Eski yılın son günü rutin envanter çalışması için Seferberlik Tetkik Kurulu'ndaki 'kozmik oda'ya gitmekte olan yargıcın takip edildiğinden kuşku duymasıyla başlayan karmaşa, Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan ilk incelemeye dair açıklamayla son buldu. Büyütülecek bir şey yokmuş... Kuşku duyulan araçların ikisinde de askerler varmış, ama ilgisiz görevleri yerine getiren askerlermiş bunlar...
Açıklamanın en ilginç bölümü dün pek çok gazete tarafından manşete çekilmiş şu satırlardı: “Olayın, bir şüphe üzerine yapılan ihbar ve bu ihbara yönelik olarak icra edilen bir uygulama olduğu anlaşılmış ise de, son günlerde yaşananların, kişileri ve toplumu ne hale getirdiğini göstermesi bakımından önemli olduğu düşünülmektedir.”
Ne çare ki, Cumhuriyet Savcıları, 'aynı gün aynı saatte aynı aracın yakınında kuşkulu bir biçimde seyreden asker dolu iki araç' tesadüfünden pek hoşlanmamış olmalılar. Bir aracın asker yolcularının “Market alışverişinden dönüyorduk”, diğerinin “Bir komutanın evini boyadık” ifadelerine ve Genelkurmay'ın hiç vakit kaybetmeden yaptığı târizli açıklamaya rağmen, Tolga Şarman'ın Milliyet'te dün çıkan haberine göre, savcılar, alışveriş fişlerinin gerçekliğini ve marketteki kameraların kayıtlarını incelemeye almayı düşünüyormuş...
Gönlüm ve aklım devletin silâhlı gücünün “Yok” dediğinin herkes tarafından 'yok' muamelesi görmesi gerektiğini kabul ediyor. İtibarına düşkün, toplum tarafından 'güvenilir' bulunmayı her zaman önemsemiş bir kurumdur ordu. Böyle bir kurumun, bünyesi içerisinde yer alan kişilere de kuruma da 'kuşku' ile yaklaşılmasını kolayca hazmedememesi anlaşılır bir şey...
Hiç kuşkum yok, o açıklamayı kaleme alanlar, onlara açıklama yazma talimatını veren komutanları ve olan-bitenden duyduğu rahatsızlığın boyutlarını tahminde hiç zorlanmadığımız Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, açıklama metninde yer alan her cümlenin -en sona yerleştirilen târize kadar- doğru olduğuna kendileri inanıyorlardır.
Oysa görüyorsunuz, kişileri ve toplumu bir kenara bırakalım, son zamanlarda mesailerinin çoğunu askerle ilgili konulara ayırmak zorunda kalan Cumhuriyet Savcıları bile, târize rağmen, kuşkularından vazgeçmiyorlar...
Ne yani, “Yaşananlar savcıları ne hale getirmiş” mi diyeceğiz?
Açıklamada 'bir şüphe üzerine yapılan ihbar' diye söz edilen girişimin bir haftadır 'kozmik oda'da araştırmalarını sürdüren yargıç tarafından yapıldığını biliyoruz. Düşünün: 'Özel Harp Dairesi' ile ilgili yaygın kanaatlerin odaklandığı bir mekân 'kozmik oda'; hemen herkesin beklentisi, geçmişte yaşanmış pek çok siyasi suikast ve kitlesel eylemle ilgili bilgilerin o odada saklandığı ve soruşturmayı tek başına yürüten yargıcın çalışmalarının önemli olduğu...
İşte o yargıç, işe giderken, daha önce de peşine takıldıklarını fark ettiği iki araç tarafından izlendiği kuşkusunu korumalara aktarıyor, onların uyarmasıyla devreye giren Emniyet güçlerinin durdurduğu araçlardan askerler çıkıyor...
“Yaşananlar, o yargıcı ne hale getirmiş” mi diyeceğiz şimdi?
'Kozmik oda' bir yargıç tarafından didik didik aranıyor ve orada bulunan belgelerin envanteri çıkartılıyor; 'Ergenekon davası'na kuşkuyla bakan bazıları “Yargıç da olsa 'devlet sırrı' kapsamına giren gizli belgelere bakamaz, baktıklarının imha edilmesi gerekir” pek 'hukuki' görüşüyle fetva veriyor. Peki de, ben niye hâlâ bu soruşturmanın beklendiği gibi 'tam bir temizlenme' getireceğinden kuşku duyuyorum?
Evet, yaşananlar, gönlü ve aklı açıklamanın doğruluğuna inanmasını emrettiği yazarınızı -maalesef- bu hale getirmiş bulunuyor.
3 Ocak 10/Yeni Şafak
Yorum:
İnsan ilişkilerinde iyi niyet ahlaki bir temeldir. Fakat ilişkilerin sağlıklı yürüyebilmesi için iyi niyetten daha fazlasına ihtiyaç vardır. Niyet okumak çoğu zaman tehlikelidir. Diğer taraftan sürekli olarak iyi niyetle olan biteni görmezden gelmek de tehlikelidir. Bu durumda en mantıklı yaklaşım somut olaylara göre hareket etmektir.
Türkiye’nin ordusu güçlü ve disiplinli olmak zorundadır. Harikalar diyarında yaşamıyoruz. Velev ki yaşıyor olalım, güçlü bir savunma mekanizmasının kimseye zararı olmaz.
Türkiye’nin demokratik yapısı da güçlü ve disiplinli olmak zorundadır. Dünya ekonomi-politiği krizler ve savaşlarla şekillenirken bizim haramzade gibi davranma lüksümüz yok.
Güçlü olmak harekat kabiliyetine sahip olmak demektir. Disiplinli olmak ise kendi içinde sağlıklı bir yapıya sahip olmak ve hukuk çerçevesinde hak ve vazifelerini bilerek bunlara riayet etmektir.
Darbeler tarafından şekillendirilmiş bir siyasi tarihimiz var. Tarihi akış içerisinde birden fazla erkin katıldığı bir güç savaşının yaşandığı muhakkak. Bugün birileri meşru siyasal zemini sabote etmeye çalışırken birileri de orduyu yıpratmaya çalışıyor olabilir. Dün muhafazakar kesimler üzerinde bir 28 Şubat süreci yaşandı bugün başka kesimler hedef alınıyor olabilir.
Bütün bu karmaşa içerisinde ne yapacağız? Kime, neye inanacağız?
Bunun cevabını hukuk vermeli.
Siyasi partiler, ordu, medya, sivil toplum kuruluşları ve hatta yargı hukukun üstünlüğü ilkesi etrafında birleşmelidir. Hukuk dışı eylemlerle ülkemizin birlik ve bütünlüğüne, düzen ve huzuruna zarar vermek isteyen herkesin üstüne kararlılıkla gitmelidir. Herkes “kendisinden” olanı refleks gereği savunmaya kalkarsa en başta kendisi yıpranır. Ve bu sürecin toplam faturasını da tüm ülke öder.
Bugün gösterilecek en büyük iyi niyet şüphe ve şaibelerin üzerine kararlılıkla ve açıklıkla gitmektir. Bir yerde eksiğimiz, hatamız varsa bunu bilelim ve düzeltelim. Yok sayılan, gizlenmek istenen bir yara tüm bedenimizi kaplayıp bizi ölümle yüz yüze getirmesin.