Hz. Âdem’in Annesi
Önsöz
İnsan türünün yaradılışı konusunda toplumların kafası karışmıştır. Doğru olan evrim midir? Yoksa yaradılış efsaneleri mi? Bu kitap gerçeğin arayışında olan insanları bilgilendirmek amacıyla yazılmıştır. Bilimsel verilerle Kuran’da yazılanlar ön yargısız olarak karşılaştırılmıştır. Elde edilen sonuçlar şaşırtıcıdır. Bilinen klasik düşüncenin ve evrim kabulünün dışındadır.
Dr. Mete Firidin
Hz. Âdem’in Annesi
Giriş
Günümüzde insanlar genel olarak ikiye ayrılmıştır. Birinci grup evrime inanıp yaradılışı inkâr edenler, ikinci grup yaradılışa inanıp evrimi inkâr edenlerdir. Ben bunlardan biri değilim. Bir tıp doktoru ve Kuran talebesi olarak olayı incelemek ve düşünce sahibi olmak kısmet oldu. Öncelikle size evrim hakkındaki düşüncemi anlatmak istiyorum.
Evrim Teorisi
Dünyadaki bütün canlılar doğal seçim ve uyum sonucu kendiliğinden ve rastgele mi çeşitlenmiştir? Evrim teorisine göre ortama uyum sağlayamayan canlılar yok olmuş, ortama uyum sağlayabilenler ise yaşayarak neslini devam ettirmiştir. Buna doğal seleksiyon denir. Bunun sonucunda yaşayanların üstünlükleri, genleri ile diğer nesillere aktarılmıştır. Buna da adaptasyon denir.
Değişimler canlının bilgisayar programları yazılımı gibi olan genlerinde olmaktadır. Bu değişime mutasyon denir. Mutasyonlar zamanla türden türe birikerek çok yeni türleri oluşturmaktadır. Fakat canlılar doğal üreme şartlarında bile değişime, çeşitliliğe programlanmıştır. Eşeyli üreme sadece bu amaçla vardır. Aynı anne- babaya sahip bütün çocuklar bile çok farklıdır.
Hadi evrimi rastgele oldu diye kabul edelim. Oysa Dünya gezegeni yaşam için Güneş sisteminde gerekli uygun konumdadır. Su maddesel yaşam için olmazsa olmazlardandır. Eğer Dünya Güneş’e daha yakın olsa su daima buhar halinde olacaktır. Veya Güneş’e daha uzak konumda olsa su daima buz halinde olacaktır. Güneş sistemi galaksimizde uygun konumdadır. Dünya kütle olarak uygun kütlededir. Daha küçük olsa atmosferi kendi üzerinde tutacak çekim gücüne sahip olamayacaktır. Daha büyük olsa canlıların hareketini çok sınırlayacaktır. Güneş'e göre dönme eyleminde de uygun konumdadır. Yani kutuplardan herhangi biri sürekli Güneş'e dönük olsaydı Dünya döndüğü halde sürekli bir taraf ışığa maruz kalacak, ısınacak, bir taraf soğuk kalacak ve hayat olmayacaktı. Yine ekseni tam dik olarak kalsa mevsimler olmayacak, bazı yerler hep sıcak kalırken diğer yerler hep soğuk kalacaktır. Oysa bu eğiklik kutuplarda sırayla ısınma ve soğumaya sebep olarak mevsimlerin oluşmasına olanak sağlamaktadır. Bütün bu özellikler yeryüzünde canlıların çeşitlenmesine neden olması içindir.
Hayatın oluşması için en gerekli maddelerden birisi sudur. Dünya yüzeyinin % 71’i sudan oluşur. Oysa bizim Güneş sistemimizdeki diğer gezegen yüzelerinde Dünya’dakinin binde biri oranı kadar su yoktur. Eğer suyun mevcudiyeti tesadüfi olsaydı Mars’ta, Venüs’te hatta Ay’da Dünya’ya yakın oranda su bulunması gerekirdi. Sanki su Dünya’ya özellikle getirilmiştir!
İyi ki Ay var. Ay olmasa idi, yeryüzü meteor saldırılarına açık olacaktı. Ay meteor saldırılarını çok büyük oranda engellemektedir. Ay’ın diğer çok önemli bir fonksiyonu da Dünya’nın salınım hareketini sınırlayıp dengede tutmasıdır. Ayın bu fonksiyonu olmasaydı Dünya sarhoş insanlar gibi salınacak ve çok düzensiz günlük ısınma ve soğumalar olacaktı. Bir gün yaz, bir gün sonra kış olacak ve bir saat sonra gündüz, bir saat sonra gece olacaktı. Yani hiçbir düzen, mevsim, gece, gündüz tutarlılığı olmayacaktı.
Dünya’da bulunan milyonlarca çeşitte mükemmel fotosentez yapabilen, uçabilen, yüzebilen, yürüyebilen hatta konuşabilen, düşünebilen, sevebilen, merhamet edebilen, Dünya’yı şekillendirebilen canlılar mevcuttur. Kısacası ne yapmasını ve ne yapmamasını gerektiğini bilen canlılarla doludur. Ayrıca bütün canlılar birbirine bağımlı ve denge içinde olan ekosistem şekline gelmiştir. Her bir canlı sistemin devamı için gereklidir. Yani bir diğerine besin sağlar, onun atıklarını bertaraf eder. Yeniden kullanılır düzeye getirir. Mesela bitkiler oksijen üretir, bunun sayesinde hayvanlar oksijene sahip olur. Hayvanlar karbondioksit üretir. Bitkiler karbondioksiti şekere çevirir. Böylece hayvanlar için zehirli olan karbondioksit faydalı şekilde azaltılmış olur. Hayvanların ürettiği diğer artıklar mikroorganizmalar tarafından parçalanır ve bitkilerin kullanabileceği hammaddeye dönüştürülür. Bu sistemdeki her canlı olmazsa olmazlardandır. Otomatik sistemler gibi bu yaşam ahenk içinde sürüp gitmektedir. Demek ki her şey bir hesaba göre programlanmıştır.
Doğada genel bir kural vardır. Her şey zamanla yıpranır ve yok olur. Mesela kocaman bir dağ veya bina veya alet, edevat zamanla eskir, yıpranır ve yok olur. Canlılar da yaşlanır, yıpranır ve nihayetinde ölür. Her madde yüksek enerjiden alçak enerjiye doğru akar. Madde karmaşık ve organize olandan basit olana doğru davranır. Fakat canlılık bunun tersini yapabilmek için üremeyi kullanır. Canlılık varlığını herhangi bir üreme şeklini kullanarak kendini yeniler ve devam ettirilir. Üreme canlılığın en temel ilkesidir. Çok çok yüksek bilgi ve marifet gerektirir. Her aşaması büyük bilgi birikimi ve tecrübe içerir. Mesela insanda 23 çift kromozom (genler topluluğu) vardır. Bunların yarısı anneden yarısı babadan gelir. Her bir gende de on binlerce DNA dizilimi yani yazılımı mevcuttur. Üreme hücreleri oluşurken bu genler her bir hücreye eşit sayıda ve fakat değişik özellikler içeren yazılımlar olarak kopya edilir. Her bir yazılım diğerinin çalışmasını destekler, asla programı bozmaz. En ufak bir bozukluk varsa bu bir hastalığa veya sakatlığa neden olur. İnsanda bu tip bozuk hücrelerin birleşmesi ile oluşan canlı taslağı gebeliğin ilk 3 ayında düşük şeklinde elimine edilir. Kromozomların eşit şekilde dağıtılmasında eğer bir aksaklık olur ve yavruya bir kromozom, kromozom parçası fazladan gitse sakat, zekâ geriliği olan, birçok hastalığa sahip çocuklar meydana gelir. Örneğin Down sendromu. Yahut eksik bir parça kromozom gelmiş olsa yine hastalıklı ve sakat, hayatını idame ettiremeyecek nesiller meydana gelir.
İnsanda anomali (doğuştan sakatlık) oranı % 2’dir. Yani doğan bebeklerin %98 i sağlıklı doğmaktadır. Eğer bu oran tersine olsaydı tesadüfi bir hayattan söz edilebilirdi. Fakat hayat bilinçli olarak % 98 gibi sağlıklı doğuma programlanmıştır. Tesadüfi olan bir yaşam, topluluk oluştursa bile % 98 sakat doğum ile o toplum ve canlı türü hemen yok olacaktır.
Fakat evrim teorisi adaptasyonun genlere nasıl aktarıldığını açıklayamaz. İlk canlının nasıl yaratıldığını da açıklayamaz. Sadece canlıların yapı taşını oluşturan aminoasitlerin dünya şartlarında bulunabileceğini ispatlar. Canlılığın gerçek özelliği olan neslini sürdürmeyi sağlayan DNA’nın oluşumunun yanına bile yaklaşamaz. Oysa canlının canlılığını sağlayan ve bu bilgileri diğer nesillere aktaran DNA’dır. Yani bugünkü bilgilerimizle bilgisayar yazılımıdır.
Canlılarda binlerce gen bulunur. Bu genler bilgisayardaki işlemcilere benzer ve her birinin ayrı ve karmaşık yazılımı yani DNA dizilimi mevcuttur. Ayrıca bu genler kendi aralarında bir başka üst yazılım bilgilerine de sahiptir. Kısacası Windows programları gibi programları da içerirler. Böylece duygu ve düşünce gibi soyut şeyleri bile oluşturabilecek düzeyde çok karmaşık bir yazılımları vardır.
Bu yazılımdaki en küçük harf hataları bile (mutasyon) programların çalışmasını engelleyen ölümcül hastalıklara neden olabilir. Kanser, lösemi ve bütün genetik hastalıklar mutasyonlar nedeni ile oluşur. Sadece bağışıklık sistemi antikor oluşturmak için bilinçli şekilde mutasyonu kullanır. Buradaki tesadüf bile canlının yararına olmak üzere programlanmıştır. Kısacası canlıların her biri DNA’lar ile programlanmıştır, mükemmel zekâ ve bilgiye sahip programcı tarafından yazılmıştır.
Evrimcilerin mantık hatası sanırım şöyle başlamaktadır. Bulunduğunuz yerdeki eşyaları basitten karmaşık olana doğru sıralarsanız ve bunların nasıl oluştuğunu düşünürseniz bunların oluşumundaki zekâ ve gücü görmemezlikten gelirseniz şöyle düşünebilirsiniz: “Terlikten ayakkabı, ondan sandalye, ondan masa, ondan radyo, ondan televizyon ve ondan da bilgisayar oluştu” diyebilirsiniz. Ama nasıl diye sorarlarsa “zamanla” diye cevap verebilirsiniz. Hâlbuki hepsinin arkasında insan zekâ ve teknolojisi vardır.
Evrimciler eski fosilleri evrimsel, tesadüfi yaratılmanın kanıtları sayarlar: Biliyoruz ki bugün var olan canlılar ve bütün elektronik aletler aynı atomlardan oluşmuştur. Canlılar hele hele insan bugünkü elektronik aletlerden milyonlarca kez daha karmaşık ve organizedir. Hayat madem tesadüfidir, neden hiç elektronik eşya tarzı fosiller de bulamıyoruz? Ya da düşünün, bundan 200 milyon yıl öncesine ait bir hesap makinesi bulsak, bunu geçin, abaküs bulsak, bunun tesadüfi olduğunu düşünür müyüz? Tabi ki hayır, çünkü anlarız ki bu bir zekâ ve teknoloji ürünüdür.
Teknolojik ürünler birbirine benzer. Benzer yazılım, benzer parçalar içerir. Bir bilgisayar diğerine % 99 oranında benzer fakat bazısının özellikleri daha da üstündür. Bu birinin diğerinden tesadüfen evirildiğini göstermez. Biliriz ki hepsinin arkasında insan zekâsı ve teknolojisi vardır.
İnsan genetik olarak % 50 oranında koyuna, % 60 oranında ineğe, % 95 oranında domuza, % 98 oranında maymunlara benzeyebilir. Bu oran bunlardan tesadüfen evirildiğini göstermez. Sadece aynı şartlarda aynı bilgi ve teknolojinin ürünü olduğunu gösterir.
Gelelim insan maymun ilişkisine. Yeryüzünde yaşayan bütün canlılar birbirine az çok benzemek zorundadır. Çünkü nihayet aynı ekosistem içinde yaşamaktalardır. Bu nedenle birçok yapısal ve genetik benzerliklerin olması gerekir. Mesela insanda bulunan bir gen bir mikropta da vardır. Çünkü ikisi de şekeri kullanmalı, ikisi de proteinleri kullanmalıdır. Yani aynı dünyada nimetlenip üremektelerdir.
Maymunlarda insana benzemektelerdir. Çünkü aynı dünyada yaşamaktalardır. Aynı yiyecekleri yemektelerdir, benzer şartlara maruz kalmaktalardır ve aynı ekosistemin parçalarıdır. İlginç şekilde aynı kan grubunu bile paylaşabilirler. Mesela goriller genellikle B kan grubu taşırlar nadiren O grubudur. Asla A grubu değillerdir. Şempanzeler genellikle A grubudur. Nadiren O grubudur. Asla B grubu değillerdir. Orangutanlarda bu gruplar yoktur ve hepsi O grubudur. İnsanda ise A grubu, B grubu, O grubu ve AB grubu vardır. Bu durumda ya ortak atadan gelmektelerdir. Ya da maymunlar insanlardan türemiştir. Asla insan bir maymun türünden türemiş olamaz. Çünkü bu durumda insanda da sadece A veya sadece B grubu ya da hiç olmaması gerekirdi. Fakat şunu diyebiliriz ki maymunlar insandan türemiştir ya da insanın atasından türemiştir. Hatta goriller insandan türemiş bir kol, şempanzeler de diğer bir koldur…
Evren’de ve Dünya’mızda bir değişim ve bir gelişim olmuştur, olmaktadır, olacaktır. Fakat bu bir zekâ ve kudret ile vardır. Bazıları diyecektir ki: “Bütün var oluş bir ihtimaller toplamıdır”. O zaman şu soruyu sormak gerekir: “ Varoluşun bütün ihtimallerini evreni var olacak şekilde bir arada bulunduran kimdir?”. Kısacası bütün hayat değişimi de içeren çok büyük ve harika bir bilgisayar oyunudur. Kaderimiz oyunun yazılımının içindedir. Cüzi irademiz oyun içinde kullandığımız yetenek, çaba ve yaklaşımlarımızdır. Bütün övgüler Allah’adır.
İnsanlığın Yaratılışı
İnsanlık tarihinin başlangıcı bize daima bir adamdan ve bir kadından türediğimiz şeklinde anlatılmıştır. Bu, yaratılış mitoloji olarak Sümer, Akad, Yahudi, Hıristiyan ve diğer dinlerde bulunan bir mitolojidir. “İnsanlar çamurdan yaratılmış bir adam ve ondan yaratılmış karısından türemişlerdir”. Hatta çocukları da ensest bir durum ile evlenip çoğalmışlardır. Bu, hemen hemen bütün yaratılış mitolojilerinde aynıdır. Hatta İslam dünyasındaki mitolojilerde bile böyledir. Oysa Kuran’da böyle bir anlatım yoktur. Ne yazık ki İslam dünyası bu mitolojileri diğer bozulmuş dinlerden edinmişlerdir. Kuran’ı göz ardı etmişler, hatta Kuran’da anlatılanı, zorlayarak dışardan edindikleri uydurma bilgilere uyarlamaya çalışmışlardır.
Öte yandan bilimsel veriler ve bilimsel düşünce ise olayın çok daha farklı olduğunu keşfetmeye başlamıştır. Bu durum insanları kutsal kitapların uydurma ve mitolojik olduğunu düşünmeye sevk etmiştir. Bu düşünce aslında kısmen doğrudur. Fakat Kuran için bu geçerli değildir. Çünkü Kuran doğru ve objektif bakış açısı ile bütün insanların yaratılış evresini anlatmaktadır. Bununla birlikte bilimi bilen Kuran’ı bilmemekte, Kuran’ı bilen bilimden habersizdir. Birçok insan dinleri araştırırken Kuran’ın orijinalini öğrenip araştırmamakta ve bilimi bilmeyen, eskilerin bilgisizce uydurulmuş mitolojik zorlamalarına kutsallık atfederek sadık kalan, günümüz ilahiyatçı hocaların meallerini doğru kabul ederek hata yapmaktalardır.
Oysa hepimizin bildiği fakat yaratılışı tesadüf olarak kabul edenlerin inanmadığı Âdem ile Havva hikâyesinin gerçek olduğu bilimsel açıdan ispatlanmıştır. Fakat bu olay kafalara kazınmış olduğu gibi görünmemektedir. Kuran'da Âdem ve eşi bilinen klasik bilgiden farklı olarak anlatılmaktadır. Kuran'da Havva kelimesi geçmemektedir. Âdem’in eşinden bahsedilmektedir. Ayrıntıya girildiğinde bugünkü insan erkek türünün bir dişi soyundan türetildiği ve hatta dişi türünün de o dişiden devam edip türetildiği sonucu çıkmaktadır.
Bu amaçla Kuran’da bazı ayetleri inceleyelim.
Ali İmran suresi 33. Ayet:
إِنَّ اللَّهَ اصْطَفَى آدَمَ وَنُوحًا وَآلَ إِبْرَاهِيمَ وَآلَ عِمْرَانَ عَلَى الْعَالَمِينَ (33)
İnnallâhestafâ âdeme ve nûhan ve âle ibrâhîme ve âle imrâne alel âlemîn(âlemîne).
Kesinlikle, Allah Âdem’i, Nuh’u, İbrahim soyunu ve İmran soyunu âlemler üzerine eleyerek seçti.
Âdem peygamber de âlemlerden elenip seçildiğinden dolayı, onun varlığında başka insan âlemleri de olmalıdır.
Enbiya suresi 30. Ayet:
أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ (30)
E ve lem yerallezîne keferû ennes semâvâti vel arda kânetâ ratkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy(hayyin), e fe lâ yu’minûn(yu’minûne).
İnkâr edenler, gökler ve yer yapışıkken onları ayrıklaştırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi görmezler mi? İnanmıyorlar mı?
Bütün canlılar sudan yaratılmış ise Âdem de sudan yaratılmıştır.
Nuh suresi 14. Ayet:
وَقَدْ خَلَقَكُمْ أَطْوَارًا (14)
Ve kad halakakum etvârâ(etvâran).
Ve O sizi aşama aşama biçimlendirmiştir.
Burada geçmiş zaman kullanılmıştır. İnsanlığın aşama aşama biçimlendirildiği anlatılmaktadır. Bir evrimsel süreçten bahsedilmektedir. Eğer ayette “O sizi aşama aşa biçimlendirmektedir” denmiş olsaydı, o zaman embriyolojik (anne karnındaki) biçimlendirme olarak anlayabilirdik.
Nuh suresi 17. Ayet:
وَاللَّهُ أَنْبَتَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ نَبَاتًا (17)
Vallâhu enbetekum minel ardı nebâtâ(nebâten).
Ve Allah’tır sizi yeryüzünden bitki olarak bitiren.
Demek ki insanın bitki gibi yetiştiği bir geçmişi, aşaması vardır.
Secde suresi 7-8-9. Ayetler:
الَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنْسَانِ مِنْ طِينٍ (7) ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ مَاءٍ مَهِينٍ (8) ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِنْ رُوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَا تَشْكُرُونَ (9)
Ellezî ahsene kulle şey’in halakahu ve bedee halkal insâni min tîn(tînin). Summe ceale neslehu min sulâletin min mâin mehîn(mehînin). Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâra vel ef’idete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Ki O, biçimlendirdiği her şeyi en güzel yapan ve insanı biçimlendirmeye çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu, değersiz bir sıvıdan olan süzüntüden kıldı. Sonra onu belli bir düzeye getirdi ve ona ruhundan üfledi. Ve sizin için işittiğini kavrama, gördüğünü anlama yeteneği ve gönüller kıldı. Şükretmeniz ne kadar az!
Bu ayetlerde insanın evrimsel biçimlendirilmesinin bir özeti vardır. İnsanın biçimlendirilmesine çamurdan başlanmıştır. Sonra onu eşeyli üreyen haline getirmiştir. Sonra onu insan haline getirmiştir. Sonra ruhundan üflediği bir insan, Âdem-oğlu haline getirip işittiğini kavrama, gördüğünü anlama yeteneği ve duygusal olan insanlar kılmıştır.
Bakara suresi 30. Ayette:
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُوا أَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ (30)
Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeten, kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâe, ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek(leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn(tâ’lemûne).
O zaman Rabbin meleklere «Kesinlikle Ben yeryüzünde bir halife kılanım.» demişti; melekler, «Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi kılacaksın? Oysa biz överek senin ilintisiz egemenliğini vurguluyoruz ve seni devamlı takdis ediyoruz» dediler; Allah «Kesinlikle ben sizin bilmediklerinizi bilirim» dedi.
Bu ayetten anlaşıldığına göre melekler yeryüzünde “kan akıtacak” olan canlıyı nereden bilmektedir? Demek ki yeryüzünde bu konuşma geçtiğinde insanlar bulunuyor olmalıdır. Ayrıca “kılanım” ve “kılacaksın” kelimeleri geçmektedir. Kılma kelimesi mevcut olandan atama demektir. Bu durumda yine yeryüzünde halife kılınmadan önce insanların var olması gerekmektedir.
Ali İmran suresi 59. Ayette:
إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِنْدَ اللَّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ (59)
İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem(âdeme), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn(yekûnu).
Kesinlikle Allah katında İsa’nın benzerliği, Âdem’in benzerliği gibidir. Allah onu topraktan biçimlendirdi. Sonra ona; ol dedi, ardından var oldu.
Ali İmran suresi 59. da " Allah onu topraktan biçimlendirdi. Sonra ona; ol dedi, ardından var oldu " denmektedir. Bu cümledeki “ona” kelimesi üzerinde durmak gerekir. “Âdem’i” denmeyip ve “İsa’yı” denmeyip, “onu” denmektedir. O kimdir? Âdem midir? İsa mıdır? Kuran Allah kelamıdır. Hata, eksiklik olmaz ve her kelimesinde, her gramer bilgisinde hikmetler vardır. Bu durumda “onu” ifadesi hem Âdem’i hem de İsa’yı ifade etmektedir. Burada “onu” ifadesini yalnızca Âdem veya yalnızca İsa olarak anlayamazsınız. Anlarsanız objektifliğinizi kaybetmişsiniz demektir. Burada anlıyoruz ki genel bir anlatım vardır. Oysa sizin de bildiğiniz gibi başka ayetlerde İsa'nın Meryem'den doğduğu açıklanmaktadır. Yani İsa için de “ol” denmiş ve topraktan yaratılmıştır. Topraktan yaratılmış olma, bir anneden doğmadığı anlamına gelmemektedir. Hiçbir insan Allah’ın “ol” emri olmadan da olamaz. “Ol”anlar annesinden doğar. Hepimiz topraktan yaratıldık ve “ol” emrinden sonra var olduk. Aynı zamanda anamızdan doğduk. Ayet burada İsa’nın yaratılışını özellikle Âdem’in yaradılışına benzetmektedir. Bu durumda Kuran’daki bu ayete göre mutlaka Âdem’in de bir annesi olmalıdır.
Hacc suresi 5. Ayet:
يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَإِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِنُبَيِّنَ لَكُمْ وَنُقِرُّ فِي الْأَرْحَامِ مَا نَشَاءُ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفَّى وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْئًا وَتَرَى الْأَرْضَ هَامِدَةً فَإِذَا أَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَأَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ (5)
Yâ eyyuhân nâsu in kuntum fî raybin minel ba’si fe innâ halaknâkum min turâbin summe min nutfetin summe min alakatin summe min mudgatin muhallekatin ve gayri muhallekatin li nubeyyine lekum, ve nukırru fîl erhâmi mâ neşâu ilâ ecelin musemmen summe nuhricukum tıflen summe li teblugû eşuddekum ve minkum men yuteveffâ ve minkum men yuraddu ilâ erzelil umuri li keylâ ya’leme min ba’di ilmin şey’â(şey’an), ve terâl arda hâmideten fe izâ enzelnâ aleyhâl mâehtezzet ve rabet ve enbetet min kulli zevcin behîc(behîcin).
Ey insanlar! Öldükten sonra tekrar dirilmekten çelişki içindeyseniz ki: Kesinlikle biz, size gösterip açıklamak için, sizi topraktan, sonra salgıdan, sonra zigottan, sonra biçimlendirilen (embriyo) ve biçimlendirme dışı olan (plasenta vs.) bir parça etten (blastokist) şekillendirdik. Uygun gördüğümüzü belli bir süreye kadar rahimlerde kararlı kılarız; sonra sizi bebek olarak çıkartırız ki sonra en güçlü çağınıza ulaşmanız için. Ve kiminiz öldürülür ve kiminiz de ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki, bilirken bir şey bilmez gibi olması için. Yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; Biz ona su indirir indirmez harekete geçer, kabarır her güzel bitki çiftlerinden bitirir.
Bu ayette ise insanın anne karnındaki yaradılışı anlatılmaktadır.
Şimdi ise bilimsel, genetik, arkeolojik bilgilerin değerlendirilmesi sonucunda ulaşılan sonuçlara bakalım:
Y kromozom Âdem (ya da Y kromozom Âdem’i) bugün yaşayan tüm insanların baba soyundan en yakın ortak atası, yani hepimizin atasıdır. Bugün yaşayan tüm erkekler Y kromozomlarının bu adamdan miras aldıkları için kendisine bilim dünyasında Y kromozomlu Âdem ya da Y kromozom Âdem’i denir. Yaklaşık olarak 60.000 ila 90.000 yıl önce yasamıştır. Kendisi ilk Homo sapiens değildir. Erkek nesildaşları arasında soyunu oğuldan oğula bugüne kadar ulaştırabilmiş tek erkektir. Y kromozomu Âdem’inin yaşadığı dönemde başka birçok insan türü erkeği de yaşamıştır. Fakat on binlerce yıl içinde sadece bu adamın Y kromozomu genleri günümüze gelmiştir. Diğer erkeklerin Y kromozomu genleri çok daha eski yıllara kadar gitmektedir. Oysa bu adamın Y kromozom genleri hesaplamalara göre diğerlerinden çok farklı yeni bir gendir. Bu durum, bu adamın babasının bir uzaylı olduğunu veya yeni bir sürüm olarak yaratıldığını düşündürmektedir.
Mitokondriyal Havva
Mitokondriyal Havva da bilim dünyasında Y kromozom Adem’in dişi muadilidir. O da büyük çoğunluğumuzun anne soyundan en yakın ortak atasıdır (daha doğrusu büyük büyük ananesidir). Bugün yasayan insanların büyük çoğunluğu (%95) mitokondriyal DNA'larını bu kadından miras aldıkları için kendisine bu isim verilmiştir. Günümüzden yaklaşık 200.000 yıl önce yaşamıştır. Fakat bundan daha eski yaklaşık 2 milyon yıl önce yaşamış olan bir kadın (Homo habilis) ise bu günkü bütün insanların (%100) anne atasıdır (Bu konu ileride daha ayrıntılı anlatılacaktır).

İnsanoğlunun Afrika’dan başlayan saptanabilen göç haritası
Yakında bu haritanın merkezine Cebel-i Rahme’yi yerleştirirlerse şaşırmamak gerekir. Arafat Mekke’nin 21 km doğusunda Taif yolu üzerinde olup düz bir alandır. Etrafı dağlarla çevrili olup Hz. Âdem ve eşinin cennetten çıkarıldıktan sonra buluştukları tepe olarak anlatılan Cebel-ür Rahme buradadır. Bu arada şunu belirtmek gerekir: Âdem’in yaratılıp girip yerleştiği cennet Dünya’da, yüksekçe bir tepede bulunan bir yerdir. Kuran’da cennet kelimesi bahçe anlamında kullanılmıştır. Fakat göklerde bulunan cennet yani bahçe farklı gezegenlerde olmalıdır. Benim düşüncem Âdem peygamberin girdiği bahçenin Arafat vadisinde olduğudur. Şimdi çöl olan bu bölgelerin günümüzden binlerce yıl önce yani son buz çağı döneminden önce yeşillik bahçeler halinde olduğu düşünülmektedir (Kıta hareketleri ve global mevsimsel değişiklikler nedeni ile). Âdemoğlunun bu bölgeden Dünya’nın diğer yerlerine yayılması muhtemeldir.
Bazı ayetlerde insanın yaradılışı hakkındaki bilgilere bakmaya devam edelim:
İnsan suresi 1. Ayet:
هَلْ أَتَى عَلَى الْإِنْسَانِ حِينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْئًا مَذْكُورًا (1)
Hel etâ alâl insâni hînun mined dehri lem yekun şey’en mezkûrâ(mezkûran).
İnsan anılmaya değer bir şey değilken üzerinden çağdan bir süre geçmedi mi?
Kuran hariç bütün kutsal kitaplarda (bozulmuş) ilk bahsedilen insan Âdem dir. Bu kültürel bilgi olarak da böyledir. Oysa bu ayette “İnsan anılmaya değer bir şey değilken üzerinden çağdan bir süre geçmedi mi?” denmektedir. Bu ayette insanın var olup bahsedilmeye değer olmadığı bir dönem olduğu belirtilmektedir. İlk bilinen, bahsedilen, anılan insan Âdem ve akabinde eşi Havva’dır. Bu durumda bu ayete göre Âdem’den çağlar öncesinden itibaren insanların var olması gerekmektedir.
Demek ki Âdem’den önce de uzun süreler boyunca insanlar vardır. Fakat bahse değer değillerdir. Çünkü ayette “İnsan anılmaya değer bir şey değilken” denmektedir. Âdem ilk bahsedilen insan olduğundan sanki ilk insanmış gibi algılanmaktadır. Oysa Âdem ilk insan halifedir, ilk bahse değer insandır. Kuran’da Âdem’in ilk insan olduğuna dair bir bilgi de yoktur. Şimdi Havva’yı soracaksınız! Havva kelimesi Kuran’da yoktur. Bu bize israiliyyattan geçmiştir. Havva kelimesinin semitik anlamı ise “yaşayan birisi, önceden var olan birisi” demektir. Kuran, yukarıdaki ayetten de anlayacağınız gibi Âdem’den önceki insanlara “anılmaya değer bir şey değil” demektedir. Bu sıfatlandırma nedeni ile Kuran’da Âdem’in karısının ismi, annesinin ismi ve hepsinin atası olan ve 2 milyon yıl önce yaşamış homo habilis dişisinin özel isimleri yoktur. Belki de bu insan topluluklarında bir birlerine hitap ettikleri bir isimleri bile yoktur.
Yine İnsan suresi 2. Ayette:
إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا (2)
İnnâ halaknâl insâne min nutfetin emşâcin nebtelîhi fe cealnâhu semîan basîrâ(basîran).
Kesinlikle biz insanı (türünü) çok ikil karışım yapabilen (kromozomlar içeren) bir salgıdan biçimlendirdik. Onu sınarız. Böylece onu işittiğini ve gördüğünü anlayabilen kıldık.
" Kesinlikle biz insanı (türünü) çok ikil karışım özellikli (kromozomlar içeren) bir salgıdan biçimlendirdik" denmektedir. Âdem de insandır. Öyleyse Âdem de bir salgı yani sperm veya ovumdan yaratılmış olmalıdır. Bu da Âdem’in İsa gibi bir annenin salgısından, yumurtasından (ovumdan) yaratıldığını ve doğurulduğunu desteklemektedir. Aşağıda Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirinde görüldüğü gibi bu sadece benim yorumum değildir:
“2. Çünkü biz insanı şöyle yarattık: Yani, o kendi kendine, kendi keyfine göre olmadı, basit ve sınırlı bir mertebede boş ve manasız olarak kalmak için de yaratılmadı. Şu şekilde yaratıldı bir nutfeden. Rağıb'ın açıkladığı üzere nutfe, esasen saf suya denir. Erkeğin suyuna da nutfe denilmiştir. Örfte nutfe ile meni eş anlamlı gibi sayılmıştır. Fakat Kıyâme sûresinin sonunda da geçtiği gibi Kur’an’da "Dökülen meniden bu nutfe."(Kıyâmet, 75/37) buyrularak nutfenin meniden bir parça olduğu ifade edilmiştir. "Sahih-i Müslim"de rivayet olunduğu üzere "Suyun hepsinden çocuk olmaz." hadis-i şerifinde de bir bütünün her parçası kastedilerek "Bir suyun her bir parçasından" buyrulmamış, bir parçası kastedilerek "suyun tamamından" buyrulmuş olmasından çocuğun meydana geldiği o suyun, suyun toplamı olan bütün meni değil, onun bir parçasından ibaret olduğu anlatılmış bulunduğundan nutfe, meniden bir cüz olan saf tohumun adı olduğu anlaşılır. Sonra insan cinsinin bir nutfeden yaratılmış olmasının görünen mânâsı, Âdem'in de bir nutfeden yaratılmış olduğunu ifade eder.
Ancak şu var ki bu, nutfenin bir insandan gelmemiş olmasını gerektirir. "hülasadan"(Müminun, 23/12), "çamurdan"(En'âm, 6/2) âyetlerinden maksat da bu olmalıdır. Gerçi "Onu topraktan yarattı."(Âl-i İmran, 3/59) âyeti ile Âdem'in bundan istisna edilmiş olduğu neticesine varılabilir. Fakat "Çamur hülasasından"(Müminun, 23/12), "Sonra da ona ol dedi, o da oluverdi."(Âl-i İmran, 3/59) gibi diğer âyetler topraktan ve çamurdan yaratılışın başlangıç itibariyle olduğunu gösterdiği gibi, "sizi çamurdan yarattı"(En'âm, 6/2), "sizi topraktan yarattı"(Rum, 30/20) gibi genel olarak herkese hitap eden âyetler de başlangıç bakımından bunların bütün insanlar hakkında doğru olduğunu anlattığından Âdem'in insandan gelmeyen bir nutfeden yaratılmış olmasıyla çelişkili olmayacağı cihetle "Allah insanı, ateşle pişmiş gibi kupkuru bir çamurdan yarattı."(Rahmân, 55/14) âyetinde olduğu gibi burada da cinsin başlangıcı şeklinde gelen "bir nutfeden" denilmesinden hiçbir insanın istisna edilmemesi daha açıktır.”
Bu arada, İnsan suresi 2. Ayette geçen “emşac” kelimesi üzerinde durmak istiyorum. Çünkü mealde emşac kelimesine “kromozomlar” anlamı verdim. Neden mi?
İnsan suresi 2. Ayet:
إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا
İnnâ halaknel insâne min nutfetin emşâcin nebtelîhi fe cealnâhu semîan basîrâ(basîren).
Aşağıda çeşitli mealciler tarafından verilen meallerden örnekler verilmiştir.
Biz insanı katışık bir nutfeden yaratmışızdır; onu deneriz; bu yüzden, onun işitmesini ve görmesini sağlamışızdır.[2]
Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık.[2]
Çünkü biz yarattık o insanı bir takım katgılarla mezcedilmiş (emşac) bir nutfeden, evire çevire mübtelâ kılmak üzerede onu bir semî’ basîr yaptık[2]
Görüldüğü gibi “emşac kelimesine “katışık veya karışık” anlamları verilmiştir. Bu anlam kısmen doğrudur. Hatta bazıları “erkek ve dişi dölünden” anlamlarını vermişlerdir. Bu tanımlama tamamen doğrudur. Fakat dil bilimi açısından tam desteği yoktur, net de değildir.
Arapça lügatlerde “emşac” kelimesinin kökünü oluşturan “mşc” kökü tanımlanırken “iki farklı renkten eğrilmiş ip” benzetmesi verilmiştir. Yaptığım araştırmada şu bilgilere ulaştım: Akkadça “maşu” kelimesi ikiz anlamına ve özellikle biri kız biri erkek olan ikiz anlamına gelmektedir. C, “ج”, cim harfi ise Proto- semitik dilde (Arapça’nın atası) “toplanmak” anlamına gelmektedir. Mesela cami, cem, cuma…
Kısacası “mşc” kelimesi “ Aynı türden fakat farklı renk veya cinsiyette olan iki şeyin bir arada olması, birleşmesi, karışması, çiftleşmesi, yani ikil kombinasyon yapması anlamına gelmektedir. Emşac kelimesi mşc kökünün çoğulu olduğundan çok kez çiftleşme, çiftler oluşturma, çok kez ikil kombinasyon oluşturma özelliği anlamına gelmektedir. Sıfat olduğundan çok kez çiftler oluşturma özelliği olan nutfe (salgı, sperm veya ovum) anlamına gelmektedir. Her iki salgıda (nutfede) bulunan kromozomlar iki nutfe birleşince ikil gruplar oluşturur. Böylece 23 çift kromozom oluşur. Bu yalnızca üreme organlarından salınan salgıya has bir hücre özelliğidir.

Yukarıda kromozomlar gösterilmiştir. 1 numaralı kromozomun biri anne salgısı olan yumurtadan, diğeri baba salgısı olan spermden gelir ve yumurta ve sperm birleşip karışınca bu kromozomlar ikili guruplar oluştururlar. Nutfe kelimesi bir amaçla atılan, boşaltılan sıvı yani salgı anlamındadır. Erkekte sperma, kadında ise her ay üretilen ovum dur. Nutfetin emşacin tanımlaması, çok olarak ikil karışım yapma özelliği olan salgı demektir ve kromozomları ifade eder.
Bu durumda meal şu şekilde daha doğru olacaktır:
Kesinlikle biz insanı (türünü) çok ikil karışım yapabilen (kromozomlar içeren) bir salgıdan biçimlendirdik. Onu sınarız. Böylece onu işittiğini ve gördüğünü anlayabilen kıldık.
Kuru Çamurdan Yaratılma?
Hicr 26. Ayet:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ (26)
Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Biz insanı karşılıklı dizilip ilişkilendirilmiş olan art arda döşenmişten biçimlendirmişiz (DNA).
Oysa bütün meallerde ayet aşağıda görüldüğü gibi çevrilmektedir:
Andolsun ki biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.[26]
Kuru çamur mu? Islak balçık mı? Ayette “mesnun hamein’den olan salsaldan” yarattık deniyor. Mesnun ikil karşılıklı dizilme demektir. Bu ayette çamur, kuru, şekillenme, balçık kelimeleri geçmemektedir. Oysa Kuran’da çamur “tin” demektir. Burada hamein deniyor. Buradaki kelimenin kökü hmw (ha, mim, vav) dir ve iki şey arasındaki akrabalık ve yakın ilişkiyi, bağlantıyı ifade eder. Oysa çamurlu, is, isli, kömür, ısıl işleme tutulmuş anlamına gelen kelimenin kökü ise hmm (ha, mim, mim; hamam) dir. Zaten çeviri anlam olarak, karşılıklı ikil kelimesi ile de uyuşmamaktadır.
Salsal kelimesi: Semitik dilde Sl (sad, lam) kökü şıngırdamak demektir. Slsl kökü hem Arapçada, hem de İbranicede tekrarlayan sesler ve şeyler için (titremek) kullanılır. Bu nedenle Arapça lügatlerde tekrarlayan ardışık sesleri tanımlamak olarak da belirtilir. Salsal kelimesi aynı zamanda çıngırak demektir. Ardışık ses ve hareketi ifade etmektedir. Bunun karşılığı bizde “tıkır tıkır etmek, tın tın etmek, çınlamak olarak ifade edilmektedir. Aşağıda Akadça kaynaklarda Salalu kelimesinin anlamı verilmiştir.
