Bu açılım Doğu’da oy kazandırır, ama Batı’da kaybettirir” diyorlar.
“Kürt sorununu çözerken bir de Türk sorunu çıkarmayın” diyorlar.
Yanılıyorlar ve yanıltıyorlar.
Kendilerinin gördüğü gerçeklerin “sıradan vatandaş” tarafından görülemeyeceğini düşünüyorlar. Halkın milliyetçi sloganlara tav olacağını ve “bunlar ülkeyi bölecek galiba” diye oy vermekten vazgeçeceğini sanıyorlar.
Oysa Kemalist bir önyargı bu.
Böyle söyleyenler, her şeyden önce, bu toplumu tanımadıklarını göstermiş oluyorlar. İnsanın kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğunu bilemeyeceğini sanıyorlar.
Oysa toplumun ezici çoğunluğu her şeyin farkında... Muhafazakar düşünürler gibi “sağduyu” veya “tecessüm etmiş kolektif bilgelik” mi dersiniz, yoksa basitçe “hayatta kalma ve çocuğunu koruma güdüsü” mü bilmem, ama sonuçta o anlıyor.
Mutfakta soğan doğrarken radyodaki tartışmayı dinleyen ev kadını, aslında kimin ne söylediğini pekala biliyor. Hem de “aydın” denen, resmi eğitimin tornasından geçmiş, adalet duygusu ve muhakeme yeteneği zedelenmiş okumuşlardan çok daha iyi biliyor.
Şiddet ortamı devam ettiği sürece kendi çocuğunun risk altında olduğunu... Yoksulların çocuklarının birbirini kırdığını... Kontör alacak parası olmadığı için eve telefon açamayan sınıfın çocuklarının ölüme çok daha yakın olduğunu biliyor. Asker cenazelerinin hangi semtlerden kalktığını, hangi semtlerden kalkmadığını biliyor. Bu yüzden vatan millet ve bayrak satarak geçinen partilerin propagandasına rağmen, oyunu barıştan ve çözümden yana görünen partiye veriyor. Kısacası açılımı yürüten hükümetin, halktan yana bir kaygı duymasına gerek yok.
İstatistikten anlayan, ama siyaset ve sosyoloji özürlü araştırma şirketleri, yarın yanlış formüle edilmiş yönlendirici anketlerle “halka sorduk, açılımdan rahatsız” diyebilir. Ak Parti içindeki bazı dar kafalı milliyetçiler, kendi korkularını o şirketler marifetiyle halkın korkusuymuş gibi yansıtıp Erdoğan’ı caydırmaya çalışabilirler. Son yerel seçimleri doğru okuyamayanlar da oy düşüşünü TRT Şeş’e bağlayarak, yanlış analizleriyle bir yandan çözüm iradesini törpülerken, diğer yandan partideki gerçek sorunların görülmesini geciktirebilirler.
Ama bütün bunların yanlışlığını görmek ve halkın öyle kolay dolduruşa gelmediğini göstermek için Hükümet şu gerçeği hatırlamalı: Şimdiye kadar kendisine ısrarla oy veren ve içinden geçtiğimiz bütün badirelere rağmen onu tek başına iktidara taşıyan da aynı toplum değil miydi? O zaman görenlerin şimdi görmemeye başladıklarını düşünmek için bir neden var mı?
Ruşen Çakır’ın dediği gibi, “1980 sonrasında birçok siyasi parti iktidarda yer aldı, fakat bunların hemen hepsi Kürt Sorununu çözemedikleri için kaybetti, hatta bazıları ortadan kayboldu”.
Kürt Açılımı ile ilgili olarak korkmamız gereken pek çok şey var, ama neyse ki bunlar arasında halk yok...
Seçildiğine Sevinemedim
Köksal Toptan iyi bir tercih değildi. Mehmet Ali Şahin de değil.
Burhan Kuzu olabilirdi; ya da başka bir isim, ama O değil.
Görünen o ki Ak Parti, Meclis Başkanlığı görevinin önemini küçümsüyor. Bu ikidir, demokrasi adına elini taşın altına koyamayacak, adaleti her an denge politikasına kurban edebilecek kişileri tercih ediyor.
Ben M. Ali Şahin’i demokrasi tarihine altın harflerle kazınacak herhangi bir söz veya tutumuyla hatırlamıyorum. Ama onu başka söz ve tutumlarıyla hatırlıyorum.
PKK tarafından serbest bırakılan askerlerden söz ederken “kurtulduklarına sevinemedim” demesiyle...
Kanal D’nin linç kampanyasına telefonla katılıp İLKAV hakkında açtırdığı davayla...
Ve bir de, Ak Parti’ye oy vermeyecek seçmenlere yönelik “hizmet” uyarısıyla.
İşte bu yüzden seçildiğine sevinemedim...