04.08.2009
Türkiye sorunlarına en kolay çözüm bulan ama onun kangren haline gelmesini engelleyemeyen bir ülke görünümünde. Yöneticiler bir yelkenlinin dümeninde, uygun rüzgarlara göre gidiyor gibiler. Bugünlerde rüzgar demokrasi yönünde esiyor ve o istikamette yol alıyoruz.
Geçmişte başka rüzgarlara göre yelken açmıştık. Dünyayı tehdit eden komünizme karşı mücadele verdik ve onun içerdeki uzantılarını etkisiz hale getirdik. Bazen seçilmişlerin demokrasiye ihanet ettiklerini görüp onları demokrasi çizgisine çektik. Bazen demokrasi bize bol geldi vücudumuza uyan giysiler bulduk. Dünyada neler olup bittiğini anlamaya çalışmak ve ona göre bir politika belirlemeyi yanlış saydık. Biz idealler uğruna mücadele veriyorduk ve kutsal bir hedef olmadan kılımızı kıpırdatmazdık. Müslüman olduğumuzu anlayıp onun uğruna mücadele ederken bunun uluslararası bir anlamı olup olmadığını, bazı çevrelerin estirdiği bir rüzgar olabileceği ihtimalini düşünmedik.
Bunları söylerken ciddi bir rahatsızlık duyuyorum. Demokrasiyi ya da halkın dini duygularını önemsemediğim sonucuna varılabilir ve bu gerçek niyetimin tam tersi olur.
Türkiye için iki modelden söz edilebilir: Birincisi demokrasinin bütün sorunları çözeceğine inanırsak, ekonomiyi kendi haline bırakır ve iç dinamikleriyle hareket etmesine izin verirsek, dış politikada herkese iyi niyetle yaklaşır ve adil davranırsak ideal bir yönetime kavuşmuş oluruz.
İkinci model dünyanın başıboş olmadığını, onu yöneten devlet ya da devlet dışı aktörlerin olduğunu ve onların projelerinin herkes gibi bizi de etkileyeceğini kabul edip, gücümüz ölçüsünde, rol alabileceğimizi kabul ederiz. Devletin özgürlükleri engellediği, ekonomik gelişmelerin frenleyicisi olduğunu reddedip güçlü ama faziletli bir devlet yapısının hem özgürlüklerimizin hem de refahımızın gereği olduğunu düşünürüz. Genel bakışımız bu olmakla birlikte bununla yetinmenin anlamsız olduğunu. Dünyada neyin olup bittiğini anlayıp buna göre politikalar belirlemek gerekir. Burada en önemli sorun önceden kabul ettiğimiz genel çerçeve ile yeni şartların uyumsuz olmasıdır. Mesela biz dini kimliğimize büyük önem verirken bir güç odağı Müslüman teröristler yaratmışsa bir ikilemle karşı karşıya kalırız. Demokrasimizi güçlendirirken bunu kullanarak istikrarımızı bozmak isteyen güçlerin ülke içinde örgütlendiğini görürsek demokrasiyi nasıl koruyacağımızı bilmek zorundayız. Yani demokrasiden vazgeçmek ve totaliter bir yönetime razı olmak yerine bu hareketi engelleyebilmeliyiz. Yani 11 Eylül’e kadar süren anarşiyi 12 Eylül darbesiyle değil demokratik düzen içinde etkisiz hale getirebilmeliyiz.
İnsanların olumlu şeyleri kendilerinin yaptığına olumsuzlukların ise başkalarının eseri olduğuna inanmak gibi bir huyları vardır. Bugün darbe teşebbüslerinin neden akim kaldığı ve olayın mahkemeye taşındığı objektif olarak değerlendirilmeli ve bu sonuçta diğer iç ve dış aktörlerin rolü araştırılmalıdır. Önümüzdeki günlerin Türkiye’si rüzgarın yön verdiği bir yelkenli değil yönünü belirleyen ve oraya giden bir gemi olmalıdır.
Yazının özeti:
Rüzgar demokrasiden yana. Yalnız demokrasi yetmez. Demokrasisiz devlet de yetmez. Rüzgara göre rota ayarlanır.
Yorumun Özeti:
Demokrasi ile devlet dengede tutulmalıdır. Devleti ordu koruyacaktır. Demokrasiyi siyasi partiler yaşatacaktır. Asker olan devlet başkanı dengeyi sağlayacaktır.
Yorum:
Ülkeyi yönetirken hukuk düzeni içinde yönetmelisiniz. Yönetemediğiniz zaman sıkıyönetim ilan edip askeri metotlarla kurtarmalısınız. Dışa karşı hukuk düzeni yeterli değildir. Karşı taraf hukuk düzenine uymuyorsa askeri metotlarla karşı koymalıyız. Sayın Kaynak çözümün ne olduğunu söylüyor. Ama çözümün nasıl olduğunu söyleyemiyor. Biz tanımlayalım.
Askeri yönetim ile hukuk yönetimi birbirinden kesin çizgilerle ayrılmalıdır. Askeri yönetim dışa karşı ve haklı olduğu esası içinde savunma yapacaktır. Hukuk düzeni ise haklıyı kuvvetli kılan düzendir. Yurt içinde kesin olarak uygulanmalıdır. Askerler sivillerin işlerine karışmamalıdır, siviller de askerlerin işlerine karışmamalıdır. Asker olan bir cumhurbaşkanı asker-sivil arsındaki dengeyi korumalıdır. Ordular, başbakan değil doğrudan doğruya cumhurbaşkanına bağlanmalıdırlar. Genel Kurmay başkanı Başkomutan değil Genelkurmay olmalıdır. İç güvenlik iller tarafından sağlanmalı ordu iç güvenliğe karışmamalıdır. Yalnız demokrasiyi savunmak, yalnız devleti savunmak veya ikisinin dengede olması gerekir demek yeterli değildir. Mekanizma ortaya konulup tartışılmalıdır.