Her Adil Düzen çalışanı mübeşşir ve nezirdir
“KUR’AN VE İLİM” çalışmalarımıza istinaden yayına hazırlamakta olduğum haftalık dergimizden, KUR’AN ayı Ramazan vesilesiyle de hatırlatmalara devam edelim…
İsra Suresi’nin 105-108. ayetleri üzerinde çalıştık bu hafta. Önce 105. ayetin mealini tekrar hatırlayalım: “Kur’an’ı ancak hak olarak indirdik ve o da indiği gibi hak olarak kaldı. Seni de yalnız müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.” (D.İ.B. Meali)
‘Ayetin sonundaki “mübeşşir ve nezir” kelimelerine gelmiştik. “Mübeşşir” gelecek olan bir iyiliğin habercisidir. Bulutlar yağmurun büşrasıdırlar. Mübeşşir, Kur’an’ın hükümlerini insanlığa ulaştırarak felahı haber veren kimse olarak görevli bulunmaktadır.
Uygarlaşma vardır. İnsanlar daima ileri gidecekler, devamlı yenliklerle karşılaşacaklar. Kur’an geldiği zaman bugünkü uygarlığı tebşir etmiştir. Şimdi de üçüncü binyılın uygarlığını tebşir etmektedir.
“Ve nezir olarak.” “Münzir” savaşta veya yürüyüşteki uyarıp sakındıran öncüdür. Öncünün görülmesi, arkasından gelen birliği haber verdiği için uyarıcı anlamı kazanmıştır. Kişinin ileride yapacağı iyi bir fiili haber vermesi de nezirdir. Bir tehlikeyi önceden haber vermektir. Ona göre tedbir alırız. Tedbir almamız için haber verilir. Kur’an bir nezirdir. Kur’an’ı getiren de beşir ve nezirdir. Resul de bir nezirdir.
Her Adil Düzen çalışanı mübeşşir ve nezirdir.
“Tebşir” her mümin tarafından yapılacaktır, oysa “inzar” yalnız bu hususta eğitilmiş ve görevlendirilmiş kimseler tarafından yapılacaktır. ‘Faiz kötüdür, bırakın’ demek herkesin yetkisinde değildir. ‘Faizsiz kredileşme sistemini alın da bırakın’ denmesi gerekir. Yani önce çözümler üretilecek, sonra yanlışlar düzeltilecektir. Hak gelmeden batıl gitmez.
Buradan şunu öğreniyoruz ki “inzar” ancak yapılacaklar anlatıldıktan ve öğretildikten sonra yapılabilir. Biz önce “Adil Düzen”de ortaklık sisteminde çözümleri üretmeliyiz, göstermeliyiz; ondan sonra ‘faizsiz kredileşme ve seleme gelmezseniz böyle böyle musibetler başınıza gelir’ diyeceğiz...
Bu ayet bize diyor ki; siz sadece kendinizden sorumlusunuz, başkalarına sadece duyurmakla, anlatmakla ve örnek göstermekle mükellefsiniz, onlara karışmak ve onlara hükmetmek yoktur. Bundan dolayıdır ki İslâmiyet’te merkezi yönetim yoktur; ocak, bucak, il ve ülkeler tamamen bağımsızdırlar. Onların kendi iç işlerine merkez karışamaz. Yine bundan dolayı mektepler, medreseler, pazarlar ve çarşılar bağımsız olup halk çoklu organizasyon içinde istediği sosyal gruba katılır. Kanun sistemi yoktur. Merkezi eğitim sistemi yoktur. Tekel ekonomi yoktur. Dinde baskı yoktur.
Şimdiki Hıristiyan âlimleri de Sermaye’nin ezberlerini tekrarlıyorlar. Onların koyduğu ambargoya uyarak İslâmî kaynakları değerlendirmiyorlar. Ama yakında Hıristiyanlar, Budistler ve Hindular da artık Sermaye’nin baskısından kurtulacaklar, Kur’an ve İslâm uygarlığı ile doğrudan meşgul olacaklardır. Üniversiteler gerçekten üniversite olacaktır. “Adil Düzen” o suretle gelecektir. Bin Dil Üniversitesi bunu başaracaktır.
Allah kitapları gönderdi. Onlara birer isim verdi. Tevrat, İncil, Furkan ve Kur’an.
“Kur’an” son nazil olan kitabın özel ismidir. Dört adı vardır. “Kitap” yazılı olan metindir. “Kur’an” okunan metindir. “Zikir” anlamı olan metindir. “Furkan” hükümleri içeren metindir. Arapça Kur’an’dır ve kıraati ile nazil olmuştur. Bu sebeple tam tercüme edilemez. İnsanlar Arapça olarak okumalı, tercümeleri de yapılmalıdır. Kur’an olduğu için Arapçadır, Kur’an olarak okunmalı insanlara okunduğu için de tercüme edilmelidir.
Onu diğer kitaplardan farklı yaptık. Çünkü o kitaplar kendi kavimlerine kendi çağları için indirilmişti. İki görevi vardı. İnsanlık henüz Kur’an’ı anlayacak ve uygulayacak seviyeye gelmediği için onlara Kur’an’ın oradaki hükümleri öğretildi. İkinci görev olarak ise insanlığı Kur’an nizamına hazırlamış oldu. Biz şimdi Bin Dil Üniversitesi’ni kurarak Kur’an’ı her dile çevireceğiz. Onların kitaplarını da Kur’an diline çevireceğiz. Böylece onların kitaplarını da Kur’an’a göre yorumlama imkânları doğacak, ilahi kitaplar asıllarına dönecektir...’