28.07.2009
YİNE ameliyat olacağım...
Yine koldan...
Ama söz veriyorum:
Bu kez, artık bana bile daral getiren “kırık kol” hikayesinin ikinci bölümü gerçekleşmeyecek.
Yani...
Kanat kardeşime selam olsun, “The Kol 2” adlı bir devam filmi çekilmeyecek.
* * *
Rabbime sordum:
“Okmeydanı Florance Nightingale Hastanesi” dedi.
İstihareye yattım...
Ak sakallı, yeşil sarıklı bir ulu zat, Agah Hun sesiyle “Evladım, kendini Ayancıklı bir Türk hekimine emanet et” dedi.
Ben de...
Kendimi Prof. Azmi Hamzaoğlu'na emanet etmeye karar verdim.
* * *
Siz bu satırları okurken narkozun etkisiyle uyuyor olacağım.
Ameliyat masası tekin değildir:
Yatarsın kalkamazsın, kalkarsın yatamazsın.
Bu nedenle...
Lütfen hakkınızı helal edin...
İncittiklerimden de, kırdıklarımdan da, laf soktuklarımdan da, kural ihlali yaptıklarımdan da, sevdiklerimden de, sevmediklerimden de helallik istiyorum...
Eğer varsa...
Benden yana olan hakları helal olsun...
* * *
Bu arada herkes müsterih olsun...
Bu sefer “Geçmiş olsun diyenlere teşekkür listesi” türünden çiğliklere bulaşmayacağım...
Hele “Beni aramayanlar listesi” yapıp çetele tutarak sonradan utanmama vesile olacak işlere asla girişmeyeceğim...
Mümkün olduğunca...
“Sessizce” geçirmek istiyorum bu aşamayı...
Allah nasip ederse yine kavuşuruz.
Kalın sağlıcakla...
Yorum:
Hangi doktora gideceğim?
Aylar önce eski bakanımız Kemal Unakıtan bir kalp sorunu yaşadı. Kalp ameliyatına karar verildi ve ameliyat için ABD’de Cleveland’da bir merkezi tercih etti ve orada ameliyat oldu. Bir devlet adamının Türkiye’de rahatlıkla yapılacak olan bir ameliyat için ABD’ye gitmesi tepkilere sebep oldu. Eşi Ahsen Unakıtan ise gerekçesini şöyle açıkladı: “Rabbime sordum, Cleveland dedi.” Ahmet Hakan’da bu yazısında aynı cümleyi kullanarak dalga geçmektedir.
İnsanlar için hastalandığı zaman hangi doktora gideceğini veya ne yapacağını bilmek çok önemli bir sorundur.
Günümüzde bu sorunu çözmek için insanımız değişik yöntemler uygulamaktadır. Uygulanacak yöntem kişinin sosyoekonomik ve kültürel durumuna göre değişmektedir. Eğer çok fazla bilgi sahibi değilseniz ve sağlık konusuna ilgi duymuyorsanız çevrenize sorarsınız ya da ilk hastaneye gidersiniz. Biraz daha bilgili olanlar ise araştırırlar. Hangi konuda hangi hekim iyi diye derin bir soruşturma yapabilirler.
Ancak ne olursa olsun siz hekim değilseniz doğru hekimi bulamazsınız. Ancak sizin adınıza bir hekim sizin teşhisten tedaviye kadar olan sürecinizi doğru bir şekilde takip edebilir ve yönlendirebilir. Aksi durumlarda doğru yaptığınızı zannedersiniz ama başınıza her tür sıkıntı gelebileceğini bilmeniz gerekir.
Bazı örnekler üzerinden gidecek olursak:
Örnek 1: Hasta A, nefes darlığı şikâyeti çekmektedir. Komşusu ona, kendisinin de nefesinin daraldığını, doktor doktor gezdikten sonra kalp yetmezliği tanısı konduğunu, boş yere uğraşmamasını, kardiyoloji bölümüne gitmesini önermiştir. Hasta A da bu tavsiyeye uyarak kardiyolojiye gitmiştir. Kardiyolojide yapılan muayene, ekokardiyografi, eforlu EKG işlemlerinden sonra nefes darlığının kalp problemine bağlı olmadığı bulunmuş, akciğer problemi olabileceği söylenerek göğüs hastalıkları polikliniğine başvurması önerilmiştir. Hasta A da göğüs hastalıkları polikliniğine başvurmuş, orada yapılan muayene, akciğer grafisi ve solunum fonksiyon testleri sonrasında problemin akciğer kaynaklı olmadığı saptanmış, dâhiliye polikliniğine başvurması önerilmiştir. Dâhiliye polikliniğinde yapılan tetkikler sonrasında hastada anemi yani kansızlık tespit edilmiş ve tedavi edildikten sonra şikâyeti düzelmiştir.
Örnek 2: Hasta B, bayılma şikâyeti yaşamaktadır. Yapılan birçok inceleme sonrasında beyinde bir kitle saptanmış ve ameliyat edilmesi gerektiği söylenmiştir. Hasta B nin ekonomik durumu gayet iyidir. Herhangi bir hastaneye gidip sıradan bir uzman doktora ameliyat olmak istememektedir. Bunun için derin araştırmalardan sonra bu tür ameliyatlarda çok meşhur olan, televizyon programlarında da boy gösteren bir profesör bulmuştur. Bu profesöre yüklü miktarda bir ödeme yaptıktan sonra ameliyat gününü almıştır. Artık içi rahattır. Çünkü bu işi en iyi yapan doktora kendisini emanet etmiştir. Ameliyat günü profesör hastamızın odasına gelmiş, meraklanmamasını, bu işi çok başarılı bir şekilde sonlandıracağını söyleyerek ameliyathaneye gitmiştir. Hasta ameliyata alınmıştır ve ameliyatı çok meşhur profesörümüz değil, yanında getirdiği bir uzman doktor yapmıştır. Bu uzman doktor gerçekten el beceresi yüksek ve işi kaliteli olarak yapan bir doktordur. Ancak reklamı yapılan o değildir. Reklamı yapılarak meşhur edilen profesör aldığı paranın yaklaşık onda biri veya yirmide birini bu doktora vermektedir. Eğer bu doktor bu parayı beğenmezse yerine başka bir uzman doktor bulacaktır nasıl olsa. Çünkü hastalar profesöre gelmektedir. Ama ameliyatı profesörlük unvanı değil, eller yapmaktadır.
Yukarıdaki örneklerde gördüğünüz gibi siz ne kadar bilgili olursanız olun asla bir hekim kadar olayın bilincinde olmazsınız. Ya yanılırsınız ya da aldatılırsınız ya da şansınıza doğru hekimi bulur ve tedavinizi olursunuz.
Bugünkü sağlık sistemi çökmeye mahkûmdur.
İslamiyet’in ilk dönemlerinden Osmanlının son dönemlerine kadar hekimlik bir vakıf işi idi. Ticaret gözü ile bakılmazdı. İnsanların sağlığı ticaretin konusu yapılamazdı. Şifahaneler vakıf olarak kurulurdu ve bunların yanına da o şifahaneye gelir getirecek yerler yapılırdı. İnsanlara da bu vakıflara bağışlar yapar ve hasta insanların tedavisi buralardan yapılır, hayır müessesesi olarak görülürdü. İnsan olmanız tedavi hakkınız için yeterliydi. Ama acı kapitalizmin tüm dünyayı saran etkisi sağlık olayını tamamen ticari hale getirdi. Artık insan olmanız değil, paranız tedavi hakkını getirmeye başladı.
AK Parti hükümeti göreve geldikten sonra sağlık sorununun çözümü için birçok değişiklik yaptı. Adına da “Sağlıkta dönüşüm projesi” dediler. Bütün devlete ait hastaneleri Sağlık Bakanlığı bünyesinde topladılar. Özel hastaneleri sisteme dâhil ettiler. Üç sosyal güvenlik kuruluşunu SGK adıyla birleştirdiler. Sorun, bu yapılanların yanlış olmasında değildi. Sorun, sistemin kendi içinde denge kuracak özellikte olmamasındaydı. Yine bunu örneklerle anlatacak olursak:
Örnek 3: Hasta C, aşırı derecede su içme ve çok idrara çıkma şikâyeti ile doktora gider. Doktor yapılan tetkikler sonrasında diyabet (şeker hastalığı) tanısını koyar. Hastanın diyet ve ilaç tedavisini başlar. 15 gün sonra kontrole çağırır. 10 gün içinde kontrole çağırırsa SGK’ya bu ikinci geliş muayene olarak fatura edilemeyecektir, 15 gün sonra çağırırsa fatura edilebilecektir. Hasta 15 gün sonra gelir, yapılan tetkikler sonrası ilaç dozları ayarlanır ve 15 gün sonra tekrar çağrılır. Daha sonra hasta hemen hemen her ay hastaneye çağrılır ve hasta durumdan memnundur. Çünkü sürekli olarak takip altındadır. Hekim de memnundur. Hasta sayısı düşmemekte, gelirini koruyabilmektedir. SGK memnun değildir. Çünkü hasta her geldiğinde para SGK’dan çıkmaktadır. İşte dengesizlik buradadır. Oysaki hekimin yapması gereken hastaya eğitim vermek, şekerini ölçmesini öğretmek, hastaneye geliş sıklığını azaltarak kendi kendine en doğru şekilde takip etmesini sağlamaktır. Ama bu durum hekimin aleyhinedir. Bütün hekimler böyle yapar demek istemiyorum ama bilinçaltı hekimleri ister istemez buna itecektir.
Örnek 4: Hasta D, gözünün iyi görmemesi nedeniyle bir hastanenin göz polikliniğine başvurur. Yapılan muayenesinde katarakt olduğu söylenen hastaya ameliyat önerilir. Hasta başka bir göz doktoruna daha başvurur, görme bozukluğunun katarakttan değil, kırma kusurundan olduğu söylenir. Verilen gözlükle şikâyeti geçer. Geçen seneki istatistiklerde SGK yapılan işlemlere göre ödediği paraları en çoktan en aza doğru sıraladığında birinci sırada katarakt ameliyatları yer almaktadır. Bu durum bütün hekimleri elbette kapsamamaktadır, ancak görünen bir gerçek vardır ortada.
Sağlıkta Dönüşüm Projesi uygulaması sırasında önemli bir sorun ortaya çıktı. Özel hastanelerin ve tıp merkezlerinin sayısı bu dönem içinde hızla artarken daha önce Devlet Hastanelerinde çalışan hekimler birer birer istifa edip özel hastanelere geçmeye başlamasıyla birden bire Sağlık Bakanlığı hekim bulma zorluğu çekmeye başladı. Bunu nasıl önlemeliydi? Hemen kanun yapma silahını kullandı ve özel hastanelere kadro sınırlaması getirdi. Düşünün ki bir fabrikanız var, elinizde 100 işçi var, mallarınıza talep var. Üretimi artırmak istiyorsunuz. Devlet size “Hayır senin kadron 100 kişi, daha fazla işçi çalıştıramazsın, çalıştırırsan benim fabrikamdaki mallar satılmayacak, benim işçilerim sana geçecek.” diyor. Elindeki gücü kullanarak sizi baltalıyor. Aynı durumu özel hastanelere yaptılar ve saçma sapan bir durum meydana geldi. Yine Sağlık Bakanlığı doktorların özel hastaneye gitmesine engel olmak için şunu düşündü: “Ben özel hastanelerin gelirini azaltırsam doktorlara az para verirler ve özel hastanelerin cazibesi kalmaz. Ben doktor bulmakta zorlanmam.” Bunun içi özel hastaneler SGK’nın yapılan işlemler için kendilerine verdiği paradan % 30’undan fazlasını hastadan alamaz dediler. Böylece özel hastanelerin gelirleri düşecek, doktora az para vereceklerdi, doktorlar Devlet Hastanesini tercih edecekti. Diğer taraftan ise buna kılıf bulundu: “Ben vatandaşımı ezdirtmem.” Ancak bu etki iki tepkiye neden oldu. Birincisi hastanelerin bir kısmı % 30 sınırlamasını deldi. Çünkü bu sınırlamaya uyunca hastaneyi kapatması gerekiyordu. Çünkü Devlet hastanelerine verilen para özel hastaneye de veriliyor ama devlet hastanesi doktora, hemşireye, personele maaşı buradan vermiyordu. Kirayı vermiyordu, vergi ödemiyordu. Özel hastanelerin, özellikle büyüklerinin buna uyması imkânsızdı. Diğer taraftan özellikle Anadolu’daki hastaneler buna uyabildiler. Bu durum beraberinde başka bir sorunu getirdi: Özel hastaneye giden hasta sayısı arttı. Hasta sayısı artınca SGK’nın ödediği para arttı. Bu sefer ne yapacaklarını düşündüler. Sonuçta yine yama üstüne yama yaptılar. Hastalar özel hastaneye veya polikliniğe gidince SGK’ya 10 TL para ödeyecekti. Devlet Hastanesine gidince 3 TL ödeyecekler, Sağlık Ocağında ödemeyeceklerdi. Bu tedbir özel hastaneye giden hasta sayısını hızla düşürdü. Yani Devlet diyordu ki, ben vatandaşımı ezdirmem, özel hastaneler onlardan fazla para alamaz, % 30’dan fazla alamaz, ammaaa ben devlet babayım, ben alırım. Daha sonra Danıştay tarafından iptal edilen bu uygulama da sonuç vermedi.
Giderek artan sağlık gideri 5-6 milyar TL’den 5-6 sene içinde 25 Milyar TL’ye çıkmıştı ve seneye bu rakamın 32 Milyar TL olacağı görülüyordu.
İnsanların aklına bu durumda çeşitli sorular gelebilir. SGK’nın kontrol mekanizması yok mu? Gereğinden fazla mı fatura ödüyor? SGK boş durur mu? Bunun için Web üzerinden çalışan Medula adı verilen bir sistem ve bu sistem üzerinden faturaları ve yapılan işlemleri kontrol eden bir hekim ordusu çalıştırır. Ancak burada yine denge dışı bir unsur vardır. Kontrol edeni kim kontrol edecek? Diğer sorun ise, kontrolü yapan hekim hastayı görmemektedir, bu nedenle hekimin yazdığı notlar üzerinden kesintiye karar verir. Buradaki sıkıntıyı yine örneklerle açıklayalım.
Örnek 5: Hasta E, bir özel hastaneye kalp problemi nedeniyle başvurmuş, yapılan anjiyografide 3 damar tıkanıklığı saptanmış ve By-Pass kararı verilmiştir. Hastaya başarılı bir şekilde 3 damar By-Pass yapılmış ancak ameliyat raporunda LIMA adlı damar kullanıldı yazacağına RIMA adlı damar kullanıldı yazılmıştır. Zaten açık yakalamanın başka yolu olmadığı için SGK’da denetleyen doktor bu ameliyatın parasının ödenmemesine karar vermiştir. Doktorun emeği, hastanenin masrafları boşa gitmiştir. İtiraz ederse belki haklı çıkacaktır. Ancak itiraz edince Hastanenin o ay alacağı para bloklanmakta ve geciken para nedeniyle hastane çok büyük sıkıntıya gireceğinden genellikle bu durumlarda itiraz edilememektedir.
Örnek 6: Hasta F içinde bir özel hastanede By-Pass kararı verilmiştir. Ancak bu hastane daha önceden çok basit hatalar yüzünden yaptığı ameliyatların parasını alamadığından canı yanmıştır ve her ameliyat için önceden kesinti yapılmamış bir şablon ameliyat notu oluşturmuştur. Her ameliyata aynı şablonu kesip yapıştırmaktadır ve SGK’daki hekim bu ameliyat için kesinti yapamamaktadır. Hastanenin bilgi-işlem sisteminde ise iki kayıt tutulmaktadır: birincisi hastanın gerçek ameliyat notu, diğeri kesinti yapılmaması için yapıştırılan standart ameliyat notu.
Bu örneklerde gördüğünüz gibi kontrol sistemi hiç de sağlıklı değildir. Son günlerde yapılan bir operasyon sonrasında SGK’da kontrolör olan bir hekim, tıbbi malzeme firması ve hastanelerdeki hekimlerle beraber çok pahalı malzemeleri hastalara kullanan bir şebekenin üyesi olarak yargılanmaktadır. Hastaya tıbbi malzeme kullanılmakta, SGK’daki kontrolör hekim buna onay vermekte ve SGK korkunç yüklü miktarda paralar ödemektedir. Yani şu sorun ortaya çıkmaktadır: kontrol edeni kim kontrol edecek?
Bugün “Sağlıkta Dönüşüm Projesi” adı verilen proje çökecek ve uygulanamaz hale gelecektir. Bu durum gün gibi aşikârdır. Dengesiz bütün sistemler çöker.
Birinin ağlaması birini güldürürse bu işte bir yanlışlık var demektir. Birinin hastalanması, hasta sayısının artması, sağlıksız bir toplum oluşması sağlık sektöründe çalışanların yüzünü güldürürse ki bugünkü sistem bunun üzerine kuruludur, sistem çökecek demektir.
Bu durumda nasıl bir sistem olmalıdır ki hem insanlar hastalanmasın hem de insanlar hastalanmadan iyi hekimler daha çok kazansız, kötü hekimler daha az kazansın, insanlar gereksiz yere ameliyat edilmesin, oyalanmasın, burada sayamayacağımız daha yüzlerce soruna çözüm olsun.
Adil Düzen’de genel hizmetlerin konusu olan sağlık genel hizmeti Devlet tarafından doktorlardan alınan bir hizmettir. Hastalar bu hizmete para ödemezler. Sağlığa genel hizmetlerden ayrılan bir pay vardır.
Her insan kendine bir aile hekimi seçer. Bu hekim pratisyen veya aile hekimidir. Dikkat edilmesi gereken şudur ki, her hasta bir hekim seçmez, her insan bir hekim seçer. Her aile hekiminin de her uzmanlık için bir uzman hekimi vardır. Her uzman hekimin de her üst uzmanlık için bir üst uzman hekimi vardır.
Kişi kendi hekimini seçer, her an hekimini değiştirebilir, hekimde hastasını bırakabilir. İki taraflı rızaya dayanır. Sağlık için gelen genel hizmet payı hekimlere kişileri (hastaları değil) oranında verilir. Yani 100 kişisi olan bir aile hekimi, 50 kişisi olan bir aile hekiminin iki, katı para alır. Her uzman hekim de kendine bağlı olan aile hekimi sayısına orantılı olarak parasını alır. Kişi hastalansın hastalanmasın fark etmez, hekim parasını alır. Yani hastanın hastalıktan korunmasını sağladığı ve onu eğittiği sürece daha az yorulur ve hastayı da memnun ederek daha rahat para kazanır. Uzman hekimler de isterler ki, kendilerine bağlı olan aile hekimlerine öğretelim, mümkün olduğunda bana hastayı göndermeden sorun orada çözülsün. Böylece karşılıklı faydalanma ve bilgilenme ortaya çıkar. Hastalar kendi sorunlarının çözümü için hekim aramazlar, onlar adına karar veren ve onlar için en iyi yöntemi araştıran bir hekimleri vardır. Onların her durumunu iyi bildiği için yanılma payı da azalmaktadır. Sonuçta hekim hastayı memnun etmeli, ama gereksiz yere işlem yapmamalıdır. Yaptığı sürece zararına olur. Böylece denge sağlanmış olur. Kontrolörler insanların ve hekimlerin kendileridir. Bunun için korkunç paralar harcanan kontrol bürokrasisi de ortadan kalkar. Bu sistemin ayrıntıları “Adil Düzende Genel Hizmetler: Sağlık” başlığı altında seminerler içerisinde anlatılmıştır. Burada uzun uzun bahsetmeyeceğim.
Allah hepimize sağlıklı yaşamlar versin.