20 Ağustos 2009
Hilmi Özkök'ün söyledikleri hepimizin çok yakından tanıdığı-bildiği ama bir türlü bulamadığı çok temel bir düsturu veriyor. Aradığımız şey erdem.
Bu ülkeyi huzur ve güven içinde tutacak insanî bağ. Türk Silahlı Kuvvetleri'ne komuta etmiş bir komutanın ağzından çıkan sözler herkesin altına imza koyacağı sözler ise, bu sözlerde somutlaşan erdemin anlamı üzerine düşünmemiz lâzım. Erdem insana özgü bir vasıf. Koca koca kurumların başındaki insanlar eğer bu vasfa sahip ise her şeyin rengi değişiyor. En çok da bu ülkede yaşamak güzelleşiyor.
Hilmi Özkök, demokrasiye bağlı bir genelkurmay başkanı idi. Gözettiği prensip bir askerin devlet yönetimine dair prensibiydi. Bir asker olarak, halkın yönetmediği bir devletin güvenlik zaafı yaşayacağını biliyordu. Bugün hâlâ üzerinde konuştuğumuz darbe teşebbüslerini bu prensibe bağlı kalarak ve birçok kişiyi karşısına alma pahasına önledi. Özkök Paşa, hırsızlığa ve yolsuzluğa karşı tavizsizdi. Bir kuvvet komutanı yolsuzlukla suçlandı, onun muvafakati ile yargılandı ve mahkûm oldu. Üzerindeki Lockeed lekesinden bir türlü kurtulamayan ordu, bu mahkûmiyetle aklandı. Şimdi Hilmi Özkök, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni koruma ve kollama adına, özellikle laiklik prensibini teminat altına alacak bir pensipten bahsediyor. Bu prensip "inançlara saygı". Özkök Paşa'nın üzerinde dikkatle durulması gereken sözlerini kayda alıyorum: "Halkımızın inançları kuvvetlidir. Ancak, büyük kısmı itidallidir. Mütedeyyindir. Ona büyük saygı duymak lazım. İnançsız toplumlar sıkıntı çekmişlerdir. En modern ülkelerde bile inanç sistemi önemsenir. İnananlarla asla alay etmememiz gerekir. Ama, şimdi Türkiye'de bir de bu sıkıntı başladı. Herkes inancını, ibadetini saklar oldu. Hoca, hacı demek küçümseme sözcükleri oldu. Halbuki din adamları iptidai kavimlerden en gelişmişlerine kadar her ülkede daima saygı görmüştür. Onlar da bu saygın mertebeye tırmanmaya veya orada kalmaya gayret göstermişlerdir."
Hilmi Özkök'ün bu sözleri çok açık; ama bu sözleri bir de tam tersinden okumalıyız. Bu sözler dinden ve inançlardan önce laikliği teminat altına alan bir perspektifi yansıtmıyor mu? İnançlara, dine ve din adamlarına saygı gösterilmesini isteyen bir genelkurmay başkanının bulunduğu bir ülkede, laikliği hedef alan dinî yorumların ve din anlayışlarının toplumu peşine takıp sürükleme şansı kalır mı? Hangisi daha etkili? Laikliği korumak adına halkı sürekli tehdit eden, dine ve dindara şüphe ile bakan, dindar olanı cezalandıran ve bu gerekçe ile boğazına kadar siyasete batan bir silahlı güç mü; yoksa dine saygıdan bahseden bir genelkurmay başkanının yönettiği ordu mu? Hangisi laikliği korur? Hâlâ silahlı tehdit ile koruma altına alınan laikliği savunanların, laik bir düzende dinlere saygısızlığı da bize makul gerekçelere dayanarak anlatabilmesi lâzım değil mi?
Demek ki erdemli olmak, erdemin bütün rükünlerine bağlı olmak demekmiş. Vatanı sevmek herkesin işi. Demokrasiye bağlılık, hukuka saygı, devlet malını korumak ve en nihayetinde inançlara saygı bir komutanın kişiliği olarak karşımıza çıkınca sorun çözme yeteneğimiz birdenbire katlanıyor.
O zaman darbeciliğe ve demokrasi düşmanlığına, yolsuzluğa, hukuksuzluğa ve inançlara saygısızlığa biri diğerlerini de doğuran bir erdemsizlik durumu olarak bakmalıyız. Elindeki silahı ülkeyi korumak yerine iktidarı gasp etmek için kullanmaya niyetlenen asker, tam bu noktada erdemini kaybetmeye başlıyor. Önce hukuk dışına çıkıyor. Hukuksuzluğu beslemek için yolsuzlukların kapısını açıyor. İllegal örgütler kurup cinayetler işleyerek postallarıyla üzerinde ilerleyebileceği yolun taşlarını döşüyor. İktidarı ele geçirmek için de "laikliği korumak" gibi bir bahane uyduruyor. Sonunda erdemini kaybeden asker, savunmakla görevli olduğu ülkeye zarar veriyor.
Hilmi Özkök'ün erdemi bütün askerlere örnek olmalı. "Laikliğe dokunanı yakarım" diye elinde silah sağı solu tehdit etmek yerine, inançlara saygı göstererek inanç sahiplerinin saygısını kazanmak arasındaki fark üzerine en başta bütün askerler uzun uzun düşünmeli.
YORUM:
Saygı değer ilim adamı ve düşünür Mümtaz’er Hocamız, Zaman Gazete’sinin 20 Ağustos 2009 Perşembe günkü nüshasında yer alan yukarıdaki yazısında Emekli Genel Kurmay başkanlarımızdan Sayın Hilmi Özkök Paşa’nın görevi sırasında sergilediği erdemli tavırlarından ve hepimizi rahatlatan açıklamalarına yer vermektedir. Hocamızın yazısında yer alan görüşlerine katılıyorum.
Emekli Genel Kurmay Başkanımız Sayın Hilmi Özkök Paşa’mıza hem görevi esnasında sergilediği olumlum ve yapıcı tavırlarından, hem de basından yer alan açıklamalarından dolayı tebrik ediyor ve sağlıklı bir ömür diliyorum. Milletimiz, sahibi olduğu Devleti’ne hizmet eden erdemli idarecilerini her zaman takdir etmiş ve saygıyla yad etmiştir ve edecektir. Bir yönetici için milletin takdirine mazhar olmak en yüce makam ve şereftir.
Sayın Mümta’er Hocamızın yukarıda yer alan yazısı ile ilgili aşağıdaki görüşlerimi okuyucularımızla paylaşmak isterim.
Bir toplumun zenginliği sadece iktisadi değerlerle ölçülemez. Toplumun en büyük serveti fertlerinin bilgili ve erdemli olmalarıdır. Bir toplum için en büyük felaket, erdemden yoksun idareciler tarafından yönetilmesidir.
İnsana özgü olan erdemi (ahlâkı) yansıtan insanın eylemleridir. Eylemle desteklenmeyen söylem insanın erdemini yansıtmaz. Bizim kültürümüzde erdemli insana “insan-ı kâmil” denir. Genel anlamda insan-ı kâmil inanç, düşünce, söylem ve eylemi arasında çelişki olmayan insandır. Erdemli insan, “kendisi için istediğini diğerleri için isteyen” insan olarak tanımlanabilir. Bu tanıma göre kendisine yapılmasını istemediğini başkalarına reva görenler erdemli insan sayılamazlar. Hiç kimse temel hak ve özgürlüklerinin ihlâl edilmesini ve nimet-külfet paylaşımında kendisine haksızlık yapılmasını istemez. Bu açıdan erdemli idarecinin belirgin temel özelliklerinin başında yönettiği kitlerin hak ve özgürlüklerini koruması ve nimet- külfet paylaşımında adaleti tesis etmeye çalışması gelir. İnsanlık tarihi boyunca takdir edilen ve hayırla yad edilen yöneticiler, bu iki hasleti taşıyan yöneticiler olmuştur. Baskı ve dayatmacı adil olmayan yöneticileri her dönemde lanetlenmişlerdir.
Milletimiz, kendi ortak inancı, dünya görüşü ve değer ölçülerinin içerdiği ilkelere riayet eden, insanların temel hak ve özgürlüklerini koruyan birçok âdil devlet adamı yetiştirmiştir.
Milletin inancı, dünya görüşü ve değer ölçüleriyle kavgalı olmayan yöneticiler her zaman ve ortamda halkına güven verirler. Halkı ile bütünleşirler. Milletine büyük hedeflere ulaşmada rehberlik ederler.
Tanzimat’tan beri milletin ortak değerlerinden çok Batının değerlerine bağlı olan bir zümre hep millete yukarıdan baktı. Milletin değerleri ve tarihi ile kavgalı hale geldi. Kendi ön yargılarını zorla ve hile ile millete empoze etmeye kalkıştı. Kendilerini milletten çok adeta Batılı sömürgeci güçlerin temsilcileri gibi hareket ettiler. Bu zümre, Batılı sömürgeci mihrakların belirlediği yol haritasına göre Osmanlı Devleti’ni yönetmeye çalıştı ve tarihin en büyük devletlerinden biri olan Osmanlı Devleti’nin yıkılışına ortam hazırladı.
Milletimiz, emperyalizmin işgaline uğrayan Anadolu’yu kendi değer ölçülerine inan ve bağlı olan yöneticilerinin etrafında toplanarak sömürgeci emperyalizme karşı savaştı ve dünyanın ilk Bağımsızlık (İstiklâl) savaşını kazandı. Bütün mazlum milletlere örnek oldu. Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurdu.
İttihat Ve Terakki Fırkası’nın zihniyetine sahip olan bir zümre 1940’lı yılların başında ülkemizde Devlet ile millet arasındaki kaynaşmayı engelleyen yanlış politikalar uyguladılar. Milletin değerleri ve tarihi ile kavga etmeyi sürdürdüler. Sahibi millet olan Devleti ve imkânlarını millete karşı kullanmaya başladılar. Milli dinamiklerimizin harekete geçirilerek iktisadi ve sosyal kalkınmanın hızlıca gerçekleşmesini engellediler.
Milletin değer ölçüleri ve tarihi ile kavgalı olanlar her zaman baskı ve dayatma yöntemlerini kullanarak ayakta durmaya çalışırlar. Onların demokrat olmaları mümkün değildir. Demokrasi farklılıkların dayanışma için kullanıldığı bir ortamda anlam ifade eder. Farklıların çatışma için kullanıldığı bir ortamda baskı ve dayatma egemen olur. Baskı ve dayatmanın egemen olduğu bir ortamda demokrasiden söz edilemez.
Tarihimizde bütün darbeler, halka güvenmeyen ve dış mihraklarla organik ilişkiler içinde bulunanlar tarafından kurgulandı, teşvik edildi ve Ordumuz kullanılarak gerçekleştirildi. Sayın Hilmi Özkök Paşa milletinin değerlerine bağlı ve tarihi ile kavgalı olamadığı için darbe girişimlerini engelleyerek milletimizin güven ve takdirini kazandı. Bizim ordumuz milli bir ordudur. Milletimizin kendisidir. Kurum olarak milletle bütünleşmiştir. İttihat ve Terakki Fırkası zihniyetine sahip olan az bir zümre Ordumuzu temsil edemez.
Bu zümre Cumhuriyetin “Laiklik” ilkesini yanlış anlamış ve bu ilkeye dayanarak milletin değerleriyle kavga etme yolunu seçmiştir. Bu tavır ülkemizde büyük enerji kaybına yol açmış ve hayali tehditler üretilerek ülkede yapay gerginliklere ortam hazırlanmıştır. Ateist zihniyetin savunduğu “Negatif Laiklik” Sosyalist ülkelerde büyük tahribata yol açmış ve insanların manevi duygularını erozyona uğratmıştır. Ahlaki değerlerini tahrip etmiştir. Bu nedenle bu tür laiklik dünyanın her yerinde terk edilmiştir. “Pozitif Laiklik”, farklı inanç ve dinlere saygılı olduğu ve herkesin kendi dini öğrenmesine, öğretmesine ve yaşamasına ortam hazırladığı bir laikliktir. Laikliği baskı ve dayatma aracı olarak kullananlar, ülkemizin demokratikleşme sürecini yavaşlatmışlar, hatta bazı dönemlerde inançlı insanları emperyalist mihrakların oyununa gelerek potansiyel tehlike olarak görmüşlerdir. Bundan dolayı milletimiz, bazı dönemlerde inancıyla kavgalı olmayan ve saygı gösteren yöneticilere hasret kalmış ve onlara büyük saygı göstermiştir.
Sayın Özkök Paşa’nın, "Halkımızın inançları kuvvetlidir. Ancak, büyük kısmı itidallidir. Mütedeyyindir. Ona büyük saygı duymak lazım. İnançsız toplumlar sıkıntı çekmişlerdir” ifadesi milletin takdire mazhar olmasına ortam hazırlamıştır.
Tanzimat’tan beri millet olarak yaşadığımız deneyimlerimizden ders almalıyız. Milletimizin inancı, değer ölçüleri ve tarihi birikimine dayalı “Yeni bir Milli Eğitim” politikası geliştirmeliyiz. Gençlerimizi manevi değerlerine sahip erdemli insanlar olarak yetiştirmeliyiz. Milletin değerleriyle kavgalı olan yöneticilerin idare ettiği bir Devlet’in milletle bütünleşemeyeceğini deneyimlerimiz açıkça ortaya koymuştur. Bu coğrafyada millet-devlet bütünleşmesini sağlayamayan bir devletin varlığını sürdüremeyeceğini yedi bin yıllık tarih açıkça göstermektedir. Tarihten ibret alanlar, ancak gelecek tehlikelerden kendilerine koruyabilirler.