19.09.2009
Başbakan Erdoğan hemen hemen her gün bir vesile yaratıp uzun konuşmalar yapıyor ve bunların hepsinde ana tema olarak “Kürt açılımı”nı seçiyor. (Erdoğan da başlattıkları bu süreci ilk olarak böyle tarif etmişti, ardından “demokratik açılım” ve “Milli Birlik Projesi” gibi tanımları kullanmayı tercih etmişti. Ben, bu süreci tanımlarken “Kürt” sözcüğünün kullanılmasının doğru olduğunu düşünenlerdenim).
Açılım ne zaman ve nasıl hayata geçirilmeye başlanacak, başarılı olacak mı gibi soruları şimdilik bir kenara bırakıp bir gözlemimi dile getirmek istiyorum: AKP liderini son günlerde dinlerken, kendisinin açılımla birlikte “açıldığı”, diğer bir deyişle “değiştiği” sonucuna varıyorum. Olumlu anlamda bir değişimden söz ediyorum. Çünkü Erdoğan’ın “çoğunlukçu demokrasi” den “çoğulcu demokrasi” anlayışına doğru evrildiğini görüyoruz ki eğer bu konuda samimiyse çok sevindirici bir durum söz konusu demektir. Şöyle ki Erdoğan Milli Görüşçülük zamanından beri demokrasiyi çoğunluğun her şeye karar verdiği, azınlıkta kalanların da bu kararlara uymak zorunda olduğu bir sistem olarak algılardı. Bunun en son örneğini türban düzenlemesi sırasında yaşadık. MHP ve DTP’nin destekleriyle TBMM’de yeterli oya sahip olduğunu düşünen Erdoğan, “toplumsal mutabakat” araması ve bunun için öncelikle CHP’yi ikna etmeye çalışması uyarılarını elinin tersiyle itmişti. Sonuç malum.
AKP’nin Kürt sorununun çözümü için toplumun tüm kesimlerini kapsayacak bir tartışma platformu yaratma ve herkesi sürece dahil etme gayretleri “olması gereken”di. Tıpkı Erdoğan’ın birçok kez 22 Temmuz 2007 gecesindeki “balkon konuşması”nı hatırlatacak şekilde “Türkiye bizden ibaret değil” demesi de keza öyle.
Erdoğan’ın konuşmalarında çok önemli bulduğum ama nedense pek dikkat çekmeyen veya görülmesi istenmeyen bir yaklaşımın da altını çizmek isterim: AKP Lideri son 25 yılda yaşanan kayıplardan, acılı anne-babalardan bahsederken “Mehmetçik-PKK militanı” ve “şehit ailesi-PKK’lı ailesi” gibi ayrımlar yapmıyor. Yıllar sonra bir başbakanın bu noktaya gelebilmiş olması bile bu açılımın neden gerekli ve mümkün olduğunu göstermeye yetebilir.
Neden bu ısrar?
Peki Erdoğan’ın açılımda, diğer bir deyişle Kürt sorununun çözümünde her türlü riski göze aldıklarını ve kararlı olduklarını güçlü bir şekilde ve bıkmaksızın tekrarlamasını neyle açıklayabiliriz?
Öncelikle, CHP ve MHP’nin, kısmen de TSK’nın açılıma karşı çıkmalarıyla kamuoyunda (özellikle de Kürtlerde) oluşan “hükümet geri adım atıyor” veya “geri adım atabilir” imajını bertaraf etmek istiyor. Bu imajla mücadele etmek, parti içi dengeleri tutturabilmek açısından da hayati önem taşıyor zira AKP taban ve teşkilatlarının, Batı’da muhalefet partilerinin, Güneydoğu’daysa DTP’nin eleştirilerinden derin bir şekilde etkilendiklerini gözlemliyoruz. Bu etki AKP içinde hem kafa karışıklığına, hem de ürkekliğe yol açıyor. Buna bağlı olarak ülke çapında AKP’lilerin açılımı aktif bir şekilde sahiplenip savunduklarını göremiyoruz. Nitekim Erdoğan dünkü konuşmasının önemli bir kısmını, partililere yönelik, bu konuda daha aktif ve dinamik olma çağrılarına, hatta talimatlarına ayırdı.
Erdoğan’ın açılım konusundaki şaşırtıcı ısrarının bir diğer nedenini şöyle açıklayabiliriz: Hükümetin, gerek PKK’nın silahsızlandırılması, gerekse Kürt sorununun çözümü noktasında somut adımları hayata geçirebilmesi için zamana ihtiyacı var. Öte yandan, hazırlıklar sürerken, açılımın yaratmış olduğu olumlu atmosferin dağılmamasını, kamuoyunun ilgisini hep diri tutmayı arzuluyorlar. Bu açıdan olayın “moral” yönünü öne çıkaran temas ve konuşmalara ağırlık veriyor. Tabii bunun, “tekrara düşmek” ve buna bağlı olarak kamuoyunu bıktırmak gibi bir riski de söz konusu ki galiba bunun eşiklerinde dolaşıyoruz.
Son olarak, Başbakan’ın açılımda bu kadar ısrar etmesini, onun bu konuyu bir “hayat memat meselesi” olarak görmesine bağlıyorum. Daha önce de sık sık değindiğim gibi, AKP hükümetinin PKK ve Kürt sorunlarının çözümü için “şimdi ve hemen” davranma dışında bir seçeneği artık yok. Hele start verilip onca emek harcandıktan sonra geri dönüş veya dağın fare doğurması, hem iktidar partisi, hem ülke için tam bir facia olabilir.