ARAF SURESİ TEFSİRİ(7.sure)
Süleyman Karagülle
2539 Okunma
ARAF 158-162

A’RÂF SÛRESİ  –  MUKAYESELİ TEFSİR ÇALIŞMASI

Hz. MUSA’NIN KAVMİ VE TÜRKİYE

 

158 – “Ey nâs! Ben sizin cemiinize Allah’ın resulüyüm. O, semavat ve arzın mülkü kendisinin olandır. Kendisinden başka ilâh yoktur. İhya eder ve imate eder. Allah’a ve ümmî nebî resule îman ediniz. O Allah’a ve kelimâtına îman eden kimsedir. İhtida edesiniz diye O’na ittibâ ediniz.” diye kavl et.

158 – De ki; “Ey kişiler! Ben sizin hepinize Allah’ın elçisiyim. O göklerin ve yerlerin ısılığı kendisinin olan kimsedir. Kendisinden başka tanrı yoktur. Diriltir ve öldürür. Allah’a ve okumamış, ulak elçiye inanınız. O Allah’a ve sözlerine inanmış kimsedir. Yolu bulasınız diye O’na uyun.”

Hatırlayalım; bu sûre, uyarasın ve îman edenlere zikrâ olsun diye indirilmiş kitaptır, denmişti. Sonra da mü’minlere hitap ederek; size inzâl olunana uyun, denmiş, böylece bize icma ve içtihadı öğretmiş ve ona uymamızı istemişti.

Sonra Adem aleyhisselam anlatılmıştır. Sonra Nuh aleyhisselam ve diğer o ülkenin peygamberleri anlatılmış, sonra Musa aleyhisselam anlatılmıştır. Musa aleyhisselama son peygamberin geleceğini bildirmiş ve onun ümmi olacağını haber vermiştir. Hz. İbrahim Ur şehrinde büyümüştü. Onun yaşadığı yer o devrin en gelişmiş bir kenti idi. Musa peygamber Mısır’da büyümüştü, o da uygarlığın merkezinde yetişmişti. Yani, İsrail oğullarının peygamberleri ümmî toplulukta gelmemişti. Kendileri de ümmî değildi. Oysa Hazreti Muhammed Mekke’de doğup büyümüştü. Mekke’de Arapların 600 satırlık şiirlerinden başka hiçbir yazılı eserleri yoktu. Ticarette kullanılmak üzere çok eksik bir yazıları vardı. Hz. Muhammed’in kendisi okur-yazar da değildi. Birden bire Kur’an gibi bir kitap ortaya çıktı. Alalh işte bunu Musa Peygambere o zaman bildirmişti.

Tekvin 21/9 Ve Sara İbrahim’in Mısırlı Hacer’den oğlunu istihza eylediğini gördükte. 21/10 Bu cariye ile oğlunu tardet, dedi... Bu söz İbrahim’in gayet gücüne gitti. Fakat Allah; Gücüne gitmesin, Sara’nın dediğini yap, dedi. Senin neslin İshak ile yâd olacaktır. Cariyenin oğlunu da bir millet yapacağım. 22/21 Paran beriyyesinde sakin olup validesi ona Mısır diyarından zevce aldı. 25/12. Ve İbrahim’in Sara’nın Mısırlı cariyesinden olan İsmail nesli budur.  

Görülüyor ki, Allah Hz. İbrahim’in neslini tüm insanlığa ortak vahyi ulaştırmak için görevlendirmiştir. İshak’ın çocukları Tevrat’ı ve İncil’i insanlığa getirmişlerdir. Hz. İsmail’in torunu olan Hz. Muhammed ise Kur’an’ı insanlığa ulaştırmıştır. Hz. Muhammed ümmî bir diyarda, ümmî bir kimse olarak Kur’an’ı ulaştırmıştır. 1400 yıldır insanlık Kur’an üzerinde çalışmaktadır. Ondan yeni yeni şeyler öğrenmektedir. Günümüzün ihtiyacı olan “İnsanlık Anayasası”nı da şimdi bize öğretmiştir. Bu bilgileri Hz. Muhammed nereden alacaktı?

İnsanlığa bir mucize olsun diye bu kitap gelmiştir. Mekke’de bundan sonra neler oldu? Medine Devleti kuruldu. Yüz sene içinde tüm dünyaya yayıldı. Büyük bir uygarlık doğdu. O uygarlık Avrupa’ya etki etti ve Avrupa uygarlığını da doğurdu. Oysa bu sûre Mekke’de nâzil olmuştu. O gün bu sûreyi okuyanlar, dinleyenler daha devletlerini kurmamış, ne içtihattan ne de icmadan haberleri bile yoktu. Hatta Müslümanlar bunları 100-200 yıl sonra anlamaya başladılar.

Bundan önceki âyette bütün şeriatların temelini bildiriyorlardı.

  1. İcma ile sabit olan örfe uyulacak, icma ile sabit olan kötülüklerden kaçılacaktır. Bunlara yine icma ile sabit olan cezalar ve mükâfatlar verilecektir.
  2. İcmalarla sabit olan hükümlere ise insanlar kendi istekleri ile uyacaklardır. Tayyibât helal, habisât haram.

İbrahim Peygamber insanlığa müsbet ilmi öğretti.

Hazreti Musa insanlığa hukuk devletini öğretti.

Hazreti Davut insanlığa devletçi ekonomiyi öğretti.

Hazreti İsa insanlığa lâik eğitimi öğretti.

Hazreti Muhammed de bütün bunları bir arada birleştirerek uyguladı ve örnek İslâm devletini kurdu.

Son sözünü söyledi: “Ey insanlar! Ben sizin hepinize gönderilmiş bir elçiyim.”

Kim tarafından gönderilmiş? “Tüm Kâinatın var edicisi olan Allah tarafından gönderildim.” diyor. Bunun anlamı şudur ki, Allah başka bir peygamber göndermeyecektir. Bundan sonra da peygamber gelmeyecektir. Peki, yeni hayat nasıl kurulacaktır? Âlimlerin içtihatları ile kurulacaktır. Yani, icma ve içtihat niçin konmuştur? Bir taraftan Kur’an ve son peygamber insanlığı birleştirecektir, ama, içtihat ve icmalarla da topluluklar ayrı ayrı varlıklarını sürdüreceklerdir.

Kur’an ve tüm insanlığın icmaı insanları birleştirecektir. İçtihat ve mahallî icmalar ise onların ayrı ayrı varlıklarını korumaya devam edecektir.

“Kendisinden başka ilâh yoktur.” İfadesi ile tüm şirki ortadan kaldırıyor. Allah’tan başka kimselere tapmak, onları şâri’ yapmak, hukuk koyucusu yapmak yasaklanıyor. Burada ekseriyet sistemi de reddedilir. Ekseriyetin ekalliyeti ezme yetkisi yoktur. Ekseriyetin ekalliyete tahakküm yetkisi yoktur. Bunların hepsi şirktir. O halde ne yapılacaktır?

  1. Herkes kendi içtihadıyla ve her topluluk icmaları ile yaşayacaklar.
  2. Mevzuat yerine şeriat serbest sözleşmeler ile oluşacaktır.
  3. Ocaklar ve bucaklar kurulacaklardır. Yerinden yönetim olacaktır. Kişiler her zaman ocaklarını, bucaklarını, illerini ve ülkelerini değiştirerek oylarını kullanmış olacaklardır.
  4. Çıkacak nizaları kendi seçtikleri hakemlere çözdüreceklerdir. Uymayanlara karşı dayanışma içinde hareket edeceklerdir.

İşte bunların dışında bir güç kabul edilmezse, o tek tanrıya inanmak olur. Mü’minler bir topluluk içinde yaşadıkça oranın yönetimine uyacaklardır. Çünkü iktidarı onlara Allah vermiştir. Ama antidemokratik düzeni de hukuki yoldan değiştirmeye çalışacaklardır. Değiştiremezlerse, hicret edeceklerdir.

“İhya eder ve imate eder.” Burada ihya ve imateden kasıt, toplulukların oluşması ve toplulukların yok olmasıdır. Yani, toplulukları oluşturan da O’dur, öldüren de O’dur. Bizim görevimiz Allah’ın bize ait emirlerini kendimiz yaşamak, çevremize de duyurmaktan ibarettir. Şu oldu, şu olmadı, diye sıkıntıya girmemize gerek yoktur.

“Ümmî nebi resule îman ediniz.” diyor. Kur’an onun kendi eseri değildir. Çünkü o bunları nereden bilecekti. O halde Kur’an’ı kabul etmekle hidâyete ermiş olursunuz. Peygamberin ümmî olduğuna işaret ediyor. Yani, bu sözlerin ona ait olmadığını söylüyor. O nebidir, çünkü Kuranı vahiy olarak almıştır. Resuldür, çünkü devlet kurmuş ve başkanlık yapmıştır.

“Allah’a ve kelimelerine îman etmiştir.” Peygambere ittiba demek, Kitaba onun uyduğu gibi uymak demektir. Burada bize emredilen, Hz. Peygamber Kur’an’ı nasıl anlamışsa biz de öyle anlayacağız. Sünnet, Kur’an’ın örnek bir uygulamasıdır. Bunu biraz açıklayalım.

Elinize bir proje geçtiğinde siz bu projeyi okumayı bilmezseniz ondan yararlanamazsınız. Önce projedeki işaretleri öğrenmeniz gerekir. Bunun için de o projenin uygulandığı bir bina da varsa, o zaman o projedeki işaretlerin neye delâlet ettiğini öğrenirsiniz. İşte Kur’an büyük bir projedir. Sünnet ise onun uygulandığı bir örnektir. Biz Kur’an’ı eğer bu proje yardımıyla anlamaya çalışmazsak hiçbir şey anlamayız. İşte bu âyet bize bunu emrediyor. Peygamberin sünnetlerini aşağıdaki şekilde ayırabiliriz.

  1. Kur’an’ın yorumundan ibaret olan sünnetlerdir. Mesela, öğle namazı dört rekâttır. Ziraatta onda bir alınır. Bunlar Hz. Peygamberin Kur’an’ı yorumlamasıdır. Bütün Müslümanlar bu sünnete uymak zorundadırlar. Kur’an’ı onun anladığı gibi anlamak zorundadırlar.
  2. Hz. Peygamber’in kendi çağının müçtehidi olarak ortaya koyduğu hükümler vardır. Bu zamanın değişmesi ile değişebilir. Bu sünnetlere de uyarız. Ama bunun Kur’an’a dayanmadığını, sadece bu illete dayandığını, yani, kıyas yaptığını göstermek suretiyle kendimiz çağımıza uyan kıyası yaparız. “Kıbleye oturmayın, şarka garba dönün.” Hadisinde, şarkta isek kuzeye veya güneye döneriz. Burada hüküm değişmiştir, ama, illet değişmemiştir.
  3. Hz. Peygamber bir devlet başkanı olarak uygulamalar yapmıştır. Bu tamamen siyaset gereği o andaki durumun icabı olarak onu uygulamıştır. Kıyas Kur’an’daki örneklere ve illetlere dayandığı halde, burada re’sen tasarruf vardır. Bizim devlet başkanı olarak ona uyma yükümlülüğümüz, sadece ders alma, tarihî bilgiye sahip olma bakımındandır. Kur’an’a ve kıyaslara aykırı olmamak üzere Hz. Peygamber’in uygulamasından farklı uygulama yapabiliriz. Nitekim dört halife böyle uygulamalar yapmışlardır.
  4. Nihayet, Hz. Peygamber’in günlük hayatındaki davranışlar sözkonusudur. Bunlar bize helal olduğunu gösterir. Bunlarda vücubiyet yoktur.

Sonuç olarak biz Hz. Peygamberin Kur’an’ı yorumlayan kısmına uymak zorundayız. Yönetici veya kişi olarak hareketlerde ise serbesttir. Buradaki “kelimâtihi” kelimesinden bunu anlamış oluyoruz.

“Îman edin ve ona tâbi olun.” diyor. Ama kelimelere îman ettiğini beyan ettikten sonra tâbi olun diyor. Kelimelerini anlarken ona tâbi olun demektir. Ümmî olduğu için kendiliğinden bir şey söylememiş olan peygambere Kur’an’ı anlamada tâbi olun diyor.

“İhtida edesiniz diye.” diyor. Yani, Kur’an’ı doğru anlamanız için ona tâbi olun, diyor. Bakara’nın başında “Bu hidayettir.” diyor. Bizim o hidâyeti bulmamız için Hz. Peygamberin öğretilerine ihtiyacımız vardır.

Musa Peygamberin kıssasını anlatırken araya girip ümmî peygambere tâbi olma anlatılmaktadır...

 

159 – Musa’nın kavminden hak il ile hidâyet eden ve onunla adalet eden ümmet vardır.

159 – Musa’nın ulusundan hak ile yol alan ve onunla dengeleyen topluluk vardır.

Hz. Adem ile insanlık yaratılmıştır. Toplayıcılık, çobanlık, avcılık dönemlerini geçirmiştir. Sonra çiftçilik dönemine geçmişlerdir. Yerleşmeye başlamışlardır. Daha önce her kabilenin bir başkanı vardı ve o başkan halkı doğrudan doğruya yönetirdi. Nasıl şimdi baba veya ana çocuklarını kendi koydukları kurallarla yönetiyorlarsa öyle yönetiyordu. Yerleşik düzene geçince topluluk büyümüş ve kişi doğrudan topluluğu yönetememiştir. O zaman Allah peygamberlere kural koymayı öğretti. Her başkan kendi topluluğu için kurallar koyuyor ve öyle yönetiyordu. Bu usul Nuh Aleyhisselam zamanında başladı. Bunların zamanında şekil yazısı gelişti. Musa Peygamber zamanında ise kitap yönetimi vardı. Yani, peygamberler kendileri kural koymuyor, Allah’ın gönderdiği kitapla topluluğu yönetiyorlardı. Yöneticiler de onu değiştiremiyorlardı. Bu İbranilerin peygamberleri ile dünyaya yayıldı. Hıristiyanlık da onlardan çıkmıştır. Hazreti İsa İbrani idi. Nihayet Hz. İbrahim’in diğer oğlu olan Hz. İsmail’in torunlarından ümmî nebi peygamber geldi ve kitap olarak Kur’an’ı getirdi. Tevrat’ın yorumu peygamberlere ait iken, Kur’an’dan sonra o da kalktı. Yorumu da herkes yapacaktı. İçtihat ve icma dönemi başladı. Bununla beraber, dengenin sağlanması için değişik ümmetlerin olması gerektiği için şimdi yeryüzünde eski dinler de devam etmektedir.

“Hz. Musa’nın kavminden hak ile yol alan ve onunla dengeyi kuran topluluklar vardır.” deniyor. Bu tercümede “vardı” denmiş olabilir. Bundan önce Musa kavminin buzağıya tapmalarından bahsetti. Hepsi öyle değil, onların içinde iyiler de vardı, denmiş oluyor. Yahut, Kur’an’dan sonra da onların içinde iyiler olacaktır deniyor. Allah hiçbir topluluğu hidâyetsiz bırakmaz, şeytansız bırakmaz. Topluluk varsa orada iyi insanlar da olacaktır, kötü insanlar da olacaktır. Bizim onları arayıp onlarla işbirliği yapmamız ve dayanışmamız gerekir. Bunlar Yahudidir, bunlar Hıristiyandır diye tümünü atmamız hatalıdır. İsraillilerin Filistin’de yerleşmelerine değil, zulüm yapmalarına karşı çıkmalıyız. Ama benzer zulmü Suudiler yaparsa onlara da karşı çıkmalıyız.

Hak ile yol alıyor ve hak ile denge kuruyorlar, yani adalet ediyorlar demektir. Yani, biz gerçek ne ise doğru ne ise onu yapmalıyız, gerçek ne ise doğru ne ise onunla hükmetmeliyiz. Kendi topluluğumuz için de doğruları konuşmalıyız, kendimiz veya tuttuğumuz topluluk iyi bir şey yaparsa tasvip etmeliyiz, kötü bir şey yaparsa reddetmeliyiz.

Oysa Türkiye’de şâyi olan bir kural vardır. Eğer bir kimse bir parti tutuyorsa, bir tarikatta ise; onlar ne yaparsa yapsın, doğrudur! Karşı taraf ne yaparsa yapsın, yanlıştır! İşte küfür olan budur. Bunun kötü tarafı, iyiler, nasılsa ben yapsam iyi kabul edilecek diye iyilik yapmaktan vazgeçer; kötüler de, ben ne yaparsam yapayım diye kötülük yapmaya devam eder.

Oysa biz hak ile adalet edersek, iyiler iyiliklerine devam ederler, iyiliklerini artırırlar, kötüler de kötülüklere devam edemez ve terk ederler.

Şimdi yapılacak seçim çok önemlidir. Hâlâ halk gidip de hataları sabit olan ve bütün ikazlara rağmen yine onları iktidar ederse işte hak ile adalet etmemiş olurlar. Ama yeni partilere veya tevbe eden partilere oylarını verirlerse, hak ile adalet etmiş olurlar. Tevbe kapısı her partiye açıktır. Ehl-i tarikat için de aynı sözleri söyleyebiliriz. Halk siyasilerden ümitlerini kestiği halde hâlâ onların peşinde koşuyorsa, başlarına daha beterleri gelecektir.

Bu durumda ne yapacaklar? Kur’an’ın peşinde olacaklar. Âlimlerin peşinde olacaklar. Kim doğru söylüyorsa onu tasdik edecekler, kim doğru yapıyorsa ona yardımcı olacaklar. Kurtuluş yolu budur.

 

160 - Onları ümmet olarak isna aşer esbata katettik. Musa’ya, kavmi kendisinden istiska edince “asan ile hacere darb et” dedik. Oradan isna aşer ayn inbicas etti. Ünasdan her biri meşreblerini bildi. Ğamamı onlar üzerine tezlil ettik, üzerlerine men ve selvayı inzâl ettik. Rızk ettiğimizin tayyibâtından ekl ediniz. Bize zulmetmediler, velâkin onlar nefislerine zulmeder oldular.

160 - Onları başkanlı topluluk olarak on iki kola ayırdık. Musa’ya, ulusu ondan su isteyince “sopanı taşa vur” dedik. Ondan on iki pınar kaynayıverdi. Her topluluk kendi içeceğini bildi. Üzerlerine bulutu gölgelendirdik. Onlara bıldırcın ile öz tatlısını verdik. Beslediklerimizin iyi olanlarını yiyiniz. Bizi ezmediler, velâkin onlar kendilerini ezer oldular.

Allah değişik canlıları yarattı. Her birinin de rızkını yarattı. Akıl yeryüzünün açlıktan ölen leşlerle dolu olmasını gerektirir. Ama öyle olmuyor. Herkes açlıktan değil de, başkalarına yem olarak ölür. Allah insanları yarattı. Onların çoğunun açlıktan ölmesi gerekir. İstanbul’a bakalım, 10 milyondan fazla insan vardır. Çok zor şartlarda yaşamaktadırlar. Ama her aile her gün rızkını bir yerden bulmaktadır. Sokaklarda açlıktan ölmüş insanlara rastlamıyorsunuz.

Allah İsrail oğullarını Mısır’dan çıkardı. Arabistan’ın çöllerine saldı. Kırk yıl oradan oraya gezdiler. Ne yediler, ne içtiler? Su sorunu vardı, sağlık sorunu vardı. Bunun dışında, gezdikleri yer çöl olduğu için gölge sorunu vardı. Allah burada onları nasıl dolaştırdığını, nasıl beslediğini bildirmektedir. Gerçek şudur ki, onlar o badireleri geçirdikten sonra daha güçlü kavim olarak ortaya çıktılar.

Sovyetler Ahıskalıları aldılar ve hayvan katarlarına doldurup tüm Sovyet ülkelerinde dağıttılar. Onların ne içmesine ne giymesine karışmadılar. Yollarda ölenler oldu. Cenazelerini oralarda bıraktılar. Bu da yetmiyormuş gibi erkekleri o zaman askerde idi. Stalin bunları imha etmek için yaptı. Ama Allah onlara yaşama imkânı verdi. Onlar Ahıska’dan çıkarken 50 000’in altında nüfusa sahip idiler, şimdi 500 000’den fazla nüfusları vardır. Allah bir yerden rızık verir.

Bu âyette önce İsrail oğullarının 12 sıbta ayrıldığını belirtir. Sıbt, aynı soydan gelen topluluk demektir. Yakup Peygamberin 12 oğlu Mısır’a gitmişti. Bunlardan biri Hz. Yusuf’tu. Böylece Mısır’da 12 kabile olarak ayrılmıştı. Ama başlarında bir başkan yoktu. Musa Aleyhisselam onları birbirinden ayırdı ve başlarına birer imam koydu. Böylece organize olmaya başladılar. Hazreti Muhammed de Medine’ye geçince aynı şeyi yapmıştır. Kabileleri âkilelere ayırdı ve başlarına birer başkan seçmelerini istedi. Onlar savaşta komutan oldular.

Bugün devletler böyle oluşmaktadır. İllere, ilçelere ayrılmaktadır. Eksik olan merkezî idaredir. Yani, başkanların merkezden atanmasıdır.

Türkiye 12 bölgeye ayrılacak. Buraya merkezden yönetici atanacak. Bu aynı zamanda ora halkından olmayan askerlerden oluşmuş ordunun komutanı olacak, böylece ülkenin bölünmez bütünlüğü sağlanacak. Ondan sonra her bölge 10 civarında illere ayrılacak. İller kendi başkanlarını kendileri seçecek. Lise öğrenimini kendi seçtikleri dille yapacaklar. Üniversite öğrenimi Türkçe olacak. Ordu dili Türkçe olacak. Devlet dili Türkçe olacak. İller de yine 10 civarında ilçelere ayrılacak. Bucaklara yöneticileri merkezden atanacak. Burada o ilden oluşmuş jandarma teşkilâtı kurulacak. İç güvenlik böyle sağlanacak. İlçeler bucaklara ayrılacak. Bucaklar kendi başkanlarını kendileri seçecek, kendi hukuklarını kendileri oluşturacaktır. İsrail oğullarının teşkilâtından farklı olarak atlamalı merkezî ve yerinden yönetim yapılacaktır. Çünkü Türkiye büyümüştür. Bir de onlarda içtihat ve icma sistemi yoktur. Buna göre teşkilâtlanmada da farklılık ortaya çıkmaktadır. Kur’an’ın başka âyetlerinden bunları öğreniyoruz.

Her sıbtın ne kadar olduğu hususu Kur’an’da belirtilmemiştir. Ancak bizim bir ilimiz kadar nüfusa sahip olduğunu kabul edebiliriz. Tevrat’ın incelenmesiyle bu sayı ortaya çıkar. Veya her sıbt bir ilçe teşkilâtı kadar olmalıdır. Burada önemli olan her sıbtın ayrı ekonomik birim olmalarıdır. Her topluluğun bir suyu vardır.

Bugün İstanbul’un su sorunu hatalı çözülmektedir. 12 milyon insan aynı çeşmeden su içmektedir. Herhangi bir zehirlenme veya mikrop olayı tüm İstanbul halkını mahveder. O halde yapacağımız iş, 30 000 ile 100 000 nüfus için bir su havzası oluşacak, onlar kendi sularını önce bulunduğu yerdeki kuyulardan sağlayacaklardır. Onları korumak kolay olur. Bu sular az olabilir, ama zaruret hallerinde onlara yeter. Ayrıca Büyükşehir Belediyesi’nin sularını da alırlar ve normal zamanlarda bol bol kullanırlar. Orada da ağ şebekenin oluşması ve kısa zamanda kirlenen suyun tecrit edilmesi gerekir.

Burada “inficar etti” demiyor da, “inbicast etti” diyor. Yani, kuyu kazdılar, kuyuda az su çıktı, anlamındadır. Bu söz ile akarsulardan çok kuyu sularının önemli olduğu ifade ediliyor. Ancak her ev bir kuyu kazımayacak, çünkü kuyular birbirini körletir. Bir havzada belli sayıda kuyu çıkarılacak, tüm oranın sakinleri birlikte suyu kullanacaklardır. Her havuzda oturanlar kendi sularını kullanacaklardır. “Her biri kendi suyunu bildi.” diyor. “Sopanı taşa vur.” demek, kuyu açın demektir. Kuyuların açılmasının kollektif olarak yapılması gerektiğini ifade etmiş oluyor. Yani, her kabile kendi kuyusunu kendileri açmayacaktır. Kuyular birlikte açılacak, sonra bölüştürülecektir. Çünkü sular bazan kolay, bazan zor çıkar. Dayanışma olmalıdır. Bu bize aynı zamanda bir yerin bölüşülmesinin imardan sonra olacağını bildirmiş olmaktadır. Yani, şimdi biz Çatalca Bahşıyaş’taki yerleri birden imar edeceğiz, altyapısını tamamlayacağız, ondan sonra arsalarımızı bölüşeceğiz. İmar dışı arsaların paylaşılması yanlıştır, Çünkü her biri kendisi imara kalkışmak zorunda kalır. İmarın temeli de su ile ifade edilmektedir. Kuyuların açılması, elektriğin getirilmesi, kuyulardan suların çıkarılması imarın yapıldığını ifade eder. Hayat su ile başlar. İşte burada “sopanı hacere vur” demiş olmasındaki mânâ, yani, sen başkan olarak kuyuları aç deniyor. Her sıbt kendisi kuyuları açmasınlar, birlikte açın denmiş oluyor.

Çölde kuyular açılıp sular buharlaşmaya başlayınca sular yukarıya çıkar, kurur, bulut olur ve gölge yapar. Burada “sahab” denmiyor da “ğamam” diyor. Sahab, suyu taşıyan bulut; bu ise sadece gölge yapan yer demektir. Suyun buharlaşması ile çevre soğumaya başlar. Ortalık serin olur. Böylece meskun yer kendiliğinden iskana elverişli hâle dönüşür. Çok kalabalık olursa da kirliliğe dönüşür. O sebepledir ki, böyle peş peşe uzamış kentler gelecekte olmayacaktır. Biz bunun için 1000 veya 500 metrekareye bir ev yerleştiriyoruz. Yahut, bloklar yapacaksak, her katı 10 daire olmak üzere 50 veya 100 dönüm içinde 10 katlı bir blok koyuyoruz. Böylece her sıbt kendi meşrebini bildi ilkesini kıyasla genişletip uyguluyoruz. Bu yangınlara karşı da tedbirdir. Hava kirliliğine tedbirdir.

“Üzerlerine men ve selvayı inzal ettik.” diyor. Men, çöl bitkilerinin yapraklarında oluşan şekerli su damlalarıdır. Selva da bıldırcın kuşudur, daha doğrusu bir kuştur. Kuyunun açılması ve gökte susuz da olsa bir bulutun oluşması, orasını yaşanır hâle getirmiştir. Su içmek için kuşlar buraya gelmeye başladılar. Ayrıca menden onlar da yararlandılar. Böylece oranın halkı bir taraftan menni topluyor ve yiyor, diğer taraftan kuşları da avlıyor ve yiyordu. Aslında İbraniler çoban topluluktu ama bu yolla avcılığı sürdürüyor, tarıma doğru yöneliyorlardı. Görülüyor ki, bir yerde hayat başladığı zaman, bitkiler ile hayvanlar bakımından birlikte hayat başlar. Bahçeli ev düzenini isteyişimiz bu sebepten ileri gelir. Sırf insanların yaşadığı hayat hayat değildir. İş hayatı olarak şehirde oturmalıyız, ama, günlük hayatımız dinlenme yerlerinde geçmelidir. İleride helikopter taşımacılığını da geliştirdiğimizde, zaman kaybımız ve trafik sorunumuz da kalmaz. Güneş enerjisinden yararlanarak hidrojen gazı üreteceğiz ve ucuz uçmaları sağlayacağız.

“Rızık olarak verdiğimizin tayyibâtını yiyin.” âyetiyle, yukarıda temas ettiği helal ve haram konusuna burada tekrar temas etmektedir. Musa Peygamberin kavmine de aynı şeyleri emrediyor. Ne var ki, Tevrat’ta helal ve haramlar sayılmıştır. Kur’an’da ise örnekleri verilmiş, diğerleri kıyasa bırakılmıştır. Her topluluk bulunduğu yerde kendi helal ve haramlarını kendileri tesbit edecektir; içtihat ile, icma ile.

“Bize zulmetmediler, velâkin kendi nefislerine zulmettiler.” Topluluklar hep böyle yaparlar. 28 Şubattan evvel kurulan hükümet Türkiye’nin ekonomisini çok iyi bir şekilde götürüyordu. Bunu kimse inkâr edebilir mi? Ne yaptılar? Belli merkezler bunları meşrû olmayan yoldan uzaklaştırdılar. Sonra seçim oldu. Halk onları tasvip etti. Bugün Türkiye büyük çıkmazlar ve sıkıntılar içindedir. Kur’an okumayı yasaklayanlar, İmam-Hatip okullarını körletenler Allah’a bir zarar verdiklerin mi zannediyorlar? Yanılıyorlar. Çünkü Allah onlar gibi nicelerini helâk etti de böylece O kendi kitaplarını okuyanları gürleştirdi. Kime zulmettiler? Kendi kendilerine zulmettiler. Herkese tevbe kapısı açıktır. Yöneticiler de, halk da tevbe etmeli ve hakka dönmelidir. Hakla yol almalı ve hakla adalet etmelidir. Hak demek, müsbet ilmin verileri demektir. Tabii ve sosyal kanunlar demektir. Kur’an böylece bize çok açık olarak geleceğimizi haber vermektedir.

 

161 –

 

161 -

 

Muhsinlere ziyade edeceğiz.

Hıtta, eski hesapları karıştırmama, cahiliye zamanında yapılanları bağışlamadır. Secde etme ise, yeni düzene girmedir. Bunun yanında, ihsan edenlere ziyade edeceğiz, demek, daha ileri gitme, daha fazlasını yapma demektir. Yani, öyle düzen oluşturmalıyız ki orada iyilik yapanlar, ilerlemek isteyenler, yenilik yapanlar desteklenmeli, başarıları karşılanmalıdır. Allah bir şeyi vaad ediyor demek, düzen onu sağlayacak demektir. Adil Düzende buluş yapanların buluşları satın alınır ve buluşları değerlendirilir. Buluşlar ise halka bedava verilir, halk da onları uygulayarak ihsanı gerçekleştirir, böylece ihsan ziyadeleştirilir.

 

162 - Zulmetmiş olanlar, kavli kendilerine kavl ettiğimizin gayrisi ile tebdil ettiler, biz de zulmetmiş olduklarından semadan onların üzerine riczi irsâl ettik.

162 - Ezmiş olanlar, sözleri kendilerine söylenenlerden başkası ile değiştirdiler, biz de ezdiklerinden dolayı onlara gökten kötülükleri gönderdik.

Kur’an birçok kötülüklerden bahsetmekte, insanları ondan uzak tutmak istemektedir. Ama kötülüğün merkezinde zulmü yerleştirmektedir. Zulüm, haksızlık yapmak demektir. Kendine haksızlık yapmak, kendi sağlığını bozmak, kendi servetini israf etmek zulümdür.

“Sözleri kendilerine söylendiğinden başkasına değiştirdiler.” İnsanlar sözleri kendilerine göre tam tersine çevirirler. Bu tarihte hep böyle olmuştur. Hazreti İsa’nın sözlerini tahrip ettiler, kendisine tapmaya başladılar. Mustafa Kemal’in sözlerini değiştirdiler, kendisine tapmaya başladılar. Demek ki, benzer değiştirme olayını İsrail oğulları yaptılar. Hâlâ da yapmaktadırlar. Gelin, Tevrat’ı, İncil’i, Kur’an’ı alalım, orada söylenelim dendiği zaman, onlar kitabın kendisine değil de, ondan sonra tevil edilmiş yorumlara sarılmaktadırlar. Herkes başka türlü tevil edince de ayrılıklar olmakta, bu sefer tefrika ortaya çıkmaktadır. Görüşlerin ayrılığı çoğulculuktur. Grupların birbirine hasım olması ise tefrikadır. İnsanlar hâlâ bu iki ayrılığı ayırt edememektedirler. Oysa Kur’an’da tefrika şiddetle yasaklanıyor, gruplaşma ise teşri ediliyor.

“Semadan onların üzerine riczi irsâl ettik.” denmektedir. Burada “sema”dan kasdın gökten gelen yıldırım gibi felâketler olduğu gibi, fıkıh ıstılahında “sema” deyince tabii âfet için kullanılmakta, “arziye” de beşeri âfeti ifade etmektedir. Burada kastedilen “ricz” doğrudan semadan yağan felâket olabileceği gibi; insanların birbirine girmesi, doğan krizler de semadan gelen krizlerdir. Bu ekonomik krizler de semadan gelen ricz kabul edilmiş olur. Hakiki anlamda da olsa bile, kıyas yoluyla bizim ülkemizdeki krizi de ifade etmiş olur. Kur’an’ın istediği, insanların hep başlarına gelenleri düşünmeleri ve ilmen elde ettikleri sonuçları değerlendirmeleri gerekir. Kendilerini düzeltmeleri gerekir. Bugün Türkiye çıkmazdadır. Eski hataları doğru göstereme çabası yerine, hataları başkasına atma yerine; hatanın ne olduğunu birlikte tesbit edip düzeltme cihetine gitmeliyiz.

 

 


ARAF SURESİ TEFSİRİ(7.sure)
1-ARAF 1-6 AYETLER- 111İLA153SEMNER-25.05.2001/29.03.2002
2550 Okunma
2-ARAF 6-11
2505 Okunma
3-ARAF 12-18
2414 Okunma
4-ARAF 19-25
2813 Okunma
5-ARAF 26-30
2796 Okunma
6-ARAF 31-36
2388 Okunma
7-ARAF 37-43
2338 Okunma
8-ARAF 44-51
3358 Okunma
9-ARAF 52-58
2585 Okunma
10-ARAF 59-64
2367 Okunma
11-ARAF 65-72
2705 Okunma
12-ARAF 73-79
2604 Okunma
13-ARAF 80-93
2314 Okunma
14-ARAF 94-99
2765 Okunma
15-ARAF 100-118
2279 Okunma
16-ARAF 119-129
2586 Okunma
17-ARAF 130-137
2551 Okunma
18-ARAF 138-141
2283 Okunma
19-ARAF 142-147
2831 Okunma
20-ARAF 148-153
2471 Okunma
21-ARAF 154-157
3232 Okunma
22-ARAF 158-162
2539 Okunma
23-ARAF 161-167
2726 Okunma
24-ARAF 168-171
2367 Okunma
25-ARAF 172-179
4759 Okunma
26-ARAF 180-188
5214 Okunma
27-ARAF 189-190
5453 Okunma
28-ARAF 191-195
2585 Okunma
29-ARAF 196-202
2549 Okunma

© 2024 - Akevler