Bayramın ikinci günü, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Nusaybin'e günübirlik gitti geldi. Yanına medyanın Ankara şeflerini de almış. Nusaybin'den yazıların başlıkları bazı gazetelerde kelimesi kelimesine aynıydı. İnsan, bizimkilerin dalga boyu uyumlarını bilmese, yazıların "emir ve kumanda" ile yazıldığına hükmedebilirdi. Öyle değil tabii ki. Gerek yok. Sözleşmiş gibi aynı yazıyı yazabiliyorlar zaten.
Nusaybin dendiğinde benim aklım ne Başbuğ'un oradan oraya buraya verdiği "mesajlar"a, ne "mayınlı araziler"e, ne Nusaybin'in Kürt kimlikli siyasetin "en militan" merkezlerinden biri olduğuna, ne Nusaybin'in diğer yarısı olan Suriye'nin en büyük Kürt merkezi Kamışlı ile bayram günlerinde geçişin, vize bayramın hemen öncesinde kalktığı için çok rahatladığına takıldı. Hiçbirine değil.
Aklıma Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay geldi. Hani, şu üniversitesinde lisans eğitimi için "Kürt Dili ve Edebiyatı" kürsüsü kurulmasına çalışan ve YÖK'ün sade suya tirit hatta "Kürtleri tahkir" niteliğinde "Yaşayan Diller Enstitüsü" tokadı ile karşılaşan Prof. Omay.
Serdar Bedii Omay bir Mardinli. Ama çok kimsenin tahmininin aksine Kürt değil. Sosyal Bilimler alanının bir hocası da değil. Japonya'da bulunmuş, Japon üniversitelerinde tıbbın "hematoloji" alanında parlamış bir tabip profesör o. Japoncayı gayet iyi biliyor. Şu dönemde uğraştığı işin, parladığı mesleği ile hiçbir doğrudan ilişkisi yok.
Prof. Omay, benim ömrümde tanıdığım en ilginç, en etkileyici ve ancak çok değerli bilim ve düşünce adamlarında rastlanır türden bir alçakgönüllülüğe sahip insanlardan biri. Hem bir feylesof ama bir de müthiş bir idealist. İdealizmi Nusaybin'le ilgili.
Mardin'i "Yukarı Mezopotamya'nın kültür ve uygarlık merkezi" yapmak ve Artuklu Üniversitesi'ni bu "ideal"e uygun biçimde var etmeyi tasarlarken, "referans noktası" tarihteki Nusaybin.
Omay, doğma-büyüme Mardin'ini "Yukarı Mezopotamya'nın kültür ve uygarlık merkezi" yapmak için yanıp tutuşurken, sürekli Nisibis'ten söz ediyordu. "Tarihteki Nisibis'i canlandırmak"tan.
Nisibis, Nusaybin; Prof. Omay'ın "tarihin bir bilim merkezi anlamında ilk üniversitesi"nin, benim Harran itirazıma karşılık Nisibis olduğunu heyecanla anlatıyordu.
Ankara merkezli zihniyet için Nusaybin, geçmişi sorunlu bir sınır karakolu; Mardinli bir zihin ve tarih bilgisiyle bakıldığında Nisibis orası, tüm Mezopotamya'yı kendisine celbedecek tarihin büyük bilgi merkezi.
Artuklu Üniversitesi'nde "Kürt Dili ve Edebiyatı" kürsüsü kurulması Prof. Omay'ın o "büyük rüyası"nın bir parçası.
Mardin'i, Nisibis'i (Nusaybin) tüm bölgenin "kültür merkezi" yapma rüyası...
* * *
Nisibis'i Serdar Bedii Omay'dan öğrendikten sonra elime John Freely'nin "Aladdin's Lamp" (Aladdin'in Lambası) adlı kitabını aldım. Bilimin ve bilginin MÖ 5 ve 6. yüzyılda İyonya'dan Thales ile başlayan ve bir meşale gibi coğrafyadan coğrafyaya, bir uygarlıktan diğerine geçirilerek sürdürülen muazzam seyahatini anlatıyor. Eşsiz bir bilgi hazinesi.
İşte o kitapta, Nasturi Hıristiyanların "Kuzey Mezopotamya'da Edessa (Urfa) ve Nisibis'te öğretim dilinin Süryanice olduğu önemli okullar kurdukları" anlatılıyor.
O dönemde Hz. İsa'nın dili Aramiceden türemiş Süryanicenin yanı sıra bu eğitim merkezlerinde Yunanca, Sanskritçe, Pehlevi (Sasani Farsçası) ve nihayet Arapça da kullanılıyordu. (Prof. Omay'ın Artuklu Üniversitesi'ne ilişkin Kürtçe dâhil lengüistik ilgisinin arka planını anlayabiliyor musunuz?)
O okullarda kullanılan kitaplar arasında eski Yunancadan Süryaniceye çevrilmiş olan Aristo'nun (Aristotales) mantık üzerine en önemli eserleri var. Edessa'daki okul 489 yılında Roma İmparatoru Zeno tarafından Nasturilere baskı nedeniyle kapatılınca, Nasturi bilim adamları, Pers bölgesi sayılan Nisibis'e gidip, oradaki okulu canlandırıyorlar.
Nisibis'ten yani Nusaybin'den yetişen büyük âlimler, daha sonra kendilerine kucak açan Abbasi Bağdat'ındaki "Beyt-ül Hikme"de (Bilgelik Evi), uygarlığın İslam coğrafyasında altın çağını yaşanmasına çok değerli katkı yapmışlardı.
Ortaçağlarda bugünkü ülkemizin ve 100 yıl önceki ülkemizin coğrafyasındaki bilgi alışverişleri ve bilim bayrağının taşınması inanılmazdı. En çarpıcı örneklerden biri Farabi. Bugünkü Özbekistan'da bulunan Maveraünnehir doğumlu bir Türk olan Farabi (870-950), tüm İslam tarihinin el-Kindi'den sonraki ikinci büyük "Aristocu filozofu" olarak bilinir.
Farabi, aslında Platon'un da (Eflatun) derin tesiri altındaydı ve Platoncu ve Aristocu düşünceler birbirleriyle çatıştıkları vakit, onları uzlaştırmaya çalışmıştı. "Bilimlerde Numaralandırma" adında Latinceye "De Scientiis" adıyla çevrilmiş ve Batı'da bilimin gelişmesinde rol oynamış olan matematiksel astronomi kitabı bulunan Farabi, ömrünün ilk yarısını Orta Asya'da geçirmiştir. Büyük bir filozof, astronom ve matematikçi olarak parladığı ömrünün ikinci yarısı Bağdat'a gelip okula yazılmasıyla başlamıştır.
Bağdat'ta Süryanice konuşan Nasturi-Hıristiyan âlim Yuhanna ibn Haylan'dan mantık dersleri almış, Bağdat'ta yirmi yıl kalıp, Şam'a ömrünün geri kalan bölümünü geçirmek için Seyfüddevle'nin sarayına
gitmiştir.
* * *
Hey gidi Mezopotamya, hey gidi Nisibis! Farabi'den Biruni'ye nice "Türk"ün insanlığa sunduğu büyük katkıda payın var.
Nusaybin, Ankara'daki medya şeflerinin Genelkurmay Başkanı'nın peşine düşüp sınır karakollarında söylev dinledikleri mekân olmaktan çıkıp, Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay'ın "Nisibis vizyonu"nu anlamaya gidilen bir yer haline dönüştüğü vakit, Türkiye geleceğe yönelik en keskin virajı dönmüş olacaktır.
Nusaybin'de sınır karakolunun kalkacağı, ona gerek olmayacağı, gazeteci milletinin bayramda Genelkurmay Başkanı'nın peşine takılmayacağı gün olacak o gün.
Nusaybin yeniden kadim Nisibis gibi olduğu vakit...