08.01.2010
İŞTE yine arada kaldım:
Bu sefer “umutlular” ile “umutsuzlar” arasında kaldım...
Bu kez “kaygılılar” ile “kaygısızlar” arasında tercih yapamıyorum.
Bu defa “Her şey çok güzel olacak” diyen ile “Her şey çok kötü olacak” diyenlerin arasında eziliyorum.
Bir tarafta “Askeri vesayet kalkıyor, sevinsenize kardeşim” diyen bir demir yumruk var tepemde...
Diğer tarafta “Askeri vesayet kalkıyor ama yerine sivil vesayet geliyor birader” diyen kocaman bir takoz...
Kısacası...
Sizi bilmem ama ben biraz serseme dönmüş durumdayım...
* * *
Bazen umut dolu oluyorum:
“Askeri vesayet ortadan kalkıyor... Ne güzel...” diye zil takıp oynamak geliyor içimden...
“Hazır ol” dendiğinde ayağa kalkmayacak olmanın derin hazzını yaşıyorum...
“Derin devlet”e nanik yapma imkânının elime geçmesinden dolayı içim içime sığmıyor...
Karanlıkların ardından doğacak nurlu sabahların hülyaları ile mest oluyorum.
Sancılı sürecin ardından bin yıl sürecek “asr-ı saadet”in özlemiyle kavruluyorum...
Makûs talihimizi değiştirecek olan Tayyip Erdoğan'a dualar ediyorum...
“Sonunda oldu... Sonunda biz de demokratikleşiyoruz... Oh ne güzel...” falan diye mutluluk gözyaşları döküyorum.
Bazı küçük aksaklıklara kafayı takmıyorum, “Söz konusu demokratikleşme ise gerisi teferruattır” deyip geçiyorum...
Kısacası...
Bazen kendimi fena halde...
Bir Hasan Cemal, bir Ali Bayramoğlu, bir Yalçın Akdoğan, bir Mehmet Altan gibi hissediyorum...
* * *
Ben tam da bu güzel rüyanın keyfini çıkaracakken...
“Hop” diye “umutsuzlar” devreye girmesin mi?
“Önüne gelene Ergenekoncu yaftası asarak mı demokratikleşeceksiniz?” sorusu “güm” diye kafamda patlamasın mı?
“Tahammülsüzlük” kelimesinin dönemin sembolü haline gelmesinden dem vurulmasın mı?
“Madem demokratikleşiyoruz, etrafımızı saran bu tedirginlik de neyin nesi?” sorusu sorulmasın mı!
“Eşi benzeri görülmemiş vergi cezaları”ndan “dinlenen telefonlar”a, “derin kadrolaşma”dan “medyayı yapılandırma girişimleri”ne kadar bin türlü tatsızlık
anımsatılmasın mı?
İktidarın radarına girmemek için sesini kesip oturanlardan, “Koskoca medya grubunun başına bunlar geliyorsa benim başıma neler gelmez” diye kafasını toprağa gömenlerden söz edilmesin mi?
Hakkını arayan işçiye layık görülen muameleden, gözünün üstünde kaşın var diyenin hakkında çetele tutulmasından falan bahis açılmasın mı?
Alıyor beni bir korku...
“Mutluluk çağı” rüyasından “kaos çağı” kâbusuna uyanıveriyorum...
Ve kendimi birden bir Kadri Gürsel, bir Nuray Mert, bir Sedat Ergin gibi hissetmeye başlıyorum...
* * *
Perişan durumdayım.
Şirazem koptu.
Hasan Cemal gibi “karanlık gecelerin nurlu sabahları” türküsü çığırırken, aniden Nuray Mert gibi “Her yer çok karanlık, hep karanlık” şarkısına geçivermenin insan zihninde oluşturduğu iflah olmaz şizofreni...
Bu durum benim açımdan bir “memleket meselesi” olmaktan çıkıp “kişisel bir ruh sağlığı meselesi” haline gelmiştir.
Soruyorum:
“Ahmet'in kafasına üşüşmüştür soru işaretleri/Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini”.
Yazının tamamı için tıklayınız.
Yorum:
Henüz Ebu Leheb’in elleri ve kendisi işe yaramaz hale gelmedi ki.
Tebbet suresi Ebu Leheb ile başlar. Ben de önceden herkes gibi hep bunun Hz. Muhammed’in amcası olduğunu düşünürdüm. Ancak birkaç sene önce Süleyman Karagülle’nin bir tefsirinde Hz. Muhammed’in amcası ile ilgili olmadığını okuduktan sonra konuyu anladım. Ben de Karagülle’nin yorumundan yola çıkarak size açıklayayım.
تَبَّتْ يَدَا أَبِي لَهَبٍ
Ebu Leheb’in iki eli kurudu, çolaklaştı, işlevsizleşti, işe yaramaz hale geldi.
وَتَبَّ
Ve o kurudu, işlevsizleşti, işe yaramaz hale geldi.
Bu ayette anlatılan eğer Hz. Muhammed’in amcası olsaydı onun ellerinin çolaklaşması ve kendisinin de çolaklaşması gerekirdi. Ancak bunlar gerçekleşmedi. Peki bu durumda ne anlayacağız?
“Leheb” alev demektir, “eb” ise baba demektir. Ebu Leheb alevin babası demektir. Yed kelimesi ise Arapçada el dışında ikinci bir anlama sahiptir. Güç anlamındadır. Yakın değil, uzak anlamıyla kullanılarak tevriye sanatı icra edilmiştir.
Ebu Leheb, dünyada alevi yani savaş ve terörü körükleyen teşkilattır. Bu teşkilatın iki büyük gücü vardır. Bu güçlerden birisi açık teşkilatları idare eder (resmi gizli haber alma örgütleri, dernekler, vakıflar, sivil toplum kuruluşları, basın-yayın kuruluşları vb). Bu sol eldir. Diğeri ise gizli teşkilatları idare eder (mafya, terör örgütü vb gibi örgütlenmeler). Bu da sağ eldir. Bu iki güç dünyayı doğrudan aleve verirler. Ama bu ikisini de Ebu Leheb yönetir. Ancak önce bu iki güç işe yaramaz hale gelecektir. Sonra Ebu Leheb işlevsizleşecektir. Sonraki ayetten de anlaşılacağı gibi önceden kazandıkları ve malları ona bir fayda sağlamayacaktır. (مَا أَغْنَى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَ)
“سَيَصْلَى نَارًا ذَاتَ لَهَبٍ” “Yakında alevli ateşe yaslanacaktır” deniyor. Yani Ebu Leheb denen dünyayı alevler içinde bırakan teşkilat, ilginçtir ki babası olduğu alevli ateşe yaslanacaktır. Ancak yok olmayacaktır. İşlevsizleşmesi, fonksiyonlarını kaybetmesi alevli ateş ile olacaktır, yani kendi kazdığı kuyuya düşecektir. Bir de bu ayette onunla beraber ateşe yaslanacak olan karısından bahsetmektedir (وَامْرَأَتُهُ). Devamında karısının ateşe girerken halini anlatıyor: “حَمَّالَةَ الْحَطَبِ فِي جِيدِهَا حَبْلٌ مِنْ مَسَدٍ” “Özel değerli eşyası içinde lifli ipler olan, odun taşıyıcısı olan karısı” deniyor. Karısı odun taşıyor, yani alev için yakıt ikmali yapıyor. Özel değerli eşya, sermayeyi ifade eder ve sermaye gücüne sahip olan bir topluluk olduğunu gösterir. Yani Ebu Leheb’in karısı ateşli silahları pazarlayan gruptur. Çok daha ilginci Cyd’inde, yani sermayesinde lifli ip var ifadesidir. Lifli ip burada ne demektir? Çok değişik yorumlanabilir. Hamalın odun taşırken kullandığı bir araçtır. Yani dünyayı aleve veren ateşli silahların pazarlanması için kullanılmalıdır ve aynı zamanda sermayenin içinde olduğundan dolayı bir değeri olmalıdır. Ama ip olduğundan dolayı gerçekte değerli olmamalıdır. Bu da günümüz için karşılıksız para olan dolardır.
Sonuçta anlaşılmaktadır ki:
Ebu Leheb (Alevin babası): Dünyayı aleve veren teşkilat
Ebu Leheb’in iki eli: Ana teşkilatın iki gücüdür. Gizli olmayan teşkilatları yöneten güç ve yer altı örgütlenmelerini yöneten güç.
Ebu Leheb’in karısı: Ebu Leheb’in iki gücünün dünyayı aleve vermesi için dünyaya ateşli silahları pazarlayan ve bunun içinde karşılıksız parayı (doları) sermaye olarak kullanan grup.
Ebu Leheb’in iki gücünden sol eline bağlı olan haber alma teşkilatları gizli bilgileri elde eder. Çeşitli sivil toplum kuruluşları, vakıflar, dernekler, basın ve yayın kuruluşları vasıtasıyla kullanmak istediği kilit noktadaki kimseleri bir araya toplar, onları nemalandırır, payeler verir, zengin eder. Onlar gönüllü olarak Ebu Leheb’in her istediğini yaparlar. Çünkü menfaatleri vardır. Sağ elinin idaresinde olan yer altı örgütlenmeleri ve terör örgütleri ise kendisi için tehlike olabilecek, hedefleri için zararlı olan kimseleri ortadan kaldırır ya da tehdit ederek korkutur ve istediğini yaptırır.
Askerin içinde de sivillerin içinde de kötü insanlar Ebu Leheb’in adamları olabilir. Ancak asker kurum olarak hiçbir zaman Ebu Leheb tarafı olmaz. Ebu Leheb, kendi menfaatleri için elindeki güçlerle öyle propaganda yapar ki toplum askeri onun tarafı zanneder. Ne zaman ki asker kendi menfaatine dokunmaya başladı, işte o zaman Ebu Leheb asker aleyhinde yıpratma hareketi dahil her türlü hareketi başlatır. Zamanında düşman göründüğü gruba ise öyle bir destek verir ki şaşırırsınız. Dışarıdan ise sanki asker ile sivil arasında bir vesayet mücadelesi var gibi görünür ve Ahmet Hakan gibi yazarlarımız da olayın içine değil ekrandaki görüntüsünden bakarlar.
Eğer bu düzen değişip Adil Düzen gelmezse Ebu Leheb vesayeti tüm dünyada devam edecek. İnsanlar sömürülmeye devam edecek. 3-5 kişinin menfaati için on binlerce, yüz binlerce insan tavuk kesilir gibi öldürülmeye devam edecek. 3-5 kuruşa canları çıkana kadar çalışan insanlar birilerine kendi kazandıkları 3-5 kuruş karşılığında 3-5 milyon kazandıracaklar ve o 3-5 kuruşluk iş için o insanlara yalvarmaya devam edecekler. İnsanlar akıllarını başlarına alıp Allah’ın düzeninin yani dininin gelmesi için çalışmazlarsa Ebu Leheb daha çok yaşayacak. İnsanları parmağının ucunda oynatmaya devam edecek.
Unutmayın ki Ebu Leheb’e karşı geldiğini düşünen insanları bile Ebu Leheb organize etmektedir. Çünkü Ebu Leheb çok iyi bilir ki saldırganlık, kendisine karşı yapılan her tür aşırılık kendi ekmeğine yağ sürer ve Dünyayı aleve vermeye devam eder. Miting meydanlarında bağırmak, büyükelçilik önlerinde slogan atmak, bazı insanlara taş atmak veya intihar bombacısı olmak her zaman Ebu Leheb’in istediği ve çoook sevdiği yöntemlerdir. Çünkü o kimseye acımaz, kendi soydaşlarını da kendi amaçları için kullanır ve kendi amacına hizmet etmedikleri sürece en yakınları bile onun için değersizdir. Çünkü Ebu Leheb’in hiçbir siyasi ideolojisi yoktur. Ayette de belirtildiği gibi tüm yaptıkları mal ve kazanç içindir.
Ebu Leheb’i yenmenin tek yolu onunla onun yöntemleri ile savaşmadan hakkı getirmeye çalışmaktır. Ebu Leheb insanları hep kendisini yok etmeye teşvik eder ki alev büyüsün. Oysa Kuran hak gelir, batıl gider diyor. Batıl gider, hak gelir demiyor. Ebu Leheb’in metotları ile Ebu Leheb’le baş edeceğinizi sanıyorsanız büyük bir yanılgı içindesiniz. Ona karşı onun metotlarını kullanan bütün örgütleri, inanın ki o kurdurmuştur.
Sizin yapmanız gereken tek şey faizli düzeni terk edip, halk ekonomisinin temel olduğu Adil Düzeni getirmektir. Eğer bunu yapmazsanız Ebu Leheb asla ve asla çolaklaşmaz, gücüne güç katar, bunu çok iyi bilin. Eğer Adil Düzeni getirirseniz, ayette dediği gibi kendi alevine yaslanacaktır, siz yaslamayacaksınız, kendi içlerinde kendi kendilerine yapacaklar, işlevlerini yitirip kuruyacaklardır, ta ki Adil Düzen terk edilip yeni bir zulüm düzeni gelene kadar. Bunu da çok iyi bilin.