Türkiye’nin yaşadığı darbeler tarihine dair standart Türk aydınının tavrı gerçekten utanç verici... Mesela standart Türk subayının/generalinin bakışı çok daha tutarlı... 27 Mayıs’tan 28 Şubat’a tüm darbeleri savunur Türk subayı... Bunlara “darbe” ismini de takmaz... Bütün bunlar yasal dayanağı olan askerî müdahalelerdir onların gözünde... “Şartlar böyle gerektirdiği için” bu müdahaleler “istemeyerek” yapılmak zorunda kalınmıştır...
“Türkiye’yi uçuruma gitmekten de bu müdahaleler kurtarmıştır” diye tekrarlayıp durur standart bir Türk generali... Elbette bu açıklamalar palavradır... “Yangını kendi çıkarttırıp sonra da kendi söndürmeye giden kahraman itfaiyeci”lerdir Türk darbecileri... Bunu artık bilmeyen kalmadı. Zaten o sebeple Ergenekoncu tezgâhları yemiyor artık Türkiye toplumu... Fakat her şey bir yana, darbeler tarihine ilişkin iç tutarlılığı olan militarist-nasyonalist bir söyleme ve dünya görüşüne sahiptir standart Türk subayı/generali...
Peki, ya standart Türk gazetecileri/akademisyenleri hatta siyasetçileri?.. Bugünün Türkiye’sinde 28 Şubat darbesinin savunan tek kişi kalmadı... Öyle ki 28 Şubat’ın en büyük şakşakçısı Cumhuriyet gazetesi çevresi bile “28 Şubat bir Amerikan operasyonudur” söylemine sahip şu an. Hikmet Çetinkaya, İlhan Selçuk ve Ümit Zileli gibi kalemler her yerde böyle söylüyor... 28 Şubat darbesinin en karanlık günlerinde zil takıp oynayan gazeteciler, “28 Şubat, demokrasinin önünü açmıştır” diyen şarlatan akademisyenler şu an Çevik Bir başta olmak üzere dönemin generallerine ağzına geleni söylüyor... Aynı şekilde 28 Şubat’ın destekçisi CHP de bugün 28 Şubat-karşıtı bir söylem içinde... E be kardeşim bu 28 Şubat Amerikan operasyonuysa, o generaller İsrail ve ABD’nin emrindeyseler siz niye utanmadan “ulusalcılık” adına desteklediniz? “Sonradan gerçekleri gördük” diyorsanız özür dilemeniz ve utanmanız gerekmez mi? Yine aynı şekilde bugünkü Ergenekon gelişmelerine dair biraz daha “tarihten ders almış” olmanız gerekmez mi? “Ulusal bağımsızlık” adına hareket ettiğini söyleyen generallerin Amerikan neo-conlarından destek almak için yalvar yakar olduğunu defalarca buralarda yazmadık mı? Dürüst olun bunu siz de biliyorsunuz... Cumhuriyet’in kimi köşelerinde 2005-07 sürecinde ABD’ye ve İsrail’e yaltaklanan yazılar arşivlerde duruyor... Michael Rubin gibi aşırı-sağcı, Amerikan emperyalizminin en şahin savunucularıyla “Türk ulusalcıları”nın işbirliği alenen ortada... Napıyordu bu adamlar? “Nasyonalist Enternasyonal”mi kuruyordu?.. Bu arada bu durumları “Ergenekon davası Türkiye’nin ABD ekseninden çıkmasının, ABD’ye direnişinin davasıdır” gibi zırva şekilde yorumlayıp, Kurtlar Vadisi-Irak gibi Ergenekon imalatı filmlere akılsızca destek çıkan kimi İslâmcılara da Allah akıl fikir versin diyorum... Bu hükümet sizin bu zırva kafanıza uysaydı şimdiye devrilmişti... Hükümet de bazı konularda yalpalamadı değil, ama sonradan kendine geldi...
Neyse, biz yine darbeler olurken destek verip, sonradan dönen dönmedolap tiplere geri dönelim... Bu durumun daha da komik versiyonu ise 27 Nisan darbe girişimi vesilesiyle yaşandı... 27 Nisan daha iki sene önce oldu... O geceyi hiçbir sahici özgürlükçü-demokrat unutmuyor... Türk gazeteci ve akademisyenlerinin nasıl utanç verici tavırlar içine girdiğini unutmuyoruz... Kendilerine “liberal” ya da “özgürlükçü-solcu” diyen kimileri de buna dahil... Ama özellikle CHP’liler, Kemalistler ve ulusalcılar o gün sevinçten adeta göbek atmıştı. Büyükanıt gözlerinde kahraman gibiydi... Aynı adamlar bugün utanmıyorlar ve 27 Nisan darbe girişimine denmedik lafı bırakmıyorlar... Yaşar Büyükanıt’a şamaroğlanı muamelesi yapıyorlar... CHP kurumsal olarak Büyükanıt’tan nefret ediyor... İki gün evvel 32. Gün programında CHP’li Şahin Mengü bana “27 Nisan yargılanmalı, hükümet bunu yapsın” deyip durdu... Bizlerin farklı düşünmesi beklenebilir mi? Elbette 27 Nisan özel bir dava konusu olarak yargıya intikal etmeli ve sorumlular yargılanmalı... E iyi de, zamanında, bunlar görevdeyken niye bu darbe heveslilerine yalakalık yaptınız? Niye desteklediniz?
“27 Nisan AKP’nin yüzde 47 oy alabilmesi için yapılmış bir Fethullahçı komplosudur” diyebilecek tıynette gazeteciler ve akademisyenler var bu memlekette... Aslında Büyükanıt’a tepkilerinin sebebi de bu darbe girişiminde başarısız olması yüzündendir... Dolmabahçe sonrası geri çekilmesindendir... “Büyükanıt yargılansın, ceza alsın” derken de “Bu AKP’yi deviremedin Yaşar Paşa. Çek bakalım cezanı şimdi...” demek istiyorlar... Hükümet de anladığım kadarıyla “Dolmabahçe mutabakatı” gereği Büyükanıt’ın üzerine gidilmesini istemiyor... Siyaseten anlaşılır bir tavır ama ilkesel olarak böyle bir şey kabul edilemez... 27 Nisan da kesinlikle yargılanmalıdır...
Peki ya şu kaypak yazarları, dansöz gazetecileri, dönmedolap akademisyenleri kim yargılayacak? Bu zihniyetler bu memlekette hiç mi utanmayacak?..
Yorum:
Bir süredir ciddi şekilde askerin devlet yapısındaki rolü ve konumunun ne olması gerektiği üzerinde toplumda geniş çaplı sorgulama var. Kimi askerin konumunu meclis üstü, devletin koruyucusu olarak görüyor, kimi de askerin yerinin sınır bekçilği olduğunu savunuyor. Hal böyle iken güncel gelişmeler neticesinde askerin tavrı geleneksel olarak üniter devlet yapısının koruyucusu olarak gözüküyor ve deyim yerindeyse asker ofsayta düşüyor. Milletin gözünde askerin saygın konumu, 21. yy'da gelişmiş hiçbir ülkede görülmeyecek bir durum olan askerin siyasi konularda fikir beyan etmesiyle ciddi şekilde darbe yiyor.
Yazar, gücün merkezine göre yazı şekli değişen köşe yazarı ve aydınlardan bahsetmiş. Benim değinmek istediğim, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın zihniyetinin toplumumuzdaki cemaatler üzerindeki sinmişliği. 28 şubat sürecinde imam hatiplerin köküne kibrit suyu döküldüğü, siyasi partilerin kapatıldığı dönemde rp ve imamhatiplere yapılan muameleyi bir hatırlayalım. Rp yöneticileri zaten hadlerini aşmışlar!, imamhatipler de misyonlarını tamamlamışlar!, kendilerinden bekleneni veremiyorlar ve de Allah kapatılmalarını bir ceza olarak veriyordu. Bugün ise Ak parti ve gülen cemaatini bitirme planları var ve bugün ellerinde olan gazete ve televizyon gücünü 28 şubattakinin aksine var güçleriyle kullanıyorlar.
Sonuç olarak varmak istediğim nokta şudur ki; yazarın özlemini çektiği rüzgarın yönüne göre şekil değiştirmeyen yazarların varlığının yanında toplumumuzun ihtiyacı olan dik duran, gücün değil hakkın savunucusu cemaat yapılarının da olmasıdır.