Vahyin temel hedefinin barış, özgürlük, adalet, eşitlik, zenginlik, gelişme/kalkınma, refah... gibi "temel ilkeler"in gerçekleştirilmesi olduğunda bütün modernistler görüş birliği içindedir. "Önemli olan bu ilkelerin hayata geçirilmesidir. Bunun yolu/metodu önemli değildir" derler. Bu sebeple İslam'ın toplumsal hayatı düzenlemeye matuf bağlayıcı hükümler/ kalıplar getirmediğini, bahsi geçen ilkelere ulaşmak için her tarih ve coğrafyada farklı modeller ortaya konulabileceğini söylerler.
İslam'a, kaynaklarına ve Müslümanların tarihi tecrübelerine "Batılı bir müslüman entelektüel" gözüyle bakan Tarık Ramazan'ın iddia ve eleştirilerinin temelinde de bu bakış açısı mevcut.
Bunun bir "çarpılma" olduğu açık. Hayata, varlığa ve eşyaya liberal pozitivist bir gözlükle bakmayı tercih ettiğiniz zaman bu kalıpları benimsememeniz mümkün değil. Bu bir kere gerçekleştiğinde, bahsi geçen "temel ilkeler"le çatışma/uyumsuzluk teşkil eden ayet, hadis, hüküm, tecrübe... ne varsa "bir şekilde" hayatın dışına atılacaktır kaçınılmaz olarak!
Mesele "temel ilkeler"de... Onlar etrafında kurulu bir dünyaya talip olmayı, "insan" olmanın amentüsü olarak ezberleyip benimsedikten sonra, hangi dine mensup olduğunuzun, nerede yaşadığınızın, hangi dili konuştuğunuzun ve neyin propagandasını yaptığınızın çok fazla bir önemi kalmıyor. Zira inanılan ve dile getirilen aynı şeydir.
İşbu "temel ilkeler"in İslam adına konuşup yazanlar vasıtasıyla Müslümanların da dünyasında yer bulmuş olması bu açıdan şaşırtıcı değil. İslam'ın "tekelci" olmadığı, "çoğulcu" bir yapıyı benimsediği, "baskı ve şiddet"i reddettiği, "barış"tan yana olduğu, "ayrımcılık" yapmadığı... dile getirildiğinde bunun ruhumuzda "ayartıcı" bir etki yaptığını kim inkâr edebilir?
Tam bu noktada şu soru -rahatsız edici olsa da- hayli anlam kazanıyor: "Müslümanlık"ı "gayri müslimlik"ten ayıran nedir?
Bu soruya "iman" diye cevap vermek kolay ama yetersiz, hatta "aldatıcı" olanı benimsemek anlamına gelecektir. Zira "iman" hem soyuttur, hem mücmeldir. Onu ete-kemiğe büründürerek yere indiren de, hayatın bütün şubeleriyle ilişkisini belirgin kılan da "amel"dir.
İlm-i Kelam zemininde münakaşa edilen "iman-amel münasebeti"nden bahsetmiyorum. Yani itikadiyatın ameliyatla, imanın azaların ameli ile münasebeti, ikincilerin yokluğunun ya da eksikliğinin birincileri ortadan kaldırıp kaldırmadığı tartışması değil konumuz. Ya da "alıştığımız anlamda" bu değil.
Yaşadığımız durumu izah ve ifade için bununla irtibatlı olan ama biraz daha farklı açılımlar gerektiren bir bakışa ihtiyacımız var. Burada sözünü ettiğim "amel", dünyaya bakışımızı, hayatı anlamlandırış tarzımızı, ideolojileri ve fikirleri değerlendirme biçimimizi anlatıyor daha çok.
Vahyi ve onun etrafında teessüs etmiş Müslümanlığı liberal pozitivist dünya görüşünün ardına bağlamak, gayri müslim dünyanın teorik ve pratik değer ve kabullerini İslam'ı yeniden tarif etme cürmünü göze alacak kadar merkezîleştirmek ve mutlaklaştırmak şüphesiz "yeni" bir durum ve başlı başına ele alınması gerekiyor.
Elbette bu vakıayı ele alacağımız temel zemin de "iman-amel münasebeti"dir. Ancak aradaki "mahiyet farkı"na dikkat etmemiz gerekiyor: Gayri müslim dünyanın değer ve kabullerini hayatlarının temeline yerleştiren modern müslümanlar amelî mükellefiyetlerini arızasız biçimde yerine getiriyor olabilirler. Namaz, oruç, zekât, hacc gibi ibadetlerini aksaksız/eksiksiz yapıyor olabilirler. Bu durumda onların durumunun "iman-amel münasebeti" noktasında herhangi bir problem arz etmediğini söyleyebilir miyiz?
Batı'nın ekonomik, siyasî, hukukî, toplumsal... kurum, kuram ve kurallarının İslam'la çelişme/çatışma teşkil etmediği tezini terviç eden ve buradan modernizme "İslamî" bir zemin elde etmeye çalışan modern müslüman, "iman-amel münasebeti" bağlamında nerede durmaktadır?
Ben burada "arızalı bir imandan kaynaklanan arızalı bir amel"den bahsedebileceğimizi düşünüyorum. Ne dersiniz?
Yorum:
Gerçek iman sahipleri, islamın kurumsal olarak hayatı kuşatmasını sağlayabilirler. Çünkü onlar bu dünyaya neden geldiklerinin farkındadırlar ve bu farkındalık onları neler yapmaları gerektiği hususunda yönlendirmektedir. Nasıl ki geçmişte israiloğulları seçilmiş halk olarak adil bir düzen kurmakla mükellef idiyseler(halen seçilmiş olduklarını düşünüyorlar heralde) şimdi de müminler bu göreve getirilmiş ve adil bir dünyanın kurulması için görevlendirilmişlerdir. İslam inancından uzak kalarak bu düzenin kurulamayacağı yani Kurandan ve sünnetten faydalanmadan adil bir dünyanın kurulamayacağı artık aşikardır. İtiraz noktası olan islam inancının diğer inançlardan üstün olmadığı , diğer inançlar ile aynı durumda olduğudur ki her inanç sahibi kendi inancının üstünlüğünü düşündüğü için o inançtatır veya atasından gördüğü ile devam etmektedir. Baktığımız zaman bugün hiçbir inanç adil bir dünya düzeni kurmayı sağlayacak bütünlüğe sahip değildir.Bunu sadece islam inancında görebiliyoruz. O yüzden hangi inaç mensubu olursa olsun herkesin islam inancından kaynaklanan islam düzenine ihtiyacı vardır.Herkesin islam düzeni içerisinde kendi inancını yaşama , yaşatma ,tebliğ etme ve bu inançları ile ilgili kurumlar oluşturma hakkına sahip olduğu kabul edilebilirdir. Bu imkanlar onlara sağlanır ve bu düzeni korumakta müminler üzerine vazifedir. Yoksa kimsenin inancı diğerinin inancının üstünde değildir. Herkes hak bildiği , doğru bulduğu inancı yaşamalıdır , bunun içinde İslam inancından kaynaklanan islam düzenine ihtiyaç vardır.İddiam budur.
Tarihe baktığımızda da bunun örneklerini görmekteyiz ne zaman islam inancına mensup müminler bir yerde hakim olsalar orda insanlar özgürlük ve rahat içerisinde hayatlarını sürdürmüşlerdir. Ne zaman da gayrimüslim bir topluluk hakim olsa orda kendi halkıda olsa zulümden kendini kurtaramamıştır.Günümüze geldiğimizde de bu durumun pek değişmediğini görmekteyiz tüm dünya zulüm altında inlerken bu zülmü yapanların inançlarına baktığımızda hepsinin kendi inançlarının sıkı sıkıya bağlıları olduklarını görmekteyiz. Ve ne vatikan ne de diğer inanç merkezleri bu zulümlere sesini çıkarmamaktadır.Bu yüzden tüm dünyanın ayırmadan islam inancına ve islam düzenine ihtiyacı var. Allah yardımcımız olsun.