18.01.2010
Bugünlerde darbe sözü çok sık dolaşıyor; darbeler genellikle başların ayak, ayakların baş olduğu dönemlerdir. 27 Mayıs'ı hatırladıkça yüreğim burkuluyor.
O darbe aydınımız için turnusol kâğıdıydı; haklıdan yana olan yoktu, herkes güçlüden yanaydı. Millet sessiz bir gövdeye dönmüştü; soluk alıp vermekten korkuyordu. Onun vicdanını dile getiren sadece iki gür ses yükseldi; basın âleminden Peyami Safa, ilim dünyasından Ali Fuat Başgil. Necip Fazıl ise hapishanedeydi. Peyami Safa'nın cesaretle gerçekleri dile getirmesi, basının büyük bir kısmını, Milli Birlik Komitesi'nin pek çok üyesini rahatsız ediyordu. Çeşitli bahanelerle Sıkıyönetim Komutanlığı onu içeri alıyor, sorguluyordu.
O dönemde İstanbul'un ali kıran başkesenlerinden birisi de Merkez Komutanı Faruk Güventürk'tü. Merasim elbisesini giyer, milletin verdiği kılıcı kuşanır; "Yobaz, karşıma çık" diye insanımızı tehdit ederdi. Bir gün Peyami Safa'yı merkeze aldırır, sorgulamaya başlar. Bu anda, İstanbul'da bulunan Milli Birlik Komitesi üyesi Ahmet Er, Merkez Komutanı'na nezaket ziyaretinde bulunmak ister. Odaya girdiğinde Peyami Safa'yı sorgulayan Güventürk'ün sesi tehditkârdır: "Siz Çetin Altan için sosyalist demişsiniz. Bunu hangi hakla ve hangi delile dayanarak söylüyorsunuz?" Peyami Safa hastalıklı, cüssesi yumruk kadar, ama sırf yürektir: "Evet, Çetin Altan sosyalisttir; ben delilsiz konuşmam." Generalin sesi biraz daha sertleşir: "Bu memlekette milliyetçi yalnız siz misiniz?" Peyami Safa yine aynı ses tonuyla cevap verir: "Hayır, aziz milletimin her ferdi milliyetçidir." Bunun üzerine Ahmet Er araya girer: "Muhterem Paşam, görüyorum ki bir sorgulama halindesiniz; fakat Çetin Altan yok. Anlaşmazlıklar taraflar dinlenerek çözülür. Müsaade ederseniz bu değerli yazarla biraz görüşmek isterim." Peyami Safa'yı alıp boş bir odaya götüren Yüzbaşı Ahmet Er söyler: "Hocam lütfen elinizi öpebilir miyim? Sizi yazılarınızdan tanıyor ve seviyoruz. İzninizle sizi evinize uğurlamak isterim, görüyorum ki çok yorgunsunuz." Bu Peyami Safa için büyük bir sürpriz olur; "Teşekkür ederim" derken bakışları da hayretini ifade eder. Ahmet Er bir taksi çağırtır, koca Peyami'yi evine uğurlar. Eğer o 27 Mayıs'ın felaket kasırgasına tesadüfen Ahmet Er gibi kadirbilir insanlar katılmasaydı, daha nice elemli günler yaşardık.
Sürgünden döndükten sonra Manisa'nın Sünnetçiler köyüne yerleşen Ahmet Er, kader birliği yaptığı Alparslan Türkeş'le siyaset platformunda yerini aldı. Uzun yıllar MHP'de genel başkan yardımcılığı yaptı. Türkeş gibi onun için de parti amaç değil, hizmet aracı idi. Yurtiçinde ve yurtdışında konferanslar verdi. Binlerce gencimize benliğini duyurdu. Nerede itilmiş, kakılmış bir hal ehli varsa, elini öpmeye gitti; onlara güven verdi. Geçmiş büyüklerin kabirlerini ziyaret ederek gençlere örnek oldu.
Artık yaşlandı; sağlığı da pek yerinde değil. Ama o, "Hizmette sınır yoktur" düşüncesiyle gayreti elden bırakmadı. 'Büyük Barış', 'Hak Dostları', 'Sohbetlerim'de insanı şok eden şöyle bir olay anlatıyor. Türkeş, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, Ahmet Er, Ayvalık'ta bir otelde yemek yerler. Yılanlıoğlu kalkar, biraz sonra resepsiyondaki kızla tartışmaya başlar. Ahmet Er, yanlarına vardığında hanım Yılanlıoğlu'na şöyle diyormuş: "Beyefendi kendine gel, ben sizin bildiğiniz kızlardan değilim." Yılanlıoğlu şöyle cevap vermiş: "Kızım ben sana ne dedim ki böyle bağırıyorsun?" Hanım iyice celallenmiş: "Daha ne söyleyeceksin!" Ahmet Er araya girmiş: "Hanımefendi, bu beyefendi size ne söyledi?" Hanım şöyle cevap vermiş: "Bir seccade verir misiniz, dedi." Ahmet Er sormuş: "Bu ne demektir?" Yüzü alev gibi yanan hanımın cevabı şöyle olmuş: "Herhalde kötü bir şeydir." Ahmet Er seccadenin ne olduğunu anlatırken Türkeş gelmiş ve sormuş: "Ne oluyor Ahmet?" "Kızımıza seccadeyi izah etmeye çalışıyorum albayım." cevabını vermiş.
Ahmet Er ne sıradan bir politikacı, ne de sıradan bir derviştir. Gençliğimiz onun olgunluk dönemine rastlar; bizim ışık kaynaklarımızdan biridir; ahlak ve fazileti neslimize örnek olmuştur. Gönlümüzdeki yeri ulaşılmaz bir noktadır. Allah sağlığını milletimize bağışlasın.