Tadında bırakabiliriz
Genç yaşında düştüğü cezaevlerinde 30 yılını geçirdikten sonra bayağı yaşlanarak özgür hayata geçiş yapan birinden insan en azından ne bekliyor? Pişmanlık, değil mi? Mehmet Ali Ağca'dan en az alınan duygu o: Pişmanlık... Hâlâ o bildik söylemini sürdürüyor ve bir 'mesih' gibi, evrenin sırlarını zihninde taşıyormuş gibi davranıyor. Sadece kendi halkına yapmıyor bu muameleyi, görüş ve duygularını aktarmak için bir başka dili tercih ettiğine bakılırsa, bütün dünyayı muhatabı sayıyor.
Oysa sıradan bir tetikçi o. İtalya'da St. Pierre Meydanı'nda, dininin müntesipleriyle selâmlaşan Papa'yı öldürmeye kalkışmış biri... Bir dönemin önemli gazetecilerinden Abdi İpekçi'nin hayatına kast eden grubun bir üyesi...
Evrenin sırlarını bildiği iddiası bir yana, Mehmet Ali Ağca'nın kendisini İtalya'ya, St. Pierre Meydanı'na kimlerin götürdüğünü, eline tutuşturdukları silâhı hangi örgütün tedarik ettiğini, kalkıştığı eylemin kimin planı olduğunu bildiği bile kuşkulu. Mahkeme safahatı sırasında, cezaevindeyken verdiği mülâkatlarda, dışarıya ulaştırdığı mesajlarda hep bir öncekiyle çelişen bilgiler sundu Ağca; aklına gelen son senaryoyu 'gerçek' sayarak...
'Kozmik' bir kişilik olduğu kesin de, kozmik bilgilere sahip olduğu o kadar kesin değil. Abdi İpekçi suikastı sonrası tıkıldığı cezaevinden kendisini 'kozmik oda' mensuplarının kaçırdığı bugün daha iyi görülebiliyor. Eline verilen pasaportlarla dünyayı dolaştı dolaşmasına, ancak gittiği her yerde el ve ayak izlerini bıraktı. Kozmik görevini hiçbir iz bırakmadan tamamlayanların gözünde bile 'acemi' biri o.
Yaşlı, yorgun ve hesapçı bir eski kozmik tetikçi işte...
Cezaevindeki son günlerini tanınmışlığını sürdürme hesapları yaparak geçirdiği anlaşılıyor: Çıkar çıkmaz ilk mesajı ne olacak? Nerede kalacak, kimlere mülâkat verecek? Basınla nasıl karşı karşıya gelecek? Tezgâhta belki de bir kitap?
Etrafında ya akıllı insan yok, ya da kendisini akla kapatmış... Aksi halde cezaevinden çıkar çıkmaz kendisini unutturmaya çalışır, bundan sonraki günlerini toplumda açtığı travmaların pişmanlığıyla geçirirdi. Öyle bir niyeti yok Ağca'nın, bundan böyle şöhretinin keyfini çıkarmanın derdinde.
Tahliye günü karşılaştığı medya ilgisi hesaplarına fazlasıyla uygundu.
Ülkemizdeki medya düzeni Ağca tipi şöhretlerin popülerliği üzerine oturuyor; gerçeğini bulamazsa sahtesini kendisi çıkartan bir düzen bu ve eline bir 'gerçek' şöhret geçince suyunu çıkarmadan bırakmıyor. Mehmet Ali Ağca 'gerçek' bir şöhret, medyanın ilgisiz kalamayacağı kadar gerçek hem de... Cezaevi önünden otele girene kadar yaşananlar medya düzeninin özelliklerini bütünüyle yansıtıyor.
Bu defa işi tadında bırakmak şart. Ağca'nın cezaevinde 30 yıldır pişirdiği planları hayata geçirmesine ve kendisini çok şey bilen biri, bir tür bilge kişi haline dönüştürmesine, ya da bir tetikçiyi örnek bir kişilik gibi sunmasına müsaade edilmemeli.
Daha önce benzeri olaylarda yapılana benzer bir hata, Ağca gibi bir 'manipülatör' elinde sadece vahim bir olaya değil, tehlikeli bir silâha da dönüşebilir.
İçinde yer aldığı iki olayda fotoğrafın bütününü görmekten âciz, 'milliyetçi' geçindiği halde 'uluslararası' tezgâhların piyonu olabilmiş ve bu durumunun bugün bile farkına varamayan birinden öğrenebileceğimiz ne olabilir ki? Para ödeyerek veya bedava? Hiçbir şey...
En iyisi tadında bırakmayı denemek...
Fehmi Koru/f.koru@yenisafak.com.tr/20 Ocak 2010 Çarşamba
Yorum: Konumuz/konuğumuz Mehmet Ali Ağca. Ondan daha fazla ilgi çekecek bir isim var aslında, fakat kendisi artık hayatta değil: Abdullah Çatlı. Veya Yeşil.
Popüler kültür hayatı bir televizyon dizisi formatında sunuyor, ve paket program halindeki bir hayat da çekici geliyor. İnsanlar bir taraftan gerçek hayata yabancılaşırken diğer taraftan suni gündemlerin takipçisi haline geliyorlar. Kurtlar vadisi dizisinde rol alan bir oyuncu bir televizyon programında insanların kafasına nasıl soğukkanlılıkla sıktığını anlatıp reyting toplamıştı. Devamında hukuki boyut gündeme gelince gördük kişi sıkılan baş başka yönlere çark ediyor hemen. İzlemesi, rol kesmesi güzel ama gerçek boyutu korkutucu.
Evet Ağca’yı dinlemek, izlemek, tartışmak cezp edici. Ülkeyi kurtarma sohbetlerinde çerez niyetine iyi gider. Ve evet, herkes biliyor bütün bu emeğin boş, bomboş olduğunu. Fakat diğer taraftan asıl gündem maddeleri üzerine yoğunlaşmak niyeti de yok ortada. Bugün tartışmalarımızın temel konusu yok. Konusu, süresi, tarafları, ilkeleri, usülleri ortada olmayan bir konuşma eylemi de elbette geyikler vadisinde sonuçlanacaktır.
Tadında bırakmak mı? Sanırım tadına varmadan bırakmayacağız…