Denge, yaşananlar ve iki tespit
Bir kere daha hatırlayalım ve hatırlatalım… “Adil Düzen” denge ve istikrar düzenidir. “Adil Düzen”de, bu düzendeki devlet yönetiminde: -DİN, ne yapılacağına karar verir. -İLİM, yapılacakların nasıl yapılacağını belirler. -EKONOMİ, kimin yapacağını kararlaştırır. -SİYASET ise ürünlerin kime ait olacağını belirler.
“Adil Devlet Düzeni”nde herkesin görevi ayrıdır. Hepsi demokrasiye dayanmalı ama ayrı ayrı dengede olmalıdırlar. Hiç kimse diğerinin görevine müdahale etmemelidir.
Peki… Türkiye’de durum nasıldır?.. Geçen nice yıllar bu “denge ve demokrasi” açısından nasıl yaşanmıştır?..
***
Osmanlı Devleti’nin sona ermesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması ve ardından “sivil siyaset” ile “askeri vesayet” arasında geçtiği söylenen yıllar… Askeri vesayetçiler sivillerin basiretsizliğinin ülkeyi bir yerlere sürüklediğini söylerken, sivil siyasetçiler askerlerin hukuk dışı müdahalelerini anlatırlar… Bu söylemlerle geçen yıllar…
Oysa; sivil siyasetçileri de askeri vesayetçileri de tekel sömürü sermayesi yönlendirdi, ortalama on yılda bir yapılan müdahalelerle Türkiye geri bırakıldı...
Mesela, Mahir Kaynak’ın 27 Mayıs değerlendirmesine bakalım: 27 Mayıs darbesini herkes DP’nin yanlışlıklarıyla açıklarken, ben bunun uluslararası bir boyutu olduğunu ve Avrupa’daki bazı güçlerin Türkiye üzerinde oluşmakta olan ABD etkisini yok etmek amacıyla düzenlediğini düşündüm ve darbeden sonra sola açık bir anayasa yapılmasına ve solculuğun ABD aleyhtarlığı olarak algılanmasına şahit olduk. AP’nin sivil siyaset olarak iktidara gelişini herkes demokrasinin zaferi sayarken, ben ABD’nin karşı hamlesi olarak yorumladım.
Oysa her ikisini yani Avrupa ve ABD’yi tekel sermaye kullandı, darbeleri tezgahladı.
12 Mart’ta iki güç, darbecilerle karşı koyanlar, çatışmanın her iki taraf için de yanlış olduğunu görüp anlaştılar ve ortak bir yönetim oluşturdular. yani çatışmanın her iki tarafında olanlar uzlaştılar, siviller ve askerler hazırlanan darbeyi müdahaleye çevirdiler, böylece müdahalenin ülkemiz açısında daha hafif geçiştirilmesini sağladılar.
12 Eylül Türkiye’nin kalkınmasını ve gelişmesini önlemek için yapıldı...
27 Mayıs da aynı sebeplerle yapılmış, Başbakan Menderes ve iki bakan asılmıştı...
12 Eylül sonrasında parti kurup iktidar olan Turgut Özal, geçmişteki Millî Görüşçü kimliği ile askerleri, ithalatçı ve ülkeyi dünyaya açan kimliği ile de tekel sermayeyi memnun etti ama ülkeye yararlı şeyler yaptığı görülünce Adnan Menderes gibi onu da önce öldürmek istediler; sonra yine eceliyle olduğu söylenerek hâlâ şüpheli olan bir şekilde o da öldü!..
28 Şubat müdahalesi veya post-modern darbesi ise Refah Partisi’nin, Millî Görüş’ün, “Adil (Ekonomik) Düzen”in yani Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en başarılı hükümeti ve onun başbakanı -54. Hükümet Başbakanı- Necmettin Erbakan’ın önünü kesmek için yapıldı… Bu engelleme Merhum Erbakan’ın vefatına kadar sürdürüldü…
***
Bu hafta yazılan iki yazıdaki iki ilginç tespit dikkatimi çekti; size de ilginç gelebilir.
Adnan Berk Okan, “gazeteciler.com”da, Uğur Dündar’ın Star’dan kovulması ile ilgili ‘uzun’ bir yazı yazmış; bizi ilgilendiren ‘kısacık’ kısmı şöyle: “(Uğur Dündar’ın) Çiller Hanım ve Erbakan Hoca (merhum) döneminde RefahYol'a muhalefet ettiği doğrudur… Doğrudur ama… Demokratların değil, askeri darbe heveslilerinin safında el bağladığı için oluşmuş bir muhalefettir bu… Yani... Muhalefeti “Hükümete” karşı yapmıştır... İktidarda olanlara karşı değil... Çünkü RefahYol sadece hükümet olabilmiştir... İktidar ise her zaman olduğu gibi; Medya Karteli , İstanbul Sermayesi ve Ordu'nun tekelinde olmuştur...”
Çok ‘uzun’ başka bir yazıdan ‘kısacık’ bir alıntı daha: “Necmettin Erbakan’ın, Fethullah Gülen ve cemaatinden hiçbir zaman destek almadığı ve bundan hep yakındığı bilinir... / Refah Partisi’nin aksine AKP’yi başından beri desteklediği ise sır değil Cemaat’in...” (Konu: Gülen Cemaati ve AKP…, Reha Muhtar, Vatan, 22.11.2011)