29.12.2009
Aslında bu yılın en kritik MGK toplantısı 30 Haziran günü gerçekleşmişti. Bu MGK’nın hemen ardından girdiğimiz süreci “sivil 28 Şubat süreci” olarak tanımlamıştım. (Önceki gün Başbakan Erdoğan da “tarihi bir süreç” yaşıyoruz diyerek Türkiye’de son yıllarda olup bitenlerin fazlasıyla olağanüstü ve sıra dışı olduğunu onaylamış oldu.) Bu yeni döneme “sivil 28 Şubat” dememi, inisiyatifin bariz bir şekilde askerden sivillere geçmiş olmasıyla açıklamaya çalışmıştım. Özellikle Gül’ün Köşk’e çıkmasıyla birlikte hızlanan yeni sürecin, geçmiştekine kıyasla en belirgin farklarından birini, “sivillerin cüret bakımından 28 Şubatçı generallerden pek de geri kalmamaları ancak onlara kıyasla çok daha dikkatli, temkinli ve sistematik bir şekilde yol alıyor olmaları” olarak tanımlamıştım.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
TSK’ya karşı 30 haziran öncesinde başlayan yıpratma politikası sürüyor. Bazı çevreler sırtlarını AB uyum yasalarına, demokratik hak ve özgürlüklere dayamış bol keseden atıyor. Şimdiye kadar susturulmamış olmayı ise askerin pasifleşmesi, eski etkinliğini gösterememesi olarak yorumlayacak kadar kafalarını kuma gömmüş bu kişiler ve kurumlar, aslında neye bulaştıklarının farkına varamayacak kadar gaflettedirler.
“Islak imza” veya Arınç’a suikast girişimleri askerin tökezlemesi midir, yoksa açıktan bir uyarısı mıdır? Öncelikle bunun anlaşılması gerekiyor. Sözlü ve yazılı basın yoluyla adeta askeri kışkırtırcasına yapılan “Yapamaz ki, yapamaz ki…” tahrikleri, bu kesimlerin zannettiği gibi askeri köşeye sıkıştırmıyor. Bütün bu tahrikler yetmiyormuş gibi şimdi de “Kozmik odalar” çıktı başımıza. Adım, adım darbeye doğru gidiyoruz.
Kendini sol olarak tanımlayan kesimin ve ülkücü kesimin anarşist tutumlarını, bir ölçüye kadar anlayabiliyorum, anlayamadığım Müslim kesimlerin tavrıdır.
Ya sev, ya terk et!
Aslında bu slogan en çok Müslim-Mümin kesime yakışıyor. Çünkü hem Müslim hem de Mümin olmanın gereğidir, barışçıl olmak. Müslim ve Müminin grev, boykot, isyan, protesto gibi kurulu düzene yönelik yıkıcı tutumlar sergilemeleri yasaklanmıştır.
Müminler kurulu düzeni beğenmezlerse, daha iyi bir düzen için çalışırlar başaramazsalar orayı terk ederler, silah zoruyla, kanla iktidar olmaya çalışmazlar.
İslam(Barış) Düzeni mükemmel bir uyumluluk içinde işleyecek dengeye sahip. Bu düzende bile askeri yönetim mevcuttur, dahası askeri yönetim sivil yönetim ayırımı yoktur, dahası devlet başkanı aynı zamanda başkomutandır ve askerden gelme zorunluluğu vardır. Sadece barış döneminde iken, Darul Harb(savaş hükümlerinin uygulandığı bölge) ve Darul İslam(barış hükümlerinin uygulandığı bölge) ayırımı vardır. Ancak ülke savaştığında bütün yurt Darul Harb olur ve artık hukuk düzeni geçerli değildir, her yerde askeri düzene geçilir.
İslam(Barış) Düzeninde bile askerin önemi ve gerekliliği bu kadar açıkken, ülkemiz siyasetçileri, gazetecileri ve aydınları bu gerçeği görmemekte nasıl bu kadar ısrarlı olabiliyorlar?
Var olan düzeni eleştirmek her zaman mümkündür. Bu eleştirileri anlamlı kılan ise yerine sunulan alternatifler ve yapıcı çözüm arayışlarıdır. Bunlar olmaksızın sürekli yermek, def etmeye çalışmak, yıpratmak sadece ve sadece gemiye zarar verir. Gerçi ordu düşmanı bu cesur! gazeteci ve yazar şahısların gemiyi ilk terk edecekler olmaları göz önüne alınırsa, cesaretleri de bir ölçüde anlaşılmış olur.
Ülkeyi deve kuşları ve hayalperestler yönetip, yönlendireceğine, asker yönetsin daha iyi. En azından tek sahne bir oyunda yer alır, parsel parsel satılmadığımızdan ve her günümüzden şüphe içinde olmadan yaşarız.