ARAF
لقد أرسلنا نوحا إلى قومه فقال يا قوم اعبدوا الله
ما لكم من اله غيره أني أخاف عليكم عذاب يوم عظيم
قال الملأ من قومه أنا لنراك في ضلال مبين قال يا قوم
ليس بي ضلالة ولكنى رسول من رب العالمين
أبلغكم من رسالات ربى أنصح لكم و أعلم من الله
ما لا تعلمون أو عجبتم أن جاءكم ذكر من ربكم
على رجل منكم لينذركم و لتتقوا و لعلكم ترحمون
فكذبوه فأنجيناه و الذين معه فى الفلك و أغرقنا الذين
كذبوا بآياتنا انهم كانوا قوما عمين7/59-64)
(7/59-64)
لقد Sûre Hz. Peygamber’e indirilen Kur’an ile mü’minlere bildirilen anlamını açıklayarak başlamış ve eski kâfir kavimlerin başlarına gelenlerin bundan sonra da geleceğine işaret etmiş ve “Va Laqad” diyerek insanın yeryüzüne yerleştirilmesini ve yaratılışını anlatmakta idi. Adem ile başlayan insanlığın hikâyesinden sonra şimdi bu âyette Nuh’tan başlayan hikâyesini anlatmaktadır. “Va” harfi kullanmadan “Laqad” harfini kullanmıştır. Böylece sûre bununla ikiye ayrılmıştır. Bu tarihin en büyük evrim tarihidir. İnsanlar göçebe döneminden yerleşik döneme geçmişlerdir. Göçebe döneminde başkanların yönetimi ile düzenleme yapılırken, yerleşik dönemde insanlar kişilere değil şeriata uymaya başlamışlardır. Hukuk düzeni doğmuştur. Nuh, İbrahim, Musa, Davud, İsa ve Muhammed peygamberlerin binlerce yıl ard arda ve sistemli bir şekilde yaptıkları inkılâplarla insanlık bugünkü seviyeye yükselmiş ve hukuk düzenini kuracak seviyeye gelmiştir. Kur’an kişi yönetimini düzenleyen bir kitap olmayıp, hukuk düzenini düzenleyen bir kitaptır. Tevrat böyledir. İncil ise hukuk düzeni ile kişi düzeni arasında dengeyi oluşturan bir kitaptır.
Bu sûrede bundan sonra gelmiş olan inılâpçı peygamberlerden bahsedilecektir.
- Nuh Peygamber. tarih bunların Sami kavmi olduğunu bildirmektedir.
- Hûd Peygamber. Âd kavmine gelmiştir. Bunlar Akatlar olmalıdır.
- Sâlih Peygamber: Semud kavmine gelmiştir. Bunlar Babiller olmalıdır.
- Lût Peygamberden bahsetmektedir. Ancak “İlâ” ile herhangi bir kavme de işaret edilmemektedir. İbrahim Peygamberden bahsedilmemektedir. Çünkü İbrahim Peygamber bir topluluğun mübelliği olmamıştır.
- Şuayb Peygamber Medyen halkına gelmiştir. Bunlar Musa aleyhisselâmın muasırı Mezopotamya halkları olmalıdırlar.
Böylece Mezopotamya Medeniyetinin tarihi verilmektedir. Mısır Medeniyeti Mezopotamya Medeniyeti’nin bir uzantısı olduğu, kuvvet medeniyetine dönüşmüş şekli olduğu, Mezopotamya Medeniyeti’nin 500 yıl arkasından geldiği bugün bilinmektedir. Ayrıca Hint ve Çin Medeniyetlerinin de Mezopotamya Medeniyetlerini izleyen medeniyetler olduğu anlaşılmaktadır. Onlar insanlık medeniyetinin omurgasında değil de kaburgalarında yer almaktadırlar.
Bundan sonra Musa aleyhisselâmı ve İsrailoğulları’nı anlatmaktadır. Kur’an İsrailoğulları’nın geçmişte oynadıkları rolün yanında gelecekte de rol oynayacaklarına işaret etmektedir. Ki bugün bu hususlar tamamen ortaya çıkmıştır. Bu sûrede Hazreti İsa’nın ismi geçmemektedir. Çünkü bu sûre düzen ile ilgili hükümleri içermektedir. Hazreti İsa ise dine ait hükümler getirmektedir. Demek ki Kur’an’da anlatılan peygamberleri dört grupta toplayabiliriz:
- Adem aleyhisselâmdan Nuh aleyhisselâma gelen Adem zürriyeti.
- Nuh aleyhisselâmdan Musa aleyhisselâma kadar gelen Nuh zürriyeti.
- İbrahim aleyhisselâmla başlayan İsrail zürriyeti.
- Hazreti Muhammed’den sonraki devir.
Bunlar tarım dönemi peygamberleridir. İnsanlığı sanayi dönemine hazırlamışlardır. Kur’an esas sanayi dönemi hükümlerini içerir. Ancak Hazreti Muhammed’den sonra peygamberlik dönemi bitmiş, ilim dönemi başlamıştır. Günümüz sanayi dönemine geçiş dönemidir. Ekonomi ve sanat bakımından sanayi dönemine geçilmiştir. Ama sosyal ve hukuk düzenlemesini henüz yapamamıştır. Üçüncü bin yıl bu düzenlemenin yapılacağı bin yıldır. İnsanlık bunu Kur’an’dan öğrenecek ve uygulayacaktır. Bizim bu çalışmalarımız insanlığa bu hususta yol göstermekten ibarettir.
أرسلنا نوحا إلى قومه Nuh’u kavmine irsal ettik, deniyor. Burada ‘insanlığa irsal ettik’ demiyor. O halde Nuh Peygamber sadece kavmine gelmişti. Diğer kavimler Mezopotamya’dan uzak kendi dünyalarını yaşıyorlardı. Henüz göçebe dönemlerinde oldukları için sorunları yoktu. Sorun Mezopotamya’da başlamıştı. Çünkü yerleşik düzene geçilmiş ve ekonomik ve teknolojik bakımdan içtimai yapı değişmişti. Ne var ki, bu yeni yapıyı düzenleyen hukuk kuralları yoktu, şeriat yoktu. Buralarda hayat bugün olduğu gibi çekilmez hâle gelmişti.
ما لكم من اله غيره فقال يا قوم اعبدوا الله Ey kavmim Allah’a ibadet ediniz, O’nun dışında ilâh yoktur, demişti. Göçebe dönemlerinde her topluluğun bir reisi vardı ve her topluluk bir Allah’a tapıyordu. Diğer kabileler ayrı yaşadıkları için de putperestlik yoktu. Yanı bölücülük yoktu. Oysa tarım döneminde değişik halklardan oluşan kabileler gelip Mezopotamya’da yerleştiler. Birbirine komşu olup site devletleri kurdular. Her birerlerinin dilleri farklı idi. Yaratıcının adı da farklı idi. Bunlar birbirleriyle anlaşacak ortak dile ulaşınca Allah’ın isimleri ayrı ayrı kaldı. Her kabile Allah’ı kendi diliyle çağırmaya devam etti. Bu farklı ilâhlar anlayışına girdi ve putperestlik doğdu. Avrupa’da da imparatorluk dağılınca farklı mezhepler ortaya çıktı. Her mezhep bir devleti temsil ediyordu. Tek olan Allah’ın değişik sıfatları vardır. Bunlar da sonra ayrı tanrı olarak görüldü. Güneş’in tanrısı sonraları Güneş olarak tanrı oldu. Yahut kahramanların tanrısı sonra kendileri tanrı olmaya başladı. Nuh Peygamber bunları tek Allah’a dâvet etti ve onlara bir tanrıdan başka tanrı olmadığını bildirdi ve onları tek düzene, devlet düzenine getirmeğe çalıştı. Hazreti Muhammed de aynı şeyi yaptı. Putları ortadan kaldırıp halkı tek tanrının emrinde tek ulus hâline getirdi.
أني أخاف عليكم عذاب يوم عظيم Ben büyük bir azap gününden sizin için korkuyorum, dedi. Burada büyük günün azabından deyince dünyevi azaptan bahsediliyor, tufana işaret ediyor. Bugün de farklı devletler oluşmuş, her devlet kendi kuvvet düzenini oluşturmuş ve ulus çıkarları adı altında putperestlik yapmaktadırlar. Allah bırakılmış, yerine ya diktatörler Allah yapılmış, ya da sermaye tanrılaştırılmıştır. İnsanlar Allah’a değil de silaha ve paraya tapar olmuşlardır. Kimse Allah’tan korkmuyor, ya paradan ya da silahtan korkuyor ve onların peşinde koşuluyor. Nuh aleyhisselâm o zaman Allah’tan aldığı emirle halkı büyük azabın gününden uyarmıştı, biz de yıllardır sosyal tufanla uyarıyoruz. Haber verdiğimiz sosyal tufanlardan biri de anarşi idi, terör idi. 11 Eylül bu dediklerimizin bir işareti olmuştur. Fırtınadan önce gelen haberci rüzgârdır. İnsanlık aklı başına gelmez de şeriat düzenini benimsemezse, hukuk düzenini benimsemezse, Adil Düzeni benimsemezse yalnız kuleler yıkılmaz, yeryüzünde insan değil canlı bile kalmaz. Elbette Allah buna müsade etmeyecek, zalim kavme adil kavmi galip getirecektir ve yeryüzünde Allah tarafından belirlenmiş zamana kadar yaşamaya devam edecektir. Tüm insanlık birbirine girmeden önce gelin Allah’ın dediklerine kulak verin diyoruz.
قال الملأ من قومه أنا لنراك في ضلال مبين Kavminin ileri gelenleri biz seni mübin dalâlet içinde görüyoruz demişlerdir. Cevap verenleri halk değildir. Kavmin ileri gelenleridir. Bugün nasıl parti liderleri var, onlar ne derse milletvekilleri onu der, halk şikayet etse de, başka türlü düşünse de, gene herkes yüzde seksen yine kendi partisine oy verir. İnsanlığın bu anlayışı değişmemiştir. Çünkü iktidarda olanlar çıkar, ortaklığı içine girerler, iktidar-muhalefet işbirliği içinde halkı sömürürler, aralarında ayrılık olsa bile sömürmede birbirleri ile birleşirler. Dışarıdan pastaları ona ortak etmeyi istemezler. Dışarıdan bir şey söyleyen olsa onu dalâletle tavsif edip geçerler. Bizim günümüzdeki sıkıntımız, Hûd Peygamber muhatabını bulmuş, sen dalâlettesin diyorlar ona. Yani o onlara ulaşmış, biz ise henüz ulaşmış değiliz. Ulaşmak için parti kurmamız gerekmektedir. Ortaklık kurmamız gerekmektedir. Neşriyat yapmamız gerekmektedir. Az da olsa oy alsak o zaman sesimizi duyurmuş olacağız demektir.
ليس بي ضلالة ولكنى رسول من رب العالمين قال يا قوم Hûd aleyhisselâm; bende dalâlet yoktur, fakat âlemler Rabbi tarafından bir elçiyim, diyor. Dalâlet, yolunu kaybetmiş, ne yaptığını bilmeyen şaşkın kimse demektir. Söylüyor, ama ne söylediğini bilmiyor. Biz Akevler’i 35 yıl önce kurduk. O zaman yaptığımız bir programımız vardı. O zaman yazılanlar vardı. Biz aynı yoldayız, aynı şeyleri söylüyoruz. Görünüşte başarılı da olmamışız. Biz ne yapacağımızı bilmeseydik, şaşkın olsaydık, bu kadar yıl aynı şeyi savunabilir miydik? O zaman yazılanlar ile şimdi yazılanlar hiç birbirini tutar mı idi? O halde biz kendimizden eminiz. Biz kendimizden bir şey söylemiyoruz. Hatalar bizimdir, doğrular Kur’an’ın. Sizler de Kur’an’ı rehber edinir ve ondan anlattıklarımızın arkasından giderseniz, kırk yıl geçer ve doğru yolda olduğunuzu daha iyi anlarsınız. Biz Kur’an’ı anlamada hata yapmış olabiliriz, derhal istiğfar edip doğru anlama gelmeliyiz. Ve hatamızı itiraf etmeliyiz. İslâm ve îman budur. Doğru bildiğinden şaşmamak, yanlış olduğunu gördüğün anda derhal tevbe etmek.
أبلغكم من رسالات ربىRabb’imin risaletini size tebliğ ediyorum, dedi Hûd aleyhisselâm. Bunlar bizim için nedir? Kur’an’ın dediklerini insanlara ulaştırmak. Onu açıklamak ve anlatmak. Başka nedir? İlmin söylediklerini insanlara ulaştırmak. Şimdi insanlara sorabiliriz. Allah’tan başka ilâh var mı? İlâh yok, tabiat var diyorlar. Tamam, tabiattan başka tabiat var mı? Fark etmez. Biz Allah deriz, vahye inanırız. Siz tabiat dersiniz, tabiat kanunlarına inandığınızı söylersiniz. Sizin tabiat dediğiniz bizim Allah dediğimizdir, sizin tabiat kanunları dediğiniz de bizim şeriat dediğimizdir. O halde gelin ilmî olarak konuşalım dediğimizde dinlerler, dinler ama sonra suratlarını çevirip giderler.
أنصح لكم Size nasihat ediyorum, akıllarını başlarına getirip düşünmelerini öğütlüyor. İlme, tabiat kanunlarına karşı çıkmamalarını söylüyor. Gelecek âfetlerden nasıl korunacaklarını anlatıyor. Kavminin yapacağı, ona kulak verip mucizesini göstermesini istemek, gösterdiğinde inanmaktı. Bizim söylediklerimize de bizden ilmî delil istemeleri gerekir. İlmî delil getirdiğimizde ona uymaları gerekir. Oysa onlar, sen dalâlettesin deyip dinlemeden ve anlamadan reddediyorlar. Bugünkü insanlar da aynı şeyi yapmıyorlar mı? Demek ki insan değişmedi. Allah da değişmedi. Kur’an ne diyorsa o olacaktır.
أعلم من الله ما لا تعلمون و Ben Allah’tan sizin bilmediğinizi biliyorum demişti, Hûd alehisselâm. Şimdi de biz diyoruz ki, biz Kur’an’dan sizin bilmediklerinizi biliyoruz. Kur’an’ın söylediklerini ilim de teyit ediyor. Gelin size anlatalım. Hayır! Onlar kulaklarını tıkamış, bizi susturmuş, gözlerini de kör etmişlerdir. Dalâlet havuzunda yüzüyorlar. Biz kendimiz ancak Kuran ile, Allah’a yönelmek, emirlerini yerine getirmekle kurtulacağımızı söylemektedir. Birinci ve ikinci savaşları ve sonra mafya ve terör olayları, ekonomik krizler hep Allah’ın buyurduklarının açık şeklidir. İnsanlık hep âfetlere sürükleniyor. Allah’a dönme akıllarına gelmiyor. Tevrat’a, İncil’e ve Kur’an’a ne yapacaklarını soracaklarına, dünyayı ateşe vermek için hazırlıklar içindeler. İnsanlık da onları kışkırtıyor. İşte o alevler yeryüzünü bu gidişle saracaktır. İlk baktığımızda bugün bu müsbet ilimler gelişmiş, kavmin ileri gelenlerinin bunları bildiği sanılır. Oysa Avrupa insan hakları mahkemelerinin kararları bize gösteriyor ki; ya hukuktan tamamen bîhaber zavallıdırlar veya haindirler. Kendisi sorgulanmadan insanı muhakeme etme hangi hukuk düzeninde vardır? Ama Türkiye’de Anayasa Mahkemesi böyle kararlar veriyor ve Avrupa İnsan Hakları mahkemesi de onaylıyor. Buna karar veren hâkimler bunu cahilliklerinden mi yoksa hainliklerinden mi yaptığını bilmiyorum, ama ben onların bu zulmü kendilerine dönecektir. Onu Allah’tan ben biliyorum. Biliyorum ki, Amerika’da yıkılan kuleler CIA’nın yeryüzünde yıktığı ülkeler, yaktığı canların görüntüsüdür. Bunu kime yaptırdığı ayrı bir sorundur. Bu tür zulümlere devam ederse, başkalarının söndürdüğü ocaklarına benzer olarak kendi ocakları sönecektir. İlk ocakları sönenler de suçlu idiler. Bunlar da suçludur. Bunların ocağını söndürenler de suçludur. Kurtulmanın tek yolu vardır, Hakka dönmek.
أو عجبتم أن جاءكم ذكر من ربكم Rabb’inizden size bir zikrin gelmesi size acayip mi geliyor? Sizin her gün her saat aklınıza yeni şeyler geliyor, birtakım düşünceleriniz var. Siz bir bilgisayar olsaydınız sizin aklınıza bunlar gelecek miydi? Eğer mekanik olarak bir şeyler etkisiyle gelseydi hepinizin aklınıza aynı şeyler gelecekti, hepiniz aynı şeyleri düşünecek ve isteyecektiniz. Peki, bu farklı şeyleri sizin aklınıza getiren kimdir? Sizi var eden, bu farklı şeyleri aklınıza getiren bir kimse size bir haber ve istek bildiremez mi? Sizden bir şey isteyemez mi? Nasıl olur da bir türlü buna inanamazsınız. Burada “Rabb’iniz” kelimesini kullanmıştır. Allah bunca mahlukat yaratmıştır. Hangisinin ihtiyacı olan şeyi ona vermemiştir? Atomlarda mı bir hata yaptı? Gezegenlerde mi bir hata, cisimlerdeki fizik ve kimya kanunlarında mı hata yaptı? Buna bitki ve hayvan yarattı, onlara çoğalma, avlanma, beslenme ve korunma hakkında birtakım özellikleri verdi. Bir yaratma hatası mı var, noksanı mı var ki, insanı yaratsın da ona eksiklerini tamamlayan bir kitap, bir zikir göndermesin? Onları eksik ve kusursuz yapsın. İşte bugünkü insanlık hangi sosyal sorunu çözüyor. Kendilerine sorun, kapitalistler kendilerini savunamıyor sosyalistlere çatıyor, sosyalistler de kendilerini savunamıyor kapitalistlere çatıyor. Çünkü her ikisi de çözüm olmadığını biliyor. Ama daha iyi çözüm yok diyorlar. Daha çözüm var, var beyler. Nedir? O Kur’an’dır, Tevrat’tır, İncil’dir. İşte Âd kavmine Hûd Peygamber bunu söylüyor.
على رجل منكم لينذركم Sizden bir racule, sizden birisine sizin için indirmesini söylüyor. Burada “zikr” bir haberdir, bir anlayıştır. Ama bunun bir yazılı metin olduğu da anlaşılmaktadır. Çünkü raculün dışında bir şeydir bu. Allah yalnız kitap göndermiyor. O kitabı uygulayabilmek için de o kitabın dediklerini gösteren mühendisler de gönderiyor. Proje yeterli değildir. Projeyi uygulatacak bir mühendise ihtiyaç vardır. Bir baş mühendise ihtiyaç vardır. Uygulamada birlik sağlansın diye tek başkana ihtiyaç vardır. İşte içtihadımızda bize yol gösteren çok önemli kural geliyor. Proje olmalıdır. İşler projeye göre, zikre göre yapılmalıdır. Ama proje uygulamasını sağlayan bir baş sorumlu da olmalıdır. Namaz kurallara göre kılınır ama birlik sağlamak için imama ihtiyaç vardır. Bir işin bir sorumlusu olur. Son söz onundur. Herkes ona uyar. Mağdur olanlar sonra hakeme giderler. Ama herkes projeye uymak zorundadır. Proje dışı uygulamada kişi sorumluluktan kurtulamaz. Başkana şeriat içinde uyulacaktır.
لينذركم Sizi uyarması görevi verilmiştir. Zikrin gelmesi, projenin olması yeterli değildir. Projeyi kabul etmek ve ona uymak gerekir. Size onu hatırlatması için resul gönderilmiştir. Eğer insanlara sadece kitap gelseydi ve onlara onu anlatan kimse gelmeseydi insanlar farkına varmaz, yine hataları içinde devam ederlerdi. O zaman da Allah insanlara zulmetmiş olurdu. Hiçbir canlıya eksik bir şey vermemiş, ona ne lazımsa onu vermiş olacak, ama insanı eksik ve kusurlu bırakacaktır. O halde genel tabii kanunları ele alırsak, insanlara kitap ve peygamberlerin gelmesi genel Kâinat düzeninin zaruri sonucudur. Asıl acayip olan böyle bir şeyin olmaması, insanların karanlıklar içinde terk edilmesidir.
و لتتقوا Kitap ve peygamber geldi çünkü sizin ittika etmeniz gerekiyor. Çünkü siz fırtınalar içindesiniz. Her taraf yağmur, şimşek, yıldırım ve canavarlarla doludur. Sizin sığınmanız için bir kulübeye, bir korunmuş yere ihtiyacınız vardır. O ada îmandır, yani dayanışma ortaklığıdır. Birbirinizi güven altına almadır. O da ameldir yani dayanışmanın gereği olan işleri yapmadır. O işleri yapmanız için bilgiye ihtiyacınız vardır. O bilgi de ibadetlerdir. İbadetlerde nasıl amel edeceğinizi ve amellerle nasıl korunacağınızı öğreneceksiniz. İbadet ise bir muallimin bir kitabı tedris etmesiyle olur. İşte muallim resuldür, o kitap da Allah’ın gönderdiği kitaptır.
و لعلكم ترحمون Böylece yalnız korunmuş olmazsınız, aynı zamanda rahmetler içinde olursunuz. Nimetler içinde olursunuz. Bu kitap ve resul size öyle şeyler öğretir ki onlar hem sizi korur, hem de size öyle bir çevre var eder ki siz orada rahmet içinde olursunuz. Yani emek vermeye gerek kalmadan birtakım imkanlara ulaşırsınız. Bir koyar on alırsınız. Topluluğun sağladığı verimden söz edilmektedir. Tarih boyunca insanlar hep birleşmeye, sıklaşmaya doğru gitmişler ve nüfusları arttığı halde refahları daha çok artmıştır. Hakkari’deki bir köy düşünün, ne kadar geniş yerleri var, ama sefalet içindedir. İstanbul’dakileri düşünün, ne kadar yerleri dar, ama o kadar refah içindedirler. Bu birleşme Allah’ın istediği şekilde olursa bu refah tam bir saadeti getirir. Ama eğer bu tabii düzene aykırı birleşme olursa da cehennem olur. Yine içtihadımızı yaparken evrime doğru gidiş olmalıdır. Sadece proje yapmanın yeterli olmadığı, o projeyi uygulayacaklar inandıracak, mekanizmalarını da geliştirmemiş ve o projeleri uygulatacak muallimlerimiz olmalıdır. İşte burada şu yol takip edilecektir.
- İlim adamları içtihat yaparak projeleri oluşturacaklardır. Yani Kur’an’ı bugünkü ihtiyaçlara göre yorumlayacaklardır.
- Din adamları, ilmin ortaya koyduğu projelere halkı inandıracak ve onlara anlatacaktır.
- Siyasiler de bu uygulamayı sağlayarak düzenler kuracaklardır.
- İş adamları bunları organize edip uygulatmaya başlatacaktır.
Zikr, inzar, ittika, rahmet, işte bu dört adımdır. Peygamberler bunu iki mekanizma ile, kitap ve risalet ile sağladılar. Şimdi ise dört iş var ve dört çeşit kurum var. Bunlar Kur’an’ın başka yerlerinde anlatılıyor. Bugün ne oluyor?
Bugün devlet var, kanunlar vardır. Ama bu kanunlar bundan 1000 yıl önceki içtihatlara veya bundan 100 yıl önceki batı kanunlarına dayanmaktadır. Biri zamanı geçtiği için, diğeri de bize yabancı olduğu için sorunları çözmemektedir. Üniversiteleri var, Kur’an kursları var, ama hayattan tecrit edilmiş başka şeyler okuyor ve okutuyorlar.
Diyanet işleri var, görevi halkın dindar olmasını önlemek için gayret sarf ediyor. Tarikatlar ise bin yıl önceki çözümleri tezkir ile meşgul.
Siyasilerimiz var, bürokrasi var, batılıların birer taslağı.