Adalet, Delilik, Bayram, Kur’an, İlim ve Adil Düzen
Bugün de ne kadar çok “ADALET” yazısı yazılmış!?. Demek ki bu kadar “ADALET” diye feryat edilmesi için birilerinin birkaç gün de olsa “ADALET”(!) diyerek yürümesi gerekiyormuş; sanki “adalet” hiç olmazsa “İLİM” etmeden sokaklarda bulunurmuş gibi… Bakınız, hem o yürüyenler hem de karşılarında olanlar için “KUR’AN” demedim bile…
Oysa köyün (ülkenin) delileri olan bizler yarım yüzyıldan beri “KUR’AN VE İLİM” çalışma ve uygulamaları yapıyoruz ve her birimiz için ‘delidir, ne yapsa yeridir’ diyorlar ya… Varsın desinler, çünkü insanlık tarihi boyunca peygamberlere de öyle dediler…
Delilikten söz etmişken aklıma geldi; ‘deliye her gün bayram’ denir ya… Bayram ve Ramazan vesilesiyle yazdığım yazılarda da hatırlattım… Bize sadece iki bayram günleri, sadece Cuma günleri, sadece Ramazan ayındaki günler değil; mübarek on bir aydaki diğer bütün günler de hep bayram, hep bayram; günlük “KUR’AN VE İLİM” çalışmalarımızla…
***
Geçen haftaki “KUR’AN VE İLİM” çalışmamızdan aktaracaklarıma başlamadan önce, bugünkü yazımın en başındaki “ADALET” yazılarına dönelim ve sadece bir örnek ile iktifa edelim; Ergün Yıldırım’ın Y. Şafak’taki “Adalet siyaseti ve adalet yürüyüşü” yazısı…
Kitabın orta yerinden gibi olacak, yazının orta yerinden bir bölüm aynen şöyle:
“Millî Görüş hareketinin lideri Erbakan “adİl düzen”i savunur. Millî Nizam Partisi’nden Fazilet Partisi’ne kadar bu siyasetin ana tezi adİl düzen inşa davasıdır. Merkezin siyasetini sömürü düzeni olarak algılar. Erbakan etrafında toplanan insanlar da bu sömürü düzenini adİl düzen ile ıslah ve ihya etmek için mücadele ederler. Refah Partisi'nin yükselişe geçtiği 1994 ve büyük destekler aldığı bu dönemin kampanyalarında işçiler, kadınlar, gecekondulular, başörtülüler gibi adaletin yoksunluğundan acı çeken insanların sözcülüğünü görürüz. Millî Görüş siyaseti ve İslamcılar bu dalga üzerinde yükselirler. 28 Şubat, çevrenin bu adİl düzen arayışına merkezin darbe yapmasıdır. Adalet talebini en etkili biçimde temsil eden hareketi, partiyi ve aydınları susturma çabasıdır...”
Sadece bu paragraf bile bizim yarım yüzyıllık çabalarımızın özeti gibi değil mi?
***
Neyse, sadede geleyim ve geçen haftaki (920. Hafta) “KUR’AN VE İLİM” çalışmamızdan aktaracaklarıma geçeyim: ‘(…) üçüncü binyıl önemlidir. Çünkü bu binyılda teknolojik imkânlar tamamlanmıştır. İnsanlar artık yan yana imişler gibi konuşabilmektedir. Eşyalarını kargolara verip istendiği yere ve kimselere ulaştırabilmektedir. İslâmî düzen Miladi 600’larda bilkuvve tamamlanmıştır, bilfiil ise yirmibirinci yüzyılda tamamlanacaktır. Bu iki sûre (İsra ve Kehf sureleri) hassaten çağımızı anlatan sûredir. / Bizim iki görevimiz vardır.
Biri; Yahudilere fesat ve sömürü düzenine son vermelerini anlatmamızdır.
Diğeri de; Hıristiyanlara da hatalı inanışlarını anlatmamızdır...’ (s.2)
‘“Roma” Doğu Roma ve Batı Roma olarak ayrılınca Kilise de ikiye bölündü. Roma’daki Papa devletlere hâkim olmuştur. İstanbul’daki (Konstantiniye) Patrik ise devletlerin emrine girmiştir. Sonra Sermaye Kilise’yi yıkmak için Protestanlığı icat etmiş ve bu sefer her kral Tanrı’nın dünyevi temsilcisi olmuştur.
Sanayileşme döneminde Sermaye İngiliz Kilisesi’ni (Anglikanizm) dünyada fetih aracı olarak kullanmıştır. Kara Avrupa’sında dinler reddedilirken, ateizm moda yapılırken, İngiltere Protestan olarak tüm dünyaya yayılıyordu.
Sermaye dinlere dayalı denge düzenini koruyamayacağını anlayınca, dine dayalı dengeyi rejime dayalı denge hâline getirmeye çalıştı. Tüm dünyayı dinsizleştirmek istedi. Buna karşı Akevler’de ilmî ve fiilî direnme başladı. Erbakan “Adİl Düzen”i dünyaya anlattı. Sermaye bu sefer Erbakan’a karşı AK Parti’yi ve Gülen cemaatini oluşturdu. Şimdi onları savaştırıyor. Kilise hala Hazreti İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu iddia ediyor, Tevrat’ın şeriatını bırakmış, Sermaye’nin hezeyanlarını kendisine şeriat yapmaya başlamıştır...’ (s.4)
(Kaldığımız yerden devam edelim, inşallah…)