Sorunlara doğru teşhis ve doğru tedavi
Mahir Kaynak’ın “Yanlış teşhis” yazısının (Cumartesi) sonunda dediği şu: “Ülkemizin önünde tarihi bir fırsat vardır. Dünyada yönetilen bir devlet olmaktan çıkıp kararları etkileyen güç olabiliriz. Ama buna layık olmazsak ne büyük güçler ne de Yaratan bize bunun yolunu açar... Bu karmaşadan çıkmak için hem hükümetin hem de halkımızın sağduyulu davranması gerekir. Herkes kişisel çıkarını düşünmeden, hatta kaybı göze alarak ülkenin geleceği için doğru yolu seçmeli ve kararlar almalıdır… Ülkede bilge kişilerin etkinliğini artırıp çıkarını gözetenleri saf dışı etmek gerekir. Ayrıca ülkemizin durumu basit bir akılla idrak edilemez ve günümüzde yaşadığımız polemiklerle bir yere varılamaz. Herkesin bireysel duygulardan yani çıkarından ve intikam duygusundan arınması ve bu büyük hedefin hazzını yaşaması gerekir.”
Evet, “doğru teşhis ve tedavi önerileri” böyle ama “tedvinin mekanizmaları” eksik. Sabrınız varsa, önümüzdeki günlerde -elbette her zaman olduğu gibi “teşhisleriyle” birlikte- “doğru tedavileri mekanizmalarıyla birlikte” yazacağım inşaallah…
***
Yeryüzü tüm insanların ortak malıdır, rızaları ile veya fiilen işgal ile bölüşmüşlerdir. Eğer bir yerde “emek” geçmişse orada “mülkiyet hakkı” doğar ve “hak” yani “emek” korunur. Mirasa o emek intikal eder. Sonra sizin emeğiniz de olsa yerin kullanılmasına mâni olamazsınız, emeğin hakkını istersiniz. Fabrikan var, sen çalıştıramıyorsun; başkası gelir, çalıştırır, senin “kira hakkını” verir. Bunun dışındaki bölüşme şekilleri haram kılınmıştır.
Batılılar, “zararlı” olsa da eğer “kârlı” ise onu “meşru” kabul ediyorlar. Onlar için kâr önemlidir. Kur’an ise bunu şiddetle reddediyor, zararlı bir şeyin kârını mübah görmüyor.
Batılılar mutlak mülkiyeti kabul ediyorlar; insan özgürdür, kendi malını ve canını istediği gibi tasarruf eder diyorlar. Kur’an bunu kabul etmiyor, kimsenin bedeni ve malı kendisine ait değildir. Topluluk ona emek vermiştir. Dolayısıyla bu şekilde davrananların hukukunu korumakla yükümlü değildir. Herkese ait olan yeryüzü nimetlerini temellük edip başkalarının yararlanmasına mâni olmak da hak değildir. Kimse tarlasını boş tutamaz. Nihayet, tesadüflerle ve şanslarla hareket meşru değildir...
***
Tarım döneminden önce insanlar göçebe hayat yaşıyorlardı. Uygarlık tarımla başladı. Bir yerde yerleşen insanlar hem kabileden büyük topluluklar oluşturma imkanı buldular hem de artık kalıcı işler yaptılar. Yaptıklarını çocuklarına intikal ettirdiler. Mezopotamya’dan önce yazı bulunmadan tarım kentleri oluştu. Mezopotamya’da baraj teknolojisi uygulandı. Sulama ziraatı sayesinde kentler oluştu, devlet kuruldu. Nil nehri civarında da tarım sayesinde kentler oluştu. Hint’te, Çin’de, hattâ Amerika’nın yerlilerinde tarım sayesinde uygarlaşma mümkün olmuştur. İnsanlık tarım sayesinde yaz-kış besin elde edebildi. Tahıl saklandı. İnsanlar yaşadı.
İşte, Kur’an’da kırk yerde “felah” kelimesi geçmektedir.
“Felah” kelimesi karşılığında “Refah” kelimesini kullanıyoruz. Refahı şöyle tarif ediyoruz. Bir saatlik çalışmada elde edilen mal “ücret”tir. Bir saatlik çalışmada elde edilen malın bir gün geçindirdiği insan sayısı da o malın “fiyatı”dır. Böylece ücret ile fiyatı çarparsak, bir kimsenin bir saat çalışmayla geçindirdiği insan sayısı çıkar. İşte bu refahı ölçer.
Demek ki insanlar az çalışıyor ve çok insan yaşıyor. Bu da ancak tarımın sanayileşmesi ile olmaktadır. Kazma ile iş yapma Mezopotamya’da başlamıştır. Harut’la Marut’tan birinin çiftçi diğerinin hayvan besicisi olduğu Dr. Mete Firidin’in çalışmasında ortaya çıkmıştır. İşte “felah” yani uygarlık o zaman başladı, kazma o zaman bulundu. Sonra “saban” keşfedildi. Şimdi tarlaları “traktör”le sürüyoruz. Sulamanın yanında bugün gübreleme ve ilaçlama teknolojisine gelinmiştir, seracılığa ve besi hayvancılığına başlanmıştır. Bunların bakımı otomatik makinelerle yapılınca ve yem sanayii gelişince insanın yaşamak için gerekli olan çalışma saatleri azalmıştır. Bu sayede refaha yani felaha gidilecektir, nüfus artacaktır...
Not: Bu yazdıklarım aynı zamanda geçen haftaki “Kur’an ve İlim Seminerleri” notlarımızdan derlenmiştir ve “650. Haftalık Çalışma” hürmetine değerlendirilmektedir...