10 Ocak 2010
Bu haftaki 32. Gün programı önemli tartışmalara sahne oldu. Mehmet Ali Birand’ın yönettiği programda, Prof. Dr. Mümtazer Türköne ile emekli Hava Tuğgeneral Ramiz İlker’in tartışmaları ilgi çekiciydi. Program konuklarından biri olan emekli Koramiral Atilla Kıyat ise siyasilerin mutlaka üzerinde durmaları gereken bir analiz yaptı.
Kıyat, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un, her vesileyle dile getirdiği, “TSK’ya karşı asimetrik savaş yürütülüyor” sözlerini anımsattı ve şöyle dedi:
“Genelkurmay Başkanı TSK’ya karşı asimetrik savaş var, diyor. Ama hiçbir savcı gidip Genelkurmay Başkanı’na nedir bu asimetrik saldırı, elinizdeki kanıtlar nedir, diye sormuyor.”
Kıyat’ın bu saptaması üzerinde durulmalı. Org. Başbuğ’a gidip bu konuyu soruşturuyoruz diyen bir savcı oldu mu? Genelkurmay Başkanı’ndan bilgi, belge isteyen oldu mu? Genelkurmay Başkanı’nın bu şikâyetiyle ilgilenen oldu mu?
Seçim kime karşı kazanıldı?
Kıyat’ın dikkat çeken bir analizi de 22 Temmuz seçimlerinden sonra oluşan havayla ilgiliydi. TSK’nın hedef tahtasına oturtulduğu son dönemler dikkate alındığında Kıyat’ın analizi önem kazanıyor.
Kıyat, şu değerlendirmeyi yaptı:
“AKP yüzde 47 gibi bir oy aldı. Seçim sanki diğer siyasi partilere karşı kazanılmış bir zafer değil de TSK’ya, yargıya, üniversitelere karşı kazanılmış bir zafer gibi yansıtıldı.”
Koramiral rütbesiyle emekli olmuş Kıyat gibi bir isim 22 Temmuz sonrası süreci böyle algılıyorsa, bunun üzerinde durmak gerekir. Durum Kıyat’ın değerlendirdiği gibi değilse, o zaman, bu algıya yol açan olaylar üzerinde durulması şarttır.
TSK’ya yönelik yıpratma kampanyası, 27 Nisan bildirisine dayandırıyorsa, onun sorumluluğunu eski Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt, kişisel olarak üstlendi. Bunu vesile edip TSK’yı kurum olarak hedef yapıp, “her türlü kötülüğün kaynağı ve bir terör örgütü gibi göstermeye” çalışmak, yapılacak en büyük yanlıştır.
Değer mi?
Kıyat, analizinin sonunda bir de “Değer mi?” sorusunu gündeme getirdi. Yapılanların TSK personeli açısından etkileri üzerinde durdu. Ve “Eğer dedi, “TSK’da değer mi sorusunu soranların sayısı artarsa işte asıl büyük tehdit o zaman oluşur.”
Kıyat, denizci olduğu için firkateyn komutanından örnek verdi: Somali açıklarında görev yapan firkateyn komutanı TSK’ya yapılanlar karşısında, “Değer mi?” diye düşünmeye başlarsa... Aldığı zorlu eğitimi, çocuklarını, ailesini aylarca görememesi, canını ortaya koyarak yaptığı görevleri, vatanı için canını vermek üzere yetiştirilmiş olmasını, düşünürse ve “Değer mi?” derse... Ve bunu düşünen TSK personelinin sayısı artarsa...
Kıyat, canı pahasına sadece firkateynde değil, dağ başında yaz-kış, gece-gündüz görev yapan, teröristle çatışan askerlerin moral düzeyinin önemine işaret etmek istedi. Yaşanılanların bu askerlerin morali üzerindeki etkilerine dikkati çekti.
Emekli Koramiral Kıyat’ın analizi bu konular üzerinde düşünme zamanının geldiğini, hatta geçmekte olduğunu gösteriyor. TSK’da suç işleyen varsa onların bulunması ve yargıya teslim edilmeleri başka, fırsat bu fırsattır diyerek TSK’yı günah keçisi yapmak başkadır.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan son günlerde sıkça kurumlar arası çatışma olmadığını vurguluyor ve aksine, uyumlu çalışıldığına ilişkin mesaj ve görüntüler veriyorlar. Bu durum çatışmanın yol açtığı ve açacağı algının yaratacağı sorunların farkında olduklarını gösteriyor. Ancak sorun görüntü vermenin de ötesinde TSK’nın karşı karşıya kaldığını ifade ettiği sorunlarla daha yakından ilgilenilmesini gerektiriyor.
Y O R U M :
NEDEN CUMHURİYET SAVCISI DENİR
Lozan'da doktora yaptıktan sonra Atatürk tarafından "Hukuk Reformu yapmakla" görevlendirilen Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, savcılar için "Cumhuriyet Savcısı" unvanının isim babasıdır.
Atatürk'ün huzurunda "Hukuk Reformu" için fikir fırtınası yapılırken, Mahmut Esat Bozkurt çok tepki alır ve sıkıştırılır:
"Neden sadece savcılara Cumhuriyet Savcısı denilir?
Cumhuriyet Başbakanı,
Cumhuriyet Bakanı,
Cumhuriyet Müsteşarı,
Cumhuriyet Valisi,
Cumhuriyet Büyükelçisi olmuyor da,
Neden Cumhuriyet Savcısı?
Savcılara neden bu imtiyaz?
Atatürk, Bozkurt'a "Ne diyorsun?" diye sorar.
Bozkurt'un cevabı çok net olur:
"Çünkü öyle zaman olur ki, cumhuriyeti korumak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen, büyükelçiden bile hesap sormak gerekebilir. İşte o hesabı soracak olan Cumhuriyet Savcısı'dır."
Atatürk, gülümseyerek hoşnut kaldığını belli eder. "Devam et Bozkurt" der. Cumhuriyet Savcısının bu cumhuriyeti korumak ve kollamak yetkisi hukuk reformuna ve Atatürk'ün yorumuna kadar uzanır.
***
Atatürk’ün Cumhuriyet Savcılarına Seslenişi, 9 Ekim 1925
….
Savcılarımızın, kovuşturmak ve açmak zorunda oldukları ceza davaları, mahkeme huzurunda, her türlü delille aydınlatılacaktır. Cumhuriyet Savcılarının bu konuda yapacakları açıklamaları, kamu hukuku adına istenen ceza, suç ve sanık hakkında kamuoyunun aydınlatılması için ve verilecek hükmün niteliğine ilişkin açık bir fikir edinilmesini sağlamak için gerekli bulurum. Davaların Yargıtay’ca incelenmesi sırasında da, bu konunun büyük kolaylık sağlayacağı açıktır.
Savcılık, karar değil, dava makamıdır. Yargılama sırasında ve duruşmada, savcılarımızın kendilerini herhangi bir davanın taraflarından sayarak ısrarla açıklamaları ve görüşlerinin kabul edilmesini ve desteklenmesini sağlamak için, tüm tarihsel ve yasal araçlardan yararlanmayı ihmal etmemeleri gerekir.
Kamu Hukuku adına ortaya koyduğu bir talebin desteklenmesini sağlayamamanın, bir Cumhuriyeti Savcısı için övünülecek bir konu olamayacağını hatırlatmak isterim.
Cezaevlerinin haftada bir mutlaka denetlenerek, yargılama olmaksızın tutuklu kalanların, kısaca nedenleriyle birlikte derhal en yakın müfettişliğe ve Adalet Bakanlığına bildirilmesi gerekir. Bir soruşturmanın başlatılabilmesi ve sürdürülebilmesi için bir şikayet veya zabıtanın bildirimi beklenecektir. Duyuma dayanarak soruşturmaya başlanarak, herhangi bir olayla ilgili olarak merciinden bilgi alınarak gerçeğin aydınlatılması ve konunun ilgi ve dikkatle izlenmesi, kamu hukuku ve kamu güvenliğinin esenliğini sağlamak bakımından çok önemlidir.
Türkiye Cumhuriyetinde kimsesiz bir birey yoktur. Cumhuriyet, böyle bir kavramı asla kabul edemez. İnsan hakları, yasalarımızın güvencesi altındadır. En güçsüz ve en kimsesizlerin yardımcısı devlet ve onun kamu hukuku temsilcileri olan Cumhuriyet Savcılarıdır. Kendilerini kimsesiz görenlerin, yanlarında her an haklarını aramakla görevli Cumhuriyet Savcıları bulunduğunu asla unutmamaları ve bundan emin olmaları gerekir. Zayıf ama haklı olanların en güçlü durumda olmaları, adliyemizin en belirgin özelliği ve ülküsüdür. Cumhuriyet Adliyesinin yükselmesini bir onur meselesi saydıklarından hiç kuşku duymadığım çalışma arkadaşlarıma bu onurlu görev alanında mutlak ve muhakkak olan başarılarını coşkuyla dilerim efendim. (Doç. Dr. Ali Birinci, Yeni Türkiye Dergisi, Cumhuriyet Özel Sayısı I, 1998, s. 23-24)