ARAF
و لوطا إذ قال لقومه أتأتون الفاحشة ما سبقكم بها من أحد من العالمين(80)
إنكم لتأتون الرجال شهوة من دون النساء بل أنتم قوم مسرفون(81) و ما كان جواب قومه إلا أن قالوا أخرجوهم من قريتكم إنهم أناس يتطهرون(82) فأنجيناه و أهله إلا امرأته كانت من الغابرين (83) و أمطرنا عليهم مطرا فأنظر كيف كان عاقبة المجرمين (84)
Bu sûrede önce Adem Aleyhisselamı hikâye ederek tarım dönemine gelinceye kadar olan kısmını insan olarak anlatmıştır. Bu dönemde insanlar kabileler hâlinde yaşıyor ve halk kendi kabile başkanına uyuyordu. Henüz şeriat yani yasalar oluşmamıştı. Yargı yoktu. Başkan yargılar ve ceza verirdi.
Tarım dönemine geçilince insanların kişilere değil de şeriata uymaları, kanunlara uymaları istenmiştir. Halk ise yine göçebe döneminin usulleri ile davranmaya devam etmekte ısrar ediyordu. Oysa o sistemle tarım evrimi yapılamazdı. Fiziki olarak evrim olmuş ve halk yerleşik düzene geçmişti ama sosyal bakımdan hukuk düzenini kuramamıştı. Evrime uyarlanmak için inkılâp yapamamıştı. Nuh Peygamber ve Turfan bunu sağladı.
Nuh Peygamberden sonra kent düzeni kurulmuştur. Artık hukuk düzeni oluşmuş, kişiler kurallara uymaya başlamışlardır. Hakemlerden oluşan yargı sistemi doğmuş ve kent meclisleri oluşmuştu. Ne var ki bu oluş nedeniyle halk zengin olmuş ve refaha ulaşmıştı. Değişik kavimlerden oluşan halk değişik diller sebebiyle tanrının adı farklı idi. Şekil yazısı ile yazdıkları için de Allah kelimesini ifade eden işaret de farklı idi. İşte bu farklılığı tanrının farklılığına yorumladılar ve herkes kendi tanrısına tapmaya başladı. Tanrı birdi ama sıfatları farklı idi. Farklı işaretler taşıyan sıfatlar farklı tanrı olarak algılamaya başladılar. “Güneş’in Rabbi”ni “Rabb Güneş” olarak algıladılar. Bu insanları hem birbirinden ayırdı hem de ilerlemesini önledi. İşte Hûd aleyhisselam bunları düzeltmek için geldi.
Düzelen topluluk refaha ermeye başladı, zengin oldu, kamu malları birikti. Eskiden herkes topluluğa verirken, şimdi topluluğun mallarını paylaşmaya başladılar. Kamuya ait deveyi kestiler. Osmanlılarda başlangıçta herkes vakıf kurma yarışında iken, sonra vakıfları yağmalamaya başlamışlardır. Salih Peygamber de bunları uyarmıştır. Kamu mallarının yağmalanmamasını istemiştir.
Şimdi, de Lût Peygamberi anlatmaya başlamıştır. Burada Lût kardeşleri şu kavme dememiştir. Çünkü kavim aynı kavimdir. Yani Salih Peygamberin kavmidir. İkinci Sümer kavmidir. Akatlar Sami ırkındandır. Nuh kavminden farklıdır. Sonra ikinci defa Sümerler Mezopotamya’ya hâkim olduktan sonra medeniyet hep devam etmiştir. Sümer dili Mezopotamya’da İskender’e kadar sürüp gelmiş, hatta sonra da devam etmiştir. Medeniyet dili Sümercedir. Babilliler Sami kavimleri olarak ileri sürülmekte ise de Babillilerin resmî dili yahut ilmî dili Sümerce olmuştur. Bu sebeple burada Lût’u faklı kavme dememiş de aynı kavme Lût’u da gönderdik demiştir. Bu gerçekler ancek 20. asrın sonlarında anlaşılmıştır. Artık kitaplar şöyle yazıyor: “Sümerler ilk medeniyeti kuran halktı ve tektiler. Yani bütün medeniyetler Sümerlerden türemiştir. Sümerler Türk’tür. Sümerce Mezopotamya’da tek ilim dili olmuştur.” Kur’an da bunu söylüyor. Bu mucize değil midir?
Lût aleyhisselam fuhuşla ilgili uyarı yaparak tek tanrıya tapma hususunda uyarıda bulunmuyor. Çünkü o devirde ikinci bir peygamber daha vardır. O da Hazreti İbrahim’dir. O görev ona verilmiştir. Bu sûrede ondan bahsedilmemektedir. Çünkü bu sûre içtihat ve icma sûresidir, onunla ilgili konuları işlemektedir. Oysa İbrahim halkın kişi olarak doğru düşünmesini önermektedir. Bu bölümde Mezopotamya Medeniyeti anlatılmaktadır. Hazreti İbrahim ise yeni medeniyetin yani İbrani Medeniyeti’nin tohumlarını atmaktadır.
Lût Peygamber zamanında insanlar cinsi ahlâklarını bozmuşlardır. Evlilik dışı ilişkiler yetmemiş, erkeklerle erkekler cinsi ilişki kurmaya başlamıştır. Topluluklar gelişip de servet sahibi olunca elde ettikleri artı değerlerini nereye harcayacaklarını bilemezler. İsrafa başlarlar. İsraf nedir? Olduğundan fazla yemek. Yokluk zamanında karınları aç olan insanlar için ekmek parçası baklava-börek olmaktadır. Ama karınlar doyduktan sonra yenen fazla yemekler tadını kaybetmekte, baklava-börek acı ve kokmuş ekmeğe dönüşmektedir. Böylece normal yiyeceklerden zevk alamayanlar içki içmek suretiyle zevk almayı denerler. Yokluk zamanında kadınlar iffetlerini korumak durumunda olurlar. Çünkü koruyamazlarsa kimse onunla evlenmez, o da evde kalır. Ama bolluk zamanında kadınların da gelirleri olacağı için evlenme ihtiyacı duymadan değişik erkeklerle cinsi ilişki kurmaya başlar. Erkekler de ya hiç evlenmezler ya da evlenseler bile eşlik hukukuna riayet etmezler. Topluluk öyle bir hal alır ki karşı cins ilişkileri yahut normal yol ilişkileri doygunluk ve bıkkınlık sebebiyle tatmin etmez olur. Ondan sonra kadınlarla arkadan ilişkiler başlar. Bu da yetmez, erkekler erkeklerle ilişki kurmaya başlar. İşte israf budur. Yani aşırı tatmine gitmek ve ondan sonra tatmin olmama hastalığı. “Onlar müsrif kavimdi.” âyeti buna işaret etmektedir.
İnsanlar seviye olarak kendileri düşünce, başkalarının da düşmesini isterler. Çünkü onlar bu düşüşün farkındalar. Lût Peygamber onları uyarıp da doğru yola çağırdığında onlar hemen, “Atın bunu kentten.” Demişlerdir. “Düşeni düşen sever.” atasözü bunu ifade eder. 1960’larda ben Demokrat Partili değildim. Ama yolsuzluklara katılmıyorum diye bahane ederek beni aralarından attılar. Devlet Planlama Teşkilatı kurulurken de rüşvet alamıyorum diye beni aralarına almadılar. Bugün siz herhangi bir sokakta yolsuzluk yapmadan, mesela vergi kaçırmadan iş yapamazsınız. Bugün siz rüşvet almıyorsanız devlet memuru olarak görev yapamazsınız. İtilirsiniz, kenarda kalırsınız. Bir toplulukta ıslahat yapmak son derece zordur.
“Onu ve ailesini kurtardık. Karısı gömülenlerden oldu.” deniyor. Burada çok önemli bir hususa işaret etmektedir. Topluluklar bozulunca o topluluk batar. Yunus Peygamber’in kavmi ve Hazreti Muhammed’in kavmi gibi istisnai kavimler kurtulur. Onların içinde iyi insanlar varsa onlar da batar. Allah dünyada onlara farklı muamele yapmaz. Ancak, ahirette iyiliklerinin mükâfatını alırlar. Ama cihat yapan yani Allah’ın emirlerini topluluğa duyuran kimseleri ise Allah seçerek kurtarır. Öyle gün gelir ki o topluluk helâk olacaksa cihat yapanlar oradan çıkarılırlar. Demokrat Parti zamanında Ankara’da bir milletvekilini ziyaret etmiştik. Bir yerde cami yapacaktık. Yardımlarını istedik. Kendisinin nasıl dışlandığını yana yakıla anlattı. Sonra seçimde onu listeye almadılar. Daha sonra da milletvekilleri 1960’de sürüldüler, o ise kurtulmuştu. Şer zannedilen hatır olmuştu.
“Onlara sağanaklar yağdırdık. Mücrimlerin akıbetine bak!” deniyor. Burada yine çok önemli hususlara işaret ediliyor. Peygamberler ellerine silah alıp savaşmadılar. Peygamberler sadece uyardılar. Allah onları helâk etti. Firavun’u Musa boğmadı. Kendileri boğuldular. Bizim görevimiz bu topluluğu uyarmadır. Bize zulüm yapsalar da uyarmaya devamdır. Onların cezasını biz vermeyeceğiz. Onlar kendi cezalarını kendileri bulurlar. Bizim görevimiz doğruyu göstermektir. Bunu yaptığımızda biz kurtuluruz. Yapmazsak, biz iyi kimseler olsak da helâk oluruz.
Kişilerin yönetiminden şeriatın yönetimine geçmeliyiz. Türkiye’de parti başkanları diktası kalkmalıdır. Halk bunu kendisi kaldırmalıdır. Nuh aleyhisselamın tebliğine uymalıyız.
Hepimiz içtihat yaparak kendi şeriatımızı kendimiz yapmalıyız, ama ortak sözleşmeler oluşturarak müşterek sorunlarımızı şeriatla çözmeliyiz. Değişik tanrılara değil de bir tanrıya tapmalıyız. Hakemlerden oluşan tek yargı sistemi içinde yaşamalıyız. Bunlar Hûd aleyhisselamın tavsiyeleridir.
Kamu mallarına saygılı olmalıyız. Gerçek kazancımızın vergisini devlete vermeliyiz. Onlar da onu nerede harcamaları gerekiyorsa orada harcamalıdırlar. Kamu mallarına dokunmamalıyız. Bu da Salih aleyhisselamın tavsiyesidir.
Erkeklerin çok kadınla evlenmesine izin vermeliyiz. Ama evlilik dışı ilişkilerde bulunmamalıyız. Hele erkeklerin erkeklerle cinsi ilişki veya kadınlarla arkadan ilişki kesinlikle bizim için yasak olmalıdır. Yapmamalıyız. Bunlar da Lût aleyhisselamın nasihatleridir.
Bunları yaparsak Türkiye kurtulur, insanlık kurtulur. Yapmazsa o kavimlerin başına ne gelmişse bu kavimlerin başına da o gelecektir, diyor Kur’an. Biz de onu size aktarıyoruz. Bakalım Kur’an bu iddialarında doğru olacak mı? Bekleyin, bunları göreceksiniz.
Biz de bir şey yapmıyoruz, sadece bekliyoruz.
بسم الله الرحمن الرحيم
و إلى مدين أخاهم شعيبا قال يا قوم اعبدوا الله ما لكم من أله غيره قد جاءتكم بينة من ربكم فأوفوا الكيل و الميزان و لا تبخسوا الناس أشياءهم و لا تفسدوا في الأرض بعد إصلاحها ذلكم خير لكم إن كنتم مؤمنين(85) و لا تعقدوا بكل صراط توعدون و تصدون عن سبيل الله من آمن به و تبغونها عوجا و اذكروا إذ أنتم قليلا فكثركم و انظروا كيف كان عاقبة المفسدين (86) و إن كان طائفة منكم آمنوا بالذي أرسلت به و طائفة لم يؤمنوا فاصبروا حتى يحكم الله بيننا وهو خير الحاكمين(87) قال الملأ الذين استكبروا من قومه لنخرجنك يا شعيب و الذين آمنوا معك من قريتنا أو لتعودن في ملتنا أو لو كنا كارهين (88) قد افترينا على الله كذبا إن عدنا فى ملتكم بعد إذ نجانا الله منها و ما يكون لنا أن نعود فيها ألا أن يشاء الله وسع ربنا كل شئ علما على الله توكلنا ربنا افتح بيننا و بين قومنا بالحق و أنت خير الفاتحين (89) و قال الملأ الذين كفروا من قومه لئن اتبعتم شعيبا إنكم إذا لخاسرون (90) فأخذتهم الرجفة فأصبحوا فى دارهم جاثمين (91) الذين كذبوا شعيبا كأن لم يغنوا فيها الذين كذبوا شعيبا كانوا هم الخاسرين(92) فتولى عنهم و قال يا قوم لقد أبلغتكم رسالات ربى و نصحت لكم فكيف آسى على قوم كافرين(93)
Mezopotamya peygamberlerini sayarken Nuh, Hûd, Salih, Lût ve Şuayb peygamberlerini zikretmektedir. Bu âyetlerde Şuayb peygamberden bahsediyor. Kavim olarak Hûd için Ad, Salih ve Lût için Semud ve Şuayb için de Medyen denmektedir. Ad ve Semud kavim adları olduğu halde, Medyen bir şehir adı olarak zikredilmektedir. Zira başka yerlerde “Ashab-ı Medyen” ve “Ehl-i Medyen” denmektedir. Şuayb aleyhisselam Medyen halkına Salih aleyhisselamın Semud kavmine dediğini demektedir. “Ben size Rabb’inizden beyyine ile geldim.” diyor. Çünkü her ikisinin kavmi ekonomi bakımından dalâlette idi. Biri devletin mallarını yağmalıyordu. Şuayb kavmi de hile yapıyordu. Şimdi Mezopotamya tarihini yeniden ele alalım.
Sümerler buraya gelmiş ve yerli halkla karışarak tarihte ilk yerleşik medeniyeti tesis etmişlerdir. Ekonomi bakımından başarılı olmuşlar ama sosyal düzenlerini kuramamışlardır. Kişi yönetiminden şeriat yönetimine geçememişlerdir. Nuh Peygamber bunları şeriat dönemine geçirdi. Sonra Sami ırkı ile karışarak ad kavmini oluşturdular. Bunlarda site devletleri oluşmuştu. Site devletlerinden her birinin kendi tanrısı vardı. Hud aleyhisselam onları tek tanrıya çağırmış ve site devletliklerinden devletler birliğine götürmüştü.-. Onların yerine Semud kavmi geldi. Semud kavmi Nuh kavmi idi. Sümerlerdi. O kavim de artı değerleri yağmalamaya başladı. Çöktü. Sonra fuhuş başladı, Lût aleyhisselam uyardı. Uyarıları dinlemediler ve helâk oldular. Sonra Mezopotamya’da Med ve Persleri görüyoruz. Bunlar da hile yapıyor, ölçü ve tartıyı bozuk yapıyorlardı.
Kur’an Medyen şehrinden bahsederken Musa aleyhisselamdan bahsediyor. Musa aleyhisselamın gittiği Medyen Mısır’a yakın bir yer olmalıdır. Halbuki burada Şuayb aleyhisselamdan bahsediliyor. Bu konu henüz aydınlanmış değildir. Kur’an’ın ifadeleri şimdilik bizim için mücmeldir. İleride arkeolojik kazılarla daha iyi bir şekilde bu âyetleri anlamış olacağız. Yani Musa (as)’ın Medyen’i ile Şuayb as’ın Medyen’i aynı Medyen midir? Yoksa birbirinden uzak ayrı iki şehirdir. Çünkü Medler oralara kadar gittiler.
“Ey kavmim Allah’a ibadet ediniz. Sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur.” Bu cümleyi Lût as’ın dışında bütün bu peygamberler söylemişlerdir. Yani yine putperestlik yani değişik tanrılara tapma hastalığı gelmiştir.
Kavimler değişik tanrılara nasıl taparlar?
i) Her kavmin dilinde tanrının adı başkadır. Aralarındaki savaşta tanrıyı kendilerine en yakın kabul eder ve kavmin düşmanını tanrının düşmanı olarak görür. Bunlar yan yana gelince kendi arasındaki savaş olarak görür. Sonra anlaşmaya varırlar ve herkes diğerinin tanrısını kabul etmiş olur. Böylece çok tanrılı dinler doğar.
- Topluluklar halklarını düşmanlarına karşı galeyana getirtmeleri için karşı tarafı tekfir eder. Kendi tanrılarını yüceltir. Onların putperest olduğunu telkin eder. Allah’ı bölemezlerse peygamberleri bölerler, peygamberlerini bölemezlerse din adamlarını bölerler ve farklı dinlere sülûk ederler. Nasıl insanın tarih içindeki serüveni mikroplarla mücadele ise toplulukların serüveni de bâtıl inançlarla ve putlarla mücadeledir. Bugün de insanlar kendi diktatörlerine tapıyorlar. Atalarına tapıyorlar.
- Allah’ın değişik adları vardır. Bu Allah’ın sıfatlarıdır. Ayrı yarı her birinin Rabb’idir. Güneş’in, Ay’ın, yıldızların Rabb’idir. Bitkilerin, hayvanların, insanların Rabb’idir. Allah’ın bu Rab sıfatlarını göstermek için o kelimelerle beraber yazıldı. Sıfat ve izafet, mübteda ve haber yazıda anlaşılmadı. Güneş Allah’tır. Güneş Allah, Güneş’in Allah’ı hep aynı şekilde yazıldığı için zamanla insanın putperestliğe olan meyli sebebiyle Güneş’in Rabb’ini Güneş Rab hatta Rab Güneş diye yorumladılar. Kim Allah’ın başkan sıfatına önem verdi. O kabilenin tanrısı o oldu.
- Kur’an’da Allah’ın değişik işleriyle görevli meleklerinden ve gönderdiği peygamberlerden bahseder. İşte bu eski kitaplarda da vardır. Melekleri ve peygamberleri ilâhlaştırmak suretiyle putperestliğe gidilmiştir. Şekil yazısında insanlara ait sıfatlarla Allah’a ait sıfatlar birbirine karıştığı için bugün yanlışlıkla onların meleklerine tanrı denmiyor. Mesela, meleklerin arabaları yerine tanrıların arabaları deniyor. Oysa anlatılan Rabbi kendisi değil meleklerdir.
İnsanın nasıl hastalığa meyli varsa toplulukların da şirke meyli vardır. İnsanın sağlığı için nasıl tabipler varsa, hastahaneler varsa, insanın şirk meylinin ilacı da din adamlarıdır ve mabetlerdir. Ama bozuk tedavi merkezleri hasta edici yerlere dönüşür. Mabetler de şirk yeri olabilir. Adem ile şeytanın hikâyesi hep bunları bize anlatmak için getirilmiştir. İçtihadımızı yaparken ne ile savaştığımızı bilerek içtihadımızı yapmalıyız.
“Ölçüyü ve tartıyı düzgün yapın. İnsanların eşyalarını eksik etmeyin.” diyor Şuayb. Çökmeğe başlayan topluluklar fuhşa yani israfa dalarlar. Artık gelirleri yetmez olur. Kazanabilmek için hile yapmaya başlarlar. Kalitesini düşürüp ölçülerini eksik yaparlar. Bugün batı fuhuş yapıyor ama hile yapmıyor. Müslümanlar fuhuş yapmıyor ama hile yapıyor. İşte bugün insanlık hep uçuruma doğru gitmektedir. Sosyal tufan geliyor. Sosyal gemiye gerek vardır. O da Adil Düzendir. Bu düzeni benimseyenler varlıklarını sürdürecek, benimsemeyenler helâk olacaktır.
“Islahından sonra yeryüzünü fesada sokmayın.” Demokrasi gelmeden önce demokrasi yönetimini yapmayanların sorumlulukları olmayacaktır. Ama demokrasi geldikten sonra tekrar şahıs yönetimine dönmek isteyenler suçludur. İrticadır. Bir ilerleme olduktan sonra geri dönmeyin diyor. Standartlar çıkmadan önce değişik ölçülerde üretim yapılabilirdi. Ama standartlardan sonra artık ona uyulmalıdır.
“İman etmiş olanların önlerinde oturup yollarını kesmeyin. Allah’ın yolundan ayrılmalarını istemeyin.” diyor kavmine Şuayb. Bugün de hep Müslüman olmayanlar Müslümanların önlerini kesiyorlar. Kur’an okumalarına mâni oluyorlar, okullarını kapatıyorlar, camilerin yapılmasını engellemek istiyorlar, hacca göndermiyorlar. Rüşvete zorluyorlar, kaçakçılığa zorluyorlar, isyana zorluyorlar, fuhşa zorluyorlar. Demek ki insanlık değişmedi. Geçmişte ne yapıldıysa o yapılıyor.
“Siz az idiniz, Allah sizi çoğalttı. Hatırlayın.” diyor. Biz 1071’de Anadolu’ya bastığımızda kaç kişi idik? 1000 sene içinde arta arta bugünkü hâle geldik. İstiklâl Savaşı’nı yaparken kaç kişi idik? Savaşı Allah bize kazandırdı.12 milyondan 70 milyona çıktık. Neden bunları hatırlamıyor da Allah’a şükretmiyoruz? Demek ki Şuayb (as) zamanında olanları bugün de biz yaşıyoruz.
Sonuç ne olacak? İşte Medyen halkına olanlar olacaktır. Var mı şimdi onların torunları? Bizim de akıbetimiz o olacaktır. Müfsitlerin akıbetine bak.
“Getirdiklerimden kiminiz inandınız, kiminiz de inkâr ettinizse o zaman sabredin. Allah hükmedecektir. Allah hâkimlerin hayırlısıdır.”
Bugünkü Türkiye’mizin durumu budur. Şimdi siz inanıyorsunuz. Bir kısmı inanmıyor. Bakalım kim galip gelecektir? Biz hakta ısrar edeceğiz. Akıbeti O belirleyecektir.
Böylece sabrı tavsiye ettiği halde, bekleyelim dendiği halde, kavminin yetkilileri; çıkarın Şuayb’ı ya da o da bizim gibi müfsit olsun dediler. Şuayb’ın ve cemaatının vazgeçmesini istemişlerdir. Bugün de öyle yapmıyorlar mı? Kapatın Kur’an kurslarını, kapatın İmam-Hatip okullarını!.. Camiler yapmaktan vazgeçin!... Devam edin hırsızlığa!.. Devam edin -kendi tabirleri ile- hortumlamaya!.. Rüşvetin ne zararı var?!. Hem siz kazanıyorsunuz hem de memur!..
Şuayb biz karih olsaydık.
Bakınız, biz sizi zorlamıyoruz. Siz kendi havuzunuzda yüzüp durun. Ama siz de bizi zorlamayın. Siz bale okunuzu açın; müsaade edin de biz de Kur’an Kursu açalım. Siz genel ev yapın; müsaade edin de biz cami yapalım. Siz başı açık gezin; biz örtelim. Gelin, birbirimize karışmayalım. Zorlamayalım, diyor. Şuayb Peygamber bugün olsaydı böyle diyecekti. Yoksa sonra iktidar bize geçer ve zorlayanlar gibi zorlama hakkına sahip oluruz. Kulak veren yok.
“Allah bizi kurtardıktan sonra tekrar geri dönemeyiz. Yoksa Allah’a iftira etmiş oluruz. Allah istemezse biz gerisin geriye dönemeyiz. O her şeyi biliyor. O’na tevekkül ettik.” dedi ve sonra da dua etti; “Rabb’im! Bizimle kavmimiz arasını sen bul. Çöz sorunlarımızı.” Bugün bizim yapacağımız da budur. Sabretmek ve Allah’a dua etmek. Kendimiz ise yolumuza devam etmek...
Bu sefer, kavim istikbar edenleri gelenler kendi taraftarlarına döner, onları tehdit ederler. Onlara uyarsanız perişan olursunuz, derler. Bugün aynı şeyleri yaşıyoruz, değil mi? Biri cumhurbaşkanlığına adaylığını koydu diye, neredeyse adamı diri diri yiyeceklerdi. Bugün siyasi parti mensuplarının hepsi kendi partilerinden nefret ediyorlar. Ama Allah’a inanmadıkları için onlardan korkuyor, kuzu gibi itaat içindedirler. Oysa Allah’a inansalar, doğru ne ise onu söylerler. Milletvekilliğimiz giderse gitsin derler. Hatta ölümü bile göze alır ve hem memleketi hem de kendilerini kurtarırlar. Ama ne yapıyorlar? İstemeye istemeye herkes nereden geldiği belli olmayan kararlara uyuyorlar.
“Bunun üzerine zelzele onları yakaladı ve yurtlarında çöktüler.” diyor.
Bu zelzele siyasi zelzele olabilir. Çünkü “zelzele” kelimesi değil de “recfe” kelimesi kullanılmaktadır. Şuayb Peygamberi tekzib edenler oralarda sanki yaşamamış gibi oldular. Bugün Kur’an’a karşı çıkanların akıbeti de budur. Şuayb Peygambere uyanları hüsran ile tehdit edenler kendileri hüsrana uğradılar. “Adil Düzen”den korkutanlar, onlara uyarsanız helâk olursunuz diyenler kendileri helâk olacaklardır.
“Onlardan döndü, ben söyleyeceğimi söyledim, yapacağımı yaptım. Bu kafir kavme nasıl üzüleyim! dedi.” Biz daha bunu diyemiyoruz. Çünkü söyleyeceklerimizi söyleyemedik, yapacaklarımızı yapamadık. Sonra biz de onlardan uzaklaşıp siz bilirsiniz diyecek duruma gelemedik. Bu yazıları onun için yazıyoruz. İnternetteki yazılarımızı çökertenler bir gün kendileri çökeceklerdir.