KEHF SÛRESİ - 9. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
***
وَاتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّكَ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِهِ وَلَنْ تَجِدَ مِنْ دُونِهِ مُلْتَحَدًا (27) وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا (28)
***
وَاتْلُ
Va uTLu (Va UFGuL)
“Ve tilavet et”
“Vav” harfi birleştirici harftir.
“Tilvi” toklu demektir. Tabi olma, peşine koşma, arkasından gelme, aksettirme anlamlarını almıştır. Sütten kesilen ve anasının peşinde koşan yavru demektir. Arkasından gitmek anlamındadır. Sonra aksettirme anlamına gelmiş ve başkasına okuma anlamı kazanmıştır.
Kur’an’da “TLV” kelimesi 63, “VLY” kelimesi 233 defa geçmektedir. 296=2*2*2*37
Ay’ın Güneş’i tilavet ettiği ifade edilmektedir. Yani Ay Güneş’in ışığını aktarır.
“Tilavet” Kur’an’dan alınan sonuçları başkalarına aktarmak anlamında burada kullanılmaktadır. Kur’an’ı kıraat etmek farz olduğu gibi tilavet de farzdır. Namazları kılmadan önce Kur’an’ın yorumları tilavet olunmalıdır.
“Yetlûne Kitabellahi” beyanı vardır. Kur’an’ın yorumu yapılacak ve bu yorum müzakere edilecektir. Kavlet emrine tilavet et emri verilmiştir. Şimdi benim yaptığım tilavettir. Kendiliğimden söylemiyorum, Kur’an’ı kurallara göre yorumluyorum.
Kur’an’ın nüzulünden sonraki müminler Kur’an’ı yorumlamaya başladılar.
Üç grup ortaya çıktı.
Zahiriler Kur’an’ı sadece konuşma diliyle anladılar, yorum yapmayı reddettiler.
Bâtıniler Kur’an’ı ilhamla gelişigüzel yorumladılar.
Müçtehitler ise Kur’an’ı kurallara göre yorumladılar. Biz de şimdi bunu yapıyoruz. Kur’an’ı kurallara göre yorumlama Sünnilik ve Şiilik şeklinde devam etmektedir.
Kehf kıssasından sonra bizim bugün üçüncü binyıl uygarlığını nasıl oluşturacağımızı anlatmaktadır.
Önce Kehf Ashabı gibi yüz lojmanlı apartmana veya yüz villalı ahşap evler sitelerine taşınmalıyız. Onar ailelik aşiretler oluşturmalıyız. Beş vakit değil iki vakit bir araya gelmeliyiz. Sabah işe gitmeden önce buluşmalıyız, akşam da yatmadan önce buluşmalıyız ve namaz kılmadan önce Kur’an’ı tilavet etmeliyiz. Yani Kur’an’ın metni namazda okunacak ama yorumu ve müzakeresi ise namazdan önce yapılacaktır.
Hayatım hep böyle bir oluşumu geçekleştirme çabası şeklinde geçti. Başaramadım. Kısmen yapabildik. Allah da onun bereketini kısmen vermiştir.
Buradaki “utlu” emri uygarlığın temelini teşkil eder. Mabetler hep mektep olmuştur. Bugün okuma zorunlu hale getirilmiştir. Bizim bunu idrak etmemiz gerekmektedir. Çocuklarımız Sermaye’nin ateist okullarında okuyacaklar. Yaşadığımız uygarlığı öğrenecekler. Her söze kulak verirler emri yerine getirilecektir. Ancak sabah ve akşam toplantıları yapılacak, burada Allah’ın Kitabı tedris edilecektir. Bu emrin Kehf kıssasından sonra gelmesi, bu okumaların aşiretler şeklinde ve yüz lojmanlı apartmanlarda olacağına işaret etmektedir.
مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ
MAv EuXıYa EiLaYKa (MAv EuFGıLa EiLaYKa)
“Sana vahyolunanı”
Arapçada iş yapan fail ile kendisine yapılan meful dört şekilde ifade edilmektedir.
a) “Ellezi, Elleti, Ellezine, Ellati” ile başlayan fiiller failleri veya mef’ulleri gösterirler. Malum fiillerde faili, meçhul fiillerde mef’ulü ifade eder. Bunlarda fail bellidir. Fiil de bellidir. Tanım ele alınmıştır.
b) Harfi tarifsiz fail veya mef’ul kalıbı kullanılırsa fiil de belirsizdir. Herhangi fiildir. Fail de belirsizdir, herhangi faildir.
c) Harfi tarifli ismi fail veya ismi mef’ul getirilirse, o takdirde fail bellidir ama fiil belli değildir.
d) “Ellezi” yerine “Ma” getirilirse fail veya meful belirsizdir. Fiil bellidir.
Burada vahyolunan “Ma” ile getirilmiştir. “Ellezi Uhiye İleyke” denmiştir. Yani vahyolunan nekredir, belirsizdir. Herkese farklı zamanda farklı şekilde vahyolunur. Kastedilen Kur’an’ın kendisi olsaydı, “Ellezi Uhiye İleyke” olurdu, “Ünzile İleyke” olurdu.
“Vahiy” işaretleşmek için yakılan ateştir. Uzaktan haberleşmekte kullanılmıştır. Açıkça ağızla ifade etmeden karşı tarafa bir bilgi, haber ulaştırmaya “vahiy” denir. Vahiyde anlamlar kesindir. İlhamda karşı tarafın anlayışına ve ferasetine bağlı dolayısıyla kesin olmayan bir haber vermedir.
“V” birliği, “X(Ha)” hareketi, “Y” kolaylığı gösterir.
“İlham” delillere dayanmadan ortaya konan husustur. Kur’an’ın kelimelerine mana verir ama neden o manayı verdiğini veren de bilmez.
“Vahiy”de ise kurallar içinde o mana verilir. İçtihatlar vahiydir. Kur’an’ın ayetlerini okuyup da onu kurallar içinde yorumladığınız zaman elde ettiğiniz sonuçlar size yapılan vahiydir. İçtihatlarınızı başkalarına duyuracaksınız. Herkes sizin nasıl hareket edeceğinizi bilecek, ona göre sizinle iş yapacaktır. İçtihatlar ilan edilince artık teklif mahiyetinde olup ondan rücu etmezsiniz. İçtihadınıza göre amel etmezseniz sorumlu olursunuz. Ancak yeni içtihadınızla eski içtihadınızı nesh etmiş olursunuz.
Demek ki içtihat yapmak farzdır. İçtihada göre amel etmek farzdır. İçtihatları çevreye duyurmak da farzdır. Dördüncü şart ise içtihadımız Kur’an’a dayanmalıdır. Kur’an’ın sözleri ve yazısı inzal ile ifade edilmektedir. Kur’an’dan yapılan içtihatlar ise vahiy ile ifade edilmektedir. Yani kastedilen Kur’an’ın lafızları olsaydı “Ma Ünzile İleyke” denirdi.
Eğer içtihatlar arasında birlik doğarsa buna icma denir. Bu artık vahiy olmaz, inzal olur. “Ma Ünzile İleyküm” denmektedir.
مِنْ كِتَابِ رَبِّكَ
MiN KiTAvBı RabBıKa (MiN FiGAvLı FaGLiKa)
“Rabbinin kitabından”
Burada sana indirilenden kastın Kur’an’a dayanılarak yapılan içtihatlar olduğu tekit edilmektedir. “Min” getirilmiştir. Biz Kur’an’ın bazısını okuyup bazısını bırakmayacağız. Manalarının bazısını anlayıp uygulayacağız. Marife üzerine gelen “Min”ler parçaları ifade eder. “Ekeltü Min Semekin” desen, balıklardan birini yedim manası çıkar. Ama “Ekeltü Mine’s-Semeki” demek, bir balığın bazı parçalarını yedim anlamı çıkar.
Biz kitabımızdan içtihat yapacağız, onu çevreye anlatacak ve ona uyacağız.
“Min” harficerdir. Başlangıcı gösterir. Etkileşme yoktur. Yani içtihat yaparken kitabın yapısını bozmamalıyız. Kitap da bizim işlerimizi bozmamalıdır. Yani içtihatlar öyle yapılmalıdır ki sonunda fesat değil salah olmalıdır. Herkes kendi içtihadına göre amel edecektir.
“KTB” işaretleşmek için yakılan ateştir. Uzaktan haberleşmekte kullanılmıştır. Açıkça ağızla ifade etmeden karşı tarafa bir bilgi ve haber ulaştırmaya “vahiy” denir. Vahiyde anlamlar kesindir. İlhamda karşı tarafın anlayışına ve ferasetine bağlı dolayısıyla kesin olmayan bir haber vermedir. Kur’an’da 319 defa geçmekte, “KTM” 21 defa geçmektedir; 340=2*2*5*17 olur.
“Ketbetmek” yazmak anlamında değildir. Onun için “hattetmek” kelimesi kullanılmaktadır. “Ketbetmek” demek, kavlin yazılmış şekli vardır demektir. “Farzetmek” geçerli kılmak demektir. Burada “Kur’an” denmeyip “Rabbinin Kitabından” denmiş olması, Kur’an’ı yorumlamak için diğer delillerden yararlanılması içindir.
“K” benzerliği ve oluşu ifade eder. “T” muhatabı işareti içerir. “B” de geçit demektir.
Hükümlerin çıkarılması için tüm araçlar kitaptır. Müsbet ilimler, sadık haberler, Kur’an, Sünnet, icma, kıyas, hadisler, örf, istihsan, istishab ve maslahat, tümü birden kitaptır. Bunların hepsi Rabbin insanları eğitmek için var ettiği araçlardır. Bununla beraber delillerin esası Kur’an’dır. Diğer bütün deliller Kur’an’ın anlaşılması içindir. Kur’an insan yaratılmadan önce vardır. İnsan Kur’an’ın bir uygulamasıdır. Kur’an insana göre indirilmemiştir, insan Kur’an’a göre var edilmiştir. Bu sebepledir ki Kur’an’da önce Kur’an’ı öğretti deniyor, sonra insanı yarattı deniyor.
“Rabve” bir çöl bitkisidir. Suyun kaybını asgariye indirmek için tepecik şeklindedir. Gelişerek büyümektedir “Terbiye etme” demek eğitme anlamındadır.
Demek ki içtihatlar aynı zamanda eğitmeyi amaçlıyor. İnsan gücü yeterse kendisi içtihat yapar. Gücü yetmiyorsa içtihadıyla birisini seçer ve onun içtihadı ile hareket eder. Bu da içtihattır. Seçmeye de gücü yetmiyorsa, o zaman velisine tabi olur.
لَا مُبَدِّلَ
LAv MüBadDiLa (LAv MuFagGıLa)
“Tebdil edecek yoktur”
Bir şeyin kendisi var, buna “zat” denmektedir. Şuurlu varlıklar için “nefs” denmektedir. Misli vardır, benzeridir; yapısı ile de benzerdir, ancak başka varlıktır. Kıymeti vardır. Şeklen ve yapısı ile benzememektedir ama aynı işi görür. Bir de bedel vardır. Aynı işi görmez ama aynı işi gören değeri ile denktir.
İçtihatlar yapılmakta ve icmalara dönüşmekte, böylece insanlığın tarihi yapılmaktadır.
Diyelim ki bir arkadaşınız sizi Ankara’ya götürecektir. Değişik yollar takip edilebilir. Ancak sonunda sizi Ankara’ya götürür. Kur’an bir senaryodur. Kâinat yaratılmadan önce yazılmıştır. Kâinat Kur’an’a göre yaratılmıştır. O senaryoda alternatif yollar vardır ama başı, sonu ve gidişi bellidir. Onun değişmesi söz konusu değildir.
“Bedr” dolunay demektir. Güneş’in yerini aldığı için “bedel” anlamında kullanılmıştır.
“Tebdil etmek” “yerine başka bir şey koymak” demektir.
“Bedel” malların takas edildiği pazar yeri demektir.
“B” geçiş yerini, “Dal” çevreyi, “L” de belirliliği ifade eder.
Tarihin genel akışı değişmeyecektir. Artistler rollerini oynarken kendilerine tanınmış olan serbestlik içinde farklılık yapabilirler ama senaryonun akışını değiştiremezler. Kur’an’ın çizdiği bir senaryo vardır. Ancak o senaryoda belirlenmiş kısımlarda farklı hareket etme imkânı vardır. Esası hiçbir zaman değişmez. Bugün olmuş olan olayların hepsi Kur’an’da mevcuttur. Herkes senaryonun oyuncusu olarak oynamaktadır. Senaryoyu değiştirecek kimse yoktur.
لِكَلِمَاتِهِ
Li KaLiMAvTiHİy (Li FaGıLAvTıHIy)
“Onu kelimelerini”
Burada “Li” harfi getirilmiştir. Yani onun yerine geçecek ve onun eksikliğini tamamlayacak demektir.
Merkezi düzen vardır. Başlangıçta peygamberler, sonra siyasiler, sonra Sermaye düzen kurmuşlar ve halen yönetmektedirler. Kapitalizm, sosyalizm ve karma ekonomileri vardır. Bunlar da birer düzendir. Ne var ki bunlar Kur’an düzenine erişecek ve onun yerini tutacak bir düzen değildirler. İçtihat sistemi Kur’an düzenidir. Yasalar yoktur. Yöneticiler yoktur. Herkes kendi içtihadı ile hareket eder. Sonunda düzen oluşur. Düzen içinde özgürlük, özgürlük içinde düzen. Bu sistem yalnız ve yalnız Kur’an’ın içtihat sisteminde vardır.
Başka hiçbir düzende hem laiklik hem de merkezi sistem bir arada olamaz. Ekseriyetin dediğini yapacaksak laik olamayız. Laik olacaksak ekseriyet kararları geçersizdir. Onlar yönetimin din adamlarının elinden alınıp Sermaye’ye veya siyasilere verilmesini istemektedirler. Kur’an ise yönetimin halka verilmesini istemektedir. Merkezi sistem yerine yerinden yönetim sistemi, hâkimlik sistemi yerine hakemlik sistemi, kanun sistemi yerine içtihat sistemi, tekel planlaması yerine arz ve talep kanunlarının dengelenmesi sistemi.
“KLM” 75 defa, “KRM” 47 defa geçmektedir; 122=2*61
“K” benzerliği, “L” belirliliği, “M” de maddi varlığı ifade eder.
“Kelime” plan demektir. İnsan önce beyninde varlığı icat eder. Sonra ona bir ad takar ve hafızada saklar. Sonra onu kullanır. Kullandığı kelimelerdir. “Kalem” kelimesi ile akraba olan bu sözlerden biri yazanı diğeri yazılanı ifade etmektedir. “Kalem” aşı kaleminin adıdır. “Kilim” ise biçilmiş kumaş parasıdır, sergidir.
“Kelimat” dişi kurallı çoğuldur. Kelimeler yani parça projeleri bir araya gelir ve bütünlük içinde olur.
Önce bir hangar düşünüyoruz. Ahşaptan olsun. Sökülüp takılabilsin. Standart parçalardan oluşsun. Birer metrekarelik parça olarak düşünüyoruz. Sonra bir panoyu kararlaştırıyoruz. Sonra panonun parçalarının projesini yapıyoruz. İşte bunlar kelimattır. Birbirine benzemez ama birbirini tamamlar.
وَلَنْ تَجِدَ
Va LaN TaCiDa (Va LaN TaFGaLa)
“Ve vecd edemezsin”
İçtihatlar yapıyorsunuz, projeler yapıyorsunuz. Kur’an’a dayalı bir uygarlık projesi çıkmaktadır. İşte bu proje eğer icma ile kabul edilmişse artık değiştirilemez. Bu ilahi takdire de uygun olur. Ehlisünnete göre icmada hata olmaz, Allah bütün insanları dalalete götürmez.
Buradaki “Ve” “Utlu”ya atfetmektedir. Tilavet et. Onu değiştirecek yoktur. “Len” “La”ya eklemekle oluşur. Bu güçlendirme harfidir. Tenvindeki “N” de genelleştirme anlamındadır. “İnne” de “Hünne”deki “Nun”lar hep genelleştirici “Nun”lardır. Hiçbir zaman bulamazsın anlamını taşımaktadır. Takdiri ilahiyi ifade ettiği gibi icmaların kesinliğini de ifade eder. Planlama topluluk tarafından yapılır. Planlamacıların ittifakı oluşur. Planlamanın yapılması gerektiğinde ittifak eder de plan üzerinde ittifak edemezlerse, ortak vekil plan yapar. İlgililerin hakemlere gitme yetkisi vardır.
“Vecd” su birikintisi demektir. Bulunmak, ortaya çıkmak ve bulmak anlamlarına gelmektedir. İnsanın beyninde biriken inançlara “vicdan” denir.
Kur’an’da 101 defa geçmektedir.
“Vecd” 101 defa, “Mecd” 107 defa geçmektedir; 208=2*2*2*2*13
“V” beraberliği, “C” topluluğu, “D” çevirmeyi ifade eder.
Bulamazsın veya gücün yetmez demektir. İlahi kanunlarda değişmeler olmaz. Bir de toplulukça yapılmış planları değiştirmeye kimsenin gücü yetmez; başkanlar da değiştiremezler.
مِنْ دُونِهِ مُلْتَحَدًا (27)
MiN DUvNiHIy MuLTaXaDan (MiN FuGLiHIy MuFTaGaLan)
“Onun dununda mültehad”
Buradaki “Hi” zamiri “Kelime”ye gitmez, “Ma”ya gider. Yani içtihattan başka tutunacağın bir şey yoktur. “Dun” kelimesini tekrar hatırlatalım, dışarıda kalan tüm alanı kaplar. “Gayr” ise ayrılığı gösterir. Başka şeyler de vardır.
“Siper” uzunca kazılmış çukur, sığınak demektir. Mezarlara konan lahit bilinmektedir.
“L” birliği, “X(Ha)” hareketi, “D” de çevreyi ifade eder.
Kendini güvene alacak başka bir şey bulamazsın denmektedir.
Bugün herkes çatışma içindedir, saldırı içindedir. Halkın hukukunu koruması gereken polis ile yargı kendisinden korunacak kurumlar haline gelmişlerdir. Sermaye her türlü pislikleri yapmakta, bunu orduya fatura etmekte, ordu güvenliği sağlayan organ olmaktan çıkmakta, güvenliği bozan organ haline getirilmesi istenmektedir.
Türkiye’yi İstiklal Savaşı’ndan beri kurtaran ve kuran Türk ordusu olduğu halde Sermaye’nin dayattığı inkılaplar orduya mal edilmiş ve şimdi anayasalarla ona saldırılmaktadır. Bizim güvenliğimizi koruyacak tek kaynak dayanışma ortaklıklarıdır. Semt sitelerine çekilecek ve Allah’a iltihad edeceğiz, halkımıza iltihad edeceğiz.
YORUM
Bu açıklamadan öğreniyoruz ki bizim yapacağımız ilk iş kendi kehfimize çekilip sabah akşam Kur’an tilavetine başlamaktır. Seminerleri yazmak ve kendi yazdıklarımızı okumaktır. Taşrada seminerlerimizi takip eden bin civarında okuyucumuz vardır. Onlara tavsiyemiz; bizim seminerleri değerlendiren içinizden bir veya iki kişi olsun, sonra kendileri yazsın. O seminerler okunsun ve tartışılsın. Her ocak (on kadar aile) bir Kur’an yorum merkezi olsun. Birbirlerinden istifade etsinler ama hiçbir zaman birbirlerine tabi olmasınlar.
Bu işe başlamamız için üç, beş, yedi kişi olmamız istenmektedir.
Ben bunu başaramadım. Hep geçici yapmaya çalıştım, başaramadım.
Siteler kurduk ama sitelerde sabah-akşam tilavet eden üç kişi bulamadık.
Seminerlerimizi takip edenlerin bu işe başlamaları gerekir. Gençlerden bir fitye oluşur inşallah, onlar sıfırdan başlarlar. Evlenmemiş erkek ve kızlara tavsiye ediyorum. Allah’ın Kitabını tilavet edecek olanlar birbirleriyle evlensinler ve bunlar peygamberlerin yaptıklarını yapsınlar.
Çocukları özel okullara göndermesinler, devlet okullarına göndersinler. Çocukları dershanelere göndermesinler, kendileri sabah-akşam yapacakları tilavetlerle eğitsinler. Bizim nesil bunu başaramadı. Herkes sonunda doların ve makamın peşine düştü. İkisini de elde ettiler ama serabın peşinde koştuklarını şimdi anlıyorlar.
Biz ancak bu yorumları yapabiliyor, size semt projelerini üretiyoruz. Rabbimiz izin verirse size yüz villadan oluşan dinlenme evlerinin bulunduğu siteleri kuracağız, yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını inşa edeceğiz. Ancak bunlar sadece imkânlar olacaktır. Asıl olan oralara göç edecek siz gençler olacaksınız. Bu ayetin Kehf Kıssası sonunda gelmiş olması bunu ifade eder.
Biz çalışacağız.
Ürün ise ilahi takdire bağlıdır.
Öz Türkçe ile:
“Ve Yetiştiricinin yazısından sana bildirileni aktar. O’nun önerilerini değiştirecek yoktur ve O’nun dışında bir tutanak da bulamazsın.”
Kur’an Arapçası ile:
“Ve Rabbinin Kitabından ne vahyolunmuşsa onu tilavet et. O’nun kelimatını tebdil edecek yoktur ve O’nun dununda bir mültahad da vecd edemezsin.”
Va uTLu MAv EuXıYa EilaYKa MiN KiTABı RabBiKa Va LaN TaCiDa MiN DUvNiHIy MüLTaXaDan
وَاتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّكَ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِهِ وَلَنْ تَجِدَ مِنْ دُونِهِ مُلْتَحَدًا (27)
***
وَاصْبِرْ نَفْسَكَ
VaÖBiR NaFSaKa (VaFGaL NaFSaKa)
“Ve nefsine sabret”
Söyle, tilavet et ve sabret.
Akşam ve sabah sohbetleri yapılıyor. Böylece birlikte Kur’an üzerinde çalışılıyor. Üçüncü bin yıl uygarlığı oluşturuluyor. Sonra bunlar internete aktarılıyor.
Herkese duyurulmuş oluyor. Bir araya geliyor, bir arada sohbet ediyoruz. Sonuçları yazılı hâle getirip internette yayınlıyoruz. Böylece bizimle ilgilenenlere biz duyurmuş oluyoruz.
Şimdi üçüncü emir gelmiştir; “ve nefsine sabret”.
“Sabr” 103 defa, “Safr” ise 5 defa geçmektedir; 108= 2*2* 3*3*3
“Subre” granit taşıdır. Dayanıklılığı ifade eder. İnsan bir şeyi yapmak istediği zaman çevresi ona engeller çıkarır. Bu engellemeler saldırılara kadar varır.
“Sabretmek” demek direnmek demektir.
Türkler İstiklâl Savaşı’nı dindar kalmak için yaptı. Savaş kazanıldı ama tam tersi oldu. 15 Temmuz’da (2016) zafer bizim oldu ama sonra hapishanelere biz girdik.
Türk milleti sabretti, 27 sene sesini çıkarmadı. Dinsizleşmedi ama isyan da etmedi. İsyan etseydi Türkiye devleti yıkılır, Anadolu bir Rum bir Ermeni toprağı olurdu. Sabretti, nefsinde sabretti, sesini çıkarmadı. 27 sene sonra Demokrat Parti’yi getirdi ama o da benzerini yapmaya devam eti. Yine sabretti. Sonra DYP’yi, sonra ANAP’ı, sonra Millî Görüşü iktidar etti ama… Türk milleti şimdi de olağanüstü hale (OHAL’a) sabrediyor; nefsinde sabrediyor.
“Sad” eğitimi ifade eder. “B” geçişi ifade eder. Yani sabır demek selamete geçiş demektir. “R” ise tekrarı ifade eder.
“Nefs” dibağlamada kullanılan palamut, meşenin bir meyvesidir. Boyacılıkta da kullanıldığında eşyayı güzelleştirir, çürümekten ve paslanmaktan korur. Bu şekilde boyanmış veya dibağlanmış eşya veya deriye nefis yani kıymetli ve değerli bir eşya denir.
“Nefs” ruhun bir boyası, görüntüsü anlamında kişiliği ifade eder, kimse anlamındadır. Ruh bedenle ilişkisini nefs ile kurar. Beden de ruh ile ilişkisini hayatla kurar. Kâinatta her şey çift yaratılmıştır. Çiftlerin birbirleri ile ilişki kurma özellikleri vardır. Ruh ile beden arasındaki ilişkiyi de nefs kurar.
“N” genelleştirmeyi ifade eder. İnsan çevresiyle nefsi sayesinde ilişki kurar. Nefs ruhun cüzü değildir. Ruh ile beyin arasında kurulan ilişkidir. “S” ise silsileyi, sürekliliği ifade eder.
İnsanın nefsi daima gelişmeyi büyümeyi ister, acele olmasını ister.
Bu ayette Allah önce sabredilmesini istemiş, nefsinde sabredilmesini istemiştir. Acele edilmeyecek, büyüme de istenmeyecek.
Gerek Akevler’in gerekse Millî Görüş’ün başarısızlığı bu birden büyüme ve acele iktidar olma sevdasıdır.
“Nefsinde sabretme” demek bekleme demektir.
Bugün Sermaye ile bürokrasi savaş içindedir. Biz onların savaşına karışmıyoruz. Sabrediyoruz. Bize verilen zararlara ses çıkarmıyoruz. Sonunda bunlar birbirlerini yiyip bitirirler. Meydan bize kalır. Eğer biz bugün onların yanında yer alırsak onlar önce bizi yer bitirirler, sonra birbirleri ile savaşa başlarlar.
Yüz lojmanlı işyeri apartmanımızda veya yüz villalı sitemizde kendi işlerimizi yapacağız. Üreteceğiz. Satacağız. Karşılığında para değil ham madde alacağız. Böylece nefsimizde sabretmiş olacağız. Pahalı satalım diye biz pazar aramayacağız. Ucuz alacağız diye piyasaya çıkmayacağız.
Kehf Ashabı pazara çıkmak zorunda kaldılar ama kenardan alışveriş yapıp hemen kehflerine döndüler. Biz ise medineye gitmeyeceğiz, medinelerden gelenlerden mal alacağız, mal satacağız. Tüccar ortaklarımızın bizim sitede oturmalarını şart koşmayacağız.
مَعَ
MaGa
“Mea”
“Mea” harftir. Kendisinden sonrakini mecrur yapar.
“Mean” “Nun”la gelir. Bu tenvin “Nun” değil “İzen”deki gibi “Nun”dur.
“Ayn” etkiyi gösterir, “M” de genelliği ifade eder. “Bi” de fail etkilidir. Onu getirmektedir. “Mea”da ise sadece beraberlik vardır. Biri değerini getirmemiştir.
O halde mescitte halk kendi kendine toplanır. Onları kimse toplamaz. Bu sebepledir ki İslâmiyet’te sıradan toplantılar için özel davet yoktur. Belli zamanda belli yerde herkes kendisi gelir. Kimse gelmeye zorlanmaz. Kendi istekleri ile gelip sabah akşam Rablarına dua ederler. İşte bunu başaranlar yeni düzeni yani “Adil Düzen”i kuracaklardır.
الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ
elLaÜIyNa YadGUvNa YRabBaHuM (elLaÜIyNa YaFGaLUvNa FaGLaHuM)
“Rablarına dua eden kimseler.”
“eL” harfi tariftir. Dört manası vardır. Belli kimse demektir. Muhatabın da bildiği kimsedir. Muhatap gerçekten bilmez ama daha önce adları geçen zihnen bilinen kimseler demektir. İstiğrak için demektir. Tüm dua edenler anlamındadır. Bir de cins için gelir.
Burada kastedilen kimseler Kehf Ashabı gibi hicret edip Rablarına dua etmeye karar vermiş olan kimselerdir. Bunlar Kur’an üzerinde çalışmaya karar veren kimselerdir. Arkadaş olup birlikte Kur’an’ı yorumlayan ve içtihat yapan kimselerdir.
“Dua etmek” demek hidayeti istemek demektir. Ne yapacaklarını Rablarından talep etmeleri demektir. Rablarından yani yetiştiricilerinden talep etmeleri demektir.
“DGV” kökü: “Dua” gel anlamına kalkan eller demektir. “Dua” davet etmek, çağırmak demektir. Aynı zamanda Allah’tan bir istekte bulunmaktır.
“D” çevreyi, “Ayn” etkiyi, “V” birliği ifade eder.
“Rablarına dua etmek” demek eğitimlerini almak demektir.
Biz bizden öncekilerin ilimlerini öğreniriz. Bunlar dayanışma sorumlularıdır. Bizden sonrakilere de öğretiriz. Böylece ilim eklene eklene gelişir, nesilden nesile intikal eder. Bugün okullar oluşturuluyor. Kur’an düzeninde okul namazdır. Namaz kılanlar birlikte bir araya gelir ve ilmi çalışmalar yaparlar.
Kur’an seminerlerini haftada bir yapabiliyoruz. Bunlar her gün yapılacaktır. İnsanlar birlikte çalışacaklar ve birlikte yaşayacaklar. Yüz lojmanlı işyeri apartmanında oturanlar apartmanın alt ve üst bodrumunda çalışmakta, katlarda da yaşamaktadırlar.
Bunların duası nedir?
Kur’an’dan içtihat yapmakta, ne yapacaklarına oradan karara bağlamaktadırlar.
Buradaki dua içtihat yapmadır.
Delilleri toplama ve sonra illetleri tespit edip hükme varmadır.
Bir tarlayı ekmek Allah’a duadır, bana buğday ver demektir. Bir şeyin sebebini işlemek duadır. Burada yapılan çalışmalarımız duadır. Biz Namaz vakitlerini tesbit ederek diyoruz ki; ikindi ile akşam arasında isteyenler çalışırlar, para kazanarak zekât verirler. İsteyenler ilim yaparlar, ilimlerini zekât olarak verirler. Bundan dolayıdır ki ilim para ile satılmaz. Âlimler zekât yerine ilimlerini karşılıksız aktarırlar.
Nur Suresi ikindi ile akşam arasındaki ilmi çalışmalardan bahsetmektedir.
O halde biz yüz lojmanlı işyeri apartmanlarını kurduğumuzda, herkes üretimde günde 6 saat çalışacaktır. Geri kalan 3 saatte çalışanlar inşaat yapacaklar, isteyenler de ilim yapacaklardır. Bunlar genel hizmet verecek ve genel hizmet karşılığı birikimlerini alacaklardır.
بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ
Bi eLĞaDAvTi Va eLGaŞıyYı (Bi elFaGaLAvTi Va eLFaGıyı)
“Gadat ve aşıy’de”
Buradaki “Bi” “Fî” manasınadır. “Ğada” fecirden başlayıp öğleye kadar süren zamandır. Sabah dersleri Güneş doğmadan önce yapılmaktadır. Mesaiyi saat sekizde başlatıyorsak, öğle tatilini saat ikide yapmalıyız. Saat altıda kalkarsak, bir saat sonra mescitte olur, sabah namazlarımızı 7 ile 10 arasında yaparız. Sabah namazımızı ise sekizde kılar mesaimize başlarız. Kendi apartmanımızda yerleşinceye kadar ancak bu şekilde hareket edebiliriz. Kendi apartmanımıza geçtikten sonra Güneş doğmadan önce işyerine gider, ondan önce sabah derslerimizi yapmış oluruz.
Nur ayetinde de bu ayette de “ğadat” kelimesi ortak kullanılmıştır. Bu vakitlerde herkes Kur’an seminerlerini yapmaktadır.
Kur’an insan için tek sermayenin sa’y (emek) olduğunu belirtmektedir Marks da emekten başka bir girdiyi kabul etmiyor. O halde biz bir araya geleceğiz ve sermaye olarak emeklerimizi koyacağız. Emeğin verimi eğitimle kat kat artar. Bizim çalışma ve araştırma sitemizde insanlar altı saat çalışacak ve günde 6 saatlerini eğitimle geçireceklerdir.
Uyku 6, zorunlu mesai 6, öğle istirahati 3, ihtiyari mesai 3, sabah yemeği 1, akşam yemeği 1 ve 4 saat da eğitim saatleridir. Sabah 2 saat, akşam 2 saat eğitim yapılabilir. Kur’an’a göre bu böyledir. Başka karine de yoksa eşit olarak ayrılır.
“Ğada” sabah yemeğidir. “Gaşa” akşam yemeğidir.
“Ğ” değişmeyi, “D” çevreyi, “V” birliği ifade eder.
“G” etkiyi, “Ş” karanlığı, “Y” kolaylığı ifade eder.
Bu ayetten yaptığımız istidlal ile sabah vitirden sonra sabah namazına kadar 2 saat sabah dersleri, akşam da namazdan sonra 2 saat gece dersleri yapılacaktır. Kur’an merkezli çalışılacak, 7 yaşına gelen çocuk aşiret/ocak veya semtten birisini kendisine öğretmen seçecektir. Öğretmen 63 yaşını geçmiş kimse olacaktır ve öğrenci ondan üç sene temel eğitimini alacaktır. Sonra her öğrenci bucağında bir öğretmen seçecek ve dersleri ondan almaya başlayacaktır. Çocukların bu derslerini almalarından velileri sorumludur. Çocuklarını okutmayan anne ve babanın elinden velayet alınabilir. Bundan sonraki eğitim serbesttir, dışarıdan eğitimdir. Değişik dersler için değişik öğretmenler seçilir. Tam eğitim 30 yaşında tamamlanır.
Ondan sonra apartmanda bağımsız olarak çalışmaya başlarlar. Bunlar eğitimlerini tamamlamış ve artık uygulamaya geçmiş olacaklardır. 65 yaşlarında yaşlılar sınıfına geçmiş olurlar. 30 yaşlarında sakal bırakılır. 60 yaşlarında sakal beyaza boyanır.
يُرِيدُونَ وَجْهَهُ
YuRIyDUvNa VaCHaHUv (YuPGıLUvNa FaGLaHUv)
“Vechini irade ederler”
“Raid” bir şeyi çevirmek için kullanılan koldur. Sonra mastar olarak bir iş yapanın o işi yapma isteğine isim olmuştur. Yani işleri döndüren beyindeki kol anlamına gelmiştir. “Rüveyda” maksatlı yani bir işin sonunu görmek için mühlet vermek demektir.
“R” tekrarı dönüşü ifade eder. “V” birliği ifade eder. “D” çevreyi daireyi ifade eder.
Bir şeyi planlamak meşiettir. Onu yapmak iradedir. Kader ve kaza karşılığıdır. Meşiet ile kader oluşur, irade ile kaza gerçekleşir.
“VCH” yüz demektir.
“V” birliği, “C” toplanmayı, “H” gaybı ifade eder.
Yüz vermedi, yüzünü ekşitti, yüzünü çevirdi.
İnsanlar birbirlerine bakarlar. Gözden çıkan ışık başkasının gözüne girince göz ona cevap ışığı gönderir. Gözler anlaşırlar. Ayrıca beyinden yayılan elektromanyetik sinyaller de iki insanı konuşmadan anlaştırır. Cemaat olmak bunun için gereklidir. Kalabalık bir amaçla toplanmışsa benzer sinyalleri yayınlarlar ve birbirlerine etki ederek heyecan duyarlar. Televizyondaki hitap yerine sokaktaki kalabalığa hitap düşünülür.
Cumartesi günü Yenibosna seminerlerimizde bir araya gelenler haftalarını rahat geçirmektedirler. Bazıları başka amaçla gelirler, sıkıntı içinde olurlar, topluluğa da sıkıntı verirler. Bir araya gelmek aynı konuda yoğunlaşmayı gerektirmektedir.
Gayemiz Kur’an’ı anlamak ve onu uygulamak olacaktır. Kur’an nuru ilahı nurdur. Bu nur kıyamete kadar çevreyi aydınlatacaktır. Biz de o nurdan yararlanmış ve yol almış olacağız. Biz sadece O’nun emirlerini yerine getireceğiz. Sonuç bize ait değildir, sonuç O’na aittir. Olacaklar olmaya devam edecektir.
وَلَا تَعْدُ
Va LAv TaGDu (Va LAv TaFGaL)
“Gudv etme”
“GDV” kökü 105 defa, “GDD” ise 57 defa geçmekte; 162=2*3*3*3*3 etmektedir.
“GDV” bir vadinin iki yakasıdır, “udvan” düşmanlıktır. “An” harf-i ceri ile kullanıldığında ayırma anlamını taşır.
Ocağımız olacak. Yüz lojmanlı apartman yapacağız. Burası Nuh’un gemisi mesabesinde olacak veya yüz villalı ahşap evler sitemiz olacak. Oraya yönelecek ve orada Kur’an’ı tilavet etmeye başlayacağız. Ve gözlerimizi birbirimizden ayırmayacağız.
1967 yılında kurduğumuz İzmir Akevler bunu amaçlıyordu. “Çalışmada ve yaşamada birbirleri ile anlaşacak kimseleri bir araya getirerek aralarında iktisadi ve içtimai birlikteliği sağlamaktır” şeklinde ana gaye maddemizi yazdık. Ancak hep gözlerimizi arkadaşlardan ayırdığımızdan başarıya ulaşamadık. Hala sabah ve akşam namazlarını birlikte kılarak Kur’an okumaya ve müzakere yapmaya devam edemiyoruz. İstanbul Yenibosna’da bile çalışmalar ekip halinde değildir. Haftada ancak iki saat veya üç saat birlikte çalışabiliyoruz.
عَيْنَاكَ
GaYNAvKa (FaGLAvKa)
“İki aynını (gözünü)”
“Ayn” pınar veya gözdür. Birinden su diğerinden yaş gelir.
“G(Ayn)” etkiyi, “N” ise ayrılmayı ifade eder. Belirsizliği ifade eder.
İnsanlar sözlerle anlaşırlar ama gözlerle de anlaşırlar. Cemaat imama bakacak, imam da cemaati dinleyecek, ona bakacaktır. Namazda herkes vechini Allah’a tevcih edecektir, insanlığa tevcih edecektir. İnsanlık Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Kâbe insanlığın birliğini temsil eder, bütün nâsın hac yeridir.
“GYN” 45 defa, “GDR” 3 defa geçmektedir; 48=2*2*2*2*3
Bugün yönetimde kural vardır. Üst bir alttaki astı atlayıp daha astlarla iş görüşmeleri yapamaz. Aşiret on arkadaştan oluşur. “Arkadaş” diyorum, “mürit” demiyorum. Kur’an bunlara “mukarrabun” diyor, “evvelun” diyor. Başkan bunlarla beraberdir; bunları bırakıp başkaları ile iş görüşmeleri yapamaz. Bunlar başkanın istişare ettiği kimselerdir. Birinci halka tarafındandırlar. Kur’an bunlarla yorumlanarak tilavet edilmektedir. Kur’an düzeninde necvaya yani sabah toplantılarına bunlar gelirler. Kur’an düzeninde necva yoktur. Sabah derslerine kimler katılırlarsa onlar mukarrabundur, evvelundur, sabikundur. Bunlar arasında özel dil doğar. Kelimelerin anlamlarını yalnız onlar anlar. Başkan sırrını açıkça kimseye söylemez, ancak mukarrabunun anlayacağı ifadeler kullanır.
Onların çevresinde ashabı yemin vardır. Bunlar mukarrabunlardan biri ile görüşürler, sorunları başkanlara anlatırlar. İşte, gözlerini onlardan ayırma demek, arka saflara bakma, sen önce gelenlerle meşgul ol demektir. Arka sıralara bakarsan işaretlersin ve sırayı atlarsın. Ashabı yemin arkadadır. Apartmanlarda apartman başkanının derslerine herkes devam edebilir. Ashabı yemin ise iş yapan kimselerdir. Bunlar da semt dışındaki insanlarla iş görüşmeleri yapmazlar. Onlar sadece üretim ve tüketim yaparlar.
Semt dışındaki ilişkileri ise semtin tüccarları yaparlar. Bunlar o semtte oturmasalar da olur. Kur’an bunlara “müellefe-i kulub” demektedir. Müellefler tüm insanlarla ilişki kurarlar, tüm piyasa ile ilişki kurarlar.
عَنْهُمْ
GaNHuM
“Onlardan”
Buradaki “onlar” sabah ve akşam seninle beraber dua eden mukarrabunlardır, senin aşiret halkındır. “GaN” kelimesi harficerdir, “Min” ile aynı manadadır. “Min”de etkileşme yoktur. Oysa “An”da etkileşme vardır. Başlangıçta değişiklik yapar. Buradaki “An”da mukarrabunun yapısını bozan, etkisini azaltan bir göz kayması olmamalıdır demektir.
Anayasamızdaki başkan iş yapmaz kuralı bu ayetten doğmaktadır. Gözle bile ayrılmayacaksa, evleviyetle diğer işler yapılmayacaktır.
Kur’an başka yerde “onlarla müşavere et” diyor. Başkan mukarrabunla müşavere eder. Mukarrabunlar ashabı yemin ile müşavere eder. Ashabı yemin müelleflerle müşavere eder. Müellefler de tüm nâs ile müşavere eder. Böylece her söz dinlenmiş olur.
تُرِيدُ
TuRIyDu (TuFGıLu)
“İrade edersin”
“Rablarının vechini murad ederler” ifadesinden sonra, burada kötü iradeden bahsetmektedir. Onların iradesinden değil başkanın iradesinden bahsetmektedir.
Başkanın çevresinde inanmış samimi insanlar toplanınca başkanlarda büyüme ve çoğalma hevesi doğar ve arkadaşlarını atlayarak ashabı yeminle, hatta müellefei kulubla görüşmeye başlar, işleri onlarla yürütmeye başlar ve sonunda arkadaşlarını da dağıtır. Bu duruma Erdoğan düştü, Gülen düştü. İzmir Akevler’i yönetenler Akevler’de oturmuyorlar!
Evet, bu seminerleri takip eden arkadaşlar, şunu kesin olarak bilsinler ki böyle bir aşiret kurup Rablarının kitabını tilavet etmedikçe ve dışarıyla olan ilişkileri müellefei kulub ile yapmadıkça iman etmiş olmazlar. Bu seminerleri takip etme ihsanını yapan kimselere bunu yapmak farzdır. Çalışmalıdırlar ama sonucu Allah’a bırakmalıdırlar.
زِينَةَ
ZIyNaTa (FiGLaTa)
“Ziyneti”
“Ziynet” süslemek için kullanılan çöplere, tüylere benzeyen vasıtalardır.
Varlıklar çevrelerine ışık veya ses dalgaları yayarlar. Bu dalgalar vücudumuza gelir ve bizim alıcılarımız bunları algılar. Bunlardan yararlı olan ışığa “ziynet” denmektedir. Bu ses ve ışığın ziynetli olması canlıları ona doğru çeker.
İnsanlar için iyiye çeken ziynetler olduğu gibi kötüye çeken ziynetler de vardır. İçki bunlardan biridir. Sigara bunlardan biridir.
İnsanlarda iyilik duyguları olduğu gibi kötülük duyguları da vardır. İnsan bu duygularla eğitilmektedir. Nefsin kötülüğe meyli ve insan iradesinin ona karşı direnmesi insanda direnme eğitimini gerçekleştirir. Bu sayede iyi insanlar kötü insanlardan ayrılır.
الْحَيَاةِ الدُّنْيَا
(eLXaYAvTi elDuNYAy (elFaGaLAvTi eLFuGLAy)
“Dünya hayatını”
“XYV” 189 defa, “XYF” bir defa geçmektedir; 190=2*5*19
“Havf” yensiz gömlek demektir. Gömleğin ön ve arka tarafı ve çevirme anlamına gelir. “Havl” ile yakınlığı vardır.
“Havf(Ha)” dilin iki yanıdır. “XYV” kış uykusuna girmemiş yılandır. “Mevt” kış uykusuna giren yılandır. Canlılarda hayat vardır. Bütün canlılar hücrelerden oluşur. Hücre hayat sahibidir, hareket halindedir, birlikte ve sistemli şekilde faaliyettedirler.
Hayatın iki yanı vardır. Biri günü yaşamak, diğeri de ilerdeki günlere hazırlık yapmaktır, besin depolamaktır. Güneş’ten gelen ışık enerjisi yapraklarda kimyasal enerjiye depolanır ve sonra kullanılır. Bu enerji geldiği anda harcanırsa üretimden tüketimedir, dünya hayatı için harcanır.
“DNY” zaman içinde yakını, mekân içinde aşağıyı ifade eder, kötü hayat anlamındadır. Şimdi sıkıntı çekilir, sonra yararlanılır. Geçmişte üretilenler gelecekte tüketilir.
“Selem” gelecek için üretmedir, “veresiye” ise geçmişi tüketmedir.
Şimdi büyüyüp sonra çökme dünya hayatıdır.
Şimdi sıkıntı çekip sonra büyüme ahiret hayatıdır.
Biz çalışacağız, ürünü gelecektekiler alacaklar.
Şimdi geçmişte çalıştıklarımızı yiyeceğiz.
وَلَا تُطِعْ
Va LAv TuOıG (Va LAv TaFGaL)
“Ve itaat etme”
“O(Ta)VG” 129 defa, “OBG” 11 defa geçmektedir; toplamı 140=2*2*5*7 olmaktadır.
“OVG” olgunlaşmış meyvedir, elinizi tuttuğunuzda kolayca kopar.
“İtaat etme” emrine uyma demektir. Askerlikte itaat vardır. Sivil hayatta ise itaat değil ittiba vardır. Beş vakit namazlar aşiret imamları arkasında kılınır. Tüm hayat aşirette yani ocakta ve semtte geçer.
On kadar semt bir araya gelir ve bir merkezi semt oluştururlar. Ve merkezi semtin merkez ocağı (yüz daireli apartman katı) olur. Kur’an buna “kabile” diyor. Bugün “bucak” denmektedir.
Topluluğun üç kademelik hücresi vardır; aşiretler, karyeler ve kabileler.
Aşiretler yaşam hücreleridir.
Karyeler çalışma hücreleridir.
Kabileler yani bucaklar ise şeriat hücrelerdir.
Bucaktakiler Cuma imamı olan kabile yani bucak başkanına itaat ederler.
Kehf hayatını sürdürdüğümüzde biz kooperatif içinde olacağız. Devletle olan ilişkilerimiz kanunlarımıza uygun olarak devam edecektir.
a) Kooperatif içinde veya dışında suç işlediğimizde devlet suçun cezasını verecektir. Kooperatif sadece ortaklıktan çıkarabilir, para cezaları vermez. Ama tazminata hakemler karar verir.
b) Askerliğimizi yapacağız veya bedel vereceğiz. Bu hususa kooperatif karışmaz, kişinin kendisi ne yapacağına karar verir.
c) Herkes asgari sigorta ile sigortalanacak. Bunların sigorta ve vergileri kooperatifçe ödenecek. Kooperatif işletmeden aldığı paylarla bunu karşılayacaktır. Dayanışma içinde herkes sigortalı olacak ve devlet hastanelerinden yararlanacaktır.
d) Kooperatif içinde ve kooperatif ile tüccarlar arasındaki alışverişlerde kooperatif bonosu kullanılacaktır. Böylece kooperatif tüccarlardan aldığı fatura kadar fatura kesecektir.
Bugünkü kanunlarımız bu tür ilişkilerle güvenliğimizi sağlamakta ve özgürlüğümüzü korumaktadır. Eğer bunun ötesine geçer de devlet bizi kötülüğe sürüklerse o ülkeyi terk eder gideriz. Hiçbir zaman iç kavga çıkarmayız. İtaat etmeme demek hicret etme demektir.
مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ
MaN EaĞFaLNAv KaLBaHu (MaN EaFGaLNAv FaGLaHUv)
“Kalbini iğfal ettiğimiz kimseye”
Ashabı Kehf uyandıktan sonra devletle ilişki kurmuş ve birlikte yaşamışlardır.
Şimdi Kur’an bize semt kooperatifi ile devlet arasındaki ilişkilerimizi düzenlemektedir.
Önce ilk dönemi ele alırsak: Devlet hiçbir zaman namazı yasaklamadı. Kadınları baş açmaya zorlamadı.
Medreseleri kapattı, tekkeleri kapattı. Yazıyı değiştirdi. Ahkâmı şer’iyeyi lağvetti. Bunların hiçbirisi zaten artık İslâmî değildi. Ömürlerini doldurmuş ve eskimiş müesseselerdi. Bunların din ile ilgisi yoktu.
Sonra da adım adım demokrasi geldi. Öyleyse bizim hicret etmemize gerek yoktur. Ben beş seneliğine Kırgızistan’a hicret ettim ve gördüm ki, Türkiye dünyadaki en demokratik ülkedir.
Bugün Ak Parti iktidardadır. Kur’an ve İslamiyet’e karşı değildir. Yapılan kötülükler onların kötü olmalarından dolayı değil, düzenin bozuk olmasından dolayıdır.
Türkiye İran’la savaşa girişmediği takdirde bizim bir yere göç etmemize gerek kalmaz. İran’la savaşırsa Türkiye’yi terk etmeliyiz. İran Türkiye ile savaşa girerse tüm dünyanın bombaları üzerimize yağacak, her iki ulus da imha edilecektir. Kaçacak yerimizin neresi olacağını o günkü şartlar belirleyecektir.
“ĞFL, Ğufl, Ğefer” örtü demektir. “Gaflet içinde olmak” geleceği görmemek, olayların farkında olmamak demektir. Kur’an’da 35 defa geçmektedir. “ĞBN” ise 1 defa geçmektedir; 36=2*2*3*3
“Ğ” yanılmayı, aldanmayı ifade eder. “F” bitişik kalmak şartıyla ayrılmayı ifade eder. “L” ise belirliliği ifade eder. Gaflet unutmadan daha hafiftir, belirgindir.
“QLB” kalıp demektir, çamura basan ayağın çamurda bıraktığı şekildir. Ters çevirmek anlamındadır. Elbisenin içini dışına çevirme kalbetmedir. Su ve elektrik benzeri akışkanların merkezine kalb denir. İnsanda iki kalb vardır. Biri baştadır, düşünme yeridir. Sinir sistemleri buralarda toplanır. Bilgisayar merkezidir. Diğeri ise göğüste bulunur. Kan dolaşımını sağlar. Burada kastedilen kalb baştaki kalbdir.
“Kalbini bizim iğfal ettiğimiz” denmektedir. Allah öyle olmasını istediği için kalblerini iğfal etmektedir. Bize de itaat etmemizi emretmektedir. Hazreti Yusuf Peygamber gibi hapishaneye gideriz ama ona itaat etmeyiz. Hicret ederiz ama ona itaat etmeyiz. Kehfe sığınırız ama ona itaat etmeyiz. İsyan da etmeyiz.
عَنْ ذِكْرِنَا
GaN ÜiKRıNAv (GaN FıGLıNAy)
“Zikrimizden”
Kur’an’ın dört adı vardır.
“Kitab” yazılı olandır.
“Kur’an” ise okunandır.
“Zikr” konuşma dilinde anlaşılandır.
“Furkan” usulün kaideleri içinde içerdiği hükümlerdir.
Kur’an’ı basmak yeterli değildir.
Kur’an’ı okumak da yeterli değildir.
Hiç olmazsa anlamı bilinmelidir.
Furkan seviyesinde de olsa Kur’an’ın manası ile meşgul olunmalıdır.
Gaflette olanlar Kur’an’ın anlaşılmasına mani olmakla kalmaz, aynı zamanda onun manasını da tahrif ederler. Bunun için “An” harficeri gelmiştir.
İnsanlar kendilerini Kur’an ehli kabul eder ama Kur’an’a aykırı davranır. Tek çözüm Kur’an’ın meali ile beraber devamlı okunmasıdır, yapılan yorumlara kulak verilmesidir. Tilavetten sonra tilavet etmeyenlere itaat edilmeyecek demektir. Kendi sitemize çekilecek, kendi dünyamızı yaşayacağız. Takas sistemi ile ne sömüreceğiz ne de sömürüleceğiz.
وَاتَّبَعَ هَوَاهُ
Va itTaBaGa HaVAyHu (Va iFTaGaLa FaGaLaHu)
Hevasına Tabi oldu”
“Taba’” anasının peşinden koşup duran yavrudur. Ona tabi olunur. Tabi olunanların tabi olanlarla ilgileri yoktur. Hevesinin peşinde koşan denmektedir.
“T” muhatabı ifade eder. “B” geçişi, “G” da etkiyi ifade eder.
“HVY” iki şey arasındaki boşluktur.
Yer ile gök arasındaki boşluğa da “hava” denmektedir.
“H” uçurumu, “V” birliği, “Y” de kolaylığı basitliği ifade eder.
Heva yokluk demek değildir. İnsan ne yapacağını nasıl hareket edeceğini akılla düşünür ve bulur; buna “içtihat” diyoruz. İçtihatsız hareket edenler hevalarına uyanlardır.
Demek ki itaat edeceğimiz yöneticiler kendileri içtihat yapmazlarsa da yapanların içtihatlarını anlayacak seviyede olmaları gerekir. İçtihatları ile hareket etmekte ise itaat ederiz.
Anayasa referandumunda ‘Evet’ verenler içtihatları ile değil, hevaları ile hareket ettiler. Dolayısıyla biz onlara katılmadık.
Olağanüstü hal (OHAL) heva ile hareket etmek demektir. Savaş bitmiş, bir yerde isyan hareketi yok ama hapishaneler suçlu suçsuz insanlar tarafından dolduruluyor!
وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا (28)
Va KAvNa EMRuHUv FuRuOan (Va FaGaLa FaGLuHUv FuGuLan)
“Ve emri furuttur.”
“Ferd” topluluktan ayrılan kişidir.
Vasat davranışların dışına çıkmaya bazen “ifrat” bazen de “tefrit” denir.
“F” ayrılıp bitişik kalmayı, “R” gidip gelmeyi, “O(Tı)” yapışmayı bitişmeyi ifade eder.
İfrat ve tefrit orta yerden ayrılmadır.
F. Gülen’i önce aşırı desteklemek, sonra da ona saldırmak furuttur.
Mustafa Kemal’i deccal yapmak furuttur.
Kısas dışında idam cezaları vermek veya idam cezasını kaldırmak furuttur.
YORUM
Bu ayet başkanın yetki ve görevlerini açık bir şekilde saymıştır.
Ayeti tekrar tekrar okuyup düşünün, ezberleyin ve her davranışınızda hatırlayınız. Aşırılık içinde olmamaya dikkat ediniz.
Öz Türkçe ile:
“Ve seninle beraber erte akşam seninle yetiştiricilere başvuranlarla birlikte kendine dayan. Gözlerini onlardan ayırma. Yakın yaşayışın süsünü diler olursun. İçini bizi anlamaktan alıkoyduğumuz kimseyi dinleme. O boşlara uymuştur. İşleri aşırıdır.
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve gadat ve aşıy seninle beraber vechini isteyerek Rabbine dua edenlerle nefsinde sabret. Dünya hayatının ziynetini irade ederek iki aynını onlardan adv etme. Kalbini zikrimizden iğfal ettiğimize itaat etme. O hevasına tabi olmuştur ve emri furuttur.”
وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا (28)
***