Kıyat'ın analizi
1089 Okunma, 1 Yorum
Fikret Bila - Milliyet
Harun Özdemir

10 Ocak 2010

 

Bu haftaki 32. Gün programı önemli tartışmalara sahne oldu. Mehmet Ali Birand’ın yönettiği programda, Prof. Dr. Mümtazer Türköne ile emekli Hava Tuğgeneral Ramiz İlker’in tartışmaları ilgi çekiciydi. Program konuklarından biri olan emekli Koramiral Atilla Kıyat ise siyasilerin mutlaka üzerinde durmaları gereken bir analiz yaptı.
Kıyat, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un, her vesileyle dile getirdiği, “TSK’ya karşı asimetrik savaş yürütülüyor” sözlerini anımsattı ve şöyle dedi:
“Genelkurmay Başkanı TSK’ya karşı asimetrik savaş var, diyor. Ama hiçbir savcı gidip Genelkurmay Başkanı’na nedir bu asimetrik saldırı, elinizdeki kanıtlar nedir, diye sormuyor.”
Kıyat’ın bu saptaması üzerinde durulmalı. Org. Başbuğ’a gidip bu konuyu soruşturuyoruz diyen bir savcı oldu mu? Genelkurmay Başkanı’ndan bilgi, belge isteyen oldu mu? Genelkurmay Başkanı’nın bu şikâyetiyle ilgilenen oldu mu?

Seçim kime karşı kazanıldı?
Kıyat’ın dikkat çeken bir analizi de 22 Temmuz seçimlerinden sonra oluşan havayla ilgiliydi. TSK’nın hedef tahtasına oturtulduğu son dönemler dikkate alındığında Kıyat’ın analizi önem kazanıyor.
Kıyat, şu değerlendirmeyi yaptı:
“AKP yüzde 47 gibi bir oy aldı. Seçim sanki diğer siyasi partilere karşı kazanılmış bir zafer değil de TSK’ya, yargıya, üniversitelere karşı kazanılmış bir zafer gibi yansıtıldı.”
Koramiral rütbesiyle emekli olmuş Kıyat gibi bir isim 22 Temmuz sonrası süreci böyle algılıyorsa, bunun üzerinde durmak gerekir. Durum Kıyat’ın değerlendirdiği gibi değilse, o zaman, bu algıya yol açan olaylar üzerinde durulması şarttır.
TSK’ya yönelik yıpratma kampanyası, 27 Nisan bildirisine dayandırıyorsa, onun sorumluluğunu eski Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt, kişisel olarak üstlendi. Bunu vesile edip TSK’yı kurum olarak hedef yapıp, “her türlü kötülüğün kaynağı ve bir terör örgütü gibi göstermeye” çalışmak, yapılacak en büyük yanlıştır.

Değer mi?
Kıyat, analizinin sonunda bir de “Değer mi?” sorusunu gündeme getirdi. Yapılanların TSK personeli açısından etkileri üzerinde durdu. Ve “Eğer dedi, “TSK’da değer mi sorusunu soranların sayısı artarsa işte asıl büyük tehdit o zaman oluşur.
Kıyat, denizci olduğu için firkateyn komutanından örnek verdi: Somali açıklarında görev yapan firkateyn komutanı TSK’ya yapılanlar karşısında, “Değer mi?” diye düşünmeye başlarsa... Aldığı zorlu eğitimi, çocuklarını, ailesini aylarca görememesi, canını ortaya koyarak yaptığı görevleri, vatanı için canını vermek üzere yetiştirilmiş olmasını, düşünürse ve “Değer mi?” derse... Ve bunu düşünen TSK personelinin sayısı artarsa...
Kıyat, canı pahasına sadece firkateynde değil, dağ başında yaz-kış, gece-gündüz görev yapan, teröristle çatışan askerlerin moral düzeyinin önemine işaret etmek istedi. Yaşanılanların bu askerlerin morali üzerindeki etkilerine dikkati çekti.
Emekli Koramiral Kıyat’ın analizi bu konular üzerinde düşünme zamanının geldiğini, hatta geçmekte olduğunu gösteriyor. TSK’da suç işleyen varsa onların bulunması ve yargıya teslim edilmeleri başka, fırsat bu fırsattır diyerek TSK’yı günah keçisi yapmak başkadır.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan son günlerde sıkça kurumlar arası çatışma olmadığını vurguluyor ve aksine, uyumlu çalışıldığına ilişkin mesaj ve görüntüler veriyorlar. Bu durum çatışmanın yol açtığı ve açacağı algının yaratacağı sorunların farkında olduklarını gösteriyor. Ancak sorun görüntü vermenin de ötesinde TSK’nın karşı karşıya kaldığını ifade ettiği sorunlarla daha yakından ilgilenilmesini gerektiriyor.

 

Y O R U M :

 

NEDEN CUMHURİYET SAVCISI DENİR

Lozan'da doktora yaptıktan sonra Atatürk tarafından "Hukuk Reformu yapmakla" görevlendirilen Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, savcılar için "Cumhuriyet Savcısı" unvanının isim babasıdır.


Atatürk'ün huzurunda "Hukuk Reformu" için fikir fırtınası yapılırken, Mahmut Esat Bozkurt çok tepki alır ve sıkıştırılır:

"Neden sadece savcılara Cumhuriyet Savcısı denilir?
Cumhuriyet Başbakanı,
Cumhuriyet Bakanı,
Cumhuriyet Müsteşarı,
Cumhuriyet Valisi,
Cumhuriyet Büyükelçisi olmuyor da,
Neden Cumhuriyet Savcısı?
Savcılara neden bu imtiyaz?

Atatürk, Bozkurt'a "Ne diyorsun?" diye sorar.
Bozkurt'un cevabı çok net olur:
"Çünkü öyle zaman olur ki, cumhuriyeti korumak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen, büyükelçiden bile hesap sormak gerekebilir. İşte o hesabı soracak olan Cumhuriyet Savcısı'dır."

Atatürk, gülümseyerek hoşnut kaldığını belli eder. "Devam et Bozkurt" der. Cumhuriyet Savcısının bu cumhuriyeti korumak ve kollamak yetkisi hukuk reformuna ve Atatürk'ün yorumuna kadar uzanır.


***

 

 

Atatürk’ün Cumhuriyet Savcılarına Seslenişi, 9 Ekim 1925

….

Savcılarımızın, kovuşturmak ve açmak zorunda oldukları ceza davaları, mahkeme huzurunda, her türlü delille aydınlatılacaktır. Cumhuriyet Savcılarının bu konuda yapacakları açıklamaları, kamu hukuku adına istenen ceza, suç ve sanık hakkında kamuoyunun aydınlatılması için ve verilecek hükmün niteliğine ilişkin açık bir fikir edinilmesini sağlamak için gerekli bulurum. Davaların Yargıtay’ca incelenmesi sırasında da, bu konunun büyük kolaylık sağlayacağı açıktır.

Savcılık, karar değil, dava makamıdır. Yargılama sırasında ve duruşmada, savcılarımızın kendilerini herhangi bir davanın taraflarından sayarak ısrarla açıklamaları ve görüşlerinin kabul edilmesini ve desteklenmesini sağlamak için, tüm tarihsel ve yasal araçlardan yararlanmayı ihmal etmemeleri gerekir.

Kamu Hukuku adına ortaya koyduğu bir talebin desteklenmesini sağlayamamanın, bir Cumhuriyeti Savcısı için övünülecek bir konu olamayacağını hatırlatmak isterim.

Cezaevlerinin haftada bir mutlaka denetlenerek, yargılama olmaksızın tutuklu kalanların, kısaca nedenleriyle birlikte derhal en yakın müfettişliğe ve Adalet Bakanlığına bildirilmesi gerekir. Bir soruşturmanın başlatılabilmesi ve sürdürülebilmesi için bir şikayet veya zabıtanın bildirimi beklenecektir. Duyuma dayanarak soruşturmaya başlanarak, herhangi bir olayla ilgili olarak merciinden bilgi alınarak gerçeğin aydınlatılması ve konunun ilgi ve dikkatle izlenmesi, kamu hukuku ve kamu güvenliğinin esenliğini sağlamak bakımından çok önemlidir.

Türkiye Cumhuriyetinde kimsesiz bir birey yoktur. Cumhuriyet, böyle bir kavramı asla kabul edemez. İnsan hakları, yasalarımızın güvencesi altındadır. En güçsüz ve en kimsesizlerin yardımcısı devlet ve onun kamu hukuku temsilcileri olan Cumhuriyet Savcılarıdır. Kendilerini kimsesiz görenlerin, yanlarında her an haklarını aramakla görevli Cumhuriyet Savcıları bulunduğunu asla unutmamaları ve bundan emin olmaları gerekir. Zayıf ama haklı olanların en güçlü durumda olmaları, adliyemizin en belirgin özelliği ve ülküsüdür. Cumhuriyet Adliyesinin yükselmesini bir onur meselesi saydıklarından hiç kuşku duymadığım çalışma arkadaşlarıma bu onurlu görev alanında mutlak ve muhakkak olan başarılarını coşkuyla dilerim efendim. (Doç. Dr. Ali Birinci, Yeni Türkiye Dergisi, Cumhuriyet Özel Sayısı I, 1998, s. 23-24)

 

 

Harun Özdemir


YorumcuYorum
Süleyman Karagülle
10.01.2010
19:10

Batının isteklerine uyularak çıkarılan askerlerin siviller tarafından muakenesi kanunu hiçbir hukukı ve ilmi mantığa dayanmaz. Ülkemizde hukuk nahkemelri vardır. Ticari mahkemler vardır. İdari mahkemelr bardır. İŞ mahkemelriş vardır. Ceza mahkemelri vardıurç Hukuk mahkesmelri vardır. Askeri yargı mahkemelri neden hukukı olmasın. Sivillerin günah işlemez hata etemz oldukları nerden bilinmektedir. Askerlerin hata eden kötü niyetli olduğunu nereden aldığımız vahy ile biliyuz. Mustafa Kemal savcılara yapdığı tavsiyede söylentelere değil resmi makamnlardan aldsığınız bilgilerle hareket edin diyor. Cumhuriyet savcıları o zman hükümeitn emrinde ve onun istediği davaları açmakla yükümlü idi. Makuldu. Şinmdi bir savcı nereden aldığı yetki ile cumhuriyet adoına dava açma hakkına sahiptir. Bu nasıl demokrasıdır. Nasıl hukuk devletidir. Savcı devleti sorgulama yetksini milleti sorgulama yetjsini nerden almıştır. Sorunlar kökünden çözülmedikçe devletimizi yaşatamayız. Mswerkezi yönetimdeki merekzinm emrindeki savcının yetkilerini şimdi bağımsız savcılara cvewrirseniz deveelt deveelt varlığını sürdüremez.





Sayı: 31 | Tarih: 10.01.2010
Toktamış Ateş
Demokrasi döneklik ve erdem
1686 Okunma
Osman Eskicioğlu
Hayrettin Karaman
Demokratik açılım
1486 Okunma
1 Yorum
Hilmi Altın
Reşat Nuri Erol
Enerji siyasetimiz nenasıl olmalıdır?
1254 Okunma
Ilker Ardic
Ebubekir Sifil
Hangi İslam
1247 Okunma
3 Yorum
Zafer Kafkas
Rasim Ozan Kütahyalı
Medyadaki umumi manzara
1234 Okunma
Recep Yıldırım
Yılmaz Özdil
Profesör Onur Erol bunların yanında hemşire bile o
1233 Okunma
Leyla Okta
Zülfü Livaneli
Einstein’ın şoförü
1218 Okunma
Ali Bülent Dilek
Gülay Göktürk
Değişimin yolu-yordamı
1211 Okunma
Adem Çevik
Bekir Berat Özipek
‘Yeni İttihatçılar’, ‘kilit haberleşmeciler’ ve be
1189 Okunma
Bünyamin Demir
Ahmet Hakan
Hasan Cemal ile Nuray Mert arasında
1183 Okunma
6 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Oktay Ekşi
İlk Ders
1149 Okunma
Vahap Alma
Ruşen Çakır
Açılım iki fotoğrafın kurbanı oluyor
1141 Okunma
Tayibet Erzen
Abdülkadir Özkan
Emekliye sürpriz !..
1124 Okunma
1 Yorum
Özgül Ertuğrul
Can Ataklı
Alternatif var aslında
1108 Okunma
Mesut Karaaytu
Fikret Bila
Kıyat'ın analizi
1089 Okunma
1 Yorum
Harun Özdemir
Fehmi Koru
Heyecandan umuda yolculuk
1082 Okunma
Ahmet Kirtekin
Mahir Kaynak
Medyanın Geleceği
1060 Okunma
Süleyman Karagülle
Mehmet Şevket Eygi
Paranın Putlaştırılması
1043 Okunma
Emine Hocaoğlu
Mehmet Altan
Filistin’e yol neden açık değil?
1031 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Nazlı Ilıcak
Baykal'dan karartma
1019 Okunma
Fatma Karuç
Mehmet Niyazi
Sıkıntılarımızın kaynağı
1018 Okunma
Abdurrahman Erol


© 2024 - Akevler