Değişime inanan hatta değişimin; hem bireysel yaşamın hem de toplumsal yaşamın "temeli" olduğuna inanan bir sosyal bilimciyim.
Ünlü filozofun dediği gibi; bir derenin kenarında; aynı suyla yüzünüzü iki kez yıkayamazsınız. Birinci ve ikinci yıkamanız arasında; hem su değişmiştir; hem de siz değişmişsinizdir. Fakat ülkemizdeki değişime akıl erdirmek mümkün değil. Toplumsal yaşamımızda ve bu yaşamın bireylerinde öyle "garip" değişiklikler oluyor ki; insan hayretten hayrete düşüyor, dudakları uçukluyor...
Geçenlerde; derste bir öğrencim "Hocam demokrasi döneklerin rejimi midir" diye sordu. "Nereden çıktı bu" dedim.
Eski solcu bir akademisyen-yazar böyle bir yazı yazmış. Yazının başlığı "Demokrasi dönekler rejimidir" imiş.
Bu zatın yazdığı gazeteyi okurum. Fakat anlaşılan bu yazı dikkatimden kaçmış. Ve okumadığım bir yazı hakkında bir şeyler yazmak ilkelerime aykırı. Ancak bugün burada değişen bazı anlayışlar üzerinde durmak istiyorum. Söz konusu yazı ancak bir "bahane" oluyor.
Kendi adıma; ben zor değişen bir tipim ama değişimin "kaçınılmazlığına" ve "erdemine" inanırım. Fakat en uçlarda dolanırken; karşılarındakileri inanılmaz biçimlerde karalarken; daha sonra saf değiştirip o karaladıkları saflara geçenlerin; eski düşüncelerini ve eski düşüncelerini dile getirenleri en ağır biçimlerde karalamalarını "erdem" ya da "kaçınılmazlıkla" açıklayamazsınız. Burada resmen bir "kişilik zaafı" ya da "omurgasızlık" vardır.
Bir "uçta" yer alanların; daha sonra saf değiştirdikleri zaman; yeni saflarının en ucunda yer aldıklarını en katı savunucuları kesildiklerini; ilk kez S. Martin Lipset'in "Siyasal İnsan" başlıklı çalışmasında izlemiştim; daha doğrusu okumuştum. Kitabı sanıyorum Mete (Tuncay) çevirmişti. O zamanlar çok aktif ve etkin bir dernek olan "Siyasi Bilimler Türk Derneği"nin çok yararlı yayınları arasından çıkmıştı.
O zamanki anlayışıma göre; örneğin komünistlere oy veren bir kasaba; eğer komünistlerden umudunu keserse daha "yumuşak" bir sol partiye döner; örneğin sosyal demokratlara oy verir diye düşünürdüm.
Oysaki Martin Lipset çok sayıda ampirik örnekle bu düşüncenin doğru olmadığını; bir "uçta" olan seçmenlerin eğer değişirlerse öbür "uca" geçtiklerini gösteriyordu.
Daha sonra; Türkiye'yi ve Türkiye'deki "seçmen davranışlarını" bu bakış açısı altında incelediğimde; bunun sayısız örneklerini gözledim. Sadece siyasal yaşamda değil "oy verme" mekanizmasının işlediği her yerde benzer davranışlar saptadım.
Fakat bu "uçtan uca" dolaşmanın anlaşılabilir bir açıklaması olması gerekiyordu.
Böyle bir tutumun iki açıklaması olabilir.
Bunlardan birincisi; insan tabiatının ilginç bir özelliğinden kaynaklanabilir. Böyle düşünce değiştiren insanlar yeni benimsedikleri düşüncelerin yürekten savunucuları kesilirler. Belki bu işin arkasında "geçmişlerini unutturma"; ya da "geçmişlerini affettirme" çabası da olabilir.
Aynı şey din değiştirenlerde de görülür. Atalarımızın söylediği üzere; "mühtediler bağnaz olur." Mühtedi yani "din değiştiren" (eski tabirle ihtida eden) insanlar; yeni dinlerine öylesine yürekten bağlanırlar ki insan şaşırır. Herhalde eski inançlarından ötürü girmiş oldukları ya da işlemiş olduğunu düşündükleri günahlarını affettirmek içindir.
İkinci açıklama; gene insan tabiatının açıklaması güç özelliklerinden biriyle ilgilidir. "Uçlarda dolaşan" insanların böyle uçlarda dolaşmalarının nedeni; o insanların psikolojik yapılarıdır ve bu psikolojiyle bir uçta dolaşan insanlar; bu düşüncelerinden uzaklaştıkları zaman başka bir düşüncenin uçlarına geçerler. Benzer ses tonuyla farklı sloganları haykırmaya başlarlar.
İnsan hali...
Evet insanlar düşüncelerini değiştirirler ve bunun "ayıp" bir tarafı da yoktur. Yani insanların düşüncelerini değiştirmelerinden ötürü "utanacakları" bir şey yoktur. Fakat kimileri belli bir düşünceyi savunurken; farklı düşünceleri ve farklı düşünenleri öylesine "karalar" ve "mahkûm ederler" ki; bunlar o düşüncelerinden vazgeçseler bile o farklı düşünceleri benimseyemezler. Daha doğrusu; benimseseler bile bunun "çığırtkanlığını" yapamazlar. Elbette bu konuda yasaklayıcı bir yasa yoktur ama; böyle bir "utanmazlık" en azından "ayıptır."
İnsan olan utanır...
Fakat toplumumuz değişiyor. Bazı "sıfatlar" ve "kavramlar"; eskiden "hakaret amacıyla" kullanılırken; şimdi neredeyse "övgü" olarak kullanılmaya başlandı.
"Dönek" kavramı bunlardan biri.
Bir demokraside; elbette "değişmez" düşünceler yoktur. Bugün bu yönde oy kullanan insanlar; yarın başka bir yönde oy kullanabilirler. Belki bu özelliğiyle demokrasi; "yeniliğe" en açık yönetim biçimidir ve insan erdemine yakışan bir yönetimdir.
Fakat "döneklik" bambaşka bir şey. İleride bu konuya gene döneceğim.
İNSANLAR ve TOPLUMLAR FOTOKOPİ DEĞİL
Bilgi, bilgi, bilgi… Bilgilenme, bilgilenme, bilgilenme… Bilgilendirme, bilgilendirme ve bilgilendirme… Eskilerin tabiri ile her şey talim ve terbiye ile olur. Değişime tabi olan dil de değişti, cümleler, kelimeler de değişti ve artık buna eğitim ve öğretim denildi. Şimdilerde ise insanlar şaştı, eğitim olmaz, öğretim olsun diyorlar.
Bize göre insan bilgi ile hareket eden bir varlıktır. İnsanlar bir robot değildir, uydu değildir. Herkes bilgi ile karar verir ve ona göre hareket ederler. İnsanlar birçok yönden birbirlerine benzeyebilir; fakat insanlar asla fotokopi değildir. Toplumlar da fotokopi değildirler.
Eşyanın tabiatında mevcut olan değişimi, değişim ve gelişimi, değişim ve gerilemeyi anlamadan dönekliği, demokrasinin bir dönekler rejimi olup olmadığını anlayamazsınız. Tabiatın genel kanun ve kuralları vardır. Bunlar bilinmeden daha özel olan kanun ve kanunlar, tüzük ve yönetmelikler anlaşılamaz.
Mevcut olduğunu bildiğimiz varlıklar, hem de tüm varlıklar hep bir değişim içersindedir ve hareket halindedirler. Akşam olur, sabah olur, bu bir değişimdir. Gece olur gündüz olur, bu bir değişimdir. Yaz gelir kış gelir, bu bir değişimdir. Siz her gün güneş hep doğuyor ve batıyor diye onda bir değişim olmadığını mı sanıyorsunuz. Güneşte bile bir değişim var, o her gün bir şeyler kaybediyor veya sizin anlayacağınız bir köz gibi üzeri külleniyor ve bir zaman gelecek artık güneş, ısı ve ışık veremez bir hale gelecektir.
Tüm canlı varlıklar, bir değişim ve gelişim, değişim ve gerileme kanun ve kurallarına tabi olurlar. Mesela bir insanın bebeklik, çocukluk, gençlik, olgunluk, yaşlılık ve ihtiyarlık dönemleri vardır. İnsan doğar, yaşar ve yukarılara tırmanır ve bir noktadan sonra da inişe geçer ve gerilemeye başlar. İnsan doğar ve devamlı yatar, sanki bir nokta gibidir. Sonra oturur, belli bir zaman sonra yürür, gezer dolaşır. İş-güç sahibi olur, çalışıp kazanır. Aynı zamanda seyahat eder, içerde ve dışarıda gezer dolaşır. Böylece o hayatında en geniş daireyi çizmiş olur. Bu şekilde o, hep ilerlemiş ve gelişmiştir. Fakat bir noktadan sonra veya bu noktada geri dönmeye başlar. Önce dışarıya gitmeyi bırakır, sonra içerde kendi ülkesinde de çizdiği daireyi hep daraltır. Mesela köyünde gezerken mahallesinde, mahallesinde gezerken evinden çıkmaz hale gelir. Belki evinde bile hareket alanını daraltır ve odadan çıkamaz bir duruma gelir veya yattığı yatağı terk edemez olur. İşte bu süreç, bir değişim ve gelişim; değişim ve gerilemedir. Bu, insanın bizzat kendisinden yani çevreden herhangi bir etki almadan kendi zatından ve özünden kaynaklanan bir değişimdir. Hâlbuki onun çevreden gelen etkilerle yapmış olduğu değişim ve gelişim, değişim ve gerileme hareket ve davranışları da vardır.
Bir kişi, gündüz başka, gece başka hareket eder. Kışın başka, yazın başka olur. Yemeleri, içmeleri, giymeleri ve hatta barınması bile farklı olur. Yani insan, iç ve dışın, kendisi ile çevrenin, dâhil ile haricin bir bütünleşmesidir. Bundan dolayı da onun devamlı bir değişim içersinde bulunması son derece doğaldır.
İşte insanoğlu, günlük ihtiyaçlar, siyasal ve toplumsal hareket ve davranışlar, ekonomik iç ve dış hadise ve olaylar karşısında değişik fikir, hareket ve davranış üretmek zorundadır. İnsan devamlı değişik düşünce ve fikir, hareket ve davranış içersinde olurken o, bunları hep daha iyiye, daha faydalı ve daha güzele ulaşmak için yapmaktadır. Yoksa hayatta bir tekâmül olmaz; daha rahat, daha kolay ve daha güzel bir hayat yaşayamayız. Böylece insan denilen varlık, bir taraftan kendisine uyum sağlarken ve kendisi olurken, diğer taraftan da çevreye uyar ve etrafındaki ilgili olduğu tüm varlıklara karşı bir ahenk sağlamaya çalışır. Onun için insan değişik ortam ve şartlarda, farklı zaman ve mekânlarda fikir değiştirir, düşünce değiştirir ve değişik hareket ve davranışlarda bulunabilir.
Eğer “demokrasi dönekler rejimidir”, denirken burada kastedilen, basit çıkarlar uğruna görüş değiştirmek, üç beş kuruşa oy satmak, para ile saf değiştirmek gibi şeyler kastediliyorsa tabi bunlar, bizim sabahtır anlatmaya çalıştığımız doğal ve normal olayların dışındadır. Bizim anlattıklarımızın bunlarla, bu ahlak dışı olaylarla uzaktan yakından bir alakası yoktur. Her gün haberlerde duyduğumuz, sadece kendi çıkarlarını düşünen ve menfaati için elbise değiştirir gibi parti değiştiren, renk değiştirip şekilden şekle giren insanlar ve onların yaptıkları bu olumsuzluklar, münafıklıktan başka bir şey değildir.
Başta söylediğimiz gibi, insan için bilginin önemi çok büyüktür. İnsan sahte demokrasi ile gerçek demokrasiyi ancak bilgi sayesinde ayırabilir. O dönekliğin demokrasiden mi, yoksa cehaletten mi ileri geldiğini ancak bilgi yardımı ile çözebilir. Bugün ülkenin ve tüm dünyanın her türlü problemi, ancak bilgi sayesinde halledilebilir. Fakat insanlarımız siyaset yapmaktan ve politika yapmaktan bir türlü eğitim-öğretime ve bilgilenmeye gelemiyorlar. Bir öğretim üyesi olarak, üzülerek ve içim yanarak ifade ediyorum ki, bugün okullarımız A’dan Z’ye, ilkokuldan üniversitenin sonuna kadar ilim ve bilgi üretmekten ziyade siyasetle ve politika ile uğraşmaktadırlar. Bilim ve düşünceye ilk adımı atmak demek olan ilkokullar bile Allah’ın adını anarak başlama değil, resmi ideolojinin besmelesi ile açılırlar. Bizim görüşümüze göre mektep, orada din ile ilim okutulan bir yerdir. Ben şahsen ilkokullara hiç olmazsa seçmeli olarak Kuran öğrenme dersi konulmasını istiyorum. Bunu birçok yazılarımda söyledim, şimdi burada bir defa daha ifade etmiş oluyorum. Ortaokul ve liselerde de Arapça dilinin yine hiç olmazsa seçmeli olarak yabancı diller grubuna alınmasını teklif ediyorum. Bu dileğimi böylece Milli Eğitim bakanlığına arz etmiş bulunuyorum.
YÖK yöneticilerinden de ayrıca burada bir ricam olacaktır. Yine Arapçanın üniversiteler bünyesinde İngilizce, Fransızca ve Almancanın yanında yer alarak Arapçanın da tekrar yabancı dil olarak kabulünü arz ve takdim ediyorum.
Netice olarak insan ve toplumlar devamlı bir değişim ve gelişim içersinde olurlar. Hayat, otobanda giden bir otomobile benzer. Bu giden arabanın fotoğrafını çekemezsiniz; o, ancak kameraya alınabilir. O sebeple durgun ve durağan olmak değil, hareket ve değişim esas olmalıdır. Daha iyisine her şeyin daha iyisine ve daha faydalısına ulaşmak için merdiven basamaklarını birer, birer terk ettiğimiz gibi, iyiyi ve faydalıyı terk ederek, daha iyiye ve daha çok faydalıya geçmeliyiz. Önce teoride sonra da pratik hayatta değişim ve yenilenme, önce fikir, sonra da iş ve aksiyonda tekâmül ve ilerleme… İnsanoğlu her şeye layıktır.