16.01.2010
Dün biraz öyle oldu. Söze “referandum”la başladık, aslında bir başka yazıda ele almayı düşündüğümüz şu “sivil darbe” tartışmasına değinerek bitirdik.
Oysa Başbakan Tayyip Erdoğan'ın dünkü gazetelerde çıkan sözlerine göre artık “alışmamız gereken” referandum, kendi başına önemli bir kavram ve kurum.
Önce belirtelim:
Referandum ilk bakışta “doğrudan demokrasi”nin en basit ve en iyi araçlarından biri olarak görünür. O nedenle “kestirme” çözüm yollarına yatkın siyasi liderler, önlerindeki engelleri aşmak için referanduma başvurmayı severler.
Tehlikelidir, çünkü kötü niyetli iktidar sahipleri en karanlık projelerini “halkın rızası” zeminine oturtup meşrulaştırmak için “referandumu” kullanırlar.
Tehlikelidir, çünkü “referandum” popülist politikaların kabul ettirilmesine çok uygundur.
Oysa -tam aksini çoğu kez kendisi yapsa da- bizzat Tayyip Erdoğan'ın da sayısız defa ifade ettiği gibi politikada “popülizm”, sistemi dejenere eden en zararlı yaklaşımların başında gelir.
Tehlikelidir çünkü nasıl her konuda yasa yapamazsanız, her konuda “referandum”a da başvuramazsınız. Bunun somut ve doğru örneklerinden birini Başbakan Tayyip Erdoğan, geçen ay İsviçre'de başvurulan “referandum” vesilesiyle dile getirmişti.
Anımsanacağı gibi o referandumda, “İsviçre'de yapılacak (açılacak) camilere minare yapılması yasaklansın mı?” konusu halka götürülmüş ve “yasaklansın” diyenler kazanmıştı. Başbakan Erdoğan da bunun üzerin -konuyu saptırarak- “Temel insan haklarının ve dini inançların referandum konusu olamayacağını” söylemişti.
Saptırdı, dedik çünkü orada ne temel insan hakkı oylanıyordu ne de dini inançlara sınırlama konuyordu.
Tamam, yapılan yanlıştı ama oylanan “minare yasaklansın mı, yasaklanmasın mı?” gibi şekilsel bir olaydı.
Konuya dönersek, “referandum”un asıl “yeterince gelişmemiş” demokrasilerle, demokrasinin yüzünü bile görmemiş ülkelerde daha tehlikeli bir araç/silah haline geldiğini söylemek zorundayız.
Bakın, gelmiş geçmiş en tehlikeli diktatörlerin projelerini halka “referandum” yoluyla yutturduğunu göreceksiniz.
O nedenle referanduma “alışmak”tan iyisi ona “alışmamak”tır.
Yorum:
Alışmayalım Ama…
Oktay Ekşi’nin yazılarını yorumlamak zordur. Çünkü yazılarında genelde içi dolu düşünceler bulmak epeyce uzun sürer. Yalnız bu haftaki yazısı öyle değil. Referanduma alışmamak üzerine yazmış…
Referandum; genellikle anayasa değişikliği, yasaların kabulü veya çok önemli konularda halkın iradesini belirlemek için yapılan oylamadır. Referandumda halkın iradesi idareye direk yansımaktadır ve doğrudan demokrasi için güzel bir örnek midir tartışılır. Türkiye'de az uygulanan referandum, gelişmiş ülkelerde sık sık uygulanır.
Doğrudan demokrasinin fiilen uygulanması konusunda çekilen zorluklar sebebiyle referandum sistemi uygulamaya geçilmiştir. Kimisine göre de bu sistemin de mahzurlarını gidermek ve doğrudan demokrasi sistemine yaklaşmak için, yarı doğrudan demokrasi sistemine gidilir. Referandum bunlardan birisidir. Ama bana göre bu ‘’çoğunlukçu demokrasi’’ şeklidir ve uygulanması çoğu yerde yanlıştır. Buna bir örnek de İsviçre’de yapılan referandum sonucunda, cami minarelerinin yasaklanmasıdır.
Çoğunlukçu demokrasi çoğunluğun kararlarının uygulandığı ve bu kararların mutlak olduğu demokrasi çeşididir. Yasalar, azınlık hakları, kuvvetler ayrılığı gibi etmenler çoğulcu demokraside alınan kararları sınırlandırırken çoğunlukçu demokraside, çoğunluğun aldığı kararlar sınırsız ve mutlaktır.
Çoğulcu demokrasi ise; çoğunluğun mutlak hakimiyetini reddeden, azınlıktakilerin siyasal ve kültürel haklarının kabul edilmesi gerektiğini ve azınlığın da bir gün çoğunluk olabilme hakkının verilmesini savunan demokrasi çeşididir.
Özetle ‘referandum’, ’çoğunlukçu demokrasi’nin bir sonucudur ve uygulanması genelde yanlıştır. Fakat Türkiye’deki mevcut durumdan hareketle, AKP’nin uygulamak istediği referandum, muhalefetin çözümde yer almamasından ötürü doğrudur ve çözüm için yapılması gereken de budur.
Saygılar