Hayrettin Karaman - Yeni Şafak
Demokratik açılım
Hayrettin Karaman, hkaraman@yenisafak.com.tr, 10 Ocak 2010 Pazar
Demokratik açılım
Sayın İçişleri Bakanımız “demokratik açılımın devam edeceğini, ilgili kanunlardan birinin Meclis'e sevk edildiğini, diğerlerinin de onun arkasından geleceğini” haber veriyor.
Demokratik açılım elbette yalnızca Kürt meselesinin çözümünü hedeflemiyor, ama bu meselenin de açılım içinde önemli bir yer tuttuğu açıktır. …
Bin yıldan fazladır bu topraklarda aynı dini ve davayı benimseyerek birlikte yaşadığımız Müslüman etnik gruplar ve bunların içinde Müslüman Kürtler, ülkenin bölünmesini asla istemezler ve istemiyorlar. Kürtlerin taleplerini ve onlara karşı yapılan bazı yanlışları bahane ederek silaha sarılan ve dağa çıkan Kürtlerin Müslümanlıkla alakaları ise hemen hiç konuşulmuyor. Dağlarda yapılan çekimlerde tek veya cemaat olarak namaz kılan bir tane PKK'li görmedim. Liderlerinin de Marksist-materyalist olduğunu biliyoruz. …
PKK terörü ile Kürt meselesini ayrı ayrı ele almak, terörü -başka çare yoksa şiddet de kullanarak- engellemek, Kürtlerin haklı taleplerini ise insan hak ve özgürlükleri çerçevesinde karşılamak gereklidir.
Kürt açılımı da denilen demokratik açılıma milliyetçilik adına karşı çıkanların aşağıdaki yazıyı okumalarında fayda var:
Sayın Ayşe Hür'ün, “Din Yok Milliyet Var” başlıklı bir yazısında (Taraf, 27.09.2009) şu satırları okuyoruz:
“…Peki, toplumun iliklerine işlemiş dinin böyle aniden sökülüp atılmasıyla ortaya çıkacak boşluğun neyle doldurulması planlanıyordu? Ekim 1926'da yazılmış olan ve Samsun Milletvekili Ruşeni (Barkın) imzasını taşıyan ve Mustafa Kemal tarafından okunarak yanına çeşitli işaretler ve notlar konmuş olan “Din Yok, Milliyet Var” başlıklı makale ilk ipucunu veriyor. Dinin yerini ulusçuluk fikri alacaktı. Nitekim Türkiye hakkında yazılmış ilk İngilizce eserlerden bir olan Turkey Today'in (1928) yazarı Grace Ellison'a göre o yıllarda 'ulusçuluk Türkiye'nin yeni dini, Misak-ı Millî Kur'an-ı Kerim'i, İsmet İnönü ise Hz. İsa'sı' olmuştu. …
…Ulusçuluk davası ayrışma ve bölünme tehlikesini tahrik ediyor, İslam ortak payında birlikte yaşamak ise bin yıldır bizi bir arada tuttu.
Yazının tamamı için bakınız: http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?t=10.01.2010&y=HayrettinKaraman
YORUM:
Demokrasi, “halkın yönetimi” değil “halk yönetimi”dir. “Halkın yönetimi” şeklindeki tanım yöneten ve yönetilenlere dayanır, eksik demokrasidir. Demokrasi halk iktidarı/ halkın kendi kendini yönetmesi/ kişinin kendisini yönetmesi demektir.
Yönetim yapısı demokratik olmayan topluluklar /devletler sosyal sorunları kalıcı çözemezler. Demokrasinin bir yönü haklar diğer yönü de görevleri içerir. Bunlar hükümlerle ifade edilir. Bir yönü özgürlükleri bir yönü güvenlik yapılanmasıdır. Demokrasi halk yönetimini oluşturma yanında, halk yönetimini korumayı da içerir. Sorunları ortaklıkla çözer.
Günümüzde Türkiye’nin durumu ve sorunları incelendiğinde, demokrasinin henüz yeterli seviyede olmadığı, demokratik gelişimde temelde yapılanma sorunları olduğu görülür. Bu durum, kişiler gibi kişilerin demokrasiyi geliştirme adına seçtikleri yönetimleri de doğrudan etkilemektedir. Hükümetleri de klasik, bilindik ve demokratik olmayan yöntemlerle çözüm aramaya itmektedir.
Her alanda olduğu gibi sosyal alanda da örneğin terör sorununda da demokratik açılım çalışmaları konusunda tekelci, yanlı, kısıtlı yaklaşımlar baskın yapılmaktadır. Çalışmalarda farklı ekollerin çalışmalarından yararlanmak ve başarılı olan çalışmaları halkın benimsemesine olanak vermek gerekir.
Günümüzde demokratik açılım çalışmalarında önemli sorunlar vardır. Bunlar:
Çalışmalarında farklı sosyal projeler değerlendirilmemiştir.
Farklı projeler istenmemiştir.
Farklı görüşler dinlenmemiştir.
Farklı görüşler denenmemiştir.
Merkezi yönetim hazırlıksız tek bir çözüm açılım yapmaktadır.
Güvenlik politikaları gevşetilmiştir. Güvenlik sorunu çözümsüzlüğe gitmektedir.
Halkın/ulusun, güvenlik güçlerinin mağduriyeti giderilmemiştir.
Mağdur olan halkın güveni sarsılmıştır.
Mağdur eden şiddet yanlıları güç kazanmıştır.
Devletle baş etmiş bir örgüt imajı halkı daha da mağdur eder.
Terör örgütü mensup veya yandaşları, ilgilileri yasal, sosyal, ekonomik çözümler üretilmeden açılıma dahil edilmiş ve açılımın önderleri yapılmıştır.
İşsizliğe çözüm bulunamamıştır.
Sosyal sorunlara genel ve kalıcı çözümler üretilmemiştir.
Türkiye’nin bir tek ulus olması ile bir ırk olması karıştırılmaktadır. Türk ulusu kavramı bilim ekollerince tartışılmalıdır. Ortak tanımlar ana yasalarda yerini bulmalıdır. Uzlaşma sağlanamayan hiçbir öneri temel yasalarda yer almamalıdır. Ya da uzlaşma sağlanana kadar mevcut yasa değiştirilmemelidir.
Hayrettin Karaman Cumhuriyetin ilk yılları ile ilgili ; “Sayın Ayşe Hür'ün, “Din Yok Milliyet Var” başlıklı bir yazısında (Taraf, 27.09.2009) şu satırları okuyoruz: “…Peki, toplumun iliklerine işlemiş dinin böyle aniden sökülüp atılmasıyla ortaya çıkacak boşluğun neyle doldurulması planlanıyordu? Ekim 1926'da yazılmış olan ve Samsun Milletvekili Ruşeni (Barkın) imzasını taşıyan ve Mustafa Kemal tarafından okunarak yanına çeşitli işaretler ve notlar konmuş olan “Din Yok, Milliyet Var” başlıklı makale ilk ipucunu veriyor. Dinin yerini ulusçuluk fikri alacaktı. Nitekim Türkiye hakkında yazılmış ilk İngilizce eserlerden bir olan Turkey Today'in (1928) yazarı Grace Ellison'a göre o yıllarda 'ulusçuluk Türkiye'nin yeni dini, Misak-ı Millî Kur'an-ı Kerim'i, İsmet İnönü ise Hz. İsa'sı' olmuştu,” bilgilerini aktarmıştır.
Bu görüşlere dayanarak Hayrettin Karaman’ın “…Ulusçuluk davası ayrışma ve bölünme tehlikesini tahrik ediyor, İslam ortak payında birlikte yaşamak ise bin yıldır bizi bir arada tuttu” görüşü kısmen yanlıştır hem de yetersizdir. Hayrettin Karaman’ın “Dağlarda yapılan çekimlerde tek veya cemaat olarak namaz kılan bir tane PKK'lı görmedim. Liderlerinin de Marksist-materyalist olduğunu biliyoruz. …” tespiti önemli ölçüde doğrudur. Ancak yetersizdir. Dindarım diye gösterilen ve sadece Türkiye’de değil dünyada terör yapıyor diye gösterilen /terörde kullanılan dindarlar için ne diyeceğiz. Sorun, o insanların yanlışları kadar, sistemlerin, ister inanç, ister ırk, ister ekonomik, isterse siyasi merkezli tekelci yapılarından kaynaklanmaktadır. Sonunda merkezi dışlayıcılık veya yerelleşme adına model yanlışlığı içeren ve güvenlikten yoksun dağıtıcı bir yapı varsa sorun var demektir.
“Din yok millet var” ifadesi nasıl ki yetersiz ve eksik bir ifade ise “millet yok din” hatta “ulus yok İslam dini var” ifadesi de yetersiz, kısmen yanlış ve eksiktir. “Din yok millet” var ifadesi, ülke içinde her dinden insanlar millet kavramı içinde yer alır şeklinde anlaşılmalıdır/tamamlanmalıdır. Bütün dinler ve onlara inananlar ulus içinde eşittir. Fertler ulus içinde eşit haklara sahiptir. Fertlerin inançlarını temsil eden din/dinlerden herhangi biri ayrıcalıklı değildir, ulus içindir, ulusun gelişmesi yaşaması içindir. İnançlar bir milletin alt bölümlerinde yer alırlar şeklinde anlaşılmalıdır.
İslamiyet de inanç bakımından inançlardan biridir. İslamiyet’ten kastedilen sosyal sistem önerisi ise, bu durumda inanç ilkeleri ile değil sosyal ilkelerle, sistem ilkeleri ile konu tartışılmalıdır. Böyle olunca da İslam sisteminin önerisi olarak din/inanç devletinden bahsedilemez. Devlet inanç örgütlenmeleri yanında diğer sosyal örgütlenmeleri de içinde barındıran belli büyüklükteki sosyal örgütlenmedir. Sadece bir inançtan beslenmez, bir inanca da dayandırılamaz.
Yeniden yapılanma sürecinde toplumun geçmişten getirdiği temel/ karakteristik/ genetik yapı tabi ki esas alınmalıdır, yok sayılmamalıdır/dışlanmamalıdır. Buna ek olarak genetiğin belli bir tarihteki yorumunda da kalınmamalıdır. Genetik özelliği kaybolan toplumların yapılanmaları ne kadar yanlış ise genetiği belli bir dönemdeki yansımasını yeterli görenler de o kadar yanlış içindedirler.
Demokratik yapılanmada toplumu yaşatan ekonomik, sosyal v.b temel unsurlar gibi güvenlik unsuru da dikkate alınmalıdır. Koruma sistemi olmayan vücut ne kadar sağlıklı beslenirse beslensin kendini koruyamaz.
Demokratik açılım bölgesel veya merkezi nitelik taşımaktadır. Merkez//tekel merkez önerisi ile yapılmaktadır. Bu tür bölgesel ölçekte yapılanmalar, ayrılıkçı terör sorunlarında tehdittir. Bölge içindeki halk bu bölgesel merkezi güce/ anlayışa itilir/zorlanır/düşer.
Bu konuda mevcut çalışmalardan yararlanılarak daha küçük ölçekte yeniden yapılanma önerilerinin ortaya çıkarılması, seçenek olarak sunulması gerekir.
Bu konuda Türkiye birçok açıdan önemli bir tarihsel birikime sahiptir. Anayasalarımız incelendiğinde halk demokrasisinin önemli temlerinden ve seçeneklerinden biri olan yerel yönetimler konusunda 1920’li yıllardan günümüze başarılı bir gelişme sağlandığı söylenemez. Tam aksine görünüşte yerel yönetimlerin ağırlık kazandığı söylemi reklam edilirken, gittikçe merkezileşen bir yapıya düşülmüştür/düşürülmüştür. Özgürlük söylemleri de güvenlik sorununa düşülmesine neden olmuştur.
Sosyal görüşler, görüş uygulamaları için ideal büyüklük belirlenmelidir. Bu büyüklük özgürlüğü en iyi sağlayacak kadar büyük, bölünmeyi engelleyecek kadar küçük olmalıdır. Bu konuda toplumsal çalışmalara gereksinim vardır. Akevler’de konuyla ilgili çalışmalarda “Bucak” büyüklüğünün bu yönde ideal birim olduğu belirlenmiştir.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yılları çözüm arayışlarının canhıraşla yapıldığı yıllardır. Sıkıntıda olan insanın bazı yanlışları yapmakla birlikte daha samimi çözüm araması benzeri bir durum kurtuluş mücadelesi / kuruluş yıllarında gerçekleşmiştir.
1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu Türkiye Cumhuriyeti anayasaları içinde en demokratik bir anayasadır. Maddelerinin %25’ini demokratiklik konusunda en önemli birim olan Bucak’a ayırmıştır. Teşkilatı-ı Esasiye kanununun 23 maddesinin 6 (16-21) maddesi bu nedenle Nahiye/Bucak yönetimine ayrılmıştır.
Madde 16- Nahiye hususi hayatında muhtariyeti haiz bir manevi şahsiyettir.
Madde 17- Nahiyenin bir şûrası, bir idare heyeti ve bir de müdürü vardır.
Madde 18- Nahiye şûrası, nahiye halkınca doğrudan doğruya müntehap azadan terekküp eder.
Madde 19- İdare heyeti ve nahiye müdürü, nahiye şûrası tarafından intihap olunur.
Madde 20- Nahiye şûrası ve idare heyeti kazai, iktisadi ve mali salahiyeti haiz olup bunların derecatı kavanini mahsusa ile tayin olunur.
Madde 21- Nahiye bir veya birkaç köyden mürekkep olduğu gibi bir kasaba da bir nahiyedir.
Doğrudan seçim, halkın birbirini tanıma mekanizmasını kullandığı, birbirini bildiği bir birim muhtariyeti haiz manevi şahsiyet olarak birimleştirilmiştir. Doğrudan seçilen “nahiye şurası”, şuranın seçtiği “idare heyeti”, “nahiye müdürü” ve kazai, iktisadi, mali salahiyete sahip bir birim olan bucak, o dönem şartları içinde halkın kendine uygun seçenekleri bulabileceği bir birim olma yolunda önemli bir adımdır.
“Bucak” çözümü zamanla itibarsızlaştırılmış ve yasal süreçten olduğu gibi halkın gözünden de düşürülmüştür. Bilimsel olmayan değerlendirmelerle devre dışı bırakılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunda “muhtariyeti haiz, organları doğrudan seçimle gelen manevi şahsiyet” gibi temel bir çözümle belki de en önemli birimlerden biri iken zamanla devre dışı bırakılmıştır.
1924 Anayasa’sında tek bir maddeye düşürülmüş ve Bucak yönetimi adeta görmezlikten gelinmiştir.. Cumhuriyetin sonraki yıllarında Bucak yönetimi konusunda gelişme sağlanamamış mevcut düzenlemeler de tam uygulanmamıştır.
1950’lere gelindiğinde bucakların, köy ile ilçe basamakları arasında yer alması, köy sayısı bakımından köye en yakın yönetsel bölüm olması bakımından toplum kalkınmasında temel birim olması yönünde geliştirilmesi düşünceleri merkezi idare tarafından önemsenmemiştir. Bunun yerine merkezi idarenin taşradaki temsilcisi yönündeki değerlendirmeler öne çıkarılmıştır.
1949’da 5442 sayılı kanunla Bucak Merkezi idarenin/ mülki idare bölümlerinin üçüncüsü olarak -Anayasa’da yerini almasa da -kanunlarda yerini alabilmiştir. Yerel yönetim birimi olma seçeneği merkezi idarenin temsilcisi olma durumuna dönüştürülmüştür. Yasada “Bucaklar il ve ilçelerde olduğu gibi kanunla değil bir idari işlemle kurulması netleştirilmiştir. Bu idari işlem İç İşleri Bakanlığının kararı ve Cumhurbaşkanının onayıdır.” ifadesi ile bir yönüyle merkezin temsilcisi Bucakların kurulması kolaylaştırılmıştır. Uygulamaya bakıldığında bu yönde de bir çaba olmadığı görülür.
Bununla birlikte 1921 Anayasasında örnek bir yerel yönetim birimi olan Bucak zamanla Merkezi idarenin uzantısı olarak yasalaştırılmaya ek olarak yeni Bucaklar kurulmadığı gibi zamanla tamamen ilgi kesilmiştir. İlgisizlikten uygulamadan kalkmaya başlamıştır. Bucaklar yıllardan beri fiilen yok olmaya terk edilmişlerdir. 2000’lı yıllara gelindiğinde 689 bucak kalmıştır, bunların da sadece 16’sında bucak müdürü vardır.
1961 ve 1982 Anayasa’larında Bucak konusuna yer verilmemiş, illerin kademeli bölümlere ayrılabileceği, yetki genişliği gibi kapalı ifadelerle merkezi idare konusu ve il, köy yönetimleri ile konu geçiştirilmiştir. 1982 Anayasası Mülki idare birimlerinden sadece ‘il’in ismini zikretmiştir.
Demokratikleşmenin, yerel yönetimlerin neredeyse her gün tartışıldığı günümüz çalışmalarında “Bucak” biriminden neredeyse hiç bahsedilmemektedir. Yaptığımız ön çalışmada başta 5393 sayılı Belediye ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunları ile 4 Mart 2005 tarihli ve 25745 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu ile İl Özel İdareleri’nde veya yerel yönetim çalışmalarında “Bucak” konusuna değinilmemiştir. Anayasa çalışmalarında da yer bulamamıştır.
Yerel dil sorunu, yerel kültür sorunu, yerel yönetim sorunu için “Bucak” modeli üzerinde dikkatlice durulması gerekir. Halk seçeneksizliğe itilmemelidir.
Yeniden bilimsel çalışmalarla tasarlanması ve seçenek olarak ortaya konması önerisi üzerinde durulmalıdır. Bucak modeli önerisi ile Türkiye’nin sosyal model önerilerinin farklı seçeneklerle ortaya konması sağlanmış olacaktır. Böylece önerisi olan her görüş ülke içinde önerisini sunma, deneme olanağı elde edecektir. Daha büyük ölçekli denemeler örneğin merkezi ve bölgesel ölçekli açılımlar ileride ayrılıkçılık ve terör ile ulusa zarar verir.
Çalışmalarda,
- Halkın kanaat önderlerinin sorunları/ihtiyaçları belirlemesi,
- Bilim ekolleri temsilcilerinin çözümleri ortaya koyması
- Siyasi partilerin pilot denemelerle /yerel yönetimlerde benimsedikleri görüşleri uygulaması
- Meclisin uygulamaların sonuçlarını yasllaştırarak halkla paylaşması metodu izlenmelidir.
Konuyla ilgili çalışmaların halka duyurulması için sosyal model önerisi olan görüşlerin temsilcilerinden oluşan bir izleme ve tanıtma heyeti oluşturulmalıdır. Halkın seçenekleri doğru tanıtılmalı ve değerlendirilmelidir.