02.10.2010
Artık yeni bir yıla başladık.
Umarım hepimiz için ve ülkemiz için olumlu gelişmelerle dolu bir yıl olur. İşaretler fazla umut verici olmasa bile; elbette umudumuzu yitirmememiz gerekir ve elbette olumlu düşünceler içinde olmamız gerekir.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç'a; bir suikast hazırlığı içinde olunmasından bahisle Genelkurmay Başkanlığı "kozmik birimlerine" girilerek enine boyuna araştırmalar yapıldı. Şimdilik ne bulunduğunu bilmediğimiz gibi; ne arandığı hakkında da bilgi sahibi değiliz. Fakat albay rütbesinde birinin yanında bir binbaşıyla; "adres araştırması" ya da "adres kesinleştirmesi" yapması bana hiç anlamlı gelmiyor. Hele bu subayların "özel harp" gibi çok üst düzey birimlerin eğitimini aldıklarını düşündüğüm zaman...
Peki o zaman bu görüntü ne ifade ediyor?
Doğrusu bu konuda inandırıcı ve tatmin edici bir açıklama yapamıyorum. Kafamda oluşturduğum çok sayıda senaryolar içerisinde; en tatmin edici olanı bunun (külhanbeyi tabiriyle) bir tür "zarf atılması" olması. Yani böyle bir araştırmanın yapılmasını askerler de istiyorlardı ve bunun için düğmeye bastılar.
Peki buradaki amaç ne olabilir? Doğrusu bu konuda da kesin bir şey söylemek mümkün değil ama herhalde bu konudaki muhtemel dedikoduların önünü almak istemiş olabilirler.
Bu açıklamalar ne derece tatmin edici oldu bilemiyorum. Ama senaryo üretmenin sınırı yok. Belki tutar...
x x x
Bundan 15 yıl önceydi. O zamanlar sürekli kitap yayınlar ve gerek İstanbul içi gerekse İstanbul dışında; sürekli "imza günleri" yapardım. İşte böyle bir ortamda; bir gün Beşiktaş'taki Kabalcı Kitapevi'nde Besim Kabalcı'yla birlikte oturmuş kitap imzalamıştım. Gene o günlerde; kitap imzalatmak isteyen gençler uzun kuyruklar oluştururlardı.
Biz güle-oynaya kitap imzalıyorduk ama; masanın altına parça tesirli bir "boru bomba" konulmuş. Haberimiz bile yoktu. Akşam dükkân temizlenirken iş ortaya çıkmış. Tabii kıyamet koptu. Bombayı yapan Allah'ın garibi bir (sanıyorum) Hizbullahçı'ydı. Ayrıntılarıyla bilmiyorum ama çocuğu yakalamışlar ve yargılanarak mahkûm oldu. Biraz daha "becerikli" olsa amacına ulaşacaktı.
Evet ulaşacaktı. Fakat acaba "amaç" neydi?
İnanın o zaman da çok düşünmüştüm. Tabii o zamanlar oturduğumuz Fındıkzade'deki evimiz; tam bir medya saldırısına uğradı. Hemen hepsinin ortak sorusu bunu yapanların amacının ne olabileceği idi. Ve doğrusu ben bunun yanıtını bilmiyordum.
İlk bakışta; "zanlı" mevkide "İslamcılar" ya da "İslam şeriatçıları" vardı. Ama bu doğru bir yaklaşım olamazdı. Zaten ilk andan itibaren bunu dile getirdim. "Bu girişimi yapanlar İslamcılar değildir" dedim. "Bunu İslam şeriatçıları yapmış olamaz" dedim..
x x x
Gerçekten bu türden "eylemlerde" ilk aklıma gelen soru; bu işten kimin ya da kimlerin yarar sağlayacağıdır. Az çok tanınmış ve Atatürkçülüğü ön planda görünen bir öğrenim üyesinin öldürülmesinden; bu İslamcı güçlerin bir çıkarı olabilir miydi? Hiç sanmıyorum. Zira daha önceki suikastlardan yararlananlar İslamcılar olmamıştı.
Örneğin bir Muammer Aksoy'un öldürülmesinin İslamcılar'a ne yararı olmuştu? Tam tersine; bizim "kanatta" bir kenetlenme ortaya çıkarmış ve Türkiye'nin laik "güçleri" şöyle bir toparlanıp kendilerine gelmişlerdi.
Benzer bir durum Bahriye Üçok öldürüldüğü zaman da yaşanmıştı. Hele Uğur Mumcu'nun öldürülmesi sonrasında; üzerine ölü toprağı serpilmiş gibisinden etkisiz olan Atatürkçüler; "bir şeyler yapma" gereğini hissetmişlerdi. Şimdi çok yanlış ellerde çok farklı amaçlara hizmet eden Atatürkçü Düşünce Derneği; işte bu ortam içinde serpilmişti.
Kabalcı'daki masanın altına bombayı koyan çocuk yakalandı ve çok ciddi olmayan bir hapis kararı aldı. Eminim şu ana kadar çoktan çıkmıştır. Zaten ben de işi izlemedim. Zira sinir bozucu bir durum oluyordu. Ne diyelim Allah'ından bulsun...
x x x
Fakat yaşam benim için çok zorlaşmıştı. Sayın Süleyman Demirel başta olmak üzere; hemen tüm siyasetçilerin "geçmiş olsun" telefon ve mesajlarından sonra zor yaşamım başladı.
Hem "ev koruması"na alınmıştım; hem yakın korunmaya. Evin önünde birkaç emniyet görevlisi; sokakta yanında bir emniyet görevlisi; yaşam çok zordu. Neyse birkaç yıl sonra ev korunması kaldırıldı ama yakın koruma devam etti.
Emniyet daha doğrusu "koruma dairesi"; korumacıları herhalde korunan kişinin "meşrebine göre" belirliyordu. Koruma görevlilerimin birkaç istisnasıyla tümü çok candan ve yürekli çocuklardı. Çoğuyla hâlâ görüşürüm.
Şimdiye dek hiç kaleme almadığım bazı konuları böyle bir yeni yıl yazısında ele almamı belki de garipsiyorsunuz. Doğrusunu isterseniz; yazarken ben de rahatsız oldum. Ama içinde bulunduğumuz günlerde Sayın Arınç'a bir suikast düzenlemenin ve (Allah korusun) bunun başarıyla noktalanmasının kimin işine yarar sağlayacağını düşünmekten kendimi alamadım. Ve bu düşüncenin ışığı altında yukarıdaki yazıyı yazdım.
x x x
Şiddetsiz, suikastsız ve mutlu bir 2010 diliyorum.
Yorum:
KURAL DIŞINA ÇIKMAK
veya
VÜCUT İÇİN KANSER NE İSE TOPLUM İÇİN ANARŞİ ODUR
"Hayat artık behimidir… Hayır, ondan da alçaktır;
Ya hayvan bağlıdır fıtratla, insan hürr-i mutlaktır.
Behaim çıkmaz amma hilkatin sabit hududundan,
Beşer hala habersiz böyle bir kaydın vücudundan!
(Safahat, Hatıralar, s, 267)
Mehmet Akif Ersoy
Görüldüğü gibi Mehmet Akif merhum, insanoğlunun kural dışılığından şikâyet ediyor. Hayvanların bile fıtrata bağlı olduğunu; onların doğal kanun ve kurallarına uyduklarını, insanın ise kendi kurallarını bırakıp hayatı, hayvani kurallara tabi kıldığını söylüyor. Hatta insanın, hayatın kurallar ve kurallar bileşkesinden ibaret olduğunu dahi bilmediğinden yakınıyor. Hâlbuki hayat, her şeyi ve her yönü ile hep kurallara ve sebepler dayanır. Yeryüzünde ve kâinatta her şey, sebeplere bağlanmıştır. Bu canlılar için böyle, ve cansızlar için de böyledir…
Akşam olur sabah olur; bunun bir sebebi vardır. Gece olur, gündüz olur, bunun bir sebebi vardır. Yaz gelir, kış gelir; bunun bir sebebi vardır. İnsanlar zengin olur, fakir olur; bunun bir sebebi vardır. Toplumlar iyi olur ve kötü olur; bunun bir sebebi vardır. Devletler güçlü olur, zayıf olur; bunun bir sebebi vardır. Velhasıl dünya hayatında sebep ve şartlar çok önemli olup her şey, ama her şey, sebep ve şartlara, kanun ve kurallara bağlanmıştır, ona göre hareket eder.
Su akar, ateş yakar, toprak çürütür, rüzgâr da evirip çevirir. Her şey yerinde güzel ve yerinde faydalıdır. Yerini terk eden bir taş, tepetaklak olur, yuvarlanıp gider en sonunda bir yere çarpar tuz-buz olur. Su yatağında ve kanalında akar, eğer o yolundan çıkarsa sel olup her tarafı yıkıp devirir. Yanardağ bile ateşini karnında tutarsa iyi olur, zarar vermez. Eğer o ateşini dışarıya püskürtürse önünde durulmaz olur.
Eylem kelimesi, biri iyi, diğeri ise kötü olmak üzere iki anlam ifade eder. İyi eylem, iş, ameliye, çalışma demektir ki, bizim buna diyeceğimiz yoktur. Diğer eylem var ki, bu sokak hareketi, anarşik faaliyet, kural dışı davranışlardır. Öğrenciler eylem yaptı, işçiler eylem yaptı, dediğimiz zaman bu tür yani kötü eylem akla gelir.
Burada her şeyden önce şunu tekrar, tekrar söylememiz gerekiyor ki, varlık âleminde her şey, ama her şey, bir nizam, düzen, kanun ve kurallar içersinde var olur, yaşar ve varlığını devam ettirir. Fakat yine dikkat etmemiz gereken ikinci bir husus daha vardır. Yine her varlık ve hiçbir varlık dışarıda kalmamak üzere her varlık tek başına değil, diğeri ve hatta diğerleri ile beraber vardır. Onlara bağımlıdır yalnız değildir, asla tek başına değildir. Çok geniş bir daire içersinde insan, hayvan, bitki ve cansız varlıklar, hep birbirleriyle irtibatlıdırlar ve birbirine bağlıdırlar. Onun içinde her şey için tüm varlıklar için bir kanun ve kural, bir nizam ve düzen vardır. Bu kanun ve kurallar eğer doğru değilse veya doğru olup da çalışmıyor ve çalıştırılmıyorsa, o zaman varlığın en büyük düşmanı olan anarşi doğar. Anarşi de kargaşa, başıbozukluk ve düzensizlik demektir. Anarşi kanser kadar tehlikeli bir hastalıktır.
Bugün sokaklarda gördüğümüz araba yakmalar, mağazaların camlarını taşlayıp kırmalar ve barikat kurup yolları kapatmalar, hep anarşidir ve anarşik eylemlerdir. İnsan bünyesindeki kanser ne ise toplum bünyesindeki anarşik eylemler de odur. Bireyin kural dışına çıkması anarşidir ve aynı kanser gibi tehlikelidir. Devletin ve toplumun kural dışına çıkması anarşidir ve kanser kadar tehlikelidir.
İnsan vücudu diğer canlılara göre daha çok gelişmiş bir yapıya sahiptir. Bu sebeple toplum bünyesi de öyle olmak zorundadır. İnsan vücudu bir bakıma yapı taşları bireyler olan bir topluma benzetilebilir. Ancak bu vücut dediğimiz hücreler toplumunda bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerindeki tertip düzen ve bu düzenliliğin işleyiş tarzı, bireylerin kendi görevlerine uyum sağlaması ve her bireyin kendi alanını görüp gözetmesi, birbirine saygısı son derece disiplinli ve bilinçlidir. Hücreler ve bu hücrelerin meydana getirdikleri doku ve organlar bu şuur ve bilinci korudukları ve ortak disipline uydukları müddetçe vücut yani hücreler toplumu sağlıklıdır. Aksi takdirde bir hastalıktan bahsedilir.
Ayrıca her organın hücreleri büyük toplumun içinde küçük toplumu meydana getirirler. Görev, beslenme, geçinme ve şekil bakımlarından hücre, organ disiplinine; organ ise vücut disiplinine bağlıdır. Mesela bir vücut kendi organlarının her birinden ne kadar görev bekliyorsa o organ o kadar çalışır. Örneğin karaciğerden ne kadar safra isteniyorsa o, o kadar safra üretir. Ancak bu ihtiyacın dışındaki bir fazlalık veya eksiklik, vücutta bir hastalığın ortaya çıkmasına sebep olur. Organ, bir hücreden ne kadar çoğalma bekliyorsa, hücre o kadar çoğalır. Eğer bu olmazsa bütün vücudu ilgilendirip etkileyecek bozukluklar ortaya çıkar. Bir hücre organın neresinde ise o, orada görev yapar. Bulunduğu yerden alınır ve başka bir yere gönderilirse orada barınamaz, çalışamaz ve ölür.
Hücre ve organlar, genel vücut düzenine ne kadar bağlı olurlarsa vücut da organlarına o derece bağlıdır. Öyle olur ki, artık bir organın ıstırabını bütün vücut çeker. Bir hücrenin üstlendiği görevine göre bir beslenme tahsisatı ve ödeneği vardır. O bundan fazlasını istemez; fakat az olanına da dayanamaz. Ayrıca bu ödeneğin kullanma ve harcanma biçimi de genel vücut düzeni içersinde ve ona uygun olarak yapılır.
İşte vücutta organizma düzenine uymayan, kanun ve kuralların dışına çıkan ve başına buyruk iş yapmak isteyen bu hücreler, anarşist elemanlardır. Bu anarşist elemanlar topluluğu ise kanserleri meydana getirir. Kanser hücresi hak-hukuk tanımaz, egoisttir. Diğer hücrelerin mülkiyet haklarına tecavüz ederek, onların yerlerini işgal eder ve kural tanımaz, disipline uymaz. Mesela karaciğer kanserinin hücresi ihtiyaçtan daha fazla safra üretir. Bu fazla safradan diğer organların zarar göreceğini düşünmez. Ayrıca bu kanser hücresi kendi organının dışına çıkar ve diğer organlarda da işgaller yaparak tüm vücut düzenini bozar.
Herkesin bildiği gibi kanserin tedavisi bugün hemen, hemen yok gibidir. Netice olarak kanser, mensup olduğu vücudu ölüme götüren bir hücre anarşisinden ibarettir.
Başlığı burada biraz daha açarak birey toplum zemininde var olan kuralların dışına çıkmak, anarşik eylemlerde bulunmak, düzen için kanser kadar tehlikeli ve zararlıdır. Çünkü bir vücut için kanser ne ise toplum için anarşi odur. İşte bundan dolayı her türlü anarşik eylemler, bireylerin başkaldırması, sadece bireylerin kural dışılık yapması değil, toplumun ve devletin de anarşi yaparak günahsız kişileri öldürmesi, faili meçhul cinayetler adı altında insanların yok olması kanser kadar tehlikeli olan zararlı anarşik hareketlerdir.
İnsan bünyesinde kural dışı olan kanser hücreleri gibi toplum bünyesine girmiş, kendilerini özel ve farklı kabul eden, kural ve kanun tanımaz karanlık hücreler ve odalar, kişi özgürlüğünü ve mülkiyetini hiçe sayan kanser kadar tehlikeli olan hastalıktan başka bir şey değildir. Her türlü güç, kuvvet ve zenginlik; sağlık, sıhhat ve afiyet; refah, huzur ve mutluluk, ancak fert ve devlet, birey ve toplum dengesini sağlayan uyumlu hukukun, doğal-ilahi hukukun uygulandığı bir düzende bulunur. Bireysel ve toplumsal alandaki kanser hücresi kadar tehlikeli olan bu çarpık uygulamalar ve hukuk tanımazlıklar yok edilmedikçe bu yakıp yıkmalar, çalıp çırpmalar, kazalar ve belalar bitmeyecektir. Bu sebeple herkesin acil bir şekilde aklını başına alması gerekiyor. Yoksa kanser hücresinin vücudu ölüme sürüklediği gibi bu fert ve devlet anarşisi de toplumu çöküşe götürebilir.