02.01.2010
YILIN birinci günü diye dün yazıya iyimser sözlerle başlamayı düşünüyorduk. Niyetimiz “kapatılma” kararı yürürlüğe giren Demokratik Toplum Partisi yerine geçen Barış ve Demokrasi Partisi için (aslında isim değiştirme dışında bir fark olmadığını bilsek ve umutlu olmasak da) iyimser bir şeyler söylemekti.
İştahımız kursağımızda kaldı:
“DTP'yi kapatma kararını” Anayasa Mahkemesi'nin değil de Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) verdiği veya verdirdiği varsayımıyla hareket eden “yüzleri poşuyla kapalı” bir grup yiğit(!) dün bu partinin Diyarbakır İl Başkanlığı'na “molotofkokteyli” denen “alevli” şişelerden atmışlar.
Gerçi attıkları hedefe ulaşmamış ama, bunların “barış, kardeşlik, hak, adalet ve hukuk”tan başka bir şey istemediklerine ilişkin iddialarıyla yaptıklarını yan yana koyunca, kimin ne kadar barışçı olduğu görülüyor.
Sadece o değil, Anayasa Mahkemesi'nin DTP'yi “kapatma” kararını “hukuki” değil de “siyasi” sayanların ne kadar temelsiz konuştuklarına da bu olay ışık tutuyor.
Diyebilirsiniz ki bir tek “molotofkokteyli” atma olayına bakıp da o sonuca ulaşılabilir mi?
Eğer Anayasa Mahkemesi'nin DTP hakkındaki kararının gerekçesini okursanız sadece bu olayın değil, o anlayışın ürünü olan sayısız bu tür olayların mahkemeye o “kapatma” kararını verdirdiğini görürsünüz.
Yorum:
Dilimizde Tüy Bitti Yeter!
Hiç azımsanacak şekilde değil 26 sene… İlk eylemiydi PKK’nın. O dönemlerde Türkiye büyük bir ülkeydi ve Ülkenin düzenli ordusunun PKK’nın düzensiz ordusunu yeneceği kesindi. Ama hiç de öyle olmadı. Düzenli bir ordunun düzensiz orduyla mücadelesi çok da kolay değilmiş. Türkiye bir ölü evine döndü. Güneydoğu’da evinden cenaze çıkmayan ev neredeyse kalmadı. Müslüman müslümanı kırıyordu. Kardeşler birbirine düşmüş/düşürülmüş hayatlarının en kutsal savaşını veriyorlardı!
Kimine göre PKK’nın kurucusu MİT ile çalışan biriydi. Ama artık bunun da pek bir önemi kalmadı. Çünkü sürdürülen kimlik(!) mücadelesi verilen kayıpların gölgesinde kaldı. Türkiye’nin doğusu ile batısı arasında gelişmişlik adına çok büyük uçurumlar meydana geldi. Halk büyük oranda fakirleşti. Köylerinden göç ettiler. Yolları bozuk kaldı. Hastanelerindeki uzman doktor sayısı ‘’yok’ denecek kadar azaldı. En önemlisi eğitim hakkından mahrum kaldılar. Bütün bunlardan sonra asıl ikinci sınıf vatandaş statüsünü o zaman kazandılar!
Aradan geçen 8 yılın ardından, Özal bir kürt raporu hazırlattı. Ömrü yetmedi. Şimdi ise bunu AKP üstlendi. Başlattığı Kürt Açılımı’nın içini dolduramadı henüz. Kürtlerin Partisi’de, AKP’nin içini dolduramadığı açılıma beklenilen desteği vermedi/veremedi. Türkiye sınırları içinde yaşayan herkes yaşanan bu süreçte derin olayların yaşandığı konusunda hemfikir. Çünkü olayı daha basit bir dille söylersek; anlaşamayan iki taraf var. Tarafların ne istediği belli değil. Daha aynı masaya oturup sorunları bırakın çözmeyi, sorunları konuşmayı bile başaramadılar.
İnsanlar bütün bu yaşananlardan sonra gah çözülecek umuduyla sevindiler gah umutlarını ertelediler. Çünkü İktidar Partisi dışındaki bütün partiler (BDP dahil) açılımın içini dolduracak herhangi bir destekte bulunmadı. İyi bilmelidirleri ki; ne Türkiye parçalanacak, ne de Kürtler bitecek. Partilerin üzerine düşen görev, meclis çatısı altında maaşlarını alıp yerli-yersiz nutuklar atmak değil, millet tarafından, milletin meclisinde milletin sorunlarını milletin istekleri doğrultusunda sağduyulu bir şekilde çözmektir!
Saygılar…