Afganistan.. İslam, devlet, düzen.. Adil Düzen-3
(Kaldığımız yerden devam ediyor ve yazdıklarımızdan daha çok yararlanmak isteyen okuyucularımıza bu konuda yazdığımız önceki iki yazımızı da okumalarını tavsiye ediyoruz…)
Hayrettin Karaman Hoca’nın “Tâlibân, şeriat ve Afganistan” başlıklı yazısında Afganistan ve Taliban konusunda yazdıkları üzerinde durmaya devam ediyoruz…
“Talibân Batı’ya istediğini vermemeli, ama Müslüman halkına da taşıyamayacağı yükleri yüklemekten kaçınmalıdır.
Bugün hiçbir devlet tek başına müreffeh ve devamlı yaşayamaz; Afganistan da işbirliği yapacağı, yardım isteyeceği ülkeleri doğru seçmelidir.
Müslümanlar Talibân’a karşı hareket etmek yerine bir yandan onlara yardımcı olmalı, diğer yandan hatalarını azaltmak için her çeşit faaliyeti hayata geçirmelidir.
Tâliban hakkındaki haberlerde yoğun bir bilgi kirliliği ve algı operasyonu var; her okuduğuna inanmak yerine sağlam kaynaklardan teyit yolu seçilmelidir.
Selçuklu ve Osmanlı, şeriatı devlet yönetiminde de uygulamışlardır. Bu uygulamada şeriatın, devleti yönetenleri yetkili kıldığı alanlarda mesalih (kamu yararı) ilkesi, örf ve âdet hüküm kaynağı olmuştur.
Talibân terör örgütü değildir. Afganistan’da yönetimi ele geçirip kendi mezhep, anlayış, örf ve âdetlerine göre şeriatı uygulayacak olan bir devlet kurmak için mücadele eden bir direniş hareketinin mensuplarıdır.”
“Tâlibân, şeriat ve Afganistan” başlığı altında yazılanlar bu kadar.
***
“İslâm, devlet, düzen” başlığı altında yazılan iki yazıda yazılanlarla devam edelim…
“SORU: Taliban’ın İslâmî devlet kararını açıklaması üzerine durumdan vazife çıkaran bazı kimseler İslâm’ın laiklikle bağdaştığını, bazıları İslâm’ın veya dinin devleti olamayacağını, bazıları şeriatın mutlak manada hukuk demek olduğunu… iddia ediyor yazıp çiziyor ve konuşuyorlar. Müslümanların devleti, siyaseti, hukuku, ahlakı, hayat tarzı İslâm’dan bağımsız olur mu?
CEVAP: Bence asla olmaz. DAİŞ, Taliban, Mursi, Gannuşi, bugünkü Mısır İhvanı, Malezya’nın… İslâmî devlet anlayış ve temsilleri farklıdır. İdeali daha da farklı olur ama Müslümanların kendilerini bu alanda da temsil eden devletleri olmak durumundadır.
Teori ve inanç başkadır, mevcudu inkâr veya meşrulaştırmak başkadır. İslâm’ın inanç olarak da ibadet ve ahlaktan başkasına karışmadığını, bu alanları serbest bıraktığını kabul etmek vahyin kesin talimatına aykırıdır.
Şöyle bir modern iddia/görüş daha var:
“Vahiy kaynağını anlama ve ondan hüküm çıkarma ancak yorumla olur. Yorum beşeridir hatta bireyseldir. O da o kişinin dini olur, bizatihi din olmaz…”
Benim buna da katılmam mümkün değildir; çünkü vahyin farklı anlayış ve yorumlara imkân vermeyen kesin ve açık kısımları vardır. Tarih boyunca ümmetin ortak anlayış ve uygulamaları, dini ve medeniyeti ile Müslüman topluluklarını oluşturmuştur. İçtihatla çıkarılan hüküm de müçtehidin ve ona uyanların itikadına göre müçtehidin icat ettiği dini değildir, vahiy kaynaklarından Müslüman aklı ve usul ile çıkarılmış (keşfedilmiş) hükümdür, bu da İslâm’dır.
“Devlet yoksa din de yoktur, olmaz” gibi bir ifadem de düşüncem de yoktur. Ama devlet olmayıp müminlerin dinleri olunca bu din onları devletlerini var etmeye sevk eder. Bunun için müminler ilk fırsatta devlet ve hükümetlerini kurdular.
Müminler, şeriatı lağveden bir devlette mecburen yaşarlar ama rahat, mutlu ve yükümsüzlük halinde olamazlar. Ferdî hayatlarında tam’a yakın, toplum hayatında imkân buldukları ölçüde şeriatı uygulamaya çalışırlar; ayrıca hikmet, itidal, danışma, tedriç kurallarına uyarak imkânı var etmeye çalışırlar, çalışmalıdırlar.”
Yarım yüzyılı da aşan “ADİL DÜZEN” çalışmalarımız açısından bu yazılanlar önemli olduğundan bu konular üzerinde durmaya devam edeceğiz… (Devamı var…)