İslam'da barış ve din hürriyeti
1545 Okunma, 0 Yorum
Hayrettin Karaman - Yeni Şafak
Hilmi Altın

Hayrettin Karaman
hkaraman@yenisafak.com.tr,

İslam'da barış ve din hürriyeti,  17 Eylül 2009 Perşembe

“Bir konuşmamda "İslam, Müslüman olmayanları tek seçenek olarak İslam'a girmeye davet etmiyor, Müslüman olmayı kabul etmeyenlere -onlara yönelik koruma, hizmetler ve askerlikten muafiyet karşılığında- bir vergi vererek İslam ülkesi vatandaşı (dâru'l-islam halkı) olmayı teklif ediyor. Bunu da kabul etmez, savaş halinde ısrar ederlerse bu takdirde savaşa izin veriyor" demiştim. Daha sonra bu konuşmayı okuyanlardan bazıları buna itiraz ettiler, "Gayr-i Müslimler Müslüman olmaya çağırılırlar, kabul etmeyenler ise kılıçtan geçirilirler" dediler. Böyle bir hükme Kur'an, Sünnet ve fıkıh kitaplarını okuyarak ulaşmak mümkün olmadığına göre "bunu nereden çıkardıklarına" şaşırmıştım.” hkaraman@yenisafak.com.tr

 

Hayrettin Karaman, konu ile ilgili olarak büyük İslam hukuk alimi Serahsî'nin el-Mebsût isimli eserinin Siyer (devletler umumi hukuku) bölümünden bir özet sunarak konuya ait görüşüne açıklık getirmiştir. hkaraman@yenisafak.com.tr

 

Hz. Peygamber devrinde ve İslam'ın geldiği coğrafyada yaşayan Arab müşrikleri ile İslam'dan dönenler dışında kalan "Yahudi, Hristiyan, Mecusi ve putperestler Müslüman olmayı kabul etmezlerse kendilerine cizye (yukarıda açıklanan baş vergisi) vererek İslam ülkesinde, oranın vatandaşı olarak yaşamaları teklif edilir. Müslüman olmayı reddeden muharib gayr-i Müslimlere –savaşmadan önce- bu ikinci seçeneği teklif etmek farzdır; çünkü savaşın bitmesi ve barış içinde yaşamanın mümkün olması -ki, istenen budur- bu usul ile elde edilebilmektedir. hkaraman@yenisafak.com.tr

 

Gayr-i Müslim topluluklar bu ikinci teklifi kabul ederlerse "bizim ülkemizin halkından olurlar (yasîrûne min ehl-i dârinâ", muâmelât alanında (toplumun tamamına ait hukukta) onlar da Müslümanlar gibi olurlar, bu hukuka uyarlar, aile, miras, şahsın hukuku, iman ve ibadetler gibi konularda ise kendilerine ait hukuka ve kurallara tâbi olurlar. hkaraman@yenisafak.com.tr

 

YORUMUM:

“İslam’da barış ve din hürriyeti” konusunda dört temel kavram kullanılıştır.  İslam’da barış ve din hürriyeti kavramı Türkiye’de hatta dünyada tek yönüyle değerlendirilmektedir. Konunun inanç ötesi ile ilgili kısmı ya atlanmakta ya da karıştırılmaktadır. Atlanan kısmı dünyadaki dünya ile ilgili yaşam modelinin inanç değil toplumsal yönetim kuralları ile nasıl barışın sağlanacağı konusudur. Karıştırılan konu ise, İslam inancı ile İslam düzeninin ayrıştırılamayıp karmaşaya sokulmasıdır. Günümüzde birtakım çevrelerce yaygınlaştırılmaya çalışılan geleneksel veya modern adı altında şekillendirilmeye çalışılan hangi bakış açısını alırsanız alın İslam’ın düzen ilkeleri çerçevesinde ve temelinde geliştirilen İslam olmaması yönünde bir destekle karşılaşırsınız. Düzenin değil, inancın, İslam inançlarından birinin (hatta çoğu kısmı hurafelerle dolu İslam inancının) düzen haline getirilmesi temelindeki çalışmaları üretme, meşhur etme, destekleme çabasını görürsümüz. Tekel sermayesi inanmaya yatkın, inanma modunda,  inanma çabasında olanlara bu projeyi kaktırmaktadır. Onlar için bu sahte projeyi uygun bulmakta ve onları bu projelere zorlamaktadır. Açık bir ifade ile yanlış İslam anlayışlarına destek ve pirim verilerek diğer İslam anlayışlarının önü kesilmeye çalışmaktadır. Bozuk bir İslam anlayışı her zaman insanlığı çökertmeye, insanlığı geri bırakmaya yöneliktir. Teokratik, tekelci bir bakış açısı hangi açıdan bakarsanız bakın yanlıştır.

Buna alternatif olsun ve bu yanlışa düşmeyen insanların sürüklenmesi için de hazırlanın başka bir proje vardır. Bu anlayışın temeli de, inançları devre dışı bırakan yok sayan hatta dışlayan, yine tekel sermayesinin destekleri ile üretilen desteklenen anlayışlardır.

 

 

İslam’da barış ve din hürriyeti konusu temelde iki farklı yönüyle yorumlanabilir. Biri, “İslam inancı (inancı)  açısından yapılabilecek olan yorumdur. Konuya Kur’an’ın genel açıdan bakıldığında bugün geleneksel olarak anlaşılan “İslam dini” ifadesi “İslam inancı” nı ifade etmemektedir. Kur’an, günümüzde kullanılan şekliyle dar anlamdaki İslam dini/inancı kavramını anlamını “takva” kavramı ile ifade eder. Bu yönüyle İslam dini dinlerden biridir.  Hatta doğru bir bakış açısıyla İslam dininin vahiy döneminin tamamını kapsayan ve son inanç bölümünde özetlenen inançtır.

 

“İslam” kavramı ile ilgili anlamlandırmalara, çevirilere bakıldığında “barış” kavramı temelinde yorumların yapıldığı görülür. Genel anlamıyla “barış”ı ifade eden İslam kavramı, barışın nasıl kurulacağını, nasıl devam edeceğini, nasıl korunacağını da ifade etmelidir. Farklı bir anlatımla, insanlığın çok büyük bir çoğunluğu barıştan yanadır. Neredeyse kavga ve savaştan yana kimse yok gibidir. Bununla birlikte ortaya konan model, çözüm şekillerinin çoğu insanlığı savaşa, kavgaya sürüklemektedir. Böylece barışçı olma ya da barıştan yana olma lafta kalmaktadır. Bu aşamada inançların nasıl barış içerdikleri ve barışı nasıl sağladıkları konusu üzerinde durulmalıdır. Daha düz bir anlatımla, din (inanç) savaşları var mıdır yok mudur, inanç savaşları olarak ifade edilen tarihsel olayların, anlatımların ve güncel olayların ve anlatımlarının bu açıdan doğru tespit edilmesi, doğru yorumlanması ve değerlendirilmesi gerekir.

 

Din/inanç için savaş var mıdır, hangi kutsal kitapta bu vardır. Hangi peygamber inanç için savaş açmıştır. Ya da peygamberler inançlarına saldıranlara karşı özgürlüklerini mi savunmuşlardır yoksa başkalarının inançlarını baskı altına alma ya da başkalarının inançlarını zorla değiştirme yoluna mı gitmişlerdir. Ayrıntılı bir anlatımla ‘inanç anlamındaki savaş nasıldır, ne zaman yapılır veya yapılmaz’ konularının netleştirilmesi gerekmektedir.

 

İnanç anlamıyla konuya bakıldığında, vahiy kitaplarının hiçbirinde inancını zorla/savaşla kabul ettirme şeklinde bir vahiy bulamadım. Tam tersine, vahiy kitaplarına bakıldığında hiç kimse kendi inancını başka bir kişiye, topluma,  devlete kabul ettirmek için zor kullanamaz, savaş açamaz.  Hatta bu anlamda savaş açan, baskı kullanan bir kişi, bir toplum varsa ona karşı savaşır. Özetle, İslam inancında olan biri kendi inancını başkasına kabul ettirmek için savaşmayı kendisine haram kabul etmiş biri demektir. İslam inancını seçmiş olan kimse, savaşla değil barış ve uzlaşma ile çözüm arayan, kendisi nasıl baskı altında olmak istemiyorsa, özgürce inancını yaşamak istiyorsa başkalarının da inançlarını hür, barış ortamı içinde yaşamalarını sağlamak için uğraşan kimsedir.

 

Günümüzde özellikle üzerinde durulması, seçenek olarak ortaya konması gereken esas konu İslam’ın barış dini/düzeni olması “İslam dini/düzeni” açısından konuya eğilmedir. Bu açıdan bakıldığında “İslam düzeni” kavramının günümüzde yeniden tartışılmalıdır. Çağlar boyunca İslam inancı ve İslam düzeni anlamlarının karışması, keşmekeş olması ve bayatlaması konusunun gözden geçirilerek tanımların netleştirilmesi gerekir.   “İslam dini”/ “Barış düzeni” açısından konuya bakıldığında, barış düzenin ilkelerinin belirlenmesi gerekmektedir. Önceki dönemlerde/vahiy dönemlerinde bunun nasıl sağlandığı iyi incelenmelidir. Vahiy dönemi sonrasında hangi değişimler geçirmiştir. Bütün bu değişimlerin genel tarihsel gelişimde yeri vardır. Bir peygamberden diğer peygambere geçişin, bir vahiy bilgisinden diğer vahiy bilgisine geçişin nedenlerini, sonuçlarını iyi izlemek ve değerlendirmek gerekmektedir. Bu konularda yeterince metotlu bakış yapılmamıştır.

 

 Özetle din hürriyeti günümüzde özellikle İslam düzeninin bilimi rehber edinen, demokratik, laik, bağımsız, etkin, saygın yargı temelinde şekillenen bir düzen olduğu temel önermesinden başlayarak geliştirilmesi gerekmektedir.

 

Devletin düzenin tüm inançlara eşit yakınlıkta olduğu bir yapılanmaya gitmesi seçeneği değerlendirilmelidir. Diyanet işleri başkanlığı özerk bir kurum olarak bütün dinleri/ inançları temsil etmeli, hiçbir inancı bir diğerinden ayırmamalıdır. Bunun olabilmesi için inançların örgütlenmesinden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın oluşması gerekir. İnançlar insanların inanç seçeneklerinden biri olmalı. Ekonomide istediği firmanın istediği model malını seçme, siyasette istediği siyasi partiyi seçme, ilimde istediği bilimsel görüşü/üniversiteyi seçme ne kadar önemli ve gerekli ise din/inançta da istediği inancı seçebilme en azından o kadar önemlidir. Firmayı yok etme ne kadar yanlışsa dini yok etmeye çalışma da o kadar yanlıştır. Haksız rekabet diğer sektörlerde ne kadar yanlışsa din/inanç alanında da o kadar yanlıştır. Korumacılık, tekelcilik diğer sektörlerde, alanlarda ne kadar yanlışsa din/inanç alanında da o kadar yanlıştır. Bilimsel değerlendirmelerle her alanda olduğu gibi inanç alanında da hangi inanç grubu, hangi inanç modeli insanlığa hangi alanda ne kadar yararlıdır v.b bunların da sonuçlarının göstergelerinin de ortaya konması gerekir. 

 

İnançların veya inançsızlıkların kimliklerde net belli olduğu, bundan dolayı insanların kınanmadığı, aksine mükafatlandırıldığı, gizliliğin değil açıklığın mükafat gördüğü, baskı görenin değil baskı yapanların eziyet çektiği bir modelidir İslam düzeni. Sadece İslam inancı (hatta İslam inancı deyip sadece kendi anladığı İslam inancını, kendi mezhebini, o da yetmezmiş gibi kendi tarikatını, cemaatini) meşru gören değil bütün inançları, inançsızlıkları, mezhepleri, cemaatleri, tarikatları, tarikatsızlıkları meşru gören modeldir İslamiyet.

 

Özetle, inanç hürriyeti bir inancın diğer bir inanca veya inançlara bağışladığı bir özgürlük olarak anlaşılamaz. İnanç özgürlüğü sistemlerin, düzenlerin bütün inançlara adil yaşama hakkı vermekle mümkündür. Kişilerin seçtiği inançlar vardır. Devletler düzen kurarlar, devletlerin dini vatandaşlarının seçtiği bütün dinlerdir. İnanç özgürlüğünü barış modeli içinde çözen sistem İslam sistemdir. Devletin görevi din baskısını ortadan kaldırmak, din baskısı yapanı cezalandırmaktır.

 

 

 

Hilmi Altın






Sayı: 15 | Tarih: 20.09.2009
Hayrettin Karaman
İslam'da barış ve din hürriyeti
1545 Okunma
Hilmi Altın
Mehmet Niyazi
Devlet ve adalet
1476 Okunma
Abdurrahman Erol
Mehmet Şevket Eygi
Râbıta
1194 Okunma
1 Yorum
Emine Hocaoğlu
Hakan Albayrak
Er-bakan ve açılım
1164 Okunma
Veysel İpekçi
Cengiz Çandar
Nusaybin'den Nisibis'e...
1100 Okunma
Ekrem Fildişi
Ahmet Taşgetiren
Dilipak açılımı
1097 Okunma
Zübeyir Erol
Mahir Kaynak
Açı­lım ve iç po­li­ti­ka
1086 Okunma
Süleyman Karagülle
Toktamış Ateş
Güçlü ordu, güçlü devlet
1072 Okunma
Osman Eskicioğlu
Ahmet Altan
Devlet Babanın Sonbaharı
1054 Okunma
Özer Ataç
Yılmaz Özdil
Nerde o eski bayramlar...
1053 Okunma
Leyla Okta
Mümtazer Türköne
Başbakan’ın ödeyeceği bedel
1050 Okunma
Arif Ersoy
Nazlı Ilıcak
Menderes'i anıyoruz
1046 Okunma
Fatma Karuç
Ruşen Çakır
Açılım önce Erdoğan’ı açtı
1009 Okunma
Tayibet Erzen
Ahmet Hakan
Bir ‘devşirme’den eski dostlara sorular
994 Okunma
2 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Can Ataklı
Başbakan rakibine dava açmaz
993 Okunma
Mesut Karaaytu
Fehmi Koru
Bu kadar fanatizm ayıptır
982 Okunma
Ahmet Kirtekin
Reşat Nuri Erol
Ramazan, sel ve ekonomi
979 Okunma
Ilker Ardic
Zülfü Livaneli
Sizin çocuğunuz boğaz kesse onu kurtarır mıydınız?
966 Okunma
Ali Bülent Dilek
Oktay Ekşi
Sırasıyla
965 Okunma
Vahap Alma
Bekir Berat Özipek
Yargı reformuyla ilgili beş yanlış
953 Okunma
Bünyamin Demir
Fikret Bila
Baykal: "Mektup gelsin, değerlendiririz"
928 Okunma
Harun Özdemir