Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 888
Nahl Suresi Tefsiri 93-97. Ayetler
12.11.2016
7435 Okunma, 1 Yorum

NAHL SÛRESİ - 20. Hafta

 اسْتَعِذ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَكِنْ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ وَلَتُسْأَلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (93) وَلَا تَتَّخِذُوا أَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُوا السُّوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ (94) وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللَّهِ ثَمَنًا قَلِيلًا إِنَّمَا عِنْدَ اللَّهِ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ (95) مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللَّهِ بَاقٍ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذِينَ صَبَرُوا أَجْرَهُمْ بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (96)مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُمْ بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (97)

 

***

 

وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَكِنْ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ وَلَتُسْأَلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ(93)

VaLaV ŞAyEa elLAvHu La CaGaLaKuM EümMaTan VAXıDaTan Va LAKiN  YuWılLu MaN YaŞAyEu Va YaHDiy MaN YaŞAyEu Va La TuSEaLunNa GanMAv KuNTuM TaGMaLUvNa

“Ve Allah meşiet etseydi sizi bir ümmet ca’lederdi velakin meşieti olanı hidayet eder ve meşieti olanı idlal eder ve amel ettiklerinizden sual olunacaksınız.”

Allah kâinatı insanlar için yarattı, insanları cahil ve zaif yarattı, onların kendi çabaları ile yücelmelerini istedi. Böylece kendisine muhatap var etti. Onları kendisine halife yaptı.

Bu işte başarılı olsunlar diye iki takım kurdu.

Biri hidayetteki takım; bunlar uygarlıkları oluşturuyorlar.

Diğeri dalalette olan takım; bunlar da hidayettekileri denetliyorlar, onlara muhalefet ediyorlar.

Nasıl kâinatta sürtünme kuvvetleri varsa, nasıl canlılarda mikroplar varsa, insanlarda da dalalette olanlar vardır. Bunların görevi denge sağlamaktır. Arabada iki pedal vardır, biri gaz diğeri fren pedalıdır. İşte hidayette olanlar gaz pedalıdırlar, dalalette olanlar fren pedalıdırlar. Her ikisi de arabayı yapan tarafından konmuştur. Her iki pedala da ihtiyaç vardır. Düzgün gitmek için bunlar şarttır.

Kişileri serbest bıraktı, isteyenler “hidayet takımında” oynasınlar, isteyenler “dalalet takımında” oynasınlar. Oynamalarını ciddileştirmek için de kişiler tercih ettikleri takıma göre hüküm giyeceklerdir. Kâinattaki fren sonunda mağlup olacak ve hareket kazanacaktır. Mikroplar mağlup olacak ve hayat devam edecektir. Fren yenilecek ve araba ilerleyecektir. Herkes bu dünyada yaptıklarından sorumludur. Sonunda dalalette olanlar mağlup olacak, hidayettekiler galip geleceklerdir. Evet, yapıcılar galip gelecek, yıkıcılar mağlup olacaklardır.

Sermaye savaşlar çıkararak dengeyi sağlamaktadır. Önce savaşla ve bombalarla kentleri yıkmakta, sonra faizli kredilerle oraları imar ettirmektedir. Ne var ki yeni imar eski imardan daha ileri olmakta, böylece uygarlaşma devam etmektedir. Sonunda Yeryüzü imar edilmekte ve daha ileri gidilmektedir. O halde tüm bu olayların hepsi Allah’ın takdiri ile olmaktadır. Sermaye’nin ateist politikası da takdir-i ilâhi ile olmaktadır. Yaşlanmış olan ikinci binyıl uygarlığını öldürüp mezara gömme görevi verilmiş olup kapitalizm ve sosyalizm ile işe yaramaz bu uygarlık artık tarihe gömülmüştür. Böylece üçüncü binyıl uygarlığı doğmaktadır, ikinci Kur’an uygarlığı doğmaktadır.

Süleyman Akdemir’in “İnsanlık Anayasası Kavramı” kitap çalışmasında peygamberlerin uygarlıklarına doğu/ş uygarlıkları ve diğer uygarlıklara batı/ş uygarlıkları denmektedir. Yani Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa, Hazreti İsa ve Kur’an uygarlıkları doğu/ş uygarlıklarıdır, Miladı oluşturmaktadırlar. Mısır, Yunan, Roma, Bizans ve bugünkü Avrupa/Batı uygarlıkları batı/ş uygarlıkları yani cenaze uygarlıklarıdır.

Eğer ben şimdi imani bir tefsir yapsaydım, bütün bunların ahirette olacağını yazardım, doğru şeyler yazardım. Kur’an matematik formülleri gibidir, nereye uygularsan orada doğru sonuç verir. Üç kere beş bakkalda ödeyeceğin parayı bildirir. İmalathanede ise beşli üç paketi ifade eder, ürünün sayısını verir.

وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ

VaLaV ŞAyEa elLAvHu

“Ve Allah’ın meşieti olsaydı”

Allah’ın meşieti olsaydı veya Allah meşiet etseydi denebilir.

Allah zaman içinde olmayan arşı var etti. Arşın içinde üç boyutlu uzaylar var etti. O uzaylar hareket ederek dört boyutlu uzayı oluşturmaktadırlar. O halde üç boyutlu uzayda zaman vardır. Kâinatı var ederken zamanı da var etmiştir.

Kâinatı var etme meşieti bundan 13,7 milyar yıl önce olmuştu. Zamanın başlangıcı olan o tarihte düzenin meşietini yapmıştır. Böyle meşiet etmiştir. Hatta öldükten sonra da ne olacağı hususunu da meşiet etmiştir. O meşiette Allah insanları eğitip yetiştirmek ve cennete uyum sağlayacak hale getirmek için böyle düzen kurmuştur. Biz, ‘Allah böyle değil de böyle yapsaydı’ diyemeyiz, sadece O’nun yaptığını öğreniyoruz. O’na Sen bunu niye yaptın deme yetkisine sahip değiliz.

لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً

La CaGaLaKuM EümMaTan VaXıDaTan

“Sizi bir tek ümmet kılardı”

Kur’an’da, insanların tek ümmet olarak yaratıldığını, sonra ümmetler haline geldiklerini ifade etmektedir. Önce insanlar kavimlere, sonra kavimler şa’blara (illere), sonra iller kabilelere/bucaklara ayrılmaktadır ve her bucak ayrı ümmet olmaktadır.

Ayrıca bir ümmet içinde ilmi, mesleki, siyasi ve ahlaki dayanışma ortaklıkları vardır.

Yani insanlık örgütlenmektedir. İnsanlar arasında yarış ortaya çıkmaktadır. İyi kimseler var, kötü kimseler var. İyiler yapmakla, kötüler yıkmakla görevli. Yapıcılar daima galip gelmektedir. Yani yıkıcıların yıktıklarından fazla yapıcılar yapmaktadır. Böylece insanlık gelişmekte ve büyümektedir. Kişiler de isterlerse yapıcı isterlerse yıkıcı olmaktadır. Yıkıcılar dünyada mağlup olmakta, ahirette de cehennemde haşrolmaktadırlar.

وَلَكِنْ يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ

Va LAKiN YUWılLu MaN YaŞAyEu

“Öyle olmadı, Allah meşieti olanı idlal eder”

“MenYeşau”daki “Men” fail de mef’ûl da olabilir. Yani Allah istediğini dalalete de götürür anlamı çıkar. Bu şekilde mana vermek Kur’an’ın diğer ayetleri ile çelişir. Bu sebeple biz Allah’ın istediğini değil de Allah isteyeni hidayete, isteyeni dalalete götürür diyoruz. Yani insanları serbest bırakmıştır. İnsanlar hangi takımda oynamak istiyorlarsa o takımda oynasınlar. İnsan bir şey yapmaz, hepsini Allah yapar. Ancak insanın duasını kabul eder ve onun dediğini yapar. İsteyen sağa gider, isteyen sola gider.

وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ

Va YaHDi MaN YaŞAyEu

“Ve meşieti olana da hidayet eder”

Kim hidayet isterse ona hidayet eder. Allah herkesin duasını kabul eder. İsteyen kötülük yapar, isteyen iyilik yapar. Allah herkese istediğini yapma gücünü verir.

İnsanın yaptığı her şey hücrelerdeki şekerin yakılması ile elde edilen enerji ile yapılmaktadır. Bu enerji de Allah’ın Güneşine ait enerjisinden üretilmektedir. O halde insan kendisi bir şey yapmaz, sadece Allah’ın var ettiği bedene bildirir, beden de Güneş enerjisini kullanarak yapar.

Bugün müsbet ilimle kesin olarak tesbit edilen bu hususu Kur’an ifade etmektedir.

وَلَتُسْأَلُنَّ

Va La TuSEaLunNa

“Ve elbette sual olunacaksınız”

Sorumlusunuz...

Sigara içip içmemekte serbestsiniz ama sigara içerseniz sonuçlarına katlanırsınız.

Yani insan istediğini yapmaktadır. Allah ona bu gücü vermiştir. Ama yaptıklarından dolayı bu dünyadaki sonuçlarına katlanmak zorunda olduğu gibi ahirette de cennete veya cehenneme gitme şıklarından birini bu dünyada seçmiş olacaktır.

Herkesin yaptıklarını kaydeden üç melek vardır.

-Meleklerden biri yaptıklarını değerlendirmekte ve sevap muhasebesine işlemektedir.

-İkinci melek ise yaptıklarını değerlendirmek suretiyle günah defterine yazmaktadır.

-Aralarında ihtilaf çıkarsa üçüncü melek karar vermektedir.

Biz de muhasebemizi böyle tutmalıyız.

عَمَّا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ(93)

GanMAv KuNTuM TaGMaLUvNa

“Neyi amel etmişseniz.”

Buradaki en önemli husus; insanlar düşündüklerinden ve inandıklarından değil de doğrudan yaptıklarından sorulacaklardır.

Maturidi inancı esas almakta, ameli ikinci durumda bırakmaktadır.

Oysa Kur’an sık sık vurgulamakta; ceza inançlara değil amellere verilecektir.

FETÖ’cü olmak suç değildir. Suç olan fiili işlemektir. İster FETÖ’cü ol, ister PKK’lı ol, suç işlemeden ceza verilmez, yaptığın fiilden dolayı ceza verilir.

وَلَا تَتَّخِذُوا أَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُوا السُّوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ (94)

Va LAv TatTaPiÜUv EaYMAvNaKuM DaPaLan BaYNaKuM FaTaÜilLa QaDaMun BaGDa ÇuBUvTiHAv Va TaÜUvQuv elSUvEa BiMAv SaDaDTuM GaN SABIyLi elLAvHı Va LaKuM GaÜAvBun GaJIyMun

“Ve yeminlerinizi aranızda dehalen ittihaz etmeyiniz. Yoksa kadem subutundan sonra Allah’ın sebilinden sudud etmenizden dolayı zalleder. Ve sizin azim azabınız olur.”

“Dehalen” kelimesi Kur’an’da iki defa geçmektedir.

Eymanları dehalen ittihaz etmekten bahsetmektedir.

Bundan önceki ayette ittihaz ediyorsunuz şeklinde idi.

Burada da dehal yapmayı nehyetmiştir.

Devletin kişilerin yaşayışlarına ve çalışmalarına müdahale etmesidir.

“Eyman” emniyet demektir. Devlet gücü demektir. Yönetim icracı değildir. İnsanların yaşayışlarına müdahale edemez. O sadece hakem kararlarının yerine gelmesini sağlar. Hakem kararı olmadan hiçbir uygulama kararı alarak zorlama yapmaz.

Herkes kendi içtihadına göre hareket eder. İsterse istediğini öldürebilir. Devletin görevi suçları önlemek değildir. Devletin görevi suçluların hakemlerin verdiği ceza ile cezalandırılmasıdır. Batılılar buna “hukuk düzeni” diyorlar, müdahaleci rejime de “polis rejimi” diyorlar. Askeri düzende polis düzeni vardır. Hukuk düzeninde müdahale yoktur.

Bu hususta tarihte savaşlar olmuş, sonunda müdahaleyi kanuni hükümlere bağlamışlardır. İslâm’da olağanüstü hal ve sıkıyönetim durumları mevcuttur. Bunun dışında yönetimde müdahale yoktur.

Olağanüstü hallerde ve sıkıyönetimlerde hukuk düzeni askıya alınır ve müdahale sistemi doğar. Sıkıyönetimler ve olağanüstü hallerin farkı şudur. Müdahalenin sonuçları sonunda ortadan kalkar. Mahkeme kararına gerek kalmaksızın herkesin hakkı iade edilir ve verilen zararlar ödenir. Sıkıyönetimde ise mahkeme kararı ile tazminat ödenir. Ortaklık sistemi geçerlidir.

Hukuk düzeninde herkes şeriatın hükümlerine göre adımlar atar ve şeriatın sağladığı imkânlarla hareketini yapar. Herkes şeriatı öğrenir ve kurallar içinde hareket eder, sorumlu olan da kendisidir. Kendi seçtiği hakemlerin kararlarına göre sorumlu olur. Müdahale edildiği zaman içtihadı ile bastığı ayaklar havada kalır ve kişi başarısız olur. Müdahaleden birini sorumlu tutmak gerekir. Bu da imkânsızdır. Bu sebepledir ki yöneticilerin kesin olarak müdahale yetkileri yoktur. Kişi nereye ayak basacağını bilmezse ne yapacağını bilemez.

Topluluğun kuralları olan şeriatın yani Allah’ın sebilinin dışına çıkıldığı için düzen bozulur, yalnız kişi değil aynı zamanda düzen de bozulur. Siz boşanmalara mani olursanız evlilik ortadan kalkar, siz fiyatlara müdahale ederseniz karaborsa olur. Her müdahale kişilerin dengeli hareket etmesini önlediği gibi topluluğu da sıkıntıya sokar, mallar satılamaz, mallar bulunmaz. Kötülük sıkıntıyı ifade eder, büyük azab ise düzenin çökmesidir.

Şimdi biz sıkıntı içindeyiz ama böyle giderse sonunda çökme meydana gelecektir.

İnsanlık büyük tufanı (Sosyal Tufanı) beklemektedir.

وَلَا تَتَّخِذُوا أَيْمَانَكُمْ

V aL LAv TaTTaPiÜUv EaYMAvNaKuM

“Ve yeminlerinizi ittihaz etmeyiniz”

İnsan söylediği sözlerin yanlış olmasından sorumlu değildir. Yemin ettikten sonra söylediği sözler yanlış olursa zararı tazmin eder. Yeminsiz verdiği sözü yerine getirmezse sorumlu değildir. Ama yemin ettikten sonra sözü yerine getirmezse zararı tazmin eder.

Toplulukta meclisler yasaları yaparlar. Yürütme yani tüm halk kendi içtihatları ile yorumlayarak uygular. Yorum hatalarını hakemler düzeltir. Hakemlerin kararlarına uymayanları silahlı güçler halleder. Silahlı güç yemin edenlerden oluşur. Bunun için bunlara “mümin” denmektedir.

Demek ki “Eyman” yönetim demektir. Yönetim sadece yargı kararlarını uygulatmayı sağlar. Devlet gücünün güvenlik dışında ekonomide, ilimde ve ahlakta kullanılması yasaklanmıştır. Yani sosyalizm de kapitalizm de Kur’an’da men edilmiştir.

Biz laikliği şöyle anlıyoruz. Bir toplulukta ilmi, ahlaki, mesleki ve siyasi dayanışma ortaklıkları arasında baskı yoktur. Topluluk içinde her dayanışma eşit görev yetkilerine sahiptir, birbirlerine müdahale etme yetkileri yoktur. Bunun gibi ilmî, ahlakî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıklarından birinin diğerine tahakküm etme yetkisi yoktur. Bunlar devlet içinde eşit kurumlardır. Devlet bu kurumların üstündedir, bu kurumlardan birinin emrinde değildir. 

Sosyalistlerde yönetimin, kapitalistlerde sermayenin, teokraside dinin emrinde olurlar. İslâmiyet bunların tahakkümünü tamamen yasaklamaktadır. Birçok kimse İslâmiyet’i teokrasi olarak görür. Oysa “teokrasi” kanunları din adamlarının yapması ve yine “teokrasi” din adamlarının kanunları uygulamasıdır. Bu uygulama İslâmiyet’te hiç olmamıştır. Osmanlılarda fetvaları din adamları değil ilim adamları verirlerdi. Kadı bunlardan seçilirdi. Kadının kararı en üsttü ve onun fetvası ile hükümdar tahttan alınırdı.

Bu husus İslâmiyet’in başlangıcından beri uygulanmakta olan husustur. Hiçbir kural tam olarak uygulanamaz. Elbette istisnalar olabilir. Batı’da ise kural halindedir. Anayasa Mahkemesi devlet başkanını azledebiliyor mu, İngiliz kralını tahttan indirebiliyor mu? Batı’da sözde yargı üstünlüğü vardır. Hakemlerden oluşmayan yargı nasıl üstün olabilir?

دَخَلًا بَيْنَكُمْ

DaPaLan BaYNaKuM

“Aranızda dehalen”

Kamu düzenini sağlayacağız diye birbirinizin işine karışma aracı olarak kullanmayın.

“Eyman” kelimesi ile güvenlik teşkilatının nasıl kurulacağını anlatmaktadır. Güvenlik kuvvetleri güvenliği sağlamakla yükümlüdürler. Güvenliği sağlayamazlarsa sorumlu olurlar. Hakemler kararı ile öldürülmesine karar verilen kimse ölmelidir. Saldıran düşmanlara karşı ordu görevini yapmalı, yapmadığı takdirde doğacak zararları tazmin etmelidir. Bu onun görevidir ve “eyman” kelimesi içinde mündemiçtir. Bunun dışında da hakem kararları olmadan hiçbir müdahale yapılmamalıdır.

Bugün “müdahale” kelimesi kullanılmaktadır. Kur’an da aynı kelimeyi kullanıyor. Kur’an kelimelerin gelecekte alacağı manaları da bilmekte ve kelimeler ona göre manalandırılmaktadır. Bunun en önemli örneği “sağcılık” ve “solculuk”tur.

فَتَزِلَّ قَدَمٌ

Fa TaÜilLa QaDaMun

“Bir kadem kayar”

Burada “kademiniz kayar” denmemektedir, “bir kadem kayar” denmektedir.

Müdahale bir yeri düzeltirse diğer tarafa kayar. Siz boşanmaya müdahale ederseniz, geçinemeyen kimseleri bir arada zorla yaşamaya zorlarsınız bu da aile müessesesini çökertir, evlenmeleri engeller.

Fiyatlara müdahale ederseniz arz-talep kanunu çalışmaz ve üretim durur, karaborsa ortaya çıkar. Her müdahale sonunda başka yerde bir dengesizliği doğurur.

بَعْدَ ثُبُوتِهَا

BaGDa ÇuBUvTiHAv

“Subutundan sonra”

Türkiye’de 80 milyon insan yaşamakta, herkes yarım kilo ekmek tüketmektedir. 360x40 milyon senelik tüketimdir. Öyle bir fiyat oluşur ki ülkede bu kadar buğday üretilir. Bunu fiyat bildirir, serbest arz ve talep fiyatı bildirir. Eğer müdahale eder daha ucuz bir fiyat koyarsanız üretim azalır. Piyasada ekmek bulunamadığı için denge bozulur, ayağın diğeri kayar. Yani dengede iki ayak sağlam basmaktadır, üretim tüketime eşit olmaktadır. Müdahalede tüketim ayağına basarsanız üretim ayağı kayar.

وَتَذُوقُوا السُّوءَ

Va TaÜUvQuv elSUvEa

“Ve su’yu zevk edersiniz”

Sadece üretim-tüketim dengesini değil, bölüşüm dengesini de bozarsınız. Buğday ucuz olduğu için tavuklara yem yapar insanları aç bırakır, dolayısıyla israf edilmiş olur. Kamunun bir üretimi desteklemesi demek, desteklenen firmaya haksız kazanç sağlanması demektir, desteklenmeyen firmalar iflas ederler. Bu da ekonomik krizlere neden olur.

بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ

BiMAv SaDaDTuM GaN SaBIyLi elLAvHı

“Allah’ın sebilinden sudud etmeniz sebebiyle”

Allah’ın sebili kanunun oluşturduğu yasalar ve planlamalardır. Yılbaşında kredi fiyatlarını tesbit edersiniz ve ona göre üretimi planlarsınız. Üretimi yapacak herkes o krediye bakarak kararını vermiş olur.

Siz özel firmalara destek verirseniz onlar denge üretiminden vazgeçer ve dengeyi bozacak üretim yapmış olurlar.

Allah’ın yolundan saptırmak demek düzenin dışına çıkarmak demektir. Bu da genel dengeyi bozar. Dolayısıyla kıtlıklar, yoksulluklar, işsizlikler olur. Tekele gidecek yolları kapattıktan sonra bırakınız istesinler, bırakınız yapsınlar.

وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ(94)

Va LaKuM GaÜAvBun GaJIyMun

“Ve sizin için azim azab vardır.”

Müdahale sistemi fiyat dengesini bozar, enflasyonu destekler, üretimi durdurur. Açlık başlar. Yaşamak için meşru olmayan yollara başvurulur. Devletin geliri azalır, görevlilere maaş ödeyemez. Yolsuzluk yapan halk ile aç kalan memur arasında rüşvet mekanizması doğar. Zamanla ekonomi daha çok bozulmaya başlar. Halk rüşvet veremez olur. Baskı daha da artar ve sonunda halk isyan eder, yönetim ile halk arasında çatışma başlar. Ekonomi daha da bozulur. Sonunda anarşi ortaya çıkar. Sokaklarda bakkallarda gasp başlar.

İnsanlık şimdi buna doğru gitmektedir.

Burada azab nekredir. Sonunda ne olacağı bilinmez ama azim azab olacağı haber verilmiş olmaktadır.

Hazreti Nuh Peygamber zamanında deniz karalara geldi.

Şimdi halk korkudan kendisini denizlere atacak ve insanlık ikinci tufanı yaşayacaktır.

“Adil Düzen” bu tufandan yani sosyal tufandan insanlığı kurtaracak gemidir. Ahşap evlerden oluşan dinlenme siteleri ve yüz lojmanlı işyeri apartmanlarıdır. Her apartman bir gemi olacak. Üretim ve tüketim aynı apartmanda yapılacağı için sosyal tufan içinde olan halk burada olduğundan dolayı boğulmayacaktır.

15 Temmuz başarılı olsaydı o tufanı görmüş olacaktık. Gerçekleştiğini düşünün, kaç gün yaşarsınız.

“Adil Düzen”de dolarla iş yapılmaz; “altın, demir, buğday, toprak bonoları” geçerlidir. Bunlar değersiz hâle gelemez. Bunları devlet değil halk çıkarmaktadır.

وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللَّهِ ثَمَنًا قَلِيلًا إِنَّمَا عِنْدَ اللَّهِ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ(95)

Va LAv TaŞTaRUv BiGaHDi elLAHi ÇaMaNan QaLIyLan EinNaMAv GıNDa elLAvHı HuVa PaYRun LaKuM EiN KuNTuM TaGLaMUvNa

“Ve Allah’ın ahdi ile kalil semeni iştira ediyorlar. İlm ediyorsanız sadece Allah’ın indinde olan sizin için hayırdır.”

Allah’la yaptığınız ahdi bozarak onunla kalil semeni iştira etmeyin.

Buradaki ahd kamu olarak yapılan sözleşmedir. Hicret demokrasisi ile kişi hangi topluluğa katılırsa oranın sözleşmesini kabul etmiş olur. Topluluğun kuralları Allah’la yapılan akittir. Şeriata aykırı hareket etmek kişilerin işledikleri suçtur. Ama topluluğun kurallarını askıya almak topluluğun suçudur. KDV kuralını koyup sonra KDV’siz satışları meşrulaştırmak topluluğun ahdi bozmasıdır. Bugün yapılan tamamen budur. Halkın uygulayamayacağı kanunları ekseriyet sistemi ile çıkarmaktadırlar. Halk bunlara uymadığı zaman da yönetim göz yummak zorunda kalmaktadır. İşte böylece ahid bozulmuş olmaktadır.

Burada “Bi” harfi “Ahd” üzerine gelmiştir. Yani ahd semen olarak kullanılmaktadır. Ahdi satmak ahdi bozmak anlamına geldiği gibi ahit yapmak anlamına da gelir.

Toplulukla sözleşme yapılırken bir semen karşılığı yapılmaz, tüm başarı için yapılır. Azami kazanç için yapılır. Öyle bir topluluğa katılacaksın, öyle bir düzen kuracaksın ki, orada azami gün/saat olacak. Bir saat çalışırsan iki gün yaşayacak kadar kazanç temin edeceksen o işi yapacaksın. Allah’ın malını en pahalı satacak en ucuza alacaksın. Bir de enflasyonlu para kalildir, çünkü zamanla azalmaktadır. O halde enflasyonlu parayı kullanmayacaksın. “Türk Lirası” yerine “toprak, demir, buğday ve altın bonolarını” kullanacaksın.

Karşılıklı para Allah’ın indinde olandır. Hayat odur. Varlık odur. Karşılıksız para semen-i kalildir, tamamen yok olarak da sayılmıyor da az bir şeydir. Allah’ın indinde olan topluluğun ambarlarına giren mallardır. Hayırlı olan, servet olan budur. Buna karşı verilen belge değer taşımaktadır. Karşılığı olmayan enflasyonist para bir değer değildir yahut azalan değerdir.

Tarihte para evrimler geçirmiştir.

-Toplayıcılık zamanında kuruyemiş aynı zamanda para olarak kullanıldı.

-Avcılık zamanında hayvan derisi aynı zamanda para olarak kullanıldı.

-Çobanlık döneminde koyun büyük para, yün bozuk para olarak kullanıldı.

-Çiftçilik döneminde tahılı aynı zamanda para olarak kullandılar.

-Pazar mübadelesi döneminde bakır, kalay, gümüş gibi madenler ağırlıklı olarak para olmuştur.

-Tüccar mübadelesi döneminde yeryüzünde daha az bulunduğu için altın para olarak kullanıldı.

-İşçilik döneminde altın ve gümüş yeterli olmayınca banknot çıkartıldı, altın ve gümüş olarak değerlendiriliyordu.

Bu dönemlerde karşılıksız para sahte sayılıyordu ve suç sayılıyordu.

Yirminci yüzyıla girerken karşılıksız para piyasada kullanılmaya başlandı. 1970’lere kadar para altınla tanımlanıyor ve değerlendiriliyordu. İşte şirk ondan sonra başladı. Altın parası olarak çıkartılan dolar vardı ama Sermaye bu sözünden yani altın karşılığı dolardan vazgeçti. Ne var ki ekonomi dolar üzerinde kurulmuştu. Kimse dolarsız yapamadı. Sahte yani karşılıksız dolar piyasada dolaşıp durmaktadır.

İşte, Sermaye’nin yaptığı, bütün dünya devletlerinin de kabul ettiği ve halkın da kullanmaya devam ettiği semen-i kalil bugünkü dolardır, dolara karşı çıkarılan ulusal paralardır. Ayet tüm insanlığı bu karşılıksız paradan vazgeçmeye çağırmaktadır. İnsanlıkla yaptığınız ahdi bozmayın diyor; dolar yine altına kote edilsin, altın karşılığı olsun.

Ayetin verdiği başka bir bilgi de ambar sistemidir. “Adil Düzen”de üreticiler malları üretirler, kontrolden geçirirler ve kamu ambarlarına teslim ederler yani Allah’ın indine bırakırlar. Buna karşılık üreticilere mal belgesi verilir. Bu belge Allah’ın indinde olan malları temsil eder. Üretici bu belgelerin bir kısmını bankaya götürür ve bankadan “toprak”, “altın”, “demir” veya “buğday parası”nı borç alır. Bu belge dolayısıyla ambarında buna tekabül eden mal rehin olarak kasada yani Allah’ın indinde durur. Böylece piyasaya para çıkmış olur. Üreticiler malların bir kısmını tüccara vererek mal sipariş verirler. Tüccar da bu belge ile ambara gider ve malı satın alır, başkasına satar. Böylece ambardaki malların yarısına yakın kısmı için para piyasaya çıkmış olur.

Dengenin bozulmaması için dört çeşit para çıkarılır. Ülke içi ve ülke dışı krizlere göre taşınmazlar, inşaat malzemesi, yıllık tüketim maddeleri ve altının değeri değişir.

Allah bu ayette devlet ambarlarına konan mal kadar nakdin ihraç edileceğini öğretmektedir.

وَلَا تَشْتَرُوا

Va LAv TaŞTaRUv

“Ve iştira etmeyiniz”

“Şıra” akar suyun kenarındaki ağaca denmektedir. Ağaç ve su birlikte şırıltı çıkarırlar. Sonra “şira” kelimesi hareketlenip ses çıkarma şeklinde olmuştur. Belli bir meyvenin adı ise ve o meyve de para olarak kullanılmış ise o zaman değiştirme anlamına gelir.

“Bey’” ile “şira” arasında şu fark vardır. Ticaret mallarının alıp satılması “şira” ve “iştira” ile üreticinin tüketiciye doğrudan sattığı değiştirme işlemi ise “bey’” ile ifade edilir. Tokalaşma anlamındadır.

“İştira” kelimesi satın alma manasında olduğu gibi satmak üzere üretme de iştiradır. Burada işaret edilen paranın üretilmesidir yani banknotların veya senetlerin basılmasıdır.

بِعَهْدِ اللَّهِ

BiGaHDi elLAHi

“Allah’ın ahdi ile”

Allah’ın ahdi ile yani “tedayün ayeti”nde zikredilen usulle para çıkarma demektir.

1.     İslâmiyet’te para çıkarmak için önce bir kişi karşılığını taahhüt etmelidir.

2.     İkinci olarak, dayanışma ortaklığı tarafından güvence verilmelidir.

3.     Üçüncü olarak, değerinde bir gayrimenkul rehin edilmelidir.

4.     Dördüncü olarak, ürün ambara veya işyerine girmelidir.

Bütün bu safhalar karşılığı para piyasaya çıkar.

Paranın piyasaya çıkarılması iştiradır.

ثَمَنًا قَلِيلًا

ÇaMaNan QaLIyLan

“Kalil semen”

“Kalil semen” demek kalp para demektir, karşılıksız para demektir, değerinden az para demektir. 1000 gramdan az kilo, 100 santimetreden az metre yani hileli ölçü demektir. Bu eğer parada olursa kalil semen olur. Karşılığı olmayan veya eksik olan para demektir.

Siz ayeti ele alın ve başka mana vermeye çalışın; bakalım daha iyi bir çözüm bulabilecek misiniz? O zaman benim çözümüme yanlış diyebilirsiniz. Yoksa az para ile satmayın, çok para ile satın anlamı çıkar ki ne kadar abes olacağı aşikârdır.

Bize değerinden az karşılığı olan para çıkarmayın diyor. Yani 10 gram altın karşılığı ise 11 gram yazmayın diyor.

إِنَّمَا عِنْدَ اللَّهِ

EinNa MAv GıNDa elLAvHı

“Sadece Allah’ın indinde olan”

Yani kamu ambarlarında bulunanın karşılığında çıkarılan belgeler, bunlara karşı çıkarılan nakit hayırdır, maldır.

“İnnema” burada sadece anlamındadır. Kamu ambarlarında karşılığı bulunmayan para çıkarılmaz. Burada sipariş karşılığı yani selem karşılığı çıkardığımız para karşılıksız değildir. Hayır karşılıksız değildir. Bir taahhüt eden vardır. Topluluk kefil olmuştur. Ayrıca bir taşınmaz rehin bırakılmıştır. Sonra kişi çalışmışsa ücreti verilmiştir. Tohum alınmışsa bedeli ödenmiştir. Toprak ekilmişse sipariş alınmıştır yani onun kirası verilmiştir.

Fıkıhçılar selem hükümlerinde bunları incelemişlerdir. “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda bu hükümler de yer almıştır.

هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ

HuVa PaYRun LaKuM

“O sizin için hayırdır”

“Hayır” demek servet demektir.

Tüketim araçlarına “mal” denmektedir.

Üretim araçlarına yani sermayeye “hayır” denmektedir.

İnsanların işine yarayanlar sadece o mallardır.

Hayrın hükümlerini özetleyelim. Allah’ın indinde olmak demek, önce vasıfları topluluk tarafından tesbit edilmelidir demektir. Kontrol edilmiş ve kamunun zimmetine geçmiştir. Artık arızalı olursa sorumlu üretici değildir, devlet sorumludur. Kişi belgeyi ikame ederse o malik olmuş olur. Mal ambara girmiştir, gerçekten vardır. Mal ambarda bozulursa topluluk onu garanti etmiştir, dolayısıyla Allah’ın indindedir. Eğer ambar veya nakliyeci mala el koyarsa topluluk ona garanti vermiştir. Ambar masrafları ile nakliye masrafları tüm sigorta vergi bedelleri baştan mal olarak ödendiği için artık belgede yazılı mal topluluğun indindedir. Belge ambara iade edilir, mal da ambardan çıkar.

Allah burada sadece böyle kamu tarafından garanti edilmiş mallar sizin için hayırdır diyor. Böyle ambara girmeyen ve kamu garantisi olmayan mallar karşılığı senet çıkarılamaz. Tüccar senetleri alıp satar. Malları taşımak ve korumak topluluğa aittir, kamuya aittir.

Çağın zaruri gerekleri ile tesbit ettiğimiz hususlar Kur’an’da 1400 sene önce tesbit edilmiş ve bildirilmiştir. O zamanki halkın bunları anlaması mümkün değildi. Bugün ihtiyacımız olduğu için anlıyoruz.

إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ(95)

EiN KuNTuM TaGLaMUvNa

“Biliyor iseniz”

Sosyal yapıyı çökerten ve bozan zinadır, aile yapısı çöker, bu da topluluğu yıkar.

Ekonomik yapıyı da çökerten ve yıkan karşılıksız faiz parasıdır.

Tüm ilmimizi bunun üzerinde yoğunlaştırırsak bu gerçekleri görürüz. Bunun bilincinde olduğumuz zaman hayır olur. Yani hükümlerini illetlerle öğreniriz. Ama hikmetlerini bilmezsek ondan yararlanamayız. Arabada fren pedalının ne işe yaradığını bilmezsek onu kullanamayız. Ortak ambar müessesesinin ne işe yaradığını ve nasıl kullanılacağını bilmezsek ondan yararlanamayız.

Ortaklık ekonomisi ile ilgili sekiz bölümden oluşan çalışmalarımızı Hüseyin Kayahan ve Tayibet Erzen tamamlamışlardır.

Adil Düzen Anayasası”nın metni yarım asır içinde hazırlanmış, Lütfi Hocaoğlu ve arkadaşları tarafından Kur’an’la delillendirilmektedir, yarısı tamamlanmıştır.

Onun gerekçelerini ve illetlerini ise Süleyman Akdemir yapmaktadır, genel gerekçeyi tamamlamıştır, madde gerekçelerini de yazacaktır. Eksik bir kısım kalacaktır, o da yorum kısmıdır. Yani çalışma dört araştırmayı içerecektir; metin, deliller, hikmetler ve yorumlar.

Böylece bilirsek bize hayır olur.

مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللَّهِ بَاقٍ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذِينَ صَبَرُوا أَجْرَهُمْ بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ(96)

MAv GıNDaKuM YaNFaDu Va MAv GıNDa elLAHı BAQın VaLaNaCZiYanNa elLaÜIyNa ÖaBaRUv EaCRaHuM BiEaXSaNı MAv KANUv YaGMaLUvNa

“İndinizde olan nefed eder. Allah’ın indinde olan bakidir. Sabredenlerin ecirlerini amel ettiklerinin ahseni ile cezalandırırız.”

İnsanlar dışındaki canlılar da üretirler, ancak onlar kendi ürettiklerini tüketirler. Onlar da ürünleri depolar sonra kullanırlar. Ne var ki onlar en çok bir nesil içinde bunu yaparlar.

İnsanlar bugün ürettiklerini kendileri tüketmezler, başkalarına devrederler ama başkaları bugünkü nesil değildir. Bugün üretilenler belki yüz sene sonra tüketilecektir. Nitekim o üreticilerin kendileri de geçmiştekilerin ürettiklerini tüketirler. Benim şimdi kullandığım bilgisayarın üretimine 60 bin sene evvel başlanmış, son montajı yapanlar bile bugün sağ olmayabilir. Onların yani o montajı yapanların üretmedeki payı binde bir bile değildir. O halde kişilerdeki malların değeri nerde ise sıfırdır. Mübadele döneminde satılmayan malların değeri sıfırdır. Domates üreten için değeri en çok bir yıl sürebilir. Ondan sonra yine sıfırdır. Ortak ambara verdiğimizde onun değeri kıyamete kadar sürer. Ambara koyduğun mal karşılığı aldığınız “belge” artık kıyamete kadar bakidir. Diyelim ki ambara on kilo patates verdiniz ve “belge” aldınız. Siz onu satmadınız, oğlunuza miras bıraktığınız, bin sene sonra torununuzun torunları insanlığa başvuracak ve on kilo patateslerini alabileceklerdir. Çünkü on kilo patatesiniz insanlığın dayanışması içindedir.

Bu ayet bize “dayanışma ortaklığı”nın insanlığa kadar yükselmesi gerektiğini ifade ettiği gibi; bir dayanışma ortaklığı devreden çıkarsa onun yükümlülüklerini diğer dayanışma ortaklıkları yüklenmelidir. Böylece benim bir bucak ambarına verdiğim mal tüm insanlığın kıyamete kadar dayanışmasına verilmiş olacaktır. Başka bir ifadesi de şöyledir; uygarlıklarda kesintiler olmayacaktır, dayanışmaların hepsi ortadan kalkmayacaktır.

Çalışanlar ücret almaktadırlar. Ücretleri üretilen üründen paydır. Aldıkları ücret o gün kullandıkları bir şey değildir. Yani çorap dokuyan kadın çorap dokumaktadır ama bu dokumanın ecrini o anda elde edememektedir. Çorabı ambara vermekte ve çorabı konsinye olarak satmaktadır. Yani satışa çıkarmakta ama satışta parasını almaktadır. Veresiye satış yoktur ama konsinye satış vardır. Faiz yoktur ama faiz farkı vardır. Bugünkü ekonomi sistemi ise faiz parasına ve veresiye satışlara dayanmaktadır, peşin ödemeli siparişe yani “selem sistemine” ve “konsinye satışlara” dayanmamaktadır. Tüccar peşin para öder, sipariş verir, elde ettiği malı konsinye olarak satar. Sipariş veren beklediği için sabretmektedir. Veresiye satan peşin para aldığı için sabretmemektedir. Ama bunların karşılığı daha fazlası olmaktadır. Peşin ödeme yaparak sipariş veren sabrettiği gibi konsinye satan da sabretmektedir.

Ayette “Amel ettiklerine karşılık” diyerek, aracının değil de üreticinin sabretmesi gerektiğini ifade etmektedir. Tüccar üreticiden konsinye alır ve konsinye satar. Tüccar sermayesine para kazandıramaz. Yine tüketici sipariş verir ve peşin öder, tüccara kredi verilmez; kredi üreticiye ve tüketiciye verilir, tüccar onların kredilerinden yararlanır. Yani tüccar sipariş alır, sipariş verir ve kâr eder. Siparişi tüketiciden alır, parasını da peşin alır. Çünkü kredi halka verilmiştir (tüketim kredisi). Halk sipariş verir, peşin parayı öder. Üretici tüccara mal kredisini verir, satınca parasını tahsil eder, satamazsa iade eder.

Bugün ise tam tersine kredi tüccara verilmekte, tüccar para vererek sipariş vermekte, elde ettiği malını da veresiye satmaktadır.

Ticari kredi yoktur. Tüccar komisyoncu gibidir. Sipariş aldıklarını sipariş verir. Konsinye satışları alır, konsinye satış olarak verir.

مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ

MAv GıNDaKuM YaNFaDu

“İndinizde olan nefed eder”

“Nefed” bir ormanın, bir kentin, bir topluluğun sona erdiği yere “nefd” denmektedir; bitmek, tükenmek demek, sona gelmek demektir.

Sizin yanınızda olanlar uzun zaman saklanmaz, tükenir veya bozulur ve biter. Ürettiğinizi kendi ambarınızda saklarsanız sigortasız olur. Kamu ambarına teslim edilmeyen malların sigortalanması söz konusu değildir. Sadece çalınırsa veya gasp edilirse kamu tarafından ödenir. Oysa kamu ambarına verilenler bozulsa da tazmin edilir.

Demek ki malların ekonomik sigortalaması yoktur. Ambara teslim edilir ve zekâtı ödenirse o mallar sigortalanmış olur. Kontrolden geçip ambara teslim edildikten sonra artık üreticinin herhangi bir sorumluluğu yoktur. Hattâ kontrole girmemiş olsa da artık sorumluluk kontrole aittir. Yani kusurun üretimden geldiği tesbit edilse de üretici sorumlu değildir, kontrol eden sorumludur.

وَمَا عِنْدَ اللَّهِ بَاقٍ

Va MAv GıNDa elLAHı BAvQın

“Ve Allah’ın indinde olan bakidir”

“Bakiye” bir kaptan bir şey boşaltıldıktan sonra dökülmeden içinde kalan şey demektir. Sonraları kullanılan herhangi bir şeyden arta kalanlara “bakiye” denmiştir. Sonra da ebedi anlamında “baki” kullanılmıştır.

“Vika” kap demektir. İçine eşya konarak saklanır. Böylece oraya konan eşyanın ömrü uzar. Zamanla “V” harfi “B”ye dönüşmüş, “baki” devamlı, sürekli ve sonu olmayan, ebed anlamları kazanmıştır.

Topluluğa verilmesi bakidir. Çünkü misli alınacaktır. Domatesi verirsiniz, sonra verdiğiniz domatesi değil de mislini alırsınız. Sizin ürettiğiniz domatesi başkası kullanır, kimin ihtiyacı varsa o kullanır, sonra başkasının ürettiğini siz kullanırsınız. Misliyattan olduğu için bozulma ve bitme söz konusu değildir. Köprü yaparsınız, bin yıl sonra insanlar o köprüden geçerler.

وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذِينَ صَبَرُوا

VaLaNaCZiYanNa elLaÜIyNa ÖaBaRUv

“Ve sabredenleri elbette cezalandıracağız”

Burada yecziyenne şeklinde de okunmaktadır. Biz o şekilde manalandıracağız.

Topluluk sonra onu cezalandırır denmektedir.

Buradaki “sabır” sipariş veren halkın sabrıdır. Parayı peşin verir, malı sonra alır.

Buradaki “sabır” konsinye satıştır. Satar, parayı sonra alır. Satılmadığı takdirde iadeyi kabul etmek şartı ile meşrudur.

“Ellezîne Saberû” marifedir. Allah’ın indine verenleri ifade etmektedir. Bunun anlamı şudur. Sipariş verenler peşin para ödedikleri için daha az bedel öderler. Bu fark selem farkıdır. Faize benzediği halde faiz değildir. Selem farkı bu ayetle meşru olmuş olur. Konsinye satışlarda satıcı malı cari fiyattan pahalı satabilir. Konsinyede aracının kârı belli olmalıdır.

Hong Kong ekolü peşin satışlarda kârı sınırlamaktadır. Onlar ekonomilerini konsinyeye dayandırmaktadırlar. Üreticiler işletmeye ortaktır. Öyleyse sermayeye gerek yoktur. Dolayısıyla kâra da ihtiyaç yoktur diyorlar.

أَجْرَهُمْ

EaCRaHuM

“Onların ecri”

Sabredenlerin ücretleri.

“Ecrahum” diyerek tüketiciden çok üretici kastedilmektedir. Öyleyse üreticiye bedeli son tüketiciye ulaştığı zaman yani konsinye mal satıldığında ödenecek demektir.

“Ecrahum” burada hâl oluyor. “Ecrahum” müfret kullanılmış, “ücurahum” denmemiştir. İşletmelerin sözleşmelerinde ortaklara konsinye satıştan sonra bölüşme olacağı hükme bağlanır. Yani ürün bölüşülmez, bedeli bölüşülür.

Bunun meşruluğunu da öğrenmiş oluyoruz, “ecrahum” denmesi bunu ifade eder.

بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ(96)

BiEaXSaNı MAv KAvNUv YaGMaLUvNa

“Amel ettiklerinin ahseni ile.”

Burada da arz ve talepte serbestliği ifade eder. Üretici firma mallarına azami fiyatı koyar, satılmadıkça düşürür, böylece en çok bedelle satılmış olur.

Arz ve talep kanunlarının ana kuralını belirtmiş olur.

Biz şimdiye kadar ekonomimizi tüketiciye ve seleme göre düzenliyorduk, üreticiyi ve konsinyeyi düşünmüyorduk. Hong Kong ekolü de aksini yapıyordu.

Bu ayet şimdi bize her ikisini birden düşündürtmektedir.

Ana hüküm şudur. Mallar siparişle alınacaktır. Dolayısıyla sipariş fiyatlarını tüketici koyacaktır. Tüccar sadece sipariş yerini bulur. Biz burada serbest fiyat sistemini koyuyorduk. Ama kâr sabit tutulabilir. Bu takdirde tüccar istediği kârı koyamayabilir.

Biz bunu vakıf mallarda yapıyoruz.

Hong Kong ekolü bütün mallarda yapıyor.

Bu şartlar altında o sistem de çalışır.

مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُمْ بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ(97)

MaN GaMiLa ÖAvLiXan MiN ÜaKaRin EaV EuNÇAv Va HuVa MüEMiNun FaLaNuXYiYanNaHu XaYAvTan OayYıBaTan Va La NaCÜiYanNaHuM EaCRaHuM Bi EaXSaNı MAv KAvNUv YaGMaLUvNa

“Zeker ve ünsadan mümin olarak kim salih ameli amel ederse, onu tayyib bir hayatla ihya ederiz ve onların amel ettiklerinin ahseniyle olan ücret ile cezalandırırız.”

“Ve” harfi getirilmeden ayet başlamıştır. O halde bu ayet bundan önceki ayetin bir beyanıdır, açıklamasıdır. Buradaki son kısım önceki ayetle aynıdır. Önceki ayette sabredenler cezalandırılmıştır. Burada salih amel eden cezalandırılmıştır. Önceki ayette ürünlerin bakiliğinden bahsetmiştir.

 

أَجْرَهُمْ بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذِينَ صَبَرُوا

 

مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللَّهِ بَاقٍ

أَجْرَهُمبِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُون

وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ

فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً

مَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ

 

Ekonomi birlikte üretme ve bölüşüp ayrı ayrı ailece tüketmeye dayanır.

Bu ayetlerin birincisinde üretilenlerin topluluğa verilmesi yani bölüşüm anlatılmıştır.

İkinci ayette işbölümü anlatılmaktadır.

Ekonomide gün/saatin büyütülmesi esastır. Çalışılan saat küçültülmeli, yaşanan gün büyütülmelidir. Öyle düzen kurulmalıdır ki saat en aza insin, gün de en fazlaya çıksın. Bunun sağlanması için malların mübadele edilmesi gerekmektedir. Bu husus birinci ayette anlatılmaktadır. Diğer taraftan harcanan saat en aza insin. Bu da ikinci ayette anlatılmaktadır.  Her ikisinde de yani fiyatta da ücrette de serbest piyasanın olmasını ortaya koymaktadır. Emeğin en çok değerlendirilmesi üzerinde durulmaktadır. “İnsan için sa’yinden yani emeğinden başka bir şey yoktur” ayetinin burada açıklaması yapılmaktadır. En büyük verim ilkesi getirilmiştir. Batılılar maksimum kâr ilkesini kabul etmişlerdir. Kur’an maksimum ücret ilkesini kabul etmektedir. Bunun sağlanması için selem ve semt sistemi getirilmiştir. Biri sipariş vermeyi, biri de konsinye satışı önermektedir.

Üretimde uyumlu çalışma önemlidir. Birinin ürettiği ürün başkalarının ürettiği ürünlere salih/uygun olmalıdır. Araba lastiği üreten arabayı üretenin arabasına uyacak şekilde üretmelidir, salih/uygun amel budur.

Üretimde kadın ve erkek diye zikredilerek kadınların da üretici oldukları, erkeklerle aynı haklara sahip olduklarını ifade eder. Bir de mümin olma şartı getirilmiştir. Buradaki “mümin” dayanışma ortaklığına giren anlamındadır, güvence sağlayan demektir. Demek ki kadınların da ekonomiye katılmaları gerektiğini anlatmaktadır.

Başka ayette kadınlardan söz ederken “onların kesb ettikleri onlarındır, sizin kesbettiğiniz sizindir” denmektedir. Böylece işyerleri farklı olsa da üretici olma bakımından aynı yerde olmaktadırlar. Dayanışma ortaklığına onlar da katılırlar ve onlar da ekonomide erkeklerle aynı şekilde yükümlüdürler. Oysa siyasette yalnız erkekler yükümlüdürler.

Sorunlar o kadar çoktur ki onları bizim yazıp bitirmemiz mümkün değildir. Kaldı ki söylediklerimizin modası geçecektir. Bütün çabamızın sonucu olarak “Kur’an’ı yorumlama metodunu” kavramamız gerekmektedir.

Önceki ayette karşılığı olmayan bir ifade var, burada onu tayyibet hayatı ile ihya ederiz deniyor. İhya etme ölüyü diriltme şeklinde anlamlandırılacağı gibi insanı yaşatma şeklinde de anlatabiliriz, onu yaşatırız. Dayanışma ortaklıklarına katılıp kendisini sigortalayan insan tayyibet hayatı içinde yaşar.

Üçüncü binyıl uygarlığından önce halk kendi ürettiğini tüketiyordu. Bugün ise ürettiğini satıyor, karşılığı olarak aldığı belge ile başkasından aldığı ile yaşıyor. Malı üretemeyebilir, ürettiği malı satamayabilir. Bu sebeple yaşayabilmesi için dayanışma ortaklığına girmiş olacaktır.

Dayanışma ortaklığı demek, birisinin başına gelen beklenmedik bir olay hepsinin başına gelmiş gibi ortakların sonuçları paylaşmaları demektir. Diyelim biri hasta olduğu zaman hastanın bütün işlerini hasta olmayanlar görürler. Biri hataen adam öldürdü ise hepsi öldürmüş gibi diyetini, eşya ise bedelini birlikte ödemelidirler. Böyle bir dayanışmaya girmek demek mümin olmak demektir. Dayanışma ortaklığına giren kendisini emniyete aldığı gibi ortaklarını da emniyete almaktadır.

Önceki ayette “sabredenleri” demiştir. Yani sipariş verenler ile konsinye satan üretici ve tüketicileri anlatmıştı. Burada ise “hum” zamiri getirerek dayanışma ortaklığı içinde kim salih amel eder diyerek ortaklara zamir gönderiyor.

İster önce sipariş alınsın ve bu siparişler üretilsin, ister üretilsin ve konsinye olarak satılsın, her ikisinde de işbölümü içinde çalışma gerektiği gibi işlerin de dayanışma içinde sigortalanması gerekmektedir. Yoksa trafik tıkanır ve açılmaz, durma ortaya çıkar. Biri borcunu ödeyemediği zaman onun iş yaptığı kimseler de ödeyemez ve zincirleme kriz ortaya çıkar. Bu sebepledir ki kaza yapan arabayı trafik görevlileri gelip kaldırır ve yolu açar. Dayanışma ortaklığı yani sigorta da böyledir. Borcunu ödeyemeyenin borcunu ödemek ekonomik trafiğin tıkanmasını önler.

Her ikisinde “ecirleri amel ettiklerinin ahseni ile” denmektedir. Aynı kelimeyi kullanmaktadır. Bunun anlamı şudur. İki piyasa vardır; emek piyasası, bir de mal piyasası vardır. Emek piyasası emeği azami şekilde değerlendirme piyasasıdır. Mal piyasası ise malları azami şekilde değerlendirmedir. Fiyat piyasası ve ücret piyasası. Bu piyasaların işleyişleri farklıdır. Mal piyasasında mal ambara konur ve mal belgeleri piyasada dolaşır. Emek piyasası ambara konamamaktadır ve karşılığında belge çıkarılıp satılamamaktadır. Onun piyasası kredilerle oluşmaktadır. Her çalışana kredi verirsiniz. O kiminle anlaşır ve çalışırsa işveren borçlanır ve o ücretini alır.  Çalışana kredi sağlandığı gibi dayanışma içinde sigortalanmıştır. Ayrıca çalışana ham madde kredisi de verilmektedir. Yani işverene yalnız işçinin ücreti ödenmemekte, çalıştırdığı işçinin hammaddesi karşılığı da çalıştırana verilmektedir. Bu sebepledir ki iki kredi ayrı ayrı zikredilmiştir. Ama çalışana yani emeğe verildiği için de ikisi aynı ifade ile getirilmiştir.

مَنْ عَمِلَ صَالِحًا

MaN GaMiLa ÖAvLiXan

“Kim salih olarak amel ederse”

Burada “amelen salihan” anlamı da verilebilir yahut “salih olarak” da manalandırılabilir. Yani projeye göre kim amel ederse eskiden evi yapan usta duvarları bitirdikten sonra ölçüler alır ve ona göre doğrama yapardı. Şimdi ise projeye göre önceden doğrama yapılmakta, sonra duvarlar çıkarılmaktadır.

Proje, herkesin başkasına danışmadan iş yapabilmesini sağlayan araçtır.

Salih olarak amel etmek demek projeye göre amel etmek demektir.

Türkiye’ye henüz böyle bir salih amel gelmemiştir.

Şimdi Akevler’in işi proje yapma safhasıdır.

-Sera projesini yapıyoruz.

-Bu proje baraka projesi de olacak…

-Bu proje çadır projesi de olacak ve  

-Bu proje kümes projesi de olacaktır...

-Ondan sonra ahşap evler projesini tamamlayacağız...

-Ondan sonra yüz lojmanlı apartmanlar projesini tamamlayacağız...

İşte o projelere göre iş yapanlar salih amel yapmış olacaklardır.

مِنْ ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَى

MiN ÜaKaRin EaV EuNÇAv

“Zeker veya ünsadan”

Burada “min ricalin ev min nisain” denmemektedir, “min zekerin ev ünsa” denmektedir. Bu da küçükler de iş yapabilecekler demektir. Kıyas yoluyla yaşlılar ve sakatlar da iş yaparlar. Bunlara da kredileri verilir, bunlar da ücreti istihkak ederler. Buradaki bu kayıt herkesin kendi istediğini yapacağını ifade eder. Krediyi kime verirseniz söz onun olur.

Krediyi liberalistler esnafa, sosyalistler patronlara, kapitalistler tüccarlara vermekte ve bunları söz sahibi yapmaktadırlar.

Kur’an ise krediyi çalışan kimselere yani halka vermekte, dolayısıyla halkı hâkim kılmaktadır. Kadın erkek olarak kredi hakkına sahiptirler, hükmeden de halktır. Bu sebeple diyoruz ki; demokrasi sadece ve sadece içtihat sistemini kabul eden ve halka kredi veren İslâm düzeninde vardır ve yalnız İslâm düzeninde vardır.

وَهُوَ مُؤْمِنٌ

Va HuVa MüEMiNun

“O mümin iken”

Dayanışma ortaklığının ortağı olan mümindir. Tüm çalışmaları ve işleri dayanışma ortaklığı tarafından sigortalanmıştır. Böylece üretim sürekli olarak akış içindedir.

Dayanışma ortaklıkları tarafından sigortalanmayan kişinin yaptığı işler ekonomi trafiğini tıkayacağı için zararı tazmin edilmez.

فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيَاةً طَيِّبَةً

FaLaNuXYiYanNaHu XaYAvTan OayYıBaTan

“Onu tayyib hayat ile ihya ederiz.”

Kişinin çalışıp kazanma dışında bir derdi yoktur.

İş bulamazsam derdi yok.

Malı satamazsam derdi yok.

Senedi ödeyemezsem derdi yok.

Hasta olursam ne yapacağım derdi yok.

Çalışacak, kazanacak ve yaşayacak. Çocuklar yetiştirecek, çocuklara işyerleri ve lojmanlar bırakacak, artırdıkları zamanlarda da ilim yapacak.

İşte “tayyib hayat” budur ve bu hayat cennet hayatına doğru atılan adımdır.

وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ أَجْرَهُمْ

Va La NaCÜiYanNaHuM EaCRaHuM

“Ve onların ücretini karşılayacağız”

“Ceza” demek karşılık demektir. Onların ücretlerini değerlendireceğiz. Yani ücret üretimden pay olacaktır.

İşletme girdileri girer, ürün çıkar. İşletme girdilerine üründen pay dağıtılır.

Ham madde payı tüccara verilir.

Kira payı tesis sahiplerine verilir.

Genel hizmet payı kooperatife verilir.

Çalışanların payı da üreticilere verilir, amel edenlere verilir.

Tüccarlar üretim payını pazarlıkla tesbit ederler. Tesbit edenler çalışan ortaklardır. Tesis sahibinin ve kooperatifin bu pazarlığa katılma yetkisi yoktur. “Biahseni mâ kânû ya’melûne”nin manası budur. Emek sorumlusu istediği şekilde emek payını tesbit eder ve yine emek temsilcisi tesis sahipleri ile pay konusunda anlaşır. Kamu payı yasalarla veya sözleşmelerle belirlenmiştir.

İşletmeyi günümüzde sermaye temsilcileri yönetmektedir.

“Adil Düzen”de işletmeyi emek ortaklığının temsilcisi yönetir.

Kur’an bununla “Adil Düzen”deki sistemi bildirmekte ve onaylamaktadır.

بِأَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ(97)

Bi EaXSANı MAv KAvNUv YaGMaLUvNa

“Amel ettiklerinin ahseni ile…”

Önce emek ortaklığı kurulur, emek payının aralarında nasıl bölüşüleceği tesbit edilir. Bunu kooperatif genel hizmet sorumlusu ile işletme kurucusu tesbit eder. Sonra çalışan ortaklar bulunur. Sonra emek sorumlusu tesis sahibi ile kira ortaklığını kurar. Sonra tüccarlarla her parti üretimde üretim payını tesbit eder.

Demek ki son söz emek temsilcisine aittir.

İşte, buradaki ism-i tafdil işçiye en çok pay sağlanır demektir. Yani işletme temsilcisi odur. İşletme çalışanlara aittir.

Kapitalistlerde çalışanların hiçbir etkisi yoktur, asgari ücretle çalışırlar.

Sosyalistlerde tüm yönetim çalışanlara ait olduğu gibi katılımcılar yoktur.

“Adil Düzen”de işletme işçilere aittir ama diğer girdiler de vardır, paylar serbest pazarlıkla işçiler tarafından belirlenir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org         (0532) 246 68 92



 


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
20.11.2016
09:02


ADİL DÜZEN 889

“ADİL DÜZEN” III. BİNYIL MEDENİYETİ PROJESİDİR

BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 889. Hafta - 19 Kasım 2016 - Fiyatı: www.akevler.orga tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 889. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”      (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”      (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA / İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASI, ANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR.     -     ADİL DÜZEN ÇALIŞANLARI  

 

***

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI

Yeni Bir Dünya için yapılması gerekenler

ABD BAŞKANLIK SEÇİMİ

Süleyman KARAGÜLLE

 

***

 

*SEBÎLU’R-REŞÂD” / MAKALELER

‘Bilen bir fert, düşünen bir topluluk’

KUR’AN VE İLİM 888. Hafta Seminerinden…

AB değişti, ABD de değişiyor; biz de değişmeliyiz

http://www.tv5.com.tr/medyamizin-bugunku-durumu---mustafa-gecer-resat-nuri-erol-_pri672.html

Reşat Nuri EROL

 

***

 

NAHL SÛRESİ - 21. Hafta

 اسْتَعِذ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ





Çok Okunan Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 204
İsrâ SÛRESİ (17)104.AYET -Kur’an’a Göre İSRAİL’İN SONU
19.04.2003 138611 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 845
İbrahim Sûresi Tefsiri 1-4. Âyetler
2.01.2016 17355 Okunma
1 Yorum 02.01.2016 21:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 777
TEVBE SURESİ-128.AYET TEFSİRİ
23.08.2014 12615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 834
Hûd Sûresi Tefsiri 74-78. Âyetler
17.10.2015 12547 Okunma
11 Yorum 15.11.2015 22:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 853
İbrahim Sûresi Tefsiri 35-41. Âyetler
27.02.2016 11314 Okunma
1 Yorum 06.03.2016 14:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 944
Kehf Suresi Tefsiri 107-110. Ayetler
23.12.2017 10373 Okunma
1 Yorum 28.12.2017 19:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 864
Hicr Suresi Tefsiri 57-66. Ayetler
14.05.2016 9624 Okunma
2 Yorum 15.05.2016 08:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 870
Nahl Suresi Tefsiri 5-9. Ayetler
25.06.2016 9492 Okunma
1 Yorum 26.06.2016 10:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 858
Hicr Sûresi Tefsiri 10-15. Âyetler
2.04.2016 9401 Okunma
2 Yorum 03.04.2016 10:18
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 842
Hûd Sûresi Tefsiri 114-116. Âyetler
12.12.2015 9263 Okunma
2 Yorum 20.12.2015 12:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9181 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 949
Meryem Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
27.01.2018 9165 Okunma
1 Yorum 28.01.2018 07:59
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 863
Hicr Suresi Tefsiri 48-56. Ayetler
7.05.2016 9160 Okunma
1 Yorum 08.05.2016 07:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 838
Hûd Sûresi Tefsiri 90-95. Âyetler
14.11.2015 8867 Okunma
3 Yorum 21.11.2015 15:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 825
Hûd Sûresi Tefsiri 41-44. Âyetler
8.08.2015 8668 Okunma
2 Yorum 11.08.2015 17:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 776
TEVBE SURESİ-126-127.AYET TEFSİRİ
16.08.2014 8650 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 808
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 90-92.AYETLER -FİRAVUN ÖLDÜ MÜ?
4.04.2015 8584 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 850
İbrahim Sûresi Tefsiri 23-26. Âyetler
6.02.2016 8574 Okunma
4 Yorum 07.02.2016 19:39
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 855
İbrahim Sûresi Tefsiri 47-52. Âyetler
12.03.2016 8549 Okunma
1 Yorum 14.03.2016 09:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 852
İbrahim Sûresi Tefsiri 32-34. Âyetler
20.02.2016 8366 Okunma
1 Yorum 14.03.2016 09:40
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 111
A'RAF SURESİ 1-3.AYETLER TEFSİRİ
25.05.2001 8211 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 862
Hicr Suresi Tefsiri 39-47. Ayetler
30.04.2016 8129 Okunma
1 Yorum 01.05.2016 07:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 841
Hûd Sûresi Tefsiri 109-113. Âyetler
5.12.2015 8032 Okunma
1 Yorum 05.12.2015 22:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 865
Hicr Suresi Tefsiri 67-77. Ayetler
21.05.2016 7930 Okunma
1 Yorum 21.05.2016 21:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 837
Hûd Sûresi Tefsiri 87-89. Âyetler
7.11.2015 7747 Okunma
2 Yorum 08.11.2015 18:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 900
İsra Suresi Tefsiri 23-27. Ayetler
4.02.2017 7681 Okunma
1 Yorum 05.02.2017 09:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 844
Hûd Sûresi Tefsiri 120-123. Âyetler
26.12.2015 7574 Okunma
2 Yorum 27.12.2015 13:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 836
Hûd Sûresi Tefsiri 84-86. Âyetler
31.10.2015 7560 Okunma
1 Yorum 31.10.2015 19:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 856
Hicr Sûresi Tefsiri 1-8. Âyetler
19.03.2016 7534 Okunma
1 Yorum 20.03.2016 10:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 835
Hûd Sûresi Tefsiri 79-83. Âyetler
24.10.2015 7513 Okunma
1 Yorum 25.10.2015 13:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 888
Nahl Suresi Tefsiri 93-97. Ayetler
12.11.2016 7435 Okunma
1 Yorum 20.11.2016 09:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 832
Hûd Sûresi Tefsiri 64-68. Âyetler
3.10.2015 7418 Okunma
1 Yorum 03.10.2015 21:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 815
Hûd Sûresi Tefsiri 4-6. Ayetler
23.05.2015 7344 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 817
Hûd Sûresi Tefsiri 9-12. Âyetler
6.06.2015 7308 Okunma
3 Yorum 25.06.2015 04:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 824
Hûd Sûresi Tefsiri 37-40. Âyetler
1.08.2015 7273 Okunma
1 Yorum 11.08.2015 17:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 827
Hûd Sûresi Tefsiri 48-49. Âyetler
22.08.2015 7199 Okunma
1 Yorum 25.08.2015 20:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 819
Hûd Sûresi Tefsiri 17-22. Ayetler
20.06.2015 7174 Okunma
1 Yorum 25.06.2015 04:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 833
Hûd Sûresi Tefsiri 69-73. Âyetler
10.10.2015 7142 Okunma
1 Yorum 10.10.2015 23:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 843
Hûd Sûresi Tefsiri 117-119. Âyetler
19.12.2015 7119 Okunma
1 Yorum 20.12.2015 06:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7088 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 846
İbrahim Sûresi Tefsiri 5-8. Âyetler
9.01.2016 6891 Okunma
1 Yorum 17.01.2016 08:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 828
Hûd Sûresi Tefsiri 50-52. Âyetler
29.08.2015 6826 Okunma
1 Yorum 05.09.2015 13:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 823
Hûd Sûresi Tefsiri 32-36. âyetler
25.07.2015 6821 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 816
Hûd Sûresi Tefsiri 7-9. Ayetler
30.05.2015 6700 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 800
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 62-66.AYETLER
7.02.2015 6676 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 830
Hûd Sûresi Tefsiri 58-60. Âyetler
12.09.2015 6654 Okunma
1 Yorum 18.09.2015 07:28
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 839
Hûd Sûresi Tefsiri 96-101. Âyetler
21.11.2015 6569 Okunma
1 Yorum 22.11.2015 09:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 831
Hûd Sûresi Tefsiri 61-63. Âyetler
19.09.2015 6552 Okunma
1 Yorum 20.09.2015 18:10
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 840
Hûd Sûresi Tefsiri 102-108. Âyetler
28.11.2015 6511 Okunma
1 Yorum 30.11.2015 09:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 826
Hûd Sûresi Tefsiri 45-47. Âyetler
16.08.2015 6421 Okunma
1 Yorum 16.08.2015 19:50


© 2024 - Akevler