Anadolu'nun, özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun sosyal hayatını ve davranış biçimlerini son birkaç yüzyıl içerisinde en fazla etkileyen kişilerden bahsedildiğinde, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin mutlaka zikredilmesi gerekir.
Temelleri, Buharalı bir Türk olan Bahaüddin Şâh-ı Nakşibend tarafından 14. asırda atılan Nakşibendîliğin "Hâlidiyye" kolunu kuran ve aslen Kuzey Iraklı bir Kürt aileye mensup olan Mevlânâ Hâlid, 1779'da Irak'ın Süleymaniye bölgesinde doğdu ve 1827'de Şam'da vefat etti.
Mevlânâ Hâlid'e göre, kişilerin İslâm'ı içlerine hapsetmemeleri ve dini günlük hayatlarında da yaşamaları gerekirdi. Kitaplarında, meselâ "Şemsü's-Şümûs", yani "Güneşler Güneşi" isimli eserinde bunu anlatmış, talebesine ve halifelerine de bu görüşü hayata geçirmelerini öğretmişti.
O zamana kadar kendi hâlinde bir tarikat olan Nakşibendîlik, Mevlânâ Hâlid'den sonra siyasî bir kimlik kazanınca, devlet Nakşibendîliğe, daha doğrusu Hâlidîliğe ilk tepkiyi İkinci Mahmud döneminde, Hâlid-i Bağdâdî'nin daha sağlığında gösterdi. Mevlânâ Hâlid'in İstanbul'a gelmiş olan halifeleri şehirden çıkartılıp memleketlerine gönderildiler ama bazı devlet adamlarının, meselâ Şeyhülislâm Mekkîzâde Mustafa Âsım Efendi'nin de Hâlid-i Bağdâdî'nin görüşlerini benimsemelerinden sonra, Hâlidîlik hiçbir engele uğramadan yayıldı.
KUZEY IRAK'TAN ANADOLU'YA
İlk yayılma, Sünnî Kürtler arasında oldu. Hâlidîlik, Kuzey Irak'tan Anadolu'nun güneydoğusuna ilerledi ve tarikatin halifelerinin o zamanın payitahtı İstanbul'a yeniden gelmelerinden sonra Anadolu'da ve Rumeli taraflarında da rağbet gördü.
Türkiye'de dinin siyasete de hâkim olması çabasının gerisinde, işte Hâlidî doktrininin İslâmiyet'in günlük hayatta da hâkimiyeti düşüncesi vardır.
Büyük Millet Meclisi'nin 30 Kasım 1925'te çıkarttığı 677 sayılı kanunla tekke ve zaviyeleri kapatmasından sonra, şiddetli bir şekilde izlenen tek tarikat, Nakşîler'in Hâlidî kolu oldu. Zira, Osmanlı zamanından itibaren devletle çatışmaya giren dinî grupların neredeyse tamamı, özellikle de 31 Mart ayaklanmasının önde gelen isimleri ve Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki Şeyh Said ve Dersim ayaklanmaları gibi hareketlerin liderleri, Nakşî yahut Nakşîlikten kaynaklanan diğer kolların mensubuydular.
Nakşıbendîliğin Hâlidiyye kolu, bütün bu denetimlere ve engellemelere rağmen, özellikle 12 Eylül sonrasında siyasî alandaki etkisini daha da artırdı ve sadece siyasetçilere değil, İslâmî sermayeye de hâkim olan en güçlü tarikat hâlini aldı.
NORŞİN VE MEDRESELER
Ama, bu süreçte bir tuhaflık yaşandı:
Kurucusu bir Kürt aşiretinin mensubu olan ve ilk zamanlarda Kürtler arasında yayılan Hâlidîlik, siyasetteki gücünü hissettirip iktidar etkili olmaya başladığı sırada, dinî çevrelerin sosyal kimliklerinde önemli değişiklikler yaşandı. Meselâ, İslam dünyasının en yaygın tarikatlerinden olan, Bağdad taraflarından yayılan ve Ortadoğu'da kabile ve aşiret liderlerinin aynı zamanda "şeyh" olmaları sayesinde geçmişte epey güç kazanan Kadirîliğin, Türkler ve Kürtler arasındaki siyasî etkisi azaldı ve Kadirîlik daha ziyade bir inanç ve kültür sistemi haline geldi.
Buna karşılık, aslen bir Türk tarikati olan ama Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî ile halifelerinin öğretileriyle yeni bir kimlik kazanan Nakşibendîlik ve tarikatin Hâlidî kolu, siyasette tartışılmaz bir güç haline gelirken, Güneydoğu'daki şeyhlerin etkisiyle eski Türk kimliğini kaybetti ama tuhaf bir bir şekilde Kürt değil, Arap etkisine girdi. "Kıt'a Arabistanı çerçevesindeki bir köy İslâmı" şeklinde yaşanan bu değişiklik, şimdi çocuklara verilen isimlerden ezanın okunma tavrına, Kur'an'ın telâffuzuna ve hattâ bazı evlerde duvarlara asılan objelere kadar, İslâmî çevrenin hemen her yerinde görülüyor.
Kürtlerin hayatında Türkler'de olduğu gibi dinin ve buna ilâveten medrese öğretiminin önemli bir yeri vardır ve bu hafta gündeme gelen Norşin, Kürtler'de dinî gelenek bakımından önem taşır. Yer isimlerinin değiştirilmesi konusunun tartışılmaya başlanmasıyla Norşin'in üzerinde önemle durulmasının sebebi, Norşin ve çevresindeki medreselerin Hâlidî geleneğindeki yeridir. Hâlidîlik buralardan yayılmıştır ve "Hâlidî" kavramı bölgede yaygın şekilde kullanılmasa da, "din" ve "amel" gibi kavramlar konuşulduğunda, kastedilen mânâ hep Nakşî-Hâlidî yoludur.
Kürt açılımının hayata geçmesi hâlinde Hâlidîliğin etkisinin daha da artacağından eminim.