18.09.2009
Başbakan fırsat düştükçe "her türlü bedeli ödemeye hazırız" diyor. Bedelin "her türlü"sü ile neyi kastettiğini hepimiz biliyoruz. Eğer çabalarınız toplumun geneli tarafından nüfusun % 15'inin sorununu çözmek olarak algılanıyorsa, sandıkta bir bedel ödemeniz kuvvetle muhtemel. % 85'e derdinizi anlatmak zor.
Bedelin başka türleri de var. MHP lideri bunları hatırlatıyor. "Vatana ihanet" ithamı için ödenecek bedel gibi. Önceki akşam AK Parti İstanbul teşkilatının düzenlediği iftar programında Başbakan'ın yaptığı konuşmayı dinlerken "bedel ödemeye hazırız" sözündeki duygu yoğunluğuna ve tınıya dikkat ettim. Başbakan samimi olarak "ben ülkem için doğru olanı yapıyorum, kişisel-politik bir hesap içinde değilim" diyor. Doğru olanı yaparım ve bedelini öderim. Kelimelere yüklediği vurgular "bu işten geri dönüş yok" anlamını da taşıyor.
Türkiye'nin değişen çehresi
Başbakan "demokratik açılım" konusundaki kararlılığını, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in önünde anlatıyordu. "Kürt sorunu"nun taraflarından ve sahiplerinden biri de Beşşar Esed. Türkiye'ye gelmeden önce PKK'nın Suriyeli militanlarını çekip alacağını söylemişti. Esed'in bu ziyareti olağanüstü bir sonuç verdi; iki ülke arasında vize kaldırıldı. Bölge politikasına biraz nüfuz edebilenler, Türkiye-Suriye ilişkilerinde gelinen bu noktanın bir mucizeye benzediğinin farkındalar.
Sadece Ortadoğu'yu değil Kafkaslar ve Balkanlar'ın yer aldığı bölgeyi bir çadıra benzetirsek, Türkiye bu geniş bölgenin ana direği haline geliyor. ABD, Irak'ı terk ediyor. Yerle bir ettiği dengelerin ve istikrarın tekrar kurulması gerekiyor. İsrail'in çıkarının da bölgede barış ve istikrara bağlı olduğunu, Türkiye ABD'ye kabul ettirdi. Irak ancak Türkiye'nin ağırlığını koyması ile huzur bulabilir. Kuzey Irak'taki Kürtlerin geleceği için tek alternatif Türkiye'nin protektorası. Suriye, İran'dan Lübnan'daki Hizbullah'a uzanan zincirin orta halkası idi. ABD, yanı başında Irak'a yerleştikten sonra Suriye'yi gözüne dikmişti. Türkiye, Suriye'yi parçalayıp yutmak üzereyken aslanın ağzından çekip kurtardı. O kadar dahiyane bir politika yürüttü ki, ABD'ye de Suriye'ye dokunmasının kendi çıkarına aykırı olduğunu kabul ettirdi.
O kadar ki, bugün Türkiye'deki gelişmeleri ABD'deki think tanklere ve analistlere hamledenlerin, ABD politikasındaki değişikliklerin Türk Dışişleri'nin hangi odasında kotarıldığına kafa yormaya başlamaları lazım. Suriye ile Türkiye arasında vizenin kaldırılması, bir zamanlar Mısır ile Suriye'nin birleşmesinden çok daha önemli ve kalıcı bir gelişme. Türkiye oyun kurucu olarak taşları büyük bir ustalıkla yerli yerine yerleştiriyor. Ustalık, ustanın eserinde görülür. Bu ustalığa vâkıf olmak için Ahmet Davutoğlu'nun "Stratejik Derinlik"ini anlamak şart. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş'in, Hatay'a gidip PKK konusunda haklı olarak Suriye'yi tehdit etmesinin üzerinden bir on yıl bile geçmedi. Nereden nereye? Her şeye komplekslerle, korkularla, miyop gözlüklerle bakanların kafalarını kaldırıp çevrelerinde olup bitenleri izlemeleri ve kavramaları lazım. Türkiye değişti ve bölgesini tanzim etmeye koyuldu. Bir bedel ödenecekse bu bedel büyüklüğün bedeli olacak. Onun faturası kolay ödenir.
25 yılda 6000 civarında asker-sivil güvenlik personelinin şehit olduğu belirtiliyor. "Şehitlerin arasında neden bir tane bile general çocuğu yok; neden zengin bir işadamının evladı yok?" sorusu çok soruldu. "Zenginimiz bedel öder, askerimiz fakirdendir." dizesine bakarsak, bedel ödemenin bildiklerimiz dışında bir tarihi var. Osmanlı'da gayrimüslimler askerlik yapmazdı; ama onlardan Müslümanlardan alınmayan "cizye" (baş vergisi) ve "haraç" (arazi vergisi) alınırdı. 1856 Islahat Fermanı ile eşitlik sağlanınca gayrimüslimlerin askere alınması gündeme geldi. Ne devlet ne de gayrimüslimler bu konuda istekli olmayınca bir ara formül bulundu. Gayrimüslimler askerlik yapmayacaklar ama karşılığında "bedel-i askeri" adıyla bir askerlik vergisi ödeyeceklerdi.
Fakirin askere gitmesi, zenginin bedel ödemesi, bu uygulamanın devamıydı. O zamanlardan kalma çok eski bir türkünün şu dizeleri, yoksulların ödeyemediği bedeli anlatıyor: "Pilav pişirdim yavan/ içine kıydım soğan/ Uzanmışta yatıyor/ Uyan askerim uyan". Sizce, askerden gelen birinin önüne ancak içine kuru soğan kıyılmış yağsız bir bulgur pilavı çıkartabilmek de ödenmiş ağır bir bedel değil mi?
Bu topraklarda yaşamak için ağır bedeller ödemek gerekiyor. Biz bu bedeli ödedik ve halen ödüyoruz. Kürt'ü Türk'ten, Türk'ü Kürt'ten farksız kılan en önemli ortak payda, herkesin miskal şaşmadan aynı bedeli ödemiş olması. Cefada ortak olanların sefada yollarını bulmaları kolay olmalı. Derdimiz, soğan kıydığımız pilavın içine kaşığın ucuyla biraz da yağ koyabilmek.
PEKİ BİZ HAZIR MIYIZ?
Olan oldu. Olmamalıydı, ama oldu? Yanlışı sürdürmenin, kan davası gütmenin ne kaybettiklerimize ne de yaşayanlara bir faydası var. Hepimizde yeni bir başlangıç için gerekli cesaret ve azim var. Milli geliri 750 milyar dolara yaklaşan, bütün dünyanın enerji santrali haline gelmiş bir Türkiye bedel ödemek yerine canını sıkana en ağır bedelleri ödetir. Bunun tek şartı içeride kardeşliği tesis etmektir. Kardeşliği tesis etmenin yolu da demokrasinin standartlarını yükseltmekten geçiyor. "Demokratik açılım"a, Türkiye'nin büyümesinin, büyüklüğünü sağa sola ispatlamasının yolu olarak bakmalıyız. Bu büyüklük bazen iki-üç harften ibaret. Bazen gönlünüzü açıp, herkesi kucaklamaktan. Bazen korkularınızı yenip, çevrenize güvenle bakmaktan... Türkiye küçük bir ülke değil. Korkular, güvensizlikler, kapanmalar, statükoya sarılmalar Türkiye'yi küçültmekten başka bir şeye hizmet etmiyor. Türkiye var olmak için büyük düşünmeye, büyük olmaya mecbur.
Ödenecek ne bedel var ise ödedik. Bu ülkede yaşayan herkes, dünyanın en müreffeh bölgesinde yaşayan birinden daha fazla huzuru ve refahı hak ediyor. Başbakan bedel ödemeye hazır olduğunu söylüyor. O ülkesi için doğru olanı yapmış bir lider olarak, kısa vadede ödeyeceği siyasi bedelden bahsediyor. Peki biz hazır mıyız? Şayet bu açılım akamete uğrar ve Türkiye'de her şey eski tas eski hamam olursa, statüko bütün çürümüşlüğü ile hükmünü yürütmeye devam ederse? Küçülmenin, yoksullaşmanın bedelini ödemeye, daha doğrusu biteviye hak etmediğimiz bedelleri ödemeyi sürdürmeye hazır mıyız? Yetmez mi, yeteri kadar bedel ödemedik mi?
Yorumun yorumu
Saygı değer Mümtaz’er Hocamız, Zaman Gazetesi’nin 18 Eylülü 2009 tarihli nüshasında Sayın Başbakanımızın son günlerde “Demokratik Açılım” girişimi ilgili tekrarladığı "her türlü bedeli ödemeye hazırız" cümlesini “Başbakan’ın Ödeyeceği Bedel” başlığı altında yorumladı. Hocamız, bu yorumunda millet olarak geçmişte ve şimdi uygulanmış birçok yanlış politikaların bedelini ödediğimizi dile getirmektedir. Mevcut anti-demokratik statükonun sürdürülmesinin yol açacağı bedeli millet olarak ödemeye hazır olup olmadığımızı sorgulamaktadır. Hocamızın bu yorumu hakkındaki yorumu okuyucularımla başlamak isterim.
Millete hizmet etmek ve ülkeyi yönetmek önemli bir görev ve nimettir. Tarih boyunca zor ve rizikolu olsa da herkes bu göreve ve nimete talip olmuştur. Bu nimete talip olanlar bazen bedel ödeme durumu ile de karşı karşıya kalmışlardır. Biz Sayın Başbakanımızın bu nimetin bedelini, kendisinin kast ettiği anlamda ödeme zorunda kalmasını istemeyiz. Ülkeye yapacağı her hayırlı hizmetin mutlaka mükâfatını er veya geç elde edeceğini kendilerine hatırlatmak isteriz.
İki tür bedel ödeme vardır. Birincisi, idareci mevkiinde bulunanlar millet ve memleket için hayırlı gördükleri bir işi önce araştırırlar, gereken istişareyi yaparlar, sonra hiçbir tesirin etkisinde kalmadan iyi niyetle ilmen doğru olduğuna inandıkları kararı ülke ve millet menfaatini düşünerek uygularlar ise mutlaka bu kararın ecrini alırlar. Kendileri karar verdikleri ve iyi niyetli oldukları için hatalı da olsalar yaptıkları işin mükâfatını hak ederler. Kötü niyetlerin haksız yere ödettikleri bedel zamanla mükâfata dönüşür.
Tarih boyunca birçok kahraman iyi niyetle ve sadece milletin menfaatini düşünerek hareket ettikleri için hilekârların hışmına uğramışlar ve mükâfatlandırılacakları yer de cezalandırılmışlardır.
Gerçekleri yalan ve hile ile sürekli saklamak mümkün değildir. Hakikatler güneş gibidir. Yalan bulutlarıyla bir süre saklanabilirler. Fakat er veya geç hakikat güneşi parlar, hilekârların hile ve tuzakları yerle yeksan olur. Cennet mekânı Abdülhamit Han’ın ve demokrasi kahramanı Adnan Menderes’in millete hizmetlerini hilekârların hileleri ne kadar süre çarpıtabildi. Onların millete yaptıkları hizmeti yalan ve yanlışla gizleyen ve onlara bedel ödetenlerin yalanları anlaşıldı ve hilekârlar yerle yeksan oldular. Ama bu iki kahraman milletin kalbinde taht kurdu. Onların ebedi âlemde İlahi mükâfata mazhar olacağına inanıyoruz.
Allah’a ve ahrete inanlar karar almadan önce araştırılar. İstişare ehline danışırlar. Her çeşit ilmi araştırmalar yaparlar. Doğru olduğuna inandıklarını cesaret ve azimle uygularlar. Milletin sağduyusuna güvenir ve Allah’a tevekkül ederler. Bu yolu takip ederek bedel ödeyenler tarihin akışını değiştirmişler; ülkelerine ve insanlığa büyük hizmetler yapmışlardır. Onlar yalancı ve hilekârların kurdukları tuzakların kitleler tarafından anlaşılmasına ortam hazırlamışlardır. İhlâs ve samimiyetle ülkesine ve halkına hizmet ederek bedel ödeme herkese nasip olmaz.
İkinci bir bedel ödeme yolu vardır ki Allah bu tür bedel ödemeyi kimseye nasip etmesin. Bu tür bedel, zalimlerin peşine takılanların yaptıklarının karşılığı ve cezasıdır. Allah adili mutlaktır. O, zerre kadar iyiliği mükâfatsız, zerre kadar kötülüğü de cezasız bırakmaz. Bazı yöneticiler yetkiyi halktan alırlar, fakat zalimlerle işbirliği yaparlar. Yaptıkları yanlışlığın cezasını hem bu dünyada, hem de ahrette kat be kat çekerler.
Irkçı- sömürgeci emperyalizm, son üç yüzyıl boyunca halkı Müslüman olan ülkelerin ve gelişmekte olan ülkelerin işbirlikçi yöneticilerine ve halkına büyük bedeller ödettirdiler. Önce bu yöneticilere mevki ve makam vaat ettiler. Hile ve desiselerle yöneticilerini etkileri altına aldırlar. Sonra onları sinisi planlarına ortak ettiler. İşbirlikçiler yoluyla emellerini gerçekleştirirler. İşleri biten işbirlikçileri hunharca cezalandırırlar. Bu cezalandırma ile gizli hilelerin ortaya çıkmasını engellemek istediler. Yeni işbirlikçileri de korkutarak kendilerine kul ve köle yapmaya çalıştırlar. Zalimler ile işbirliği yapanların ağır bedel ödemeleri ilahi adaletin gereğidir. Onarlın ahrette ödeyecekleri bedelin daha da şiddetli olacağına inanıyoruz. Yakın tarihimiz ve coğrafyamızın tarihi zalimler ile işbirliği yapanların açıklı akıbetlerini gösteren hadiselerle doludur.
Sayın başbakanımız ve mesai arkadaşları zalimlerin hile ve tuzaklarını çok iyi bilmektedirler. Biz kendileriyle birlikte ülkemizin makus talini değiştirmek ve coğrafyamızı emperyalizmin hile ve desiselerden kurtarmak için uzun yıllar çalıştık. Onun ikinci tür bedel ödemesini istemeyiz. Bu nedenle aşağıdaki hususları, Sayın Başbakanımızın bilgisine, geçmişte bir mesai arkadaşı olarak arz etmek isterim.
- “Kürt Açılımı” kavramını kullanmayalım. Bizim ırkı anlamda bir etnisite sorunumuz yoktur. İnsanların farklı ırka mensup olmaları bizim uygarlığımızda çatışma için değil, dayanışma içindir. Türk olsun Kürt olsun ırkçılık yapmak isteyenler emperyalizmin emellerine bilerek veya gafletle hizmet etmektedirler.
- Ülkemizin temel sorunu mevcut anti demokratik zihniyet, köhnemiş yasa ve kurumlardır. Türkiye’nin birinci sınıf bir demokrasiye sahip olması için mutlak “Demokratik Açılım” gerçekleştirilmelidir. İnsanların temel hak ve özgürlükleri pazarlık konusu yapılamaz. Hukukun üstünlüğünü sağlamayı hedefleyen, temel hak ve özgürlükleri kâmilen koruyacak ve milletimizi temsil edenlerin üzerinde anlaştıkları ortak paydaları içeren bir anayasayı hazırlayıp uygulamaya koymayı amaçlayan “Demokratik Açılım” programından geriye adım atılmamalıdır. Millet olarak baskıcı ve anti-demokratik uygulamaların ağır bedelleri ödedik. Bu millet bu baskı ve hile rejimine layık değildir. Mutlaka Türkiye’yi temel hak ve özgürlükler bakımından yaşanabilir bir ülke haline getirmeliyiz. Mevcut kurum ve kurallarla ülkemizi daha ileriye götüremeyiz. Milli birlik ve beraberliğimizi koruyamayız.
- Türkiye’de mevcut nimet-külfet paylaşımı adil değildir. Uygulanan kalkınma plan ve stratejilerinde büyük hatalar vardır. Türkiye’nin her köşesinin kalkınmasına sağlayacak yeni bir kalkınma ve sanayileşme stratejisi geliştirilip uygulanmalıdır. Adalet Devleti güçlendirir. Birlik ve dayanışmayı sağlar. Zalim yönetimler devletlerin ömrünü kısaltırlar. Birlik ve dayanışmayı sağlayamazlar.
- Coğrafyamızın sorunlarını bu coğrafyada yaşayanların gerçek temsilcileriyle birlikte çözmeliyiz. Bölge dışındaki güçlerin plan ve tavsiyelerine itibar etmemeliyiz. Bundan dolayı ABD ve AB’nin coğrafyamızdaki sorunları çözmeye yönelik plan ve tavsiyeleri yeni sorunlar üretir. Problem üretenler sorun çözerken bile yeni sorunlar üretirler.
- Terörün Doğu ve Güney Doğuda yaşayan insanlarımızın hak ve özgürlükleriyle alakası yoktur. Terör küresel emperyalizmin ürettiği bir sorundur. Bu soruna taraftar olanlar ve nemalananların sorunun çözümüne katkıları asla olamaz. Terör eylemi devam ettikçe terörü destekleyenlerle görüşülmemelidir. Terörü terk eden ve pişmanlık duyanlar da affedilmeli.
- Suriye ve Irakla yapılan doğrudan görüşmeler devam etmelidir. Suriye ile Türkiye arasında vize işlemin kaldırılması çok isabetli olmuştur. Bunun için Sayın Başbakanımızı ve değerli bilim ve devlet adamı Dış İşler bakanımızı tebrik ediyorum. Bu sınırlar ile emperyalist mihraklar bizi birbirimizden ayırdı. Coğrafyamızda yaşayanların gerçek temsilcileriyle bir araya gelerek her meselemize sağlıklı çözüm üretebilecek bilgi ve müktesebata sahibiz.
Kendimize milletimizin irade ve sağ duygusunu rehber edinmeliyiz. Sömürgeci zalimleri değil. Zalimlerin peşinde takılanlar, her zaman ve zeminde ağır bedeller ödemişlerdir.
Tarihin akışını, hukukun üstünlüğünü sağlamak ve nimet-külfet paylaşımında adaleti tesis etmek için her çeşit bedeli ödeye hazır olanlar ve bütün gücünü kullanarak ilmen doğru olduklarına inandıkları tedbirleri cesaretle alanlar değiştirmişlerdir. Netice de onlar kazanmışlar; zalimler ve taraftarları ise hep kaybetmişlerdir.