleri yolların üzerinde taşlar koyar ve o sayede gerisin geriye dönerler.
Hazreti Musa ve genç ortağı da böyle yapmış ve gerisin geriye dönmüşlerdir, gittikleri gibi gerisin geriye dönmüşlerdir.
“KSS” karşılıklı oluşum demektir. “Makas” kelimesi buradan gelir.
Üretimde parçalar üretilir, numaralanır, sonra gerisin geriye monte edilir.
Montaj sökmenim tersidir. Kasastır. “Asar” sıra numaralarıdır.
Allah burada bize montaj ve demontajı da öğretmektedir. Numaralamayı hatırlatmaktadır. Üretimde en önemli husus numaralamadır, kodlamadır. Bu bir doktora tezidir.
YORUM
Fare çıkmaz yola konur. Karşı tarafta eşi veya yiyeceği vardır. Değişik yolları dener. Çıkmaza gelince geri döner ve başka yol dener. Ancak işaretlemiştir, bir daha onu denemez.
Araştırma demek bu demektir. Ar-Ge demek bu demektir. Yarılama sistemi vardır. Yarıya ayırırsınız, onda denersiniz; denediğiniz tarafı yoksa ikinci gurubu da yarıya ayırır denersiniz. Böylece çok az sayıda deneyle tümünü denemiş olursunuz.
Bu eserler üzerinde kasas ilkesidir.
Hazreti Musa aleyhisselam bir şey yapmışsa bize usve olmalıdır.
Gerisin geriye geliyorlar. Genç balığın hareketini tarif ediyor. Böylece balığın Fırat’ın kenarında hangi kenti işaret etmişse o kente gidiyorlar. Arılar bal özünün bulunduğu yerin uzaklığını birbirlerine çizdikleri 8’e benzer şekildeki süratle tarif ediyorlar. Tüm canlıların dili vardır, onunla anlaşıyorlar. Balık da belki kent tarafı dönmüş, üç daire yapmış, bu tarafta üçüncü şehir işaretini vermiştir.
Biz yıldızlarla görüştüğümüz zaman böyle haberleşeceğiz. Dillerini bilmiyoruz ama matematik ortak dilimiz olacaktır. Sayıları kolayca göndereceğiz. Tanımları rahatlıkla yapacağız. Sonra pi sayısı e sayısı bizi anlaştıran sayı olacaktır.
Henüz kuşların dilini çözmüş değiliz, öten böceklerin dillerini çözmüş değiliz. Hazreti Süleyman Peygamberin kuş dilini bir gün biz de öğreneceğiz.
Öz Türkçe ile:
“İşte aradığımız bu dedi ve gerisin geriye dönüp adım geldikleri yolu izlediler.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Bağy ettiğimiz işte bu diye kavl etti. Eserleri üzerine kasasan irtidad ettiler.”
QALa ÜAvLiKa MAv KunNAv NaBĞı Fa iRTadDAv GaLay EaÇaRiHiMAv QaÖaÖan
قَالَ ذَلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِ فَارْتَدَّا عَلَى آثَارِهِمَا قَصَصًا (64)
***
فَوَجَدَا عَبْدًا مِنْ عِبَادِنَا
Fa VaCaDAv GaBDan MiN GıBaDiNAv (FaFaGaLAv FaGLan MıN FıGAvLıNAv)
“İkisi ibadımızdan bir abdi vecd ettiler.”
İkisi birden bulurlar.
Yaşlı ve genç ortaklığı işletmelerinde kararları birlikte alıyorlar. Önerileri getiren gençtir. Kararları alan yaşlıdır. Tüm olayları birlikte takip ederler. Bir ürün ürettikleri zaman o ikisinin olur. Bunun için “veceda” kelimesini kullanmış, bulan ikisidir. Ondan ikisi birden ders almışlardır. Bundan sonra bu iki ortağa üçüncü kişi geçici olarak katılacaktır. Sipariş veren tüccar hükmündedir. Onunla ilişkileri bize üçüncü kişi ile olan anlaşmaları anlatacaktır.
“İbad” kelimesi zamire izafe edilmiştir. Belli ibad olan kimselerdir. Zahire göre hükmedenlerin dışında, batına göre hükmeden, ona göre hareket eden kimselerdir. Bugünkü tarikat ehlinin evliya dedikleri kimselerdir. Böyle özel görevli kimseler vardır. Hazreti Musa gibi ululazm bir peygamberin bile aklının ermeyeceği işler yaparlar.
Bucak içinde, devlet içinde dayanışma ortaklıkları vardır. Bunların dokunulmazlıkları vardır. Bunlara kısas uygulanmaz, bunların cezaları diyete dönüşür. Bugün idam cezası kaldırılmıştır; hem de diyet ödenmeden kaldırılmıştır. Kur’an düzeninde ahlaki dayanışma sorumlularına kısas uygulanmaz, diyete dönüşür; ağır diyet öderler. Başkanlar için de bu uygulanır. Böylece hukukun çözemediği sorunları bunlar çözerler. Bu abdler bilinmektedir. Halk onların etrafında toplanmaktadır. Kendi cemaatine karşı işlediği fiillerden dolayı hafif diyet öderler. Cemaatten olmayan kimselere karşı işlediği fiillerden dolayı ağır diyet öderler. Bu mertebeye yükselmek için bunların tezkiye edilmeleri gerekir. Ocak başkanları bunları tezkiye ederler. Yani bunlardan evliyalık mertebesine yükselenler önce ocak başkanları tarafından sıralanırlar. Bucak başkanı bunlardan belli sıranın üstünde olanları veliler olarak ilan eder.
آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا
EAvTaYNAvHu RaXMaTan MiN GıNDiNAv (EFGaLNAvHu FaGLaTan MiN FıGLiNAv)
“İndimizden ona bir rahmet verdik”
“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda kişilere bir derece verilmesi için iki şey istenir. Biri, halktan belli sayıdaki kimselerin ona biat etmesi, onu dayanışma ortağı yapması gerekir. Biz genel olarak yirmide birinin onu sorumlu kabul etmesi şartını getiriyoruz. Bu topluluğun indindendir. Allah’ı temsil ederler. O’nun adına karar verirler. Parti başkanları böyledir. %5 oy alan siyasi parti liderlerine bu topluluk, dolayısıyla Allah rahmet vermiştir. Bunlar milletvekili olmasalar da dokunulmazlıkları vardır. Bunlara kısas uygulanmaz. Bunlar hapse konmaz. Bunlar diyet yani tazminat öderler. Tazminatı da ona oy verenler öderler.
وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا (65)
Va GalLaMNAvHu MiN LaDunNAv GıLMan (FagGaLNAvHu MiN FaGuLNAvHu FıGLan)
“Ve ledunumuzdan ona bir ilim talim ettik.”
Kişilerin bir derece elde edebilmeleri için halkın onlara biat etmesi yetmez, ayrıca ilim sahibi olmaları gerekir. Örnek olarak siyasi parti kurabilmek için orgeneral olmak gerekir.
Rektör olabilmek için profesör olmak gerekir.
Odalar birliği başkanı olabilmek için de profesör olması gerekir.
Ahlaki dayanışma sorumlusu olabilmek için (halkın veli dediği kimseler) de profesör olmak gerekir. Demek ki halk biat etmeli ama biat edilen kimsenin âlim olması gerekiyor.
Peki, bunlara ilmi mertebeyi kim verecektir?
İşte Kur’an bunlara “Min Ledünnâ” demektedir. İndinde değil de ledünnünde olanlar.
Bir uygarlık oluşurken, bir devlet kurulurken, bir il veya bucak kurulurken, kurucuların âlim olmaları gerekir. Kurucular kendilerini âlim kabul eder ve yeni uygarlığı oluştururlar. Bundan sonra bunlara imtihanla belli oranda diploma verilir. Böylece seçilebilmek için bu diplomaya sahip olmak gerekir. Bunu halk değil de, halkın biat ettiği kurucular ve onların atadıkları kimseler verdiği için de “ledünnâ” denmektedir.
Biz 1967’de İzmir’de bir kooperatif kurduk. Mevcut mevzuata uygun olsun ve fıkha da uygun olsun dedik. Uygularken fıkıhta oluşturulan varsayımları kabul ettik. Buna göre “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı oluşturduk. Şimdi Kur’an’da bir bir bunları teyit eden ayetleri yorumluyoruz. Fukahanın geliştirdiği usulle manalandırıyoruz. Atina’da ifal babı allemna’da ise tefil babı kullanılmıştır. Biat bir defa olmakta, ehliyet ise zamanla kazanılmaktadır.
Bu bize şunları göstermektedir.
a) Kuran Allah’ın kitabıdır. Sözleri gibi manası da resule onun tarafından öğretilmiştir.
b) Resul Kur’an’ı doğru anlamış ve doğru uygulamışlardır.
c) Ondan sonra gelen fukaha Kur’an’ı ve sünneti doğru anlamış ve geliştirdikleri fıkıh usulü de doğrudur ve ilahidir.
d) Biz de gerek fıkıh usulünü gerekse sünnet ve ayetleri doğru anladık ki kabul ettiğimiz varsayımlar Kur’an’da bir bir anlatılmaktadır.
Bu seminerleri okuduğunuzda size de bir meleke gelecek ve siz de kendinize göre Kur’an’ı daha ileri seviyede anlamaya başlayacaksınız. Benim söylediklerim eskimiş olacaktır. Yahut sizin şartlarınıza uymayabilir. Ben sadece düşüncelerimi aktarıyorum. Doğrular Kur’an’ın, yanlışlar benimdir. Bu sebeple dediklerim sizin varsayımlarınıza uyuyorsa kabul edeceksiniz.
Öz Türkçe ile:
“Orada kullarımızdan bir kul buldular, ona bizden esenlik ve yanımızdan bilgi verdik.”
Kur’an kelimeleri ile:
“İkisi ibadımızdan bir abdi vecd etti. Ona indimizden bir rahmet ita ettik ve ona ledünnümüzden bir ilm talim ettik.”
Fa VaCaDAy GaBDan MiN GıNDıNAv EAvTaYNAvHu RaXMaTan MiN GıNDıNAv VaGalLaMNAvHu MiN LaDunNAv GıLMAn
فَوَجَدَا عَبْدًا مِنْ عِبَادِنَا آتَيْنَاهُ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَعَلَّمْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا عِلْمًا (65)
***