Hangi lâiklik, liberallik, demokrasi, sosyallik?-2
Evet, bu günlerde “Yeni Anayasa” tartışmalarından başlayarak “lâiklik” ile alevlenen ve bizim “liberallik, demokrasi, sosyallik” gibi kavramları da katarak sürdürülmesini gerekli gördüğümüz tartışmaların enine boyuna yapılması ve netleştirmesi gerekiyor. Kelime ve kavramların tanımı tam olarak yapılmadan sürdürülen tartışmalar faydadan çok zarar verir. Önce kelime ve kavramların içeriğinde anlaşalım…
Biz bu konudaki çalışmalarımıza 30-40 yıl öncesinde başladık, hâlen yoğun bir şekilde devam ediyoruz... Nitekim “Soysal Denge I ve II” kitaplarımız genel olarak “sistem/düzen ve denge” ağırlıklı olmakla beraber, aynı zamanda “lâiklik” meselesine açıklık getirmektedir ve Süleyman Akdemir arkadaşımız -aynı zamanda mezkur kitapların yazarı olarak da- konunun Türkiye’deki bir numaralı akademisyen uzmanıdır. Bu konuda kendisinden mutlaka yararlanılması gerekmektedir ama… Bu “ama”dan herkes payına düşeni alsın...
Yirmi yıl önce yazılıp yayımlanan “İSLÂM Devlet ve Dünya DÜZENİ” (büyük boy 1200 sayfa) kitabımız ise ismindeki konuda ve elbette “lâiklik” meselesinde de şimdilik hâlâ baş yapıt olma özelliğini muhafaza etmektedir. “Lâiklik meselesinde de” deyişimin sebebi var, çünkü bu kitabımız aynı zamanda Prof. Dr. İlhan Arsel’in “Teokratik Devlet Anlayışından Demokratik Devlet Anlayışına / Şeriat Devletinden Lâik Cumhuriyete” (büyük boy 800 sayfa) kitabındaki “lâiklik” dahil her konuya “reddiye” mahiyetindedir.
Kitabımızın birinci cildinin ilk sayfasına koyduğum cümle şudur: “Daha iyisi ortaya konmadıkça, eleştirilerin bir değeri ve anlamı yoktur.” Bu cümleyle kastettiğimiz, elbette içten ve dıştan “İslâm Düzeni” kitabımıza veya “Adil (Ekonomik) Düzen” çok yönlü çalışmalarımıza yapılan eleştirilerdir. Tamam, eleştirin ama sizin bir düzen öneriniz var mı?!.
Yirmi yıl önce yazdığımız “İSLÂM Devlet Ve Dünya DÜZENİ” kitabımızın ikinci cildinin hemen birinci sayfasına koymayı gerekli gördüğüm “cümle” ise bence daha da ilginç bir “tevafuk” ve bugünkü bütün tartışmalara bizim açımızdan net bir açıklık getirmektedir; aynen aktarıyorum: “Demokratik (=içtihat ve icmaya dayalı şeriat), lâik (=çoğulculuk ve gruplardan oluşan âkile [dayanışma] sistemi), liberal (=faizsiz kredileşme ve karz-ı hasen müessesesi) sosyal (zekât), çoklu hukuk (=5 ile 20 arasında ilmî, dinî, meslekî ve siyasî gruplar) ve hakemlik sistemini benimseyen bir düzen kurulmalıdır.”
Süleyman Akdemir ise yıllar önce kitabı sunarken adeta bugünkü tartışmaları hatırlatmış: Sovyet Bloku aracılığıyla komünizmin yayılması tehlikesine karşı oluşturulan NATO, bu bloğun çökmesi ve Varşova Paktı’nın dağılması ile amacını kaybetti. Bu gelişme karşısında doğal olarak NATO’nun da dağılması gerekirken, bu dağılma gerçekleşmedi ve NATO belirsiz tehlikelere karşı varlığını sürdürme kararı aldı. Belirsiz tehlikeler arasında da en önemli hedef olarak İslâm ve İslâm Bloğu gösterildi. Prof. Dr. İlhan Arsel ve benzeri yazarlar, İslâmiyet’i ve şeriatı hem ülkemizde hem de dünyada en tehlikeli olgu olarak görüyorlar. Bu arada İslâmiyet’e saldırmayı da bir görev sayıyorlar. İslâm, İslâmiyet, İslâm Düzeni ve şeriat, gerçekten bir tehlike midir? 21. yüzyılda yükselen değerler arasında sayılan dinler, gerçekten de toplumları geri mi bırakmaktadır veya gerçekten de uyuşturmakta mıdır? 18 ve 19. yüzyıllarda gelişen ateizm, gerçekten bir zafere ulaşacak mıdır? Dinsiz bir toplum yaratmak mümkün müdür? Veya dinlerden hangi alanlarda yararlanılacaktır? Dinin alanı ve sınırı nedir? Din ile düzen arasında ne gibi bir ilişki vardır?.. Günümüzde; İslâmiyet ile düzen, demokrasi, lâiklik, liberalizm, sosyal devlet, hukuk devleti, egemenlik, cumhuriyet, yönetim, çoğulculuk, kadın, kölelik, çağdaşlık, ... arasında ne gibi bir ilişki vardır?.. vs. Bütün bu soru ve sorunların İslâmiyet’e göre ve günümüz şartlarında cevapları neler olacaktır? İşte geleneksel İslâm’ı ve tarihteki uygulamaları esas alarak; hattâ bunların da büyük bir kısmını çarpıtarak İslâmiyet’e saldıran Prof. Dr. İlhan Arsel ve benzerlerine karşı, cevap ve reddiye olmak üzere, Süleyman Karagülle tarafından içtihatçı bir anlayış ve bakış açısı ile bu kitap yazılmıştır. Çünkü, İslâmiyet ancak içtihatla anlaşıldığı taktirde bir hüküm ve değer ifade eder... (Konuya devam edeceğim…)