Sıkıntılarımızın kaynağı
1094 Okunma, 0 Yorum
Mehmet Niyazi - Zaman
Abdurrahman Erol

11.01.2010

Batı'dan ülkemize sosyoloji biliminin gelişinden beri yüz yıldan fazla bir zaman geçti. Gayretleri küçümsememekle beraber, bu bilimde iç açıcı bir seviyeye ulaştığımızı söyleyemeyiz.

Oysa içinde bocaladığımız çalkantılardan kurtulmamızda, hukuk devletini oluşturmamızda, sosyal bünyemizi tanımamız çok önemli. Bu bilimde istenilen yere gelemeyişimizin elbette çeşitli sebepleri bulunmaktadır; ama en önemlisi intikal şeklinin çok sınırlı olmasıdır. Batılı iki ekol bizde etkili oldu; Le Play'in görüşünü Sabahattin Bey, Durkheim'inkini de Ziya Gökalp temsil etti.

Sosyoloji bilimi Batı'da da yeni idi; belki Almanya'da, İngiltere'de bu alanla ilgilenen daha dikkat çekici insanlar olabilirdi; mesela Almanya'da Weber vardı. Ama gerek Batılıların 'Prens' lakabını verdikleri Sabahattin Bey gerekse Ziya Gökalp Bey Fransızca biliyorlardı. Bizim de o dönemde sosyoloji ile ilgilenmemiz Fransa ile sınırlı kaldı. İlmi konuları takip edecek derecede dil bilmek zordur; her ilim insanının kullandığı kavramlar farklıdır. Biz yabancılar, ilgi duyduğumuz konuya genellikle tesadüfen kiminle başlarsak, hep onunla devam ederiz. Böylece ilgi alanımız daha da daralır.

Le Play'a göre toplumun çekirdeği ailedir. Uzviyetteki hücreye benzettiği ailenin özelliği ve fonksiyonu topluma yansır. Bilhassa işçi, dar gelirli aileleri öncelikle ele alır, onların incelenmesinin toplumu anlamayı kolaylaştıracağına inanır. Araştırmaları sonucunda Batı'dan Doğu'ya gittikçe ailenin toplumdaki fonksiyonunun arttığı kanaatine varır. Doğu'da aile her bakımdan atölye demektir; toprak mülkiyetine aile hakimdir. Batı'da aile atölyelerinin yerine şirketler, müesseseler ortaya çıkıyor... Ona göre devlet eliyle yapılan inkılaplar, düzenlemeler yüzeyde kalır. Bir toplumda köklü değişiklik isteniyorsa, aile ele alınmalıdır. Ahlak, anane en kristalize olmuş biçimde aile içinde yaşar; bunlar aynı zamanda toplumdaki zihniyetin göstergeleridir. Zihniyet değişmezse, cemiyet nasıl değişir? Topluma materyalist bir anlayışla yaklaşılmasına kesinlikle karşı çıkar. Materyalist bir telakki ile toplumun ancak mekanik şartları gün ışığına çıkarılabilir. Hürriyet onun için vazgeçilmez bir fenomendir; toplumun ve ferdin gelişmesi ancak onunla mümkündür.

Durkheim ise şekilcidir. Her şeyden önce cemiyetin yapısı üzerinde durur. Klandan başlayarak cemiyetin tekamülünü ele alır. Ona göre fertler cemiyetin etkisi altındadır. Nüfus yoğunluğu çoğaldıkça, insanların arasında ilişki sıklaşır; böyle cemiyetlerde iş bölümü artar. Onun görüşüne göre kişiler sosyal şartların ürünüdür. Durkheimci ekol daha çok toprakları dar, nüfusu yoğun yerlerdeki şartlar düşünülerek geliştirilmiştir. Mülkiyetten, aileden çok meslek gruplarına değer vermektedir. Topluma bakışı Marx'a çok yaklaşmaktadır; yalnız din, ahlak ve hukuka değer verdiği için ondan ayrılmaktadır. Fakat siyasi ve iktisadi uygulamaları ve neticeleri bakımından aralarındaki mesafe daralmakta ve hatta proletarya diktatoryasına dayanan komünist cemiyetine hazırlık görevi gördüğü iddia edilmektedir. Bizde Gökalp'in Türkçülüğü komünizme barikat çekmekle beraber, Durkheim'in fikirleri bürokratik ve devlet sosyalizminin doğmasında etkili olmuştur.

İttihat Terakki'deki ağırlığı, cumhuriyeti kuranlarca ideolog kabul edilmesi, Gökalp'in fikirlerinin diplomalılar arasında yayılmasına sebep oldu. Fransa'da milliyet karşıtı olarak değerlendirilen, hatta İzzeddin Şadan'ın yazdığına göre Fransa'da milliyet düşmanı olarak ileri sürülen Durkheim'in fikirleriyle ülkemizde milliyetçilik yapılması, piramidin tepetaklak oturtulmaya çalışılmasının sonucunu doğurdu.

Aslında ikisi de ithaf ekollerdir. Sosyal bilimler, din, milliyet, coğrafya gibi unsurları gözetmek zorundadırlar. Matematik, fizik, kimya bilimleri her yerde birdir; bütün coğrafyalarda iki kere iki dört eder; ama sosyal bilimler millilik damgasını taşırlar; ancak dışarıdan genel bilgileri ve metodu ithal edilir. Batı'da Le Play'inkine şahsiyetçi, Durkheim'ınkine yığıncı görüş denir. Bugünkü sıkıntılarımızda bu yığıncı görüşün payı olmadığını söylemek mümkün mü?.

 

Abdurrahman Erol






Sayı: 31 | Tarih: 10.01.2010
Toktamış Ateş
Demokrasi döneklik ve erdem
1779 Okunma
Osman Eskicioğlu
Hayrettin Karaman
Demokratik açılım
1562 Okunma
1 Yorum
Hilmi Altın
Reşat Nuri Erol
Enerji siyasetimiz nenasıl olmalıdır?
1327 Okunma
Ilker Ardic
Ebubekir Sifil
Hangi İslam
1325 Okunma
3 Yorum
Zafer Kafkas
Yılmaz Özdil
Profesör Onur Erol bunların yanında hemşire bile o
1313 Okunma
Leyla Okta
Rasim Ozan Kütahyalı
Medyadaki umumi manzara
1308 Okunma
Recep Yıldırım
Zülfü Livaneli
Einstein’ın şoförü
1294 Okunma
Ali Bülent Dilek
Gülay Göktürk
Değişimin yolu-yordamı
1288 Okunma
Adem Çevik
Bekir Berat Özipek
‘Yeni İttihatçılar’, ‘kilit haberleşmeciler’ ve be
1263 Okunma
Bünyamin Demir
Ahmet Hakan
Hasan Cemal ile Nuray Mert arasında
1259 Okunma
6 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Oktay Ekşi
İlk Ders
1225 Okunma
Vahap Alma
Ruşen Çakır
Açılım iki fotoğrafın kurbanı oluyor
1213 Okunma
Tayibet Erzen
Abdülkadir Özkan
Emekliye sürpriz !..
1200 Okunma
1 Yorum
Özgül Ertuğrul
Can Ataklı
Alternatif var aslında
1184 Okunma
Mesut Karaaytu
Fikret Bila
Kıyat'ın analizi
1169 Okunma
1 Yorum
Harun Özdemir
Fehmi Koru
Heyecandan umuda yolculuk
1156 Okunma
Ahmet Kirtekin
Mahir Kaynak
Medyanın Geleceği
1136 Okunma
Süleyman Karagülle
Mehmet Şevket Eygi
Paranın Putlaştırılması
1115 Okunma
Emine Hocaoğlu
Mehmet Altan
Filistin’e yol neden açık değil?
1106 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Mehmet Niyazi
Sıkıntılarımızın kaynağı
1094 Okunma
Abdurrahman Erol
Nazlı Ilıcak
Baykal'dan karartma
1090 Okunma
Fatma Karuç


© 2024 - Akevler