İlk gününde Ramazan düşünceleri
Yarım asrı devirmiş olmama rağmen benim kişisel tarihimde “Nerde o eski Ramazanlar” nostaljisi yapmaya yarayacak fazla malzeme yok. 50 yıl öncesinin Türkiyesi'nde kentlerde yaşanan Ramazan bugünün kentli Müslümanlarının önümüzdeki bir ay boyunca yaşayacaklarından pek az farklı.
Buna üzülmemiz de gerekmiyor...
Yetiştiğim dönemlerde Ramazan eskiye nostalji hisleriyle gazetelerde yer alırdı. Burhan Felek ve Ulunay gibi Osmanlı'nın son dönemlerini gazeteci olarak yaşamış üstadlar, çalıştıkları gazetelerin Ramazan sayfalarına gençliklerinde görüp geçirdiklerini taşır, hislerini genellikle 'Eski Ramazanlar' başlığı altında okurlarıyla paylaşırlardı.
“Nerde o eski Ramazanlar” nostaljisi genellikle İstanbul'un Şehzadebaşı semtinde kurulan 'Direklararası' adlı eğlence muhitinden hareketle yapılırdı. Komedyenler, hokkabazlar, sihirbazlar başta olmak üzere dönemin bütün sanatçıları Direklararası'nda sahne alır; İstanbullu nazik beyler ile cici hanımlar onları temaşa etmek üzere oraya koşarlardı.
Hoş bir tadı olmalıydı o günlerin, ama 'Direklerarası' denilen yere günde kaç kişi uğrardı acaba?
Tek kanallı siyah/beyaz televizyonun ilk döneminde, Ramazan'da 'Direklerarası'nı ekranda diriltme çabasına girildiğinde, izleyiciler o tür bir eğlence anlayışının ne kadar yavan kaldığını görerek fark ettiler.
Gazetelerde eski Ramazan ile ilgili nostaljik yaklaşımların sona ermesi de televizyondan evlere konuk olan 'Direklerarası' eğlencelerinin hayal kırıklığı ile eş zamanlıdır.
Siyasetin çok baskın bir biçimde gündemi belirlediği son 25-30 yıl içerisinde bir başka garabet yaşattı ülkeye gazetelerimiz: 'İrtica avı'... Hangi kentlerde ve semtlerde kaç içkili restoranın, hangi bakanlık veya kamu kuruluşu yemekhanesinin Ramazan'da tatile girdiğini veya tadilat geçirdiğini gazetelerde izledik. Bazı yıllar gazete sayfalarına 'oruç cinayeti' adıyla geçirilen olaylar yüzünden kan rengine de bürünebildi Ramazanlar...
Tekil olayların genelleştirilmesi ve habbenin kubbe yapılması ile tadı kaçırılmış kimbilir kaç Ramazan yaşandı bu ülkede... '28 Şubat' denilen sürecin yapı taşları 1997 yılı Ramazan'ında ekranlardan evlerimize taşınan garip görüntülerle atıldı.
Bir yönüyle eskinin gazetelerinin 'Direklerarası' ile Ramazan arasında kurdukları yavan birebir ilişkinin, yakın tarihimizde medyanın Ramazan'ı 'irtica' ile eşleştiren çarpıtmasıyla süreklilik taşıdığı söylenebilir. “Direklerarası'nda yaşanana benzer Ramazanlar istemiyorsunuz ha, biz de sizin yaşadığınız türden Ramazanları sizlere zehir ederiz” tepkisi...
Kaç Ramazan üstüste, Ramazan, onu bir 'maneviyat iklimi' olarak yaşamak isteyenlere zehir edildi.
Acaba kentlerin ve kasabaların girişine gün boyu kapılarını açık tutan restoranların bir listesi mi asılsa? Bütün meyhanelerin Ramazan'da kapılarını kapalı tuttuğu, restoranların gündüz müşteri kabul etmediği yerleşim merkezlerinde, belediyeler, bir restoranı nöbetçi olarak açık mı tutsa? Ramazan'ı ihya etmede nasibi olmayanların olanlara hiddetini azaltmanın bir yolu aransa iyi olacak...
Oruç tutmayanın, ibadetini yerine getirmeyenin de günlük hayatını Ramazan'dan pek etkilenmeden sürdürebildiği bir ülke Türkiye; böyle de kalmalı. Oruçlunun kendi özelinde yaşadığı manevi hava, herkese karşı saygılı ve iyi niyetli olmayı da gerektiriyor çünkü... Ramazan'ın temsil ettiği gönül iklimi hepimizi kapsamı içine alıp çatışmadan ve kavgadan uzak durmayı zorlamalı.
Ramazan bu yıldan başlayarak açlık ve susuzlukla geçen saatların bayağı uzun olduğu bir döneme denk geliyor. 15 saat yemekten içmekten kesilmek hiç de kolay değil. Tam bir terbiye ve disiplin dönemine dönüşüyor yaz aylarına denk gelen Ramazanlar...
Umarım, bu Ramazan, kadr-ü kıymeti iyi bilinerek ihya edilir.
22 Ağustos 09 /Yeni Şafak
Yorum: Bütün insanlarda bir altın çağ arayışı vardır. Herkes kendince her şeyin çok güzel olduğu bir zaman dilimi düşler. Kimi altın çağı geçmişte bulur, çünkü her yeni günle beraber dünya yaşanmaz bir hale gelmektedir. Kimi de gelecekte arar altın çağı, geçmiş denilen her şey yetersiz ve yanlıştır çünkü. Herkes kendince inşa ettiği cenneti rahatlıkla anlatabilir. Nasıl bir hayat, nasıl bir toplum istediği sorulsa rahatlıkla cevap verebilir. Sorun da zaten buradan çıkar: kişi kendi doğrusunu başkasına dayatmaya çalışınca bir çatışmadır çıkar, ve güzelim hayatı cehenneme çevirir.
Fehmi Koru’nun üstü kapalı bahsettiği bu olsa gerek. Ramazanı ibadet ayı olarak değil de bir organizasyon, bir yayın ayı olarak görenler insanlara bir Ramazan dayatıyorlar. Ne kadar kabul gördüğü tartışılır. Diğer taraftan kaba softa ham yobaz insanlar iki saatlik açlığı cihat bayrağına çevirip Ramazanı bırakın dinle ilgisi olmayan aşırılıklarla aleme nizam vermeye çalışıyorlar. Bunların da geneli temsil etmek gibi bir özelliği olmadığı ortada.
Ön yargıları bir tarafa bırakarak başkalarını şekillendirmeye çalışmak yerine herkes kendi uhrevi ve içtimai hayatını düzenlemek konusunda özgür olmalıdır. Sosyal hayatta da bir birine zarar vermemek esastır. Başkasıyla uğraşmak yerine kendi hayatını düzenleyen insanlar özledikleri altın çağı belki de yaşadıkları ân içinde bulabilirler.