ARAF
قال ما منعك ألا تسجد إذ أمرتك قال أنا خير منه خلقتني من نار و خلقته من طين (7/12)
قال فاهبط منها فما يكون لك ان تتكبر فيها فاخرج إنك من الصاغرين (7/13)
Bundan sonraki âyetlerde; “Ben sana emretmiş iken seni secde etmekten men eden nedir?” diye Allah şeytana kavl eder.
Allah bir taraftan kendisi yüceler yüzesi olarak anlatır. Gerçekleri söyler, biz ve diğer âlem ise hiç mesabesine iner, ondan sonra da kendi halk ettiği melek, cin, insan ve ruhu muhatap alır, onunla eşit seviyeye iner ve öyle hitapta bulunur. Bu bilinçli varlıkları zorlamaz, onlarla eşit bir kimse imiş gibi tartışmalara, istişarelere girer. İşte, birincisi bize gerçekleri anlatmaktadır. İkincisi ise bize öğretmenlik yapmaktadır. Bakınız, ben ilah iken bile işlerimi böyle yapıyorum, siz de hayatta işerinizi böyle yapın, diyor. Yaparak göstermek de öğretmektir. Kur’an’ın bâzı âyetlerine bakarsınız, Allah hiçbir şeye benzemez, O sonsuz büyük, insan ise O’nun yanında yok mesabesinde. Başka âyetlerde ise gözü var, kulağı var, konuşuyor, görüyor, kızıyor, seviyor, acıyor; sanki bir insan. Birincisi Allah’ın gerçek varlığıdır, ikincisi ise bize O’nun görünüşüdür. Yani, bizim beynimizin O’nu ancak o şekilde kavrayabilmesidir. Şeytan hikâyesini dinlerken bu hususu göz önüne almalıyız.
Yeryüzü bir futbol sahasına benzer. Allah oyuncuları çıkarmış ve oynatıyor. Onları O ayarlıyor. Takımlarını oyuncular kendileri seçiyor ve değiştiriyorlar. Allah insanın kendi oyunu ile başarıya ulaşmasını, mükâfatını almasını istiyor. Onun için yarışma sahnesini kurmuş. Başka türlü bir düzen kuramaz mıydı? Onu da âhirette kuracaktır. İkinci yaratılışta kuracaktır. Şimdi neden böyle yaptı, sorusuna bir cevap buluruz ama bu tür soru ve cevapların sonu gelmez, tatmin olmayız. Biz şimdi Allah neden böyle bunu yaptı diye soracak durumda değiliz. Ne sıfatla soracağız? O’nu hesaba mı çekiyoruz? O’na ceza mı vereceğiz? Bizim şimdi yapacağımız iş, Allah ne yapıyor ve nasıl yapıyor? Bunları sorar ve öğrenebiliriz. Sonra biz neler yapmalıyız, görevimiz nedir? Allah diyor ki; Ben iki takım kurdum, birini melekler destekliyor, diğerini şeytan destekliyor. Sen istediğin takımını seç ve oyna. Beğenirsen oyna, beğenmezsen değiştir, diyor. Ama bu takım galip gelecek, cennete gidecek. Bu takım da mağlup olacak, cehenneme gidecek. Ne var ki, sol takım bu dünyada daha zevkli hattâ bazan başarılı hayat yaşıyor görünecek. Sen de hangisini istiyorsan onu seç, diyor.
Şimdi bizi kolumuzdan tutup getirmişler, oyuncu yapmışlar, takımı seçme hürriyeti de vermişler. Hayır, ben oynamak istemiyorum hürriyetini de vermemişler. İşte hâlimiz budur. Allah bu şeytan hikâyesiyle bize bunu anlatıyor. Şeytan var mı, yok mu? Varsa, nasıldır? Bu soruların fazla önemi yok. Aynı sorular Allah için de sorulabilir. Allah var mı, yok mu? Varsa, nasıl bir şeydir? Biz burada Allah var varsayımı ile olayları anlatıyoruz. Olaylar vardır. Müsbet ilim o olayları belirliyor. Elektrik var mı, yok mu, bilemeyiz. Ama elektriğin bizi ısıttığını, çarptığını, aydınlattığını biliriz. Bizi ilgilendiren de budur. Ruhumuz için de aynı şeyleri söyleriz. Ruh varsa Allah da vardır. Çünkü var eden her zaman var edenden üstündür. Ruhun varlığı da şimdi benim konuşmam, sizin de duymanızdır. Bizim bilincimizdir. Düşünüyorum, o halde varım diyen düşünür, Allah’ı en açık delille kanıtlamıştır.
Bu âyette men’, secde, emr kelimeleri geçmektedir.
Men’ etmek, yapılmakta olan bir işin yapılmasını durdurmaktır. Şeytan böyle bir emri almadan âbid idi. Allah’ın dediklerini yapıyordu. Şeytan bu emre karşı geldi. Allah’ın emirlerinde hep güzellik vardır. İçki içme diyor, zina yapma diyor, emir sahiplerine itaat et diyor, birbirinize zarar vermeyin diyor. Bunları kabul etmek kolaydır. Ancak insan başarılara ulaştı mı, hemen başarıya kendi gücüyle ulaştığını zanneder, büyüklenmeye başlar ve yanındakileri küçümsemeye başlar. İşte o anda o insan şeytanlaşır. Ben kendi hayatımda böyle insanlarla çok karşılaştım. Başlangıçta çok yakın olduklarımız, başarılara doğru gittikçe beni kendilerine taptırmak istediler, ben de onlara tapmayınca benimle ilişkiyi kestiler. Bunların bir kısmı benimle ilişkiyi kestiler ama halkla ilişkilerini sürdürüyorlar. Oysa bir kısmı ise cephe değiştirdi. Kendileri üst sınıf takımına katıldılar ve şimdi sırtlarına binip yükseldikleri insanlardan ayrı yaşıyorlar.
Secde etme emri nedir? Kendini ilâhlaşmış olmaktan korumaktır. Elde ettiğin başarı eğer seni sarhoş etmiş, kendini büyük görmeye başladın ise; kendini küçülten işler yapacak, kendini terbiye edeceksin. Taptuk Emre Yunus Emre’ye bunun için senelerce odun taşıtmıştır. Çünkü Yunus çok sevilen bir şairdi ve herkes onu yüceltmiş, onda da nefis doğmuştu. İşte Allah burada Adem’e secde etmeyi de bunun için emrediyor. Sen hiçbir şey değilsin. Çünkü ben var ettim. Başarı da benden. Kula kul etmek de benden. Mü’min Allah’a kulluk eder, kendine bile kulluk etmez. İşte bu imanın çok hassas noktasıdır.
Emir kelimesine gelinirse, emir cebr değildir. Yani, böyle kendisini tanrılaştıran kimselere mani olmaz. Onları zorla yola getirmez. Onları serbest bırakır. Cezalarını erteler. İşte dünya budur. Dünya hukuk düzenine göre kurulmuştur. İstediğini yaparsın, serbestsin, sonra hesabını verirsin. Polis düzeninde ise seni zorla istedikleri gibi hareket ettirirler. Allah Kâinatı demokrasi içinde yaratmış, lâiklik içinde yaratmıştır. İşte bize bu âyetlerle Allah bunları öğretmektedir. Emir kelimesi ile bunu ifade etmektedir. Allah emrediyor ama şeytan yapmayabiliyor. Sosyal düzenimizi kurarken bunu gerçekleştirmemiz gerekir. Herkes her işi yapmakta serbest olacak, sonra hakemlere gidilecek, karşılığı ne ise onu alacak. Baştan kimseye mâni olunmayacak. Kim olmayacak? Kamu olmayacak. Kişiler serbestçe davranacak.
Şeytan Allah’a cevap veriyor. Neden Adem’e secde etmediğini açıklıyor.
Ben ondan daha hayırlıyım, beni ateşten halk ettin, onu tîndan/ topraktan halk ettin diyor.
Burada insanı yanıltan bir hususu ortaya getiriyor. Kendisini üstün görenler var. Başkalarını aşağı görürler var. Çünkü derler, beni Allah üstün yarattı. Oysa bilmezler ki Allah onları öyle yarattı. Allah onlara o üstünlüğü verdi. Onların görevi o üstünlüğün şükrünü edadır. Yani gereğini yapmadır. Ona göre hizmet etmedir. Şimdi gidiyorsunuz, birisiyle konuşuyorsunuz, o senin haricinde konuşuyor, seni aşağı sınıftan sayıyor, tüm sözlerini değerlendirmiyor. “Mü’minler kardeştir.” âyeti yerine, hizipler ve ırklar kardeştir ilkesini benimsiyor. İşte bunların hepsi şeytan hizbidir. Allah’ın hizbi ise mü’minleri kardeş kabul eder. Mü’min deyince babadan müslüman olanları kastetmiyorum. Irkı, cinsi, milliyeti, inancı, mezhebi ne olursa olsun, niçin çaba gösteriyor İşte mü’min olup olmadığı onunla anlaşılır. Mü’min insanlara hizmet etmek için çalışır. Şeytanlaşmış kimseler ise insanlara hükmetmek için çalışır. Mü’min paraya değil Allah’a inanır. Mü’minlerle bir olursa her işin başarılacağına inanır. Şeytan taifesi ise paraya inanır, oya inanır, güce inanır. Biz mü’min sayıp da yola çıktığımız pek çok insanların para ve oy peşine, iktidar peşine düştüklerini gördük. Mü’min halka hizmet için iktidara tâlip olur, servete tâlip olur, ilme tâlip olur. Şeytan ehli ise halka hükmetmek için hizmet yapar. Yani herkes ister istemez halka hizmet eder, ama biri tav’an, biri kerhen.
Kâinat yüze yakın elementlerden oluşur. Düşük sıcaklıklarda çevrelerinde elektronlar dolaşır, bu elektronların bağlantıları ile molekül zincirleri oluşur ve bu sayede hayat ortaya çıkar. İnsan böyle yaratıldı. Oysa yüksek sıcaklıklarda bu yapı dayanıksızdır. Oysa güneşte olduğu gibi yine atomlar ve moleküller vardır. Ancak bunlar çekirdekler arasındaki bağlarla birbirine bağlıdırlar. Böylece moleküller oluşuyorlar. Aynı DNA zincirleri orada da vardır. İşte cinler onlardan oluşmuştur. İnsanlar güneşe gittiklerinde yok olup giderler, oysa cinler dünyaya geldiklerinde bir şey olmaz. İşte ben daha sağlamım, insan daha bayağı varlıktır diyor. Oysa, genel kural, ilkel olanlar daha dayanıklıdırlar. Canlı gelişince daha üstün varlık oluyor ama dayanıklılığı da o nisbette zayıflar.
Şeytan burada kendisini yaptığı bir işten dolayı değil, öyle yaratıldığı için üstün görmektedir. İnsanlık 20. yüzyıla kadar hep doğuştan üstünlük iddiası içinde idi. İnsanlar ancak İslâmiyet’in öğretileri ile demokrasi ve lâikliği benimsedikten sonra doğuştan farklılığın üstünlük olmadığını anladılar. Bu sefer de ifrata gidiyorlar. Doğuştan farklılık yoktur, diyor. Erkekle kadın birdir diyorlar. Yahut sakatla kör birdir diyorlar. Oysa, insanlar ve tüm varlıklar yaradılışta farklı yaratılırlar. Görevleri de farklıdır. Ama bu onlara üstünlük sağlamaz. Kapıcı kapıcıdır, kendi işini yapar. Müdür müdürdür, o da kendi işini yapar. Ama müdür kapıcıdan üstün değildir. Kapı işlerinde müdür kapıcının emrindedir, yönetimde de kapıcı müdürün emrindedir. Kimse üste karşı sorumlu değildir. Herkes mevzuata karşı sorumludur. Hesabı hakemlerden oluşan tarafsız ve bağımsız mahkemelerde verir. İşte şeytan düzeni ile ilâhi düzen arasındaki fark budur. Kur’an’ın bu emirleri ütopik görünebilir. Oysa insanlık isteyerek veya istemeyerek bu düzene gitmektedir. Saltanat yıkıldı. Biraz sonra bürokrasi da yıkılacak. İşçilik de ortadan kalkacak. Askerlik dışında kişiler arasında üstünlük olmayacak. Herkes ehliyetine göre iş yapacak, görevli olacak, yetkili olacak, sorumlu olacak ve hakkını alacak. Şeytanın, beni ateşten yarattın, onu çamurdan, deyip, içinizde diğer insanlardan üstünlük doğmaya başladığında şeytanlaşmaya başladığınızı unutmayın.
فاهبط منها Oradan hubut et: Buradaki zamir ancak yere gidebilir. Değişik anlayışlar ve teviller varsa da, zorlamaksızın âyetlere mâna verecek olursak, yere gitmek zorundadır. Oysa, bu görüşme ve konuşmalar bahçede yani yerde değil, başka bir yerde cereyan etmektedir. Çünkü sonra Adem’e oradan çık denecektir. Öyleyse, bu yer bulunduğumuz yer değildir. “Sizi o yere temkin ettik.” âyetindeki arz bizim bu arz değildir. Bu arzdan önce canlının ilk yaratıldığı ve evrim safhalarını geçirdiği veya geçirmekte olduğu her gezegendir. Bu gezegen güneşin çevresinde dolanan gezegen değil, belki de bizim galaksimizde olmayan bir gezegendir. Böyle anladığımız zaman bu zamir arza gitmektedir. O zaman hiçbir âyetin te’viline gerek kalmamaktadır.
Bu zamir bize açıkça gösteriyor ki, Allah insanı gökte bir gezegende, ancak cennet gibi olan gezegende var etmiştir. Şeytana secde etmesini de orada emretmiş, o da kabul etmemişti. Adem ile beraber oradan kovulmaktadırlar.
Buradaki “Fa” öyleyse, madem ki secde etmeyeceksin, o halde buralarda durma, git, denmiş oluyor. Hubut etmek demek, taşın yuvarlanması demektir. Bir yerde dururken, yapışık iken, kopup yuvarlanmasına hubut denmektedir. İnsanlar için bir yerden kovulmak veya bir yere kovulmak anlamlarına gelir.
فما يكون لك ان تتكبر فيها Senin orada tekebbür etmen olmaz. Yani, gökyüzünde seçilen bir gezegende canlı türleri üretilirken ve orada insanlar yaşarken, o gezegende yaşayan cinlerin de, insanların da itaat etmeleri ve günah işleyememeleri gerekir. Çünkü orası delildir. Orada herkes iyidir. Oranın düzeni öyle kurulmuştur. Onun için orada tekebbür etmeye izin verilmiyor. Orası bir tür askeri mıntıkadır. Orada hukuk düzeni yoktur. Askeri düzen vardır. Herkes emirlere itaat etmek zorundadır. Etmezlerse, oradan kovulurlar. Nitekim şeytan ve Adem kovuldular.
فاخرج إنك من الصاغرين Çık, sen aşağılıklardansın. Burada ikinci “Fa” harfi, hemen çık, demektir. Durma git, demektir. Şeytana defol git diyor, ama zorlamıyor. Duruyor, daha birşeyler söylemek istiyor. Allah onu zorla çıkarmıyor, sözünü dinliyor. Mahkemelerde bugün son söz sanığındır diye bir kural vardır. Allah son söz hakkını veriyor. Hattâ, hüküm verildikten sonra dahi hükme itiraz hakkı tanınmış oluyor. Savunmadan ceza olmaz. Onun için Allah şeytanla tartışıyor. Yani, ona savunma hakkını tanıyor. Yani, bizim Anayasa Mahkemesi gibi savunma imkanı vermeden kimseyi mahkum etmiyor.
Karar verdikten, peş peşe emir ve hüküm tebliğ edildikten sonra, şeytan talepte bulunuyor. O halde mahkeme eksik veya yanlış karar verdikten sonra yine de itirazını dinlemek zorundadır. İnfaz hususunda mahkemeden talepte bulunma hakkı vardır. Bâzı sebeplerle infaz ertelenir. Demek ki, Allah burada bize muhakeme usûlünü, dâva şeklini öğretmektedir.
Sağır, aşağılık anlamında kullanılmıştır. Artık şeytan büyük ibadetler yapmış olmakla Allah’ın yanında yakın derecesi yoktur. Uzaklaştırılmış, aşağılandırılmış bulunmaktadır. Yani, şeytanın o gezegenden kovulmasının iki sebebi vardır. Biri, orada itaatsizlerin yeri yoktur. Orada hukuk düzeni yoktur. Orada karşı gelenler oradan uzaklaştırılma durumundadırlar. İnsanlar da şimdi, bu sebeple oradan uzaktırlar. Oysa, onların bir günahları yoktur. Ama günah işleyebilme hürriyeti için buradadırlar. Bu nokta çok önemlidir. Günah işleyebilme hürriyeti için bu kötü dünyaya getirildiler. Eğer biz onların elinden bu hürriyeti alacak olursak onları tekrar gerisin geriye oraya götürmemiz gerekir. İkinci çıkış sebebi de sağırlardan oluşun cezalandırılmasıdır.
قال أنظرني إلى يوم يبعثون (7/14)
Ba’s olunacakları güne kadar bana inzar et, diye kavl etti.
Ba’s, bir yeri eşeleyip ortaya gömüyü çıkarma, mesela patatesi çıkarmadır. Sonra ba’s kelimesi bir elçinin gönderilmesi şeklinde ifade edilmiştir. Bunun dışında, yeniden dirilmek de ba’s kelimesi ile ifade edilmiştir. Âhirette insanlar eşelenip mezarlardan çıkarılmaya benzetilmiştir. Dört boyutlu uzay içinde kişiler kendi yerlerine gidilip bulunacaktır. Mahşere getirilecektir. Bir filimde nasıl istenen bir sahne araştırılıp bulunur, ortaya konursa, âhirette de diriliş böyle olacaktır.
Demek ki, böyle bir ba’s hikâyesi bilinmektedir. Çünkü insanların gökteki gezegenden alınıp başka gezegene götürülmesi ilk değildi. Adem de ilk insan değildi. Yeryüzüne getirilen ilk insanlar Adem ve eşi idi. Şeytan o zamana kadar mühlet verilmesini istiyor. İnfazın ertelenmesini istiyor. Demek ki, mahkeme kararları kesin olmakla beraber, infaz ertelemeleri veya para cezası gibi başka cezalara çevrilmeleri de caizdir. Bu husustaki kararlar o celsede verilmez, sonraki celselerde verilebilir.
Yargının sebebi insanların içlerini rahatlatmak ve suçların işlenmesinde caydırıcılık sağlamaktır. Bunun için kurallar çiğnenmemek şartı ile her türlü kurtuluş yolları aranır. Afta cezanın diyete çevrilmesi de bunu sağlamaktadır.
قال انك من المنظرين (7/15)
Sen münzerlerdensin diye kavl etti.
Yani, şeytanın ceza erteleme talebini Allah kabul etti, onun da cezasını âhirete erteledi. Burada “min” kelimesi kullanılmaktadır. Çünkü cezası ertelenen yalnız şeytan değildir. İnsanın da cezası ertelenmiştir. İşte burada genel kural ortaya çıkmaktadır. Kişiler suç işleyebilecekler. Cezalandırılacaklardır. Günü gelince cezalar infaz edilecektir.
Bu dünyada kendi irademizle hareket edeceğiz. Suçlarımızın cezasını burada değil âhirette vereceğiz. İşte orada terazimiz kurulacak, sevap ve günahlarımız tartılacaktır. Biz insanlar da birbirimize secde etmeyeceğiz. Allah’a secde edeceğiz. Sonunda da hesabı ona vereceğiz.
Böylece insanın yeryüzündeki durumu ve olayları ortaya koyan Kur’an, bize içtihat ve icma ile amel etmemiz gerektiğini ifade ediyor. Yani, kendi düzenimizi şeriata göre kurmamız gerekmektedir.
قال فيما أغويتني لأقعدن لهم صراطك المستقيم (7/16)
قال Kavl etti: Şeytan Allah’ın ona çık emrini, hemen git emrini verdiği halde yine dinlememiş ve direnmiştir. Bu bize astların her zaman söz hakkı olduğunu, verilen emre itiraz edebileceği, itirazın dinlenmesi gerektiğini ifade etmektedir. Allah burada insanlara iktidar-muhalefet, ast-üst ilişkileri hakkında ders vermektedir. Şimdi mühlet verildiğinden kendisinin ne yapacağını Allah’a tekrar etmektedir. Burada da emri alan astın üste yapacaklarını tekrar etmesi gereği ortaya çıkar. Başka bir şekilde kişi ne yapacağını önce bildiriyorsa yani hukuki davranıyorsa ona müsaade edilir. Haber vermeden ne yapacağını bilmediğimiz hususta ona mühlet verme zorunluğu yoktur. Açıkça malı alandan mal geri alınır, bunu gizli yapanın kolu kesilir. Bir kimse evli olmayan kadına zorla tecavüz ederse ama bunu açık yaparsa, tazminat ve zorlama kısası yapılır, gizli yaparlarsa zina cezası uygulanır.
ف Fa fai tafsiliyedir. Bana mühlet, vakit ver demiş, Allah da vermiştir. Verilen müsadenin ne olduğunu şeytan Allah’a açıklamaktadır. Yani verilen iznin sınırlarını çizmektedir. Burada şeytana verilen görev izah edilecektir. İnsanın irade sahibi olarak istediğini yapabilmesi için dengede iki kuvvete ihtiyaç vardır. Arabada iki pedal vardır. Gaz pedalı ve fren pedalı, ancak bu iki pedalı kullanan şoför arabayı istediği yere götürebilir. Şeytan fren pedalıdır, melek ise gaz pedalıdır. Burada alınan yol Hakka doğru alınan yoldur. Kişi Hakka doğru istediği kadar yol alabilir. Durabilir de. Bu tamamen kendi iradesine bırakılmıştır.
بما Bi, sebep “Ba”sıdır. Şeytan şeytanlığı niçin yapacaktır? Allah onu iğva etmiştir. Adem sebebiyle iğva etmiştir. O halde ondan intikam alacaktır. İnsanlar da aynı huy ile huylanmışlardır. Zulüm gördükleri kimseye karşı çıkamayınca onlar da hınçlarını başkalarından alırlar. Dostlarına, akrabalarına, yakınlarına saldırırlar. Oğlu ile baş edemeyen ana geline saldırır. Kocasına kıyamayan karı kocasının akrabalarına saldırır. İşte şeytan da bunu yapıyor. Allah’a karşı gelemeyince intikamını insanlardan alıyor. Bu şekilde davrananlar artık şeytan yolunu tutmuş oluyor. Allah bize şeytanı anlatmakla aynı zamanda şeytanlığı da öğretiyor. Bu da bize eğitim serbestliğini anlatır. Yani, insanlar her şeyi bilecekler, ondan sonra dilediklerini yapacaklar. Tek taraflı tedrisat, kapalı tedrisat bunun için meşru değildir.
ما Ma, eşya için konmuş nekire sıla edatıdır. Burada masdar “Ma”sıdır. İğva etmiş olman sebebiyle denmektedir. Şeytanın iğvası sadece gökteki cennet gezegeninden kovulmuş olması değil, dünyada da sağır olması, sonra âhirette de azaba uğratılması sebebiyledir. Bunun için “Ma” kullanılmıştır. İnsanlar da şeytanın yoluna giderken pek çeşitli yollar bulacaklardır. O halde bu yol nasıl bilinecektir? İşte bu yol Kur’an’a ve ilme dayanılarak yapılacak içtihatla bulunacaktır. Eğer içtihat ve icma müessesesi olmasaydı buradaki “Ma” uygun olarak gelmiş olmazdı.
أغويتني Eğveyteni: Ğay, uçurum demektir. Derin kuyuya gayya kuyusu denir. İğva etmek demek uçuruma yuvarlatmak demektir. Allah şeytanı uçurumdan yuvarlatmış, sağır olarak yer yüzüne sürmüştür. O da artık onun gereğini yapacaktır. Bu da bize sürülen ve kovulan kimselerin gittikleri yerde kötülük yapmalarının normal olduğunu ifade etmektedir. Bunun da şeytan işi olduğunu anlatmaktadır. Oysa mü’min olan kimse, verilen bu cezadan şeytanın aklı başına gelmesi ve tevbe edip istiğfar etmesi gerekirdi diye düşünür. Ama o da şeytanlık yolunu tutmuştur. Hapishaneye atılan kişilerin çoğunun bu şeytanın yolunu tuttuğunu biliyoruz. Yani, orada daha çok kötülük dersini görmekte, daha çok zararlı hâle gelmektedir. O sebepledir ki, İslâmiyet’te hapishane yoktur ve hapis cezası da yoktur. Para cezası vardır. Yahut sopa ve uzvu kesme veya öldürme vardır.
لأقعدن La, te’kit harfidir. Sonundaki “Enne” de te’kit harfidir. Allah şeytanı yaratmıştır. O imkanları Allah şeytana vermiştir. Ama buna karşılık şeytan Allah’a karşı gelmiştir. Karşı gelmesinin bir mantığı yoktur. İnsanlar da şeytanın arkasından gidince böyle anormallikler yaparlar. Siz normal aklınızla onların öyle yapacaklarını tahmin edemezsiniz, ama onlar şeytanın pençesinde oldukları için mânasız işler yaparlar. Başörtüsü yasağındaki ısrar bundan başka ne ile izah edilebilir? Israr iki tarafı da uçuruma götürdüğü halde, inatla karşı çokmaya devam ediyorlar.
قعد Kaade: Oturmak demektir. Yere oturmak demektir. Bağdaş kurarak oturmak demektir. Yerden kalkarak oturmak demektir. Yani, yatmışken doğrulmak demektir. “Celese” ise ayakta iken oturmak demektir. Sandalyede oturmak da celese ile ifade edilir. Kaade isyanı, meclis ise itaati ifade eder. Ben onların gittikleri doğru yolun üzerinde oturacağım, yani yollarını keseceğim. Onların doğru yola gitmelerine izin vermeyeceğim. Fatiha’da geçen “Mustakîm” sıratın üzerinde engel koyacağım diyor. Biz gidiyoruz insanları Adil Düzene çağırıyoruz, halk ortaklığına çağırıyoruz. İlk dinledikleri zaman heyecanlanıyor, bizimle beraber oluyorlar. Bakıyorsunuz, ertesi günü ters yüz olmuşlar. Çünkü şeytan gelmiş ve yollarına oturmuş, onlar da onu yenememişlerdir. Hayatınızda hep şeytanla karşı karşıya kalırsınız. Kendisini göremezsiniz ama onun yoldan çevirdiği insanları hep görürsünüz. Siz de onlara uyarsanız onlardan olursunuz.
لهم Lehüm: Buradaki “Lam” alâ anlamındadır. Onların aleyhinde yol üzerinde oturacağım, denmiştir. Ama şeytan, ben onların lehine oturacağım diyor. Çünkü onları tehdit etmeyecek, onları korkutmayacak, onların lehinde görünerek, onlara yardımcı olarak, onlar için çalışıyor durumunda oturacağını ifade etmek için “aleyhim” denmemiş de, “lehüm” denmiştir. Şeytan hep insanları daha kârlı göstererek doğru yoldan sapıtır. Allah’tan korkacaklarına başka şeylerden korkarlar, Allah’a sığınacaklarına başka şeylere sığınırlar. Fazilet Partisi Allah’tan korkacağına, Anayasa Mahkemesi’nden korktu. Adil Düzen’den vazgeçti. Allah’a sığınacağına Sezer’e sığındı, Ilıcak’a sığındı. Ama onlar onu kurtaramadılar. Şimdi de Türkiye Kemal Derviş’e sığınıyor, Amerika’ya sığınıyor; Allah’a sığınmıyor, ilme sığınmıyor, adalete sığınmıyor. Kendilerini kurtaramayacaklar. Buradaki “Hum” zamiri insanlara gitmektedir. Çünkü “insana secde et” denmişti. Emrolunan secde sadece Adem’e emredilen secde değildi. Her insanın kendi şeytanının ona secde etmesi idi. Onun için burada çoğul zamiri kullanılmıştır. “Ben başkanla görüştüm, yarın gelecekler.” dersek cümlemiz düşük olmaz. Yahut, “Babamla görüştüm, iyi imişler.” sözü doğrudur. Ailece iyi imişler demektir.
صراطك Sıratake: Buradaki “Ka” Allah’a racidir. Senin sıratına denmektedir. Bütün sıratlar Allah’ındır. O’nun iradesi ile yapılmıştır. Misal olarak hapishaneler de devletindir. Devlet hapishanelere girmemizi istediği için yapmamıştır. Halkı ezmemek, polis rejimi uygulamamak için hapishane yapmıştır. Kişiler serbesttir, suç işleyebilmektedir. Ama devlet halkın suç işlemesini istememektedir. Ama işlemeye imkan vermiştir. Onlar için de hapishaneler koymuştur. İkisi de devletindir. Bunun gibi, doğru yol da kötü yol da Allah’ındır. Çünkü O var etmiştir. Ancak Allah bunları var ederken, insanı hür kılabilmek ve iradesini kullanabilmesi imkanını sağlaması için bunu yapmıştır. Ama şeytan bizim doğru yola gitmemizi istememektedir. Gitmesini istediği yol onun yolu değildir. Biri iradesiyle onundur. Diğeri rızası ile onundur. Sırat, tek yol demektir. Bu şunu göstermektedir. Doğru olan tektir, yanlış olan pek çoktur. Üç kere üç dokuz eder cümlesi tekdir ve doğrudur. Bunun dışında sonsuz cümle söylenir. Üç kere üç dört, beş kere beş onbeş eder gibi. Ama bunların hepsi yanlıştır.
المستقيم Müstekîm demek; doğrulmuş, dikilmiş anlamındadır. Eğrilik, büğrülük kalmamıştır. Geometrinin esası şudur. eıen kısa yol doğru yoldur. Yani, şeytan hedefe götüren yoldan saptıramazsa, kısa yolu uzatmak için yaylar çizmeye çalışır. Siz kısa yolu anlatır, deneylerle gösterirsiniz ama onlar daima uzun yola doğru götürür. Bu uzun yol tutuculuktur, babalarının tuttuğu yoldur. Şeytanın en çok insanları doğru yol yerine eğri büğrü yolları denetmesi, uzaktan dolaştırması, böylece zamanlarını boşa harcatarak hedeften uzak tutmasıdır. Sorunların makroda değil mikroda çözülmesi gerektir, sorunları siyasetle değil ekonomi ile çözülmesi gerekir, diyoruz. İnsanlar siyasete ve makroya hevesleniyorlar. 1967 yılında kurduğumuz kooperatifte bunu istihdaf ettik. Partiyi kooperatifimizi tanıtmak amacıyla kurduk. Ama acele isteyenler siyaseti hedef edindiler, meşruiyeti unuttular ve sonunda servete kavuştular ama siyasette bir arpa boyu yol alamadılar. İşte şeytanın oturduğu yollar bunlardır. Siyaset yapanlar servet sahibi olunca artık o lüks hayattan aşağı inme imkânını bulamadıkları için şeytanla beraber oldular, bizim mikrodaki ekonomik kuruluşu destekleyeceklerine kösteklediler. Şimdi de kendilerine bir öneride bulunduğunuzda, bazan açık olarak; “Sizin paranız olursa parti kurarsınız, Müslümanları bölersiniz!” diyorlar. Yani, demek istiyorlar ki; “Bizim servet ve saltanatımız gider!” diyorlar. Aman parti kapanmasın da, ne olursa olsun! Çünkü onların saltanatı sona erecektir. Oysa, biz milletvekili olmadık ve işte yaşıyoruz. Onlar ise milletvekili oldular, emekli maaşını da alacaklar. Buna rağmen neden korkuyorlar? Çünkü şeytan onlara suçlar işletmiştir. Saltanat gidince yalnız servet gitmeyecek, belki de hapishaneye gidecekler. İşte şeytan bu tezgahları kurmuş ve işletiyor. Demirel’den dolayı darbe yapıp cumhurbaşkanı kalmasını istediler, başaramayınca iktidarda olanlara gözdağı vermek için yapmadıklarını bırakmıyorlar. Bütün bunlar şeytanın oyunlarıdır.
ثم لأتينهم من بين أيدهم ومن خلفهم و عن أيمانهم وعن شمائلهم و لا تجد أكثرهم شاكرين (7/17)
ثم Sümme, oturacağım ve bekleyeceğim, sonra onları saptırmaya çalışacağım. Şeytan da mikrop gibidir. Vücuda girer, zayıf günü bekler, fırsat bulunca saldırır. Vücut güçlü iken, sağlam iken saldırmaz. Çünkü o saldırının bir faydası olmaz. İnsanın hayatında çeşitli günler gelip geçer. Bazan çok sıkıntıya girer ve dayanamaz hal alır, şeytana kapılır. Çoğu zaman ise bolluk ve bereket içine girer, makama ulaşır, artık bana bir şey olmaz der ve o zaman büyüklenmeye başlar, onlardan kopup ayrılır. Onlarla yaşamaz olur. Şeytan böyle hep avlanacak zamanı bekler.
İnsanların avlanmamak için ne yapmalıdırlar?
- Kur’an’ı birlikte okumalıdırlar. İşte bu âyetler şeytanın vesvesesine zırh olur, kalkan olur. Bunu cemaatçe yaparlarsa Allah onlara hem doğru mânalarını ilham eder, hem de onların kalplerini itminan eder.
- Şeytanın tuzağına düşmemek için ibadetlere devam edilecektir. İbadetlerin başında namaz ve zekât müesseseleri gelmektedir. Zamanımızın bir kısmını Allah için ayırmamız gerekir, malımızın bir kısmını da Allah için ayırmamız gerekir. İşte biz zamanımızı ayırıp bu toplantılara katılırsak, gücümüz yettiği kadar ortaklığa mâlen katkıda bulunursak, bu amellerimiz bizi şeytanın şerrinden koruyacak ve onun bizi tuzağına düşürmesine engel olacaktır.
- Hislerimizi karşı aklımızı hâkim kılmamız gerekir. Mutlak surette doğru ne ise ne yapmalıyız. İster aile içinde, ister topluluk içinde olsun, daima aklı ve ilmi üstün tutmalıyız. Bunu yaptığımızda yakınlarımız bizden önce darılır görünseler de sonra rıza gösterir ve memnun olurlar.
- Şeytandan korunmanın başka bir yolu da, her işte Allah’ın rızasını aramak ve O’na güvenmektir. Fatiha’daki; “Yalnız sana itaat ederiz, yalnız senden yardım dileriz.” sözümüzü unutmamalıyız.
لأتينهم Yine “Le” ve “Enne” te’kidi ile şeytan yapacaklarını Allah’a anlatmaktadır. Allah da ona müsaade etmektedir. Şeytan insanların içlerine girerek bunları yaptırır ve söyletir. O halde karşımızda muhaliflerimiz yoktur. Şeytan vardır. Karşımızdakini öldürsek, şeytan başkasının içine girer ve aynı işleri yapar. O halde bizim hasmımızla değil, kendimizle uğraşmamız gerekir. Yukarıda anlattığımız dört yol üzerinde ısrar etmeliyiz. Göreceksiniz, şeytan ve onların görüntüsü olan insanlar bizden hemen uzaklaşırlar. Etvet etmek demek, kanaldan suyu getirmek demektir. Şeytan insana sistemli bir şekilde gelir ve saldırır ama bunları dört taraftan yapar. Etkileme ya her taraftan yapılır, etkisi azdır. Yahut bir taraftan yapılır, etkisi çok olur ama savunması da güçlü olur. Oysa, saldırı dört cepheden ama yoğunlaştırılmış noktalara yapılırsa zafer en kolay kazanılır. Burada Allah şeytanın ağzından saldırı taktiğini de anlatmaktadır. Değişik cephelerden ama cephe daraltılarak zafer kazanılır. Saldırıda düşmana karşı üstünlük zamandır. O nereden saldırılacağını bilmediği için kuvvetlerini yaymak zorundadır. Siz saldırıya başladığınızda o kuvvetlerini oralara doğru toplamaya başlar, ama vakit kaybetmiştir, o zaman mağlup olmuştur. “Ciet” yerine “Etvet” kelimesi bunun için kullanılmıştır.
من بين أيدهم ومن خلفهم Önleri ve arkaları arasından denmektedir. Geçmiş ve geleceği ile telkinde bulunacaktır. Geçmişte olanları hatırlatacak ve insanın kinini ve düşmanlığını körükleyecektir. Ana-babaların yaptıkları yollardan gidilmesini isteyecektir. İntikam hislerini körükleyecektir. Gelecek için ulaşılmayan emelleri vaad edecek, birtakım korkular salacaktır. Burada hatalara düşmemenin yolu, geçmişi ve geleceği Allah’ın rızasına göre değerlendirmedir. Atalarımız iyi şeyler yapmışlarsa biz şükür edelim, yollarına gidelim; biz de kurtulalım, onlar da bize örnek oldukları için sevap alsınlar. Ama atalarımız yanlış yola sapmışlarsa, biz onu düzeltelim, karşılığında iyilik yapalım, kötülüğe düşmeyelim ve atalarımızın da günahlarını hafifletip mağfiret olmalarına vesile olalım. Gelecek için yapacaklarımızı düşünürken, çocuklarımıza kötü örnek olup onları ayartmamamız için doğru yolu tutalım.
و عن أيمانهم وعن شمائلهم Sağlarında ve sollarında deyince, vaadederek yahut korkutarak demektir. Şeytan insanlara kötülükleri iyi göstererek vaatlerde bulunur, doğru yoldan gidenleri ise korkutur. Cumhurbaşkanı seçiminde Ankara’ya gitmiş, meclistek milletvekillerinden devlet başkanını emekli askerlerden seçmelerini istemiştik. Görüştüğümüz değişik partilerdeki milletvekilleri bize şunu dediler: “Hakimler birbirini tutar. Biz şimdi Anayasa Mahkemesi Başkanı’na oy vermezsek, onlara hep işimiz düşüyor, sonra kötü olur!” Bunların içinde beş vakit namaz kılanlar da vardı. Demek ki onlar “ereeytellezî”deki gibi namaz kılıyorlardı. 1950 yılında mü’minlerin Allah’tan korkup Allah’a sığınmaları gerekirken, CHP’den korkup DP’ye sığındılar. Sonunda neler oldu, hepsi görüldü.
و لا تجد أكثرهم شاكرين Çoğunu şâkir bulamazsın. İnsanların çoğu şeytanın tuzağına düşeceğini bilmiştir. Allah ona göstermiştir. Allah’a, sen bunu bulamazsın derken, Allah ile senli benli konuşuyor. Bu hep bize örnek olsun diyedir. Yeryüzünde Allah’ı insanlık temsil eder, topluluk temsil eder. Topluluk adına hareket edeceklerin nasıl davranmaları gerektiği bize anlatıldığı gibi, bize bu bir şeyi bildiriyor. Herkes öyle yapıyor diye ümitsizliğe düşmemeliyiz. Herkes öyle yapıyor diye biz de yapmamalıyız. Bir kestane ağacı binlerce kestane verir ama, onlar içinde ağaç olma birkaç tanesine nasip olur. Menide milyonlarca sperm vardır ama, biri insan olur. Bizim azlığımız bizim kıymetli oluşumuzdan ileri gelir. Birçoklardan Allah bizi seçmiştir demektir. Bize hidayet etmiştir demektir. Bu bizim için hamd etmeye sebep olmalıdır. Daha çok buna sarılmamız gerekmektedir. Şâkirînden olamayanlardan olmadığımıza şükretmeliyiz.
قال اخرج منها مذئوما مدخرالمن تبعك منهم لاملأن جهنم منكم أجمعين (7/18)
قال Allah cevap olarak dedi. Allah şeytanı dinledikten sonra, o emrini teyit ederek çık dedi. Onun için burada “Fa” harfini kullanmadı. Yani, evet görevini iyi bellemişsin. Sen artık sol takımın antrenörü olacaksın. Haydı git, ama başarılar dilemiyor, demiştir.
اخرج منها Oradan çık. Bu ifade bu konuşmaların gökteki tür çoğaltılması için cennet hâline getirilen gezegende olmaktadır. Oradan çıkmasını te’kiden tekrar etmektedir. Şeytan iradesini kullanmıştır. Görevini seçmiştir. Seçtiği göreve göre yeri belirlenmiş olacaktır. Biz askeri mıntıkalarla sivil mıntıkalar diye ikiye ayırışımızın sebebi budur. Askeri mıntıkada kişiler görev yapmaya zorlanırlar. Oysa, hukuk mıntıkasında halk iradesi ile hareket eder. Kendi iradesine göre hareket edenler askerlikte barındırılamazlar. Hukuk düzeninde de askeri kurallar geçerli değildir
مذئوماZeb, kurt demektir. Zem, kurt kelimesinden dönüşmüş, saldırgan anlamına gelmiştir. Kurtlaşmış, çakallaşmış olarak çık git demektir. Yani, nasıl bu hayvanlar avlarını yakalamak için pusuda beklerler, fırsat bulunca saldırırlar. Şeytan da böyle bir hal ile yeryüzüne gelmiştir. İnsanların bir kısmı çıkar paralelliği içinde başkalarını da yararlandırarak iş yapar, geçinirler. Bunlar mü’mindirler. Bir kısmı ise saldırarak, canavarca geçinirler. İşte meleklerin desteklediği kimseler mü’mindirler, helalinden kazanıp yaşarlar. Şeytanların desteklediği kimseler ise çarparak, kaparak, soyarak yaşarlar. Kurtlaşırlar.
مدخرا Madhur: Zâhire, ileride kullanılmak üzere ambara konmuş yiyecek demektir. Şeytan böylece zâhire olmuş olarak gelmiştir. Depoya konmuştur. Yer sürülmüştür. Kötülük yapayım derken, kendisi de kötülük içindedir.
لمن تبعك منهم Kim sana tâbi olursa. Burada ‘tâbi olma’ kelimesi kullanılmıştır. Mü’minler ise meleklere tâbi olmaz, resullere tâbi olur. Mü’minler meçhul kaynaktan gelen haberlere veya emirlere itibar etmezler. Çünkü onlar açık çalışırlar, tâbi olduğu kimseler de açıktır ve kendi yanlarındadır. Oysa, şeytan ehli olanlar meçhul kimselere tâbi olurlar. Kapılar arkasında saraylarda yaşayıp oradan buyururlar. Aracıları halka ulaştırırlar. Aracıları vardır, kapıcıları vardır. Kendilerine ulaşmanız mümkün değildir. Onlar ise görünmeyen gizli hayali varlıklara tâbi olurlar. Diktatörler aslında hayalidir. Çünkü etkileri pek azdır. O sebepledir ki ölü diktatörler de vardır. Nasılsa o idare etmiyor. O halde onu sağ gibi göstererek şeytanın o toplulukları yönetmesi gayet normaldir. Şeytana uyanlar ölüleri büyütürler, onlara uyarlar. Oysa mü’minler yaşayanlara birlik sağlanması için itaat ederler. Hamd ise yalnız Allah’a aittir.
لاملأن İmlâ edeceğim, dolduracağım diyor, Allah şeytana. İmlâ etmek demek, bir torbayı doldurmak, bir çukuru doldurmak demektir. İmlâda boş bırakmadan doldurma vardır. Cehennemde boşlukların da olacağını ifade etmiştir. Orada yaşayanlar da faaliyet içinde olacaklar, azaplarını hafifletecek ameller yapacaklar demektir. Yoksa boşu boşuna boş yaratılmış olurdu.
جهنم منكم أجمعين Cehennem, madenlerin izabe edildiği fırındır. Günahkârları günahtan arıtan bir sahadır. Ateşin olduğunu Kur’an belirlemektedir. Şeytan ateşten yaratıldığına göre, onun için burası azap yeri olmamalıdır. Bu âyette şeytana uyanlarla şeytanın aynı yere birlikte konacağını ifade etemesi ile cehennem ateşinin şeytanın yaratıldığı ateşten biraz farklı olduğunu ifade etmektedir. Farz edelim ki, Kahire’de yaşayan biri, Moskova’da yaşayan biri ile İstanbul’da ilkbaharda buluşacaktır. Kahire’de yaşayan için de, Moskova’da yaşayan için de İstanbul sıkıntılıdır. Birisine göre sıcaktır, birisine göre soğuktur. Sıkıntılı hayatı beraber yaşayacaklardır. İşte cehennem böyle bir yerdir. Hem azana hem de azdırana azap olmaktadır. İnsan için azaptır, çünkü burası sıcaktır. Şeytan için azaptır, çünkü burası ateş değildir.