Hasan Cemal'le birlikte CNN Türk'te her pazartesi yayımlanan "Tecrübe Konuşuyor" programı için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün karşısına oturduk. Çankaya'da, Cumhurbaşkanı'nın ikametgâhı olarak kullandığı Dışişleri Konutu'nda arkasına aldığı Cumhurbaşkanlığı forsunun önünde, çalışma odasında.
Hasan Cemal, meslek hayatında 40. yılını arkada bıraktı. Benim 40. yılıma ise dört yıl kaldı. Aramızdaki yaş farkı kadar bir süre. "Tecrübe Konuşuyor" konuşmasına ama insanın her gün yeni bir şey öğrenmesine engel değil. Nitekim, Hasan söze Çankaya, bir başka deyişle Cumhurbaşkanlığı Köşkü için kullanılan "864 rakımlı tepe" diye girecek oldu, Abdullah Gül derhal düzeltti. Meğerse bunca yıldır Ankara'da deniz seviyesinden yüksekliği 864 metre olarak hesaplanan Çankaya'nın rakımı 1041 imiş.
Belki bundan böyle Çankaya ya da Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanlığı makamı için 864 yerine 1041 demek gerekecek.
1041 metre yükseklikte, Türkiye'nin en yüksek makamında oturacak kişi, 2010 yılının ekranlardan "ulusa ilk seslenişi"nde en can alıcı cümleyi "Türkiye'de askeri darbeler ve muhtıralar dönemi geride kaldı" ile sarf etti. Hemen ardından da ekledi: "Artık bunu düşünmek bile onlara yani Türk Silahlı Kuvvetleri'ne saygısızlık olur."
Cumhurbaşkanı, anayasal olarak Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "başkomutanı" Bu vurgulamasıyla "kurumu" koruma ve sakınma içgüdüsünü sergilemiş oldu.
Ama işin önemli ve can alıcı tarafı, "artık" önümüzde uzanan 2010 yılı içinde 1041 rakımlı tepenin Türkiye'de "askeri darbeler ve muhtıralar döneminin arkada kaldığını" ilan etmesidir.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ekrandan yayımlanan açıklamasında da program öncesi ve sonrası aramızdaki söyleşide de üzerinde durduğu husus, Türkiye'nin "büyük bir değişim döneminden geçtiği ve buna ilişkin adaptasyon zorluğu." Adaptasyon zorluğu çekenler arasında, kurumlar, yetkililer ve medyayı sayıyor.
Bu gözleminden yola çıkarak yeni yıla girerken çeşitli yayın organlarının bazı köşelerinde ifade edilen "Ankara'da devlet kurumları arasında çatışma olduğu" şeklindeki görüşlere kesinlikle katılmıyor.
Kategorik biçimde konuşmalarında da "çatışma yok" ifadesini kullanıyor.
Ankara'da "çatışma yok"sa -ki, kastedilen yürütme yani hükümet ile asker arasında son günlerde yaşananlar- ne var?
"Normalleşme var." Cumhurbaşkanı Gül, bunu "bugün geldiğimiz nokta, reform sürecinin sonunda geldiğimiz nokta" diye dillendiriyor ve reform sürecinin sonunda geldiğimiz noktayı "normalleşme" olarak tanımlıyor. "Türkiye'nin demokrasisi, Türkiye'nin ‘soft power'ıdır yani "yumuşak gücü."
Türkiye'nin tüm kurumlarının, bu arada askerin "hukuk sınırları içine çekilmesi" bu yaklaşıma göre aslında çoktan varılması gereken bir "normalleşme" hali ve artık bugün, 2010 başı itibariyle gelinen noktada, Türkiye'de "askeri darbeler ve muhtıralar dönemi de geride kaldı."
Ankara'nın 1041 rakımlı tepesinden "Devlet"in en tepe noktasından, 2010 yılı Türkiyesi için en can alıcı ve en "ferahlatıcı" mesaj bu olsa gerek.
Türkiye'nin 2010 yılında önünde uzanan önemli gündem maddelerine gelince...
Cumhurbaşkanı, bu konuda çok somut, çok elle tutulur mesajlar vermekten sanki özenle kaçınır gibi bir izlenim veriyor. İç gündemimizin en önemli maddesi olan "açılım" konusunda, "Terörün içinde bulunduğumuz dönemin uluslararası ortamı göz önüne alınırsa devamının mümkün olmadığı" gibi bir genellemeden hareket ediyor.
Çok yakında Türkiye'nin dış politikasında büyük bir baş ağrısı oluşturma potansiyeli taşıyan Ermenistan ile ilgili "normalleşme"ye gelince, bu konuda "sessiz ama yoğun bir diplomasinin" yürüdüğünden söz ediyor; bu konuda "Rusya'nın kilit önemi ve rolü"ne gönderme yapıyor ama 2010'un "ilk çeyreği"nde belirleyici bir ilerleme sağlanıp sağlanamayacağına ilişkin "iyimserlik" ifadesini, bağlayıcı olmaktan kaçınarak kullanmıyor.
2010 yılının ilk günlerinde Ankara'da 1041 metre yükseklikten önümüzdeki yılda Türkiye nasıl görünüyor?
Cumhurbaşkanı Gül, Avrupa Birliği sürecinin "hızlandırılması" gerektiğini, hiçbir devlet yetkilisinin telaffuz etmediği bir açıklık ve vurguyla söylüyor. Bunun dışındaki birçok konuda genel bir iyimserlik sergiliyor.
Somut beklentilere somut cevaplar vermek yerine, iyimserliğini Türkiye'nin ulaştığı noktaya ve en başta Türkiye halkına olan güveni ve inancıyla açıklıyor.
Başa dönelim... Türkiye ve herkes açısından en somut ve en değerli değerlendirmesi, 2010 ile birlikte Türkiye'nin "askeri darbeler ve muhtıralar dönemini" geride bırakmış olması.
Bunu Türkiye'nin 2010 yılı ve sonrası açısından sağlam bir güvence olarak görebiliriz...