Bilmem izliyor musunuz? TRT2'de Salı akşamları; "Açılar" adıyla bir program yapıyoruz.
Değerli Hocam Prof. Dr. Mahir Kaynak; değerli meslektaşım Prof. Dr. Hasan Köni ve emekli General Sayın Oltan Evren'le birlikte; iç ve dış politika konularını (kavga etmeden) tartışırız. Bu program bir açıdan da "strateji" programı olduğundan; her türlü tahmin ve varsayımlara açık oluyor. Ve benim sık sık dile getirdiğim üzere; "uçmanın sınırı yok." Her türlü tahmini dile getirebilirsiniz. Eğer tahminlerinizden biri doğru çıkarsa "biz söylemiştik..." Eğer tahminlerinizden hiçbiri "tutmazsa" da sorun yok. Zaten insanlar unutkan. "Siz bunun aksini söylemişsiniz" demeyecek kadar da nazikler. Bunlar "bilim insanı" olmanın getirdiği avantajlar. Bir bilim insanı olmanın bu kadar avantajı olsun artık. (!)
Bu haftaki programımızda; İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon'un Büyükelçimiz Sayın Oğuz Çelikkol'a yaptığı terbiyesizlik ve bu terbiyesizliğin sonucu olarak; Sayın Çelikkol üzerinden (aklı sıra) Türkiye'ye hakaret etmesini ve bunun muhtemel nedenleri ve sonuçlarını tartıştık.
İsrail ciddi bir biçimde özür dilediği için ve bir daha böyle bir şey olmayacağını dile getirdiği için; "sonuçta" tartışılacak bir şey yok. Fakat nedenler üzerinde biraz durabiliriz. Zira İsrail Dışişleri Bakanı ve müthiş bir "ırkçı" olan Lieberman'ın haberi olmaksızın böyle bir saygısızlık yapmasına ihtimal veremiyorum. Peki o zaman bu adamların "amaç" ve "beklentileri" neydi?
Hele İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak'ın Türkiye'ye gelmesine birkaç gün kala...
Türkiye'ye ne derece "kızgın" ve "kırgın" olduklarını bilemiyorum ama böyle bir "geri zekalılığa" Netanyahu ve Şimon Perez'in de sıcak bakacaklarını sanmıyorum. Eğer ortak bir plan yapıp bunu uygulamadıysalar. Ama bu (varsayımsal) plan; Türkiye'yi "küçültmek" ve Türkiye'ye "hakaret etmek" amacıyla değil; tam tersine Türkiye'yi "parlatmak" için hazırlanmış ve yaşama geçirilmiş olabilir. Zaten yukarıda ne dedim; "uçmanın sınırı yok..."
Olay biraz "soğuduktan" ve soğukkanlı düşünülmeye başlandıktan sonra; yapılan terbiyesizliğin çok fazla abartılmaması gerektiği konusunda kimi düşünceler ortaya çıktı. Ayalon'un Sayın Çelikkol'u kapıda bekletmesi ve İbranice bir şeyler söylemesi dışında; alçak bir koltuğa oturtması ve masada Türk bayrağı olmaması konusunun biraz duygusallıkla değerlendirildiği anlaşılıyor.
Doğrusunu isterseniz; bir an Ayalon'un "koltuğa yayıldığını" ve Oğuz Çelikkol'un iskemleye oturtulduğunu düşündüm. Hayal ettiğim bu fotoğraf; gazetelerde gördüğüm fotoğraftan daha rahatsız edici idi. Protokol gereği masada Türk bayrağı bulunması da gerekmiyormuş. Ama ne olursa olsun yapılanlar rahatsız edici idi. Acaba Ayalon'un niyeti de bizleri ve Türkiye kamuoyunu rahatsız etmek miydi? Olabilir de olmayabilir de...
Ama İsrailli siyasetçilerin bir başka amaçları olabilir mi?
Bence olabilir...
İsrail; Türkiye'nin Arap dünyasında ve İslam dünyasında daha fazla prestij sağlaması için böyle bir "numarayı" (!) tezgâhlamış olabilir. İlk anda insana çok saçma gelse bile...
Anımsayın; Davos'ta ünlü "one minute" olayı yaşandığında; kimi kalemler bu olayın bir "tezgâh" olduğunu yazmış ve bir ölçüde yandaş da bulmuşlardı. Doğrusunu isterseniz ben öyle düşünmedim. Fakat İsrail'in bu olay sonrasında; "aşağıdan alması" beni kuşkulandırmadı da değil.
Şimdi de; benzer bir oyun tezgâhlanmış olamaz mı? Belki biraz fazla "uçuyorum" ama az bir olasılık da olsa mümkündür.
Peki; bundan İsrail'in beklentisi ne olur?
Bugün Türkiye; Suriye, Irak ve Lübnan'la çok iyi ilişkiler içindedir. Ürdün'le zaten (her şeye rağmen) iyi ilişkilerimiz var. İsrail'in korkusu; bölgemizde İran'ın güçlenmesi. Hele ABD'nin yanlış politikalarından sonra; Şiiler ve dolayısıyla İran çok güçleniyor ve etkisi artıyor. Muhtemel bir İran tehdidine karşılık; yıllardan beri iyi ilişkiler içinde olduğu ve hatta bu uğurda Arap dünyasını darıltmayı bile zaman zaman göze alan Türkiye'nin güçlenmesi İsrail'in işine gelmez mi?
Bence gelebilir. Ve az; hatta çok az bir olasılık olsa bile böyle bir mizansen hazırlayabilir.
Bu olaydan kim "zararlı çıktı" sorusunu sorarsak; tükürüğünü yalamak zorunda kalan İsrail'in zararlı çıktığını söyleyebiliriz.
Ve okuduğumuz kadarıyla; bu olay İsrail kabinesinde de ciddi ayrılıklara yol açmış.
Bakalım bu işin sonunda ne olacak? Beklemek gerek...
Bu arada; kimi siyasetçilerimiz; bu olayda çok olumlu bir tutum sergilerken; kimi siyasetçilerimiz de bunu istismar etmeye çabaladılar. Hele emekli bir general, kurduğu siyasal partinin şimdiden oyların yüzde beşinden fazlasını topladığını söyledikten sonra; bu olayın ikinci bir "çuval olayı" olduğunu iddia etti. İlk "çuval" askerlerimizi hedef almış; bu ikinci "çuva l" diplomatlarımızı...
Ne diyelim Allah akıl versin
Yorum:
ANNY AYOLAN ve BİZ ya da İNSANIN DENGİ İNSANDIR
İnsan dediğin, ben ve sen, biz ve siz, biz hep böyle birbirimizleyiz. Evet, bu söylediğimiz, bize göre eşyanın değişmez bir kanunudur. Çünkü insanlar, hep böyle birbirleriyle uğraşır dururlar. Zira insanın dengi yine insandır. İnsanın dışındaki diğer tüm hayvanlar, insandan çok aşağıdadır. Bunun için insanla hayvan arasında bir denge kurulmaz. İnsan açısından denge ancak insanlarla yine insanlar arasında kurulur. Doğanın kanunu budur. Onun için insanlar hep birbirileriyle uğraşırlar.
İnsanın dostu yine insandır. İnsanın düşmanı da insandır. İnsana kötülük başka bir varlıktan değil, yine insandan gelir. Hiçbir hayvan kendi nesli ile uğraşmaz. Evcil hayvanlara bakın, vahşi hayvanlara bakın. Bir tarafta aslan, kaplan, kurt, çakal ve tilki gibi yırtıcılara, diğer taraftan da deve sığır, koyun ve keçi gibi evcillere bakın.
Leyleklerle kartalların savaşı meşhurdur, herkes bilir. Belki bu savaş biraz kabul edilebilir. Çünkü leylek ile kartalın her ne kadar kuş olsalar da türleri farklıdır. Fakat insanoğlu böyle değildir. İnsan her bakımdan aynı olduğu halde, türü de cinsi de ve her türlü tasnifi de hep aynı iken insanlar birbirileri ile kavga ederler ve birbirleriyle savaşırlar.
Siz hiç bir aslan sürüsü ile diğer bir aslan sürüsünün savaşını duydunuz mu? Kaplanlar veya kurtlar savaşını seyrettiniz mi? Bu soruları evcil hayvanlar için de sorabilirsiniz. Evet, buradan şu neticeye varıyoruz ki, insanlarda diğer hayvanlarda olmayan bir vasıf, sıfat ve özellik var. İnsan, diğer hayvanlara göre sanki ayrı ve farklı bir varlıktır.
Hayvanlar arasındaki denge her bir hayvan türüne verilen savunma aletinin yardımı ile neslini koruyup kollamak suretiyle sağlanır. Her hayvan türü ve cinsi kendi türünü ve cinsini diğerlerine karşı savunup korur. Mesela atların ve sığırların ve diğer birçok hayvanların, yırtıcı hayvanlara karşı birleşerek ellerinden geldiği kadar kendilerini savunup korudukları görülür. Belgesellerde üç aslanın yere yatırdığı bir öküzü bir sığır sürüsünün gelip düşmanın elinde kurtardığını görüyoruz. Yani netice olarak hayvanlar arasında denge, savaşın farklı tür ve cinsler arasında olmasıyla sağlanır. İnsanlar her ne kadar bazı yönleriyle hayvanlara benzese de insanoğlu hayvandan çok farklı bir yaratıktır. Be sebeple insanın dengi, yine insandır. Hayvanlar arasında bir denklik vardır. Hatta onları bu bakımdan hep aynı kategoride kabul edebiliriz. Fakat insanları dengeleyecek ve denk olacak hiçbir hayvan yoktur. Bu sebeple insanları dengeleyen unsur yine insanlardır. İşte insanlar arasında olan söz düellosu, çelme atma, tökezletme, küçük düşürme, kavga, mücadele ve savaş hep bundandır.
Birey toplum, fert ve devlet halinde yaşayan insanlar, savaş ile barışı birlikte götürürler. Hem bireyler ve hem de toplumlar arasında hem savaş ve hem de barış vardır. İnsanoğlunda denge böyle sağlanmaktadır.
Genelde hayvanlarda kuvvete dayalı bir hayat vardır. Kuvvetli olan kazanır, zayıf olan ise kaybeder. Kuvvetli olan yaşar, zayıf olan ise ölür. Fakat insanlar böyle değildir. İnsanoğlunda esas olan kural ve kanunlardır, yani hukuktur. Hukuk ise hayatta ölçülü davranmak ve hep ölçülerle hareket etmek demektir. Öyleyse insanlarda hayvanlardan farklı olarak kuvvet esas değil, prensipler, kural ve kaideler esastır. Kurallara riayet eden insan, güçlü ve kuvvetli olur. Prensiplere uyan bir kimse çok yaşar. Hayatında ölçülü olan, her alanın hakkını veren ve ölçekli olan kişiler sağlıklıdırlar. Toplumlar da böyledir. Aslında toplumlar bireylerin toplamından ibaret olduğu için bireyin bir kopyası veya onun büyütülmüş bir şeklidir.
Aslında insan çok merkezli bir varlıktır. Bu merkezler hep aynı kapasite ile çalışıp veya çalıştırılıyorsa o kişi sağlıklı ve o toplum sağlıklıdır. İnsanın dini, ilmi içtimai (ve idari siyasi), iktisadi ve ailevi yönleri ve merkezleri vardır. Bu beş merkeze aynı şekilde önem verilmezse o birey veya o toplum sağlıklı olamaz. İşte hukuk budur. Hukuk su, ekmek ve yemek isteyen mideye hakkını vermektir. Az veya çok vermek de yanlıştır ve zararlıdır. Solunum organımız, akciğerlerimiz oksijen ister; onun bu ihtiyacını vermek bir hukuk işidir. Toplumu meydana getiren alanlara haklarını vermek de bir hukuk işidir. Hukuka riayet eden toplumlar hem sağlıklı olur ve hem de uzun yaşarlar. Corci Zeyda’nın İslam Medeniyet Tarihinde ifade ettiği gibi, Roma, hukuk yaptığı için büyük bir imparatorluk olmuş, kural ve kanunlara uyduğu için uzun zaman yaşamış ve asıları taşıp aşmıştır.
Bütün bunlardan sonra şunu söylemek isterim ki, biz İsrail ile aramızda olan bu alçak koltuk meselesinde Anny Ayolan’dan ziyade kendimize bakalım. Bizim ona bu kötü davranışı yaptırmama imkânımız yoktur. Fakat kendimizdeki eksik ve aksaklıkları giderir ve güçlü bir hale gelirsek, bir avuç İsrail değil, hiçbir kimse bize karşı bir ayıp işleyemez.
Birey ve toplum, fert ve devlet olarak kendimizi düzeltelim. Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak kendimizi göklere çıkarırız. Şimdilerde olmasa bile yıllarca Osmanlının aleyhinde olduk. Ben size şimdi soruyorum, bu Yahudi çocuğu bu hareketi Osmanlı zamanında yapabilir miydi? Türkiye başkalarından saygı bekliyorsa her şeyden önce bu millet ve bu devlet, önce kendisine saygı göstersin. Kendisine saygı göstermeyen birinin başkalarından saygı görmeye hakkı yoktur. Kendi ölçüleri, ölçekleri ve prensipleri, kanun ve kuralları olanlar hem sayarlar ve hem de sayılırlar.
Bizim bir asistanımız şu an İsrail’de bulunuyor ve dil araştırmaları yapıyor. Geçen akşam kendisiyle net üzerinden görüşmek yaptık. Onlar bize göre farklı bir toplum, ne gibi farklılıkları var, dediğimde hocam dedi, burada en çok dindar insanlar itibar görüyor, onlar yolda, otobüste ve her yerde çok saygı görüyorlar dedi. Dindar demek, kanun ve kurallara, adet ve örflere uyan, ölçülü ve ölçekli davranan kişiler demektir. İsrail bugün güçlü ise ve belki kendisini Türkiye’den daha güçlü görüyorsa ve böyle bir hareketi yapmışsa burada en büyük dayanağı kendisine güvenmesi, din, gelenek adet ve örflerine dayanıp onlara karşı saygılı olmasıdır. Bu dış işleri bakan yardımcısı olan Ayolan demin de dediğim gibi dün Osmanlı zamanında bunu yapamazdı. Çünkü biz, dün sağlıklı ve kuvvetli idik, dosta huzur verir, düşmanı ise tedirgin ederdik. Zira hem birey olarak ve hem de devlet olarak yukarıda bahsettiğimiz toplumu ve devleti meydana getiren unsur ve alanlara aynı derecede önem verip saygı duyuyorduk. Mesela bunlardan biri olan dine önem veriyorduk. Şimdilerde ise içerden ve dışardan, şu veya bu kesim ve kısımlardan din düşmanlığı, daha doğrusu İslam düşmanlığı yapılmaktadır
Organları sağlam olan beden sağlıklıdır; alanları sağlam olan toplum ve devlet de sağlıklıdır. Bir toplum ve devlet, kalem, kılıç, koltuk ve mercek (denetim) kurumlarıyla birlikte yönetildiği zaman sağlam, güçlü ve saygın olur. Hukukun bittiği yerde savaş başlar. Mesleği savaşmak olan kimseler, devleti yalnız başlarına yönetirlerse hukuk dışı yönetirler. Çünkü meslekler insan hayatına etki yaparlar. Hukuk dışılık da kanunsuzluk demektir. Bunun için hukuk dışı yönetilen devletler de saygınlığını yitirirler. Eğer bir ülkede memur vatandaşlarla memur olmayan vatandaşlar arasında has evlat ve üvey evlat gibi bir ayrım yapılıyorsa o devlet, vatandaşına saygısızdır. Böyle kendisine ve vatandaşına saygısı olmayan bir devletin karizması yoktur. Karizması olmayan fert ve devletler de başkaları tarafından saygı göremezler.
Biz bu İsrail ile olan koltuk krizinde bir taraftan karşı tarafın yanlış yaptığını, diplomasi ayıbı yaptığını ve insanlık dışı bir işlemde bulunduğu söyleyelim; ama toplum ve devlet olarak kendimize karşı işlediğimiz ayıpları da bilelim. Hukuk toplumu olup hukuk dışı olaylara asla tevessül etmeyelim. Güçlü devlet ve güçlü toplum diyerek vatandaş kardeşliğinde birleşelim. Birey-toplum, fert ve devlet, bisikletin ön ve arka tekerlekleri gibi, birlikte yürür. Devlet ve millet bütünlüğünü sağlayamamış olan toplumlar, güçlü olamazlar. Güçlü olmayan toplumlar, insan değerini tanımaz odaklar tarafından alay konusu yapılabilirler.
Sayar ve sayılır bir toplum ve devlet olmaya ne dersiniz?