Sonunda hep halk galip gelir
Reşat Nuri EROL
Irak ve Afganistan’ın işgalini bu ülkelerin halkı mı istiyordu?.. Yoksa…
Bazı ülkelerdeki renkli devrimleri bu ülkelerin halkı mı gerçekleştirdi?.. Yoksa…
Tunus, Mısır, Libya ile başlayıp Suriye gibi diğer bazı Arap ülkelerinde farklı şekillere bürünen ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreç, bu ülkelerdeki halkın “demokrasi ve özgürlük talebi ve buna karşı koyan diktatörler arasındaki mücadele” sayılıyor. Yani belirleyici olanın “halk” olduğu kabul ediliyor. Peki, bu ülkelerdeki halklar, yüz yıl öncesinden itibaren Osmanlı Devleti’nden kendi istekleriyle mi ayrıldılar?.. Yoksa…
Bizim bu konudaki hükmümüz şöyle: Suni müdahaleleri halk zamanla kendi iç yapısında değiştirerek “yeni sonuç” ortaya çıkarır... Araplar -Mısır örneğinde görüldüğü üzere- yeniden direnmeye geçti… Suriye’de neler olacağını hep beraber göreceğiz…
Bu suni ve dışarıda planlanıp uygulanan senaryolar açısından bakıldığında şu sonuca varılıyor: Bireysel tercihler üst üste yığılıp toplumsal talebi gerçekleştiriyor, biriken talepler halkı harekete geçiriyor ve bu ülkelerin, bunların toplamı da dünyanın geleceğini belirliyor... Yani kişiler ya da halk istiyor, toplumsal talep doğuyor, dünya da buna göre şekilleniyor...
Biz bu konuda da farklı düşünüyoruz:
Hakim güç bir şey yapar, “halk” ona uyar gibi görünür ama içten içe direnir; fırsat kollar, sonra “yeniliklerle” yeniden ortaya çıkar, “Sosyal Evrim” böyle olur.
Bugün gelişmeler böyle oluyorken, geçmişteki durum daha başkaydı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hangi Avrupa ülkesinin liberal, hangisinin komünist olacağına ABD ve SSCB karar vermiş, Türkiye de kendisine takdir edilen yerini almıştı...
Bize göre ise; İkinci Dünya Savaşı sonrasında tekel sermaye dünyayı ikiye böldü, soğuk savaş dönemini başlattı, dünyayı timsahın iki çenesi mesabesindeki “kapitalist” ve “komünist” bloklara böldü, yutmak için hazırlıklar yaptı ama yutamadı...
***
Dünyadaki “siyaset çarkı” yukarıda özetlendiği gibi dönüyorken, “ekonomi çarkı” da benzer bir durumdadır. İflas eden ülkeler, batan şirketler ve bankalar, bunları kurtarmak için yapılanlar, ülkelerini güya yöneten partilerin, liderlerin ve yöneticilerin durumları…
Yani, siyasi alanda olduğu gibi ekonomik alanda da güya liberal düşüncenin öngördüğü süreç yaşanmakta, ekonomi de kendi tabii akışı içinde akıp gitmektedir...
Oysa, epey zamandan beri tekel sömürü sermayesi ‘karşılıksız doları’ uluslararası ‘para’ olarak kabul ettirmiş; yakın zamanda siyasi hakimiyetini kaybetmeye başladığı halde ‘dolar’ halen insanlığın tek parasıdır; ekonomi imparatoru -özel- ABD Merkez Bankası’dır.
Madem ABD’den ve onun Merkez Bankası’ndan söz ettik, konuya biraz daha açıklık getirelim: ABD dünyadaki ekonomik sorunun ne olduğunu biliyor ve bunu çözmek için bir proje mi uyguluyor, yoksa her sabah borsadaki ve kurlardaki hareketlere bakıp günlük davranışlar mı sergiliyor? ABD Başkanı Obama önüne konan seçeneklerden birini seçip uyguluyor mu, hangisinin iyi olduğunu anlayacak kapasitesi var mı? Yani halkın seçtiği kişi her şeyi bilir mi, yoksa bu kararı veren güç başka ve o sadece uygulayıcı mı? Dünyadaki “para sistemi” böyle mi devam edecek, yoksa “yeni bir para sistemi/düzeni” mi olacak?
Duruma bakılırsa, dünyadaki ekonomi planlamasını tekel sömürü sermayesi yapıyor, hükümranlığını sürdürüyor ama krizleri ve sorunları da bir türlü çözemiyor...
***
Özetlersek: Kendini yegane hükümran gibi gören sermaye veya kendilerini güçlü gören ülkeler geleceği planlayıp bunun gerçekleşmesine çalışır; yani olayları ve gelişmeleri güçlü olanlar planlayabilir, bu arada kendilerince ikili oynayarak denge de kurabilirler...
SONUÇ olarak olaylar ve gelişmeler tekel sömürü sermayesinin planından ibarettir, tek süper güç vardır; tekel sermaye! Sahnede görünen diğer güçler onun sadece maşasıdır.
Ne var ki bir de ‘halkın direnişi, halkın gücü’ vardır ve sonunda hep o galip gelir.