Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 853
İbrahim Sûresi Tefsiri 35-41. Âyetler
27.02.2016
11242 Okunma, 1 Yorum

İBRAHİM SÛRESİ - 8. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَذَا الْبَلَدَ آمِنًا وَاجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَنْ نَعْبُدَ الْأَصْنَامَ (35) رَبِّ إِنَّهُنَّ أَضْلَلْنَ كَثِيرًا مِنَ النَّاسِ فَمَنْ تَبِعَنِي فَإِنَّهُ مِنِّي وَمَنْ عَصَانِي فَإِنَّكَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (36) رَبَّنَا إِنِّي أَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُوا الصَّلَاةَ فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ (37) رَبَّنَا إِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْفِي وَمَا نُعْلِنُ وَمَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْ شَيْءٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ (38) الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي وَهَبَ لِي عَلَى الْكِبَرِ إِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ إِنَّ رَبِّي لَسَمِيعُ الدُّعَاءِ (39) رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلَاةِ وَمِنْ ذُرِّيَّتِي رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ (40) رَبَّنَا اغفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ (41)

 

***

 

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَذَا الْبَلَدَ آمِنًا وَاجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَنْ نَعْبُدَ الْأَصْنَامَ (35)

Va EiÜ QAvLa EibBRAHIyMu RabBı iCGaL HAvÜa eLBaLaDa EAvMıNan Va uCNuBNIy Va BaNıyYa EaN NaGBuDa eLEaÖNAMa

“Ve hani İbrahim şöyle demişti: Rabbim bu beldeyi emin ca’let ve beni ve ibnlerimi esnama ibadet etmeden cenb et.”

Surenin başında biz sana insanları zulumattan nura çıkarmak için bir kitabı indirdik diyerek başlamıştı. Yani Kur’an, hassaten bu sure, bütün insanları zulumattan nura çıkarmak için indirilmiştir. Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa ve diğer peygamberler, kendi kavimleri üzerinde İslâm düzenini getirmek için gönderilmişlerdir. Onlar örnek uygulamalarla beşeri düzene hazırlık yapmışlardır. Sonunda Kur’an gelmiş ve şeriatlaşma dönemi tamamlanmıştır. Surede ondan sonra Hazreti Musa Peygamberden bahsetmekle resulleri anlatmaktadır. Hazreti Musa ile başlamasının sebebi, Hazreti Musa’nın İsrail oğullarına yaptığını Hazreti Muhammed (Allah’ın selâmı üzerlerine olsun) insanlığa yapmıştır. Yeryüzünde iki şeriat kitabı vardır, Tevrat ve Kur’an. Diğerleri iman ve ahlak kitaplarıdır.

Hazreti Musa Peygamberin kıssasına “velekad erselna” ile başlamış “ve hani Musa demişti” diye devam etmiştir. Surede ondan sonra Nuh kavmi ile Semud ve Âd kavminden bahsetmektedir ve ondan sonra gelenlerin sayısını Allah’tan başka kimse bilmez diyerek, bütün kavimlere ve değişik devrelerde resullerin geldiğini ve şeriata hazırladıklarını ifade etmektedir. Resullerin onlarla olan konuşmaları anlatılmaktadır.

Sonunda tüm insanlara Allah’ın nimeti hatırlatılmaktadır. Bu arada göklerin yaratılmasından tekrar ederek bahsederek tüm insanlığı tek Tanrı’ya tapmaya davet etmektedir. İnsanın zalum ve keffar olduğunu ifade etmektedir. Surede Hazreti İsa Peygamberden hiç bahsetmemektedir. Bunun sebebi, bu sure şeriat suresidir. Hazreti İsa ise tarikat peygamberidir. Bu sebeple Hint ve Çin peygamberlerinden söz etmemektedir. Onlar şeriat resulleri değil, tarikat resulleridir. Getirdikleri şeriat onların da şeriatıdır. Çünkü onların ayrı şeriatları yoktur. Şeriat peygamberleri olan Hazreti Davut ve Hazreti Süleyman’dan da söz etmektedir. Çünkü onlar Hazreti Musa’nın şeriat kitabını uygulamışlardır. Yeni şeriat getirmemişler ve şeriat kitabı yapmamışlardır. Bu sure Mekke’de nazil olan suredir, şeriat değil, şeriatın nasıl geldiği ve geleceği anlatılmaktadır.

Şimdi “Ve iz kâle Musa”ya atıf yapılarak “Ve iz kâle İbrahimu” denmektedir. Hazreti İbrahim’in yaptığı dualar anlatılmaktadır. Hazreti İbrahim’in başka hiçbir kıssasına değinmemektedir. “Rabbi, Rabbi” kelimelerini kullanarak onun zürriyetinin bugünkü uygarlığı nasıl kurduğunu beyan etmektedir. Hazreti Nuh Peygamber ilk şeriat uygarlığını tesis edendir ama sadece kendi çevresinde tesis etmiştir. Hazreti İbrahim bu uygarlığı beşerileştirmekle görevli kılınmıştır. Çocukları dünyaya dağılacaklar ve Kur’an düzenine insanlığı hazırlayacaklardı. Kur’an düzeni demek içtihat ve icma düzeni demektir.

O dönemde henüz ilimler doğmamıştı. Okullar ve üniversiteler yoktu. Ancak aile eğitimi ile insanlık uygarlaşabilirdi. İsraf olmasın ve birlik olsun diye tek kişinin zürriyetini buna görevli kılmıştır.

Hazreti İbrahim Hazreti Nuh’un zürriyetindendir.

Hazreti Yakup ise Hazreti İbrahim’in zürriyetindendir.

Hazreti Muhammed de Hazreti İbrahim’in zürriyetindendir.

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ

Va EiÜ QAvLa EibRAHIyMu

“Ve hani İbrahim kavl etmişti.”

“Musa kavmine demişti”, burada yalnız “İbrahim demişti” diyor.

Kur’an arada beyanlarda bulunduktan sonra, geriye dönüp konuya devam etmek için orada kullanılan ifadeyi tekrar eder; burada bu “Ve İz Kâle” dir. Hazreti İbrahim Hazreti Musa’dan önce geldiği halde, sonlarında “Kâle” demektedir, ona atfetmektedir.

Şeriat uygulaması Hazreti Musa ile başlamış ama uygulama o tarihteki Allah’ın takdiri ile başlamıştır.

Allah insana bir ihsanda bulunacaksa veya görev verecekse, önce ona ilham eder ve ona onu talep ettirir, sonra da onun duasını kabul eder. Askerlerde bir usul vardır, emri alan ast emri tekrar edip ‘böyle yapacağım’ der. Allah burada ne olacaksa onu Hazreti İbrahim’e anlatmış, o da aldığı görevi tekrar etmiştir. Bu sebepledir ki “böyle dedi” deniyor, “dua etti” demiyor, çünkü bunlar dua değil görev tekrarıdır. Bir başka ifade ile dua Allah’a taahhütte bulunmaktır. Hazreti İbrahim zürriyeti adına Allah’a söz vermektedir. Ben de diyerek birlikte emri telakki etmiş olması gerekir.

Buradan çıkaracağımız bir kural vardır. Talep aynı zamanda taahhüttür, sonra reddedilmez. Ebu Hanife bu sebepledir ki seferde namazların kısaltılmasını emir kabul eder ve dört rekâta tamamlamayı günah sayar.

“İbrahim” “burhan”dan gelen bir kelimedir. Hazreti İbrahim insanları mucize ile değil, akılla ve ilimle hidayete davet etmiştir.

رَبِّ اجْعَلْ

RabBı iCGaL

“Rabbim, ca’let”

“Rabbim” kelimesini tekrar ederek bu görevin kendisine ve zürriyetine verildiğini ve bir evrim görevi olduğunu bilerek söylemektedir.

Bugün “Adil Düzen” kuranlar da insanlığı Birinci Kur’an Uygarlığı’ndan İkinci Kur’an Uygarlığı’na götürmektedirler.

“Rabbi” kelimesinin sonunda “Y” vardır, kendisinden sonra vasıl hemzesi geldiği için telaffuz edilmez. Burada özel olarak yazı hazf edilmiştir. “Rabbi” kelimesinin sonundaki “Y” kural olarak yazılmaz. Böyle kıl. Hükümleri böyle olsun. Oraya herkes vizesiz pasaportsuz girebilsin diyor. Onun zürriyetinden olmayan Suud kral ise orasına hükmetmekte ve istediğine vize vermekte istediğine kapılarını kapatmaktadır.

هَذَا الْبَلَدَ

HAvÜa eLBaLaDa

“Bu beldeyi”

Mekke henüz yoktur, belde olmamıştır. Ama Hazreti İbrahim Peygamber Sümer’de bir beldede doğmuş ve büyümüştür, beldeyi bilmektedir. Oranın belde olacağı emri verilmiş, o da onun için çalışmaya başlamış ve zürriyeti adına da taahhüt etmiştir. Sonradan duası kabul olmuş ve orası belde olmuştur, hâlâ varlığını sürdürmektedir.

Buranın mısr, hattâ Medine değil de belde olarak kalması Hazreti İbrahim’in kavillerinde yer almaktadır. Bundan dolayıdır ki Mekke ilinin dış taraflarında her devlete (100 milyon nüfusa) bir ilçelik yer ayırıyor ve halkının yerleşmesini oraya alıyoruz.

Mekke ise bir belde olarak kalacaktır. İnsanlığın gönderdiği 1000 aile oraya yerleşecek, onlar ilim adamları olacak ve insanlığa oradan hizmet edeceklerdir diyoruz.

آمِنًا

EAvMıNan

“Emindir”

Her belde kendi halkına emindir, izinle giren herkes de amin olur. Ama bir beldeye, medineye, mısra izinsiz girerse onun kanı ödenmez, hayatı emin değildir. Ama Mekke’ye herkes bir yerden izin almadan girer ve tüm insanlığa emin yerdir. Birisine bir taaddi olursa bunda herkesin güvencesi var demektir, kısas yapılır veya diyet ödenir.

وَاجْنُبْنِي

Va uCNuBNIy

“Beni cenb et”

“Cenb” yan demektir, göz önünden uzak tutmak, ya da atmak cenb etmedir. Türkçede de onu şimdi bir yana koy deriz. Kendisinin uzak tutulmasını istemektedir.

Putları uzak tutmaktan bahsetmiyor, insanların onlara ibadet etmelerinden bahsediyor. Hazreti İsa’ya tapıyorlar diye Hazreti İsa değerinden bir şey kaybetmez. O halde mabuttan değil ibadetten uzak tutulmasını istemektedir.

وَبَنِيَّ

Va BaNıyYa

“Ve ibnlerimi”

“Beniyye” “ibn”nin çoğuludur, marife gelmiştir. Bütün torunlarımı değil de belli torunlarımı uzak tut diyor, “zürriyetimi” demiyor “ibnlerimi” diyor. O halde uygarlığı getirme görevi kadınlara değil erkeklere aittir. “Nun” harfi izafetten dolayı düşmüştür.

أَنْ نَعْبُدَ الْأَصْنَامَ (35)

EaN NaGBuDa eLEaÖNAMa

“Esnama ibadet etmekten...”

“Esnam ve “evsan” putlardır. Bir de Allah’tan başkasına ibadet ettikleri tabiri vardır. “Evsan”dan bahsederken “meveddeten beyneküm” denmektedir. Oysa Hazreti İbrahim dönemindeki putlardan bahsederker “esnam” denmektedir. O halde “esnam” heykellerden oluşmuş putlardır, “vesn” kelimesi ise ölmüş insanlarla ilgilidir.

Türk ordusunun Mustafa Kemal’e taptırırken gayesi vardır, ulus içinde birlik sağlansın diye bunu yapmışlardı. Tanrı’yı devre dışı bırakınca hayatta olan ve/ya ölmüş kimselerin etrafında zihnen toplanırlar. Bugün tekrar Allah’ın var olduğunu kabul eden insanlık, insanın ölülerine tapmaktan vazgeçmeye başlamıştır.

Hazreti İbrahim Peygamber heykellere tapılmasından oğullarını uzak tutmak için dua etmiştir.

Bugün Yahudiler de Hıristiyanlar da heykellere tapmaktadırlar. Romalılar ve Yunanlılar da öyle yaptılar. Sanat adı altında şirk yapmaktadırlar.

Tekrar etmek gerekir ki, burada nehy edilen putların kendisidir, heykeller değildir. Heykel yapılabilir, resim çizilebilir, fotoğraf çekilebilir ama onlara ibadet etmek yasaklanmıştır. Heykellere saygı duruşu yapılmaz, rükû edilmez, secde edilmez.

Ulusun istiklâline saygı anlamına gelen marşın söylendiği veya bayrakların çekildiği esnada saygı üzerinde durulabilir. Bunlar topluluğu temsil ettikleri ve Allah’ın halifesi olarak ortaya çıktıklarında, saygı duruşu yapmayı meşru sayabiliriz. Cenazeyi uğurlama da böyledir. Bu husustaki devlet baskıları kalkmalıdır. Devlete saygı ifade eden bir alamet olmalıdır.

“Adil Düzen”de heykeller kırılacak, hangi heykeller putlaştırılmışsa o heykeller kırılacak. “Adil Düzen”de bizim bucakta anıtkabirler olmayacak. Devletlere ve uluslara saygı işareti olan bayrak ve marşa karşı sükût içinde durmak kalabilir. Bu hususta şimdiden bir fetva vermemiz mümkün olmuyor. Resim olacak ama resmi dairelerde hükümdarların resmi olmayacak. Bayrak olacaktır. Mustafa Kemal’in Gençliğe Hitabesi olabilecek.

Bütün dinlerde faiz gibi resim ve heykeller de yasaklandığı halde; önce Hıristiyanlar, sonra Müslümanlar meşrulaştırmışlar, onu saygı alameti yapmışlardır. İstiklâl Marşı okunurken ayağa kalkarım ama bir ölüye saygı duruşunda bulunmam. Belki dua ederim. Ne var ki bu davranışlar devlete veya o kişilere karşı saygısızlık olmamalıdır.

رَبِّ إِنَّهُنَّ أَضْلَلْنَ كَثِيرًا مِنَ النَّاسِ فَمَنْ تَبِعَنِي فَإِنَّهُ مِنِّي وَمَنْ عَصَانِي فَإِنَّكَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (36)

RabBi EinNaHunNa EaWLaLNa KaÇIyRan MiNa elNAvSi FaMaN TaBıGaNIy FaEinNaHUv MınNıy VaMaN GaÖAyNIy FaEinNaKa ĞaFUvRun RaXIyMun

“Rabbim, onlar nâsın kesirini idlal ettiler. Kim bana tabi olursa o bendendir ve kim bana isyan ederse, sen gafursun, rahimsin.”

Bu ayette “ve” harfi atıf olarak getirilmeden “Rabbi” kelimesi Rabbi ve Rabbena olarak tekrar edilmektedir. Rabbi, rabbi, rabbena, rabbena, rabbi, rabbi, rabbena, rabbena olarak dört çift olmak üzere 8 defa geçmektedir. Üçü Rabbi şeklinde, üçü ayet başında rabbi ikisi ayet içinde rabbi şeklindedir. Ayet içindeki rabbenalardan biri rabbenadan sonra diğeri ise rabbiden sonra gelmektedir.

İnsan topluluk içinde kişiliğini koruyan varlıktır. Böyle başka canlı yoktur. Ya topluluğu oluşturmazlar ya da kişiliklerini korumazlar. Bu sebepledir ki insan kişi olarak görev aldığı zaman “Rabbim” der. Burada kişi davranırken kendi içtihatları ile hareket eder. “Rabbena” dendiği zaman kişi topluluğun görevlileri ile birlikte hareket eder. Bu ayette kişinin bu ikili kişiliği birlikte anlatılıyor. Kişi olarak insanın kendisi ile beraber olanla meşgul olması gerekir. İlişkileri kendi aralarında çözmelidirler. Mikro ile uğraşması gerekir, makro ile ilgilenmemelidir.

“İnnehunne”deki zamiri esnama göndermektedirler. Esnamın heykel ve resim olduğunu kabul ettiğimizde buradaki esnam mecazi olur. Kendisini hakiki manası ile zikredip zamiri mecazi manası ile zikretmesi uygun olmayacağına göre esnam kelimesi mecazi manada getirilmiştir. Yani kastedilen heykel değil heykelin temsil ettiği şeylerdir veya kimselerdir. Bu da Hazreti İsa’nın halkı idlal ettiği manasını verir ki icma ile yanlıştır. O halde idlal eden heykel değil, heykelin temsil ettiği kimse de değil, heykellerin temsil ettiği kimseleri istismar edenler ve ölmüş olan kimseleri başka şekle sokanlardır. Hayali İsa, hayali Lenin, hayali Stalin heykellenir, beyinde icat edilir ve hayali varlığa ibadet ederler. O ibadet ettikleri hayali varlıklar onları idlal eder.

Bu takdirde idlal eden elbette hayali varlıklar olmaz, o hayali varlığı icat edip istismar eden kimselerdir.

Bu ayet bize putlara tapma psikolojisi ve sosyolojisi üzerinde düşünmemizi beyan etmektedir. Kişilerin öldükten sonra heykellerine tapma sosyal bir olaydır, ruhi bir olaydır.

“Tebianî” kelimesine mukabil “muhalefet” kelimesi vardır, “isyan” kelimesine karşılık da “itaat” kelimesi vardır. Burada “tebianî” dedikten sonra “asanî” getirilmiştir. “Tebianî” kelimesi “etanî”yi de içine alır, “asanî” kelimesi de muhalefeti içine alır. Öyle ise burada kim bana tabi olur ve itaat ederse ve kim bana muhalefet eder ve isyan ederse manasını verebiliriz.

Burada sen bilirsin, ister azab eder ister cezalandırırsın demesi gerekirken, sen gafursun rahimsin denmektedir. Evet, onlar benden değildir ama yine de sen gafur ve rahimsin, onları da bize katmanı istiyorum demiş olur.

Müminler kimsenin cezalanmasını istemez, herkesin affını isterler. Bundan dolayıdır ki zaferden sonra eski hesaplar karıştırılmaz. Çünkü o gün işlenenler düzenin bozuk olmasından dolayı işlenmiştir, insanlar idlal edilmiştir.

Yola giderken birisine rastlıyorsunuz, konuşuyorsunuz, nereye gidiyorsunuz diyorsunuz? Size diyor ki; yanlış gidiyorsun, yol böyle değil böyledir. Siz de ona inanıyorsunuz ve o tarafa gidiyorsunuz. Bir de bakmışsınız ki bambaşka bir yere gitmişsiniz! Sizin bunda suçunuz olmaz.

İşte, Hazreti İbrahim Peygamber bunu anlatıyor. Bu takdirde esnamdan maksat bozuk düzen olmuş olur. Kişiler suçlu değil düzen suçlu. Sen gafursun rahimsin, bu kandırılmış kimseleri mağfiret edersin, dolayısıyla cahiliye döneminde işlenmiş suçları cezalandırmazsın.

رَبِّ

RabBi

“Rabbim”

“Rabbi” kelimesi iade edilmiştir. Arada atıf yapılmadan açıklama yapıyor. Muhatabın ismi iade ediliyor. Şimdi size başka bir söz veriyorum. Siz gafur rahim olduğunuz için biz de uygularken kötü düzende yapılanları cezalandırmayacak, eski yapılanları unutacak, onun hesabını size bırakacağız. Kimin düzen gereği dalalette olduğunu, kimin isteyerek dalalette olduğunu siz bilirsiniz.

إِنَّهُنَّ أَضْلَلْنَ

EinNaHunNa EaWLaLNa

“Onlar idlal etti”

O bozuk düzen, o hayali varlıklar idlal etti. Karşılıksız para, mevcut olmayan hayali diktatörler idlal etti. Onlar bozuk düzenin gereği olarak dalalette oldular, kendi iradeleri ile böyle olmadılar. Bana isyanları da bu sebepledir. Ben onlara bozuk düzenden hicret edecekleri bir yurdu hazırlayamadım.

İşte bugün Adil Düzen Çalışanları böyle değildirler. Bu insanlar kötü değil de bu insanlara biz imkânları götüremedik, bu sebeple böyleler diyeceğiz.

“Adil Düzen” kimseyi cezalandırmak için gelmiyor. “Adil Düzen” yalnız müminlere rahmet olarak gelmiyor. Onlar yaptıkları zulümleri düzen gereği yaptılar diyeceğiz, onlara ceza vermeyeceğiz. Onlara biz imkân hazırlayamadık diyeceğiz. Biz onları değil kendimizi suçlu bulmalıyız ve öyle çalışmalıyız.

كَثِيرًا مِنَ النَّاسِ

KaÇIyRan MiNa elNAvSi

“Nâsın kesirini”

Evet, elbette onların içinde düzen gereği değil de kendi küfür ve inatları ile bunları yapanlar vardır. Ama onları bizim bilmemiz mümkün olmadığı için onları cezalandırmayı size bırakıyoruz. Biz “Adil Düzen” geldikten sonra eski defterleri karıştırmayacağız. Bunu Allah’a söz veriyoruz. Biz kendimizi düzelttikten sonra çevreyi Allah düzeltir. Örnek uygulamaya gerek vardır. Onlar bize saldırmadıkça biz onlara saldırmayız. Biz kendi işimize bakarız. Ama elbette saldırırlarsa kendimizi savunuruz ve Allah’ın yardımı ile yeneriz.

فَمَنْ تَبِعَنِي فَإِنَّهُ مِنِّي

FaMaN TaBıGaNIy FaEinNaHUv MınNıy

“Bana tabi olan bendendir”

“Tabi olma” demek, siz yaparsınız, sizin yaptığınızı yaparlar, sizin haberiniz olmaz demektir. Siz kıbleye dönüksünüz ama arkanızda olanlar kendi iradeleri ile sizin yaptığınızı yaparlar. Ne yapılacağı bellidir. Şeriat onu belirlemiştir. İmam sadece hareketlerde birliği sağlamaktadır. İtaatte ise imam size dönüktür, size emretmektedir, siz de ona uymaktasınız.

Burada “bana tabi olanlar” diyor, “bana itaat edenler” demiyor. Çünkü ölü olan kimseye itaat edilmez. Cahiliye dönemini yaşamak isteyenler, Hazreti Muhammed bizim başkanımızdır, o bize yeter derler. Biz peygamberlere itaat etmekle değil tabi olmakla yükümlüyüz. İtaati ise bize namaz kıldıran imamlara yaparız. Biz istediğimiz imamın arkasında namaz kılarız ama seçtikten sonra ona tabi oluruz.

“Bendendir” demek benim cemaatimdendir demektir. Ondan cemaatim sorumludur. Dayanışma içinde ihtiyaçlarını karşılarız. Onların dalalette olmaları zorunluluğunu gideririz. Ama imamımıza tabi olmayanların dalalette olmalarına biz karışmayız.

وَمَنْ عَصَانِي

VaMaN GaÖAyNIy

“Ve kim bana isyan ederse”

“İsyan” etmek demek itaat etmemek demektir, karşı çıkmak demektir, tabi olmamadan daha ağır bir harekettir.

Demek üç türlü insanla karşı karşıya kalacağız; Kur’an düzenini kabul edenler, Kur’an düzenine karşı çıkanlar ve ne kabul edip ne de karşı çıkanlardır.

Kabul edenler zulüm düzeninde de Kur’an’ın dediklerini yapanlardır ve Kur’an düzenini getirmeye çalışanlardır. Bunlar Adil Düzen Çalışanlarıdır.

Karşı çıkanlar ise “Adil Düzen”in gelmemesi için durmadan faaliyet gösterenlerdir.

Halk ise bekler; biz galip gelirsek bize itaat eder, onlar galip gelirse onlara itaat eder.

فَإِنَّكَ غَفُورٌ

FaEinNaKa ĞaFUvRun

“Sen gafursun”

Onları bu yaptıklarından dolayı helâk etmezsin. Onlara mühlet verirsin, yola gelmelerine imkân sağlarsın. Benim ve bana tabi olan ümmetimin işi değildir. Onlarla ilgilenmeyiz, onları düzeltmeye çalışmayız.

Biz semt kooperatiflerini kurar Kur’an düzenini orada yaşarız. Ürettiğimiz malları onlara satarız. İhtiyacımız olan malları onlardan alırız. Onların faizli düzenine biz karışmayız.

Askerlik zorunlu ise gider savaşırız, zorunlu değilse eğitim için askere gideriz, bedeli tercih etmeyiz. Vergimizi veririz. Üniversitelerde hoca oluruz, liselerde öğretmen oluruz ama diğer bürokratik görevlerde olmayız. Meclise tebliğ için gideriz, iktidar kimse onu destekleriz. Hükümette yine tebliğ için görev alırız. Bu düzende başbakan olmayız. Bu düzende başkan olmayız. Biz düzeni değiştirmekle uğraşırız, mevcut düzende iyi işler yapmakla uğraşmayız.

رَحِيمٌ (36)

RaXIyMun

“Rahimsin.”

Bizim görevimiz Kur’an düzenini insanlara anlatmak ve kendi köyümüzde, kendi semtimizde Kur’an düzenini yaşamaktır. Bu sistemi kabul etmeyip başkalarını düzeltmeye çalışanlarla bizim bir görevimiz yoktur. Onların sorunlarını Allah istediği gibi çözer.

Milli Çözüm dergisini yayınlayanlar, bizim bu görüşlerimizi ileri sürerek cihadı terk ettiğimizi iddia ederek karşı çıkmaktadırlar. Biz Gülen’e de Erbakan’a da yaptıklarının İslâmî olmadığını söyleyerek o konuda muhalefet ettik.

Bugün Millî Görüşçüler ve Nur Risalelerine sahip çıkanlar dünyanın en etkin sosyal yapılarına sahip oldular ama Kur’an düzeni gelmedi. Bu sebeple bizim onlarla olan ilişkilerimiz de bu seviyededir. Onların gafuru da rahimi de Allah’tır.

رَبَّنَا إِنِّي أَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُوا الصَّلَاةَ فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ (37)

RabBaNAv EinNIy EaSKaNTu MiN ZürRiYaTIy BiVAvDın ĞaYRa ÜIy ZaRGın GınDa BaYTiKa eLMuXarRaMı RabBaNAv LiYuQıvMUv elöÖaLAvTa Fa iCGaL EaFEiDaTan MıNa elNAvSı TaHVIy EiLaYHıM Va iRZuQHuM MiNa elÇaMaRAvTı LaGalLaHuM TaŞKuRUvNa

“Rabbimiz, ben zürriyetimi zi zer' olmayan bir vadide senin muharrem beytin indinde iskân ettim. Rabbimiz, salâtı ikame etsinler. Nâsdan ef’ideyi onlara heva etsinler şeklinde ca’let. Şükür ederler diye onlara semeratı rızk et.”

Hazreti İbrahim Peygamber ekili olmayan bir alanda oğlu İsmail’i yerleştirmiştir, mamur olarak mevcut olan alanda yerleştirmemiştir.

Prof. Dr. Arif Ersoy İngiltere’den bir mümini getirdi. Moritanya’ya gittiler ve orada bir iş yapmayı denediler. Fransızların imar ettiği yerde iş yapma hususunda anlaşma yaptılar. Ben kendilerine kimsenin henüz bulunmadığı çölde yani gayrizizer’de iş yapmamızı önerdim. Biz şimdi dinlenme semtleri kuracağız. Bunlar gayrizizer’ olan vadilerde kurulacaktır. Biz yüz lojmanlı apartmanlar kuracağız. Bunlar gayrizizer’ alanlarda kurulacaktır.

Bizim sermayeden ve siyasilerden istediğimiz şudur; bizi rahat bıraksınlar, dünyayı mamur hâle getirelim, insanlık buralarda yerleşsin. Boşa harcanan Güneş enerjisi insan ömrü olsun. Boşa akan sular meyveler olsun.

Kur’an’ı okuyup ders almalıyız, Hazreti İbrahim’in yaptığını yapmalıyız. 

Muharrem beytin indinde denmektedir. Muharrem beyt Kâbe’dir. Hazreti İbrahim zürriyetini oraya yerleştirdi. O beyti Hazreti İsmail ile kendisi yaptı. Muharrem beyt demek güvenli beyt demektir. Yukarıda zaten emin belde kıl diye dua etmişti. Şimdi de muharrem demektedir. Hazreti Muhammed, “Mekke’yi Hazreti İbrahim harem kıldı, ben de Medine’yi harem kılıyorum” demiştir.

Her bucak haremdir. Yüz lojmanlı apartmanlardan oluşacak ve böylece oluşmuş beldenin güvenliği sağlanacak. Biz yeni bucaklar kuracağız ama bu bucaklar eski bucaklarda değil boş olan alanlarda kurulacak. Bin sene sonra denizlerde bucaklar kurulacak. Daha sonra semada bucaklar kurulacak. Eski bucaklar sonra kendileri isterlerse değişecekler.

Kur’an’ı okudukça Kur’an düzenini kurmak isteyenlerin bu düzeni nasıl kuracakları da çok açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Moritanya veya Sina çöllerinde Adil Düzen bucakları kurulacak. Sibirya’da veya Gobi Çölü’nde Adil Düzen bucakları kurulacak, yeni bucaklar oluşacak. Allah insanlara öyle beyin verecek ki oralara gidecekler ve yerleşecekler. Oralar şenlenecek ve meskûn hâle gelecek. Örnek mi istiyorsunuz; işte Hazreti İbrahim’in Mekke’si.

Şükretmek demek gereğini yapmak demektir. Demek ki yeniden ihya edilecek çöller gayrizizer’ler tarım arazisi olmayacak, meyvelikler olacaktır.

Akevler’de proje olarak seralar geliştirilmektedir. Hangar halinde yapılan seralar yarıçapı 20 metre olan yarım silindir şeklinde olacak. Yani seralar meyvelikle dolacak. Sebzeler oralarda üretildiği gibi elma, armut ve hurma ağaçları da olacak. Bizim Türkiye’de kuracağımız tarım bucaklarında da her aileye bir dönümlük sera verilecek, teksifi tarım yapılacak, sebzeler ve meyveler buralarda yetişecektir. Meyveleri insanlar kendileri yiyecek, saplarını da hayvanlara yedireceklerdir. Yem ile beslenen hayvancılık gelişecek, süt ürünlerini ve etlerini insanlar yiyecek, hayvanların dışkıları seralarda gübre olacaktır.

Seralar iki katlı şeffaf yüzeylerden oluşacak, dışarıdan giren hava hangar tipi seraların yüzeyinde ısınacak ve sera içine ısınmış hava olarak girecektir. Ayrıca oradaki otlar yakılarak dumanı içine verilecek ve hem ısı hem de CO2 sağlanacaktır. Kendi kendine yeterli bir işletme sistemi oluşacaktır. Yarın denizlerde ve uzaylarda da bu teknik uygulanacaktır.

Oraya gelip yerleşenler üretim yaparak şükretmiş olacaklar, insanlığa ürünleri satacaklar, insanlıktan da ürünleri alacaklardır.

Demek ki Hazreti İbrahim’in Mekke’si üçüncü binyıl uygarlığının imamı olacaktır.

رَبَّنَا

RabBaNAv

“Rabbimiz”

Bundan önce iki ayet “Rabbim” diye başlamıştı.

Birincisinde bu beldeyi emin kıl diye dua etmişti.

İkincisinde “Rabbim” diyerek tabi olanların beldeyi imar ve ihya edeceklerini zımnen söylemiş, isyan edenlerin mağfiret ve merhamet edilir olduklarını arz etmiştir.

Bu sefer “Rabbimiz” diyerek tüm zürriyeti adına Rabbe söz vermektedir, bundan dolayı “Rabbim” demeyip “Rabbimiz” demektedir.

إِنِّي أَسْكَنْتُ

EinNIy EasKaNTu

“Ben iskân ettim”

Evet, Mekke iki büyük medeniyet arasında oluşmuştu; Mezopotamya ve Mısır medeniyetleri. Aralarındaki Kızıl Deniz gemilerle geçiliyor ve sonra uzun çöl yolculuklarından sonra Mezopotamya’ya varılıyordu. Mezopotamya’dan ters yol alınıyordu yahut alınacaktı. Halkın buluşacağı yere ihtiyacı vardı. Deniz yolcuğunu bilenler ile çöl yolculuğunu bilenler bir araya gelmeli idi. İşte burada bir konak yeri oluşturuldu. Bu sefer Arap Yarımadası’nın halkı mallarını buraya getirip satıyor, ihtiyaçlarını buradan alıyorlar, kent ticaretle geçiniyordu. Hazreti İbrahim bunu arz ediyor.

مِنْ ذُرِّيَّتِي

MiN ZürRiYaTIy

“Zürriyetimden”

“Zürriyetimden” diyor. İshak’ı Filistin’e, diğer kardeşlerini ise doğuya Hindistan’a göndermiştir. İlk yerleştirdiği kimse büyük insan Hazreti Hacer ve onun oğlu İsmail’dir.

Yeni uygarlıkların oluşmasında kadınların büyük rolü vardır.

Hazreti İbrahim’in çocuğu yoktu. Arap cariyesinden çocuğu olmasını istedi, İsmail doğdu. Sonra Allah ona İshak’ı verdi. Bu sefer İshak’ın annesi İsmail’in annesini istemedi. Allah emretti ve Hazreti İbrahim annesi ile oğlunu vadide bıraktı. Hazreti Hacer buna razı oldu, çünkü o da Allah’a inanıyordu.

Şimdiki evlerini bile değiştirmeyen günümüz hanımları ile onu, Meryem’i, Hatice’yi düşünün, bu büyük hanımları düşünün. Her kadın bir Hacer olmayı istemelidir.

بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ

BiVAvDın ĞaYRa ÜIy ZaRGın

“Zi zar' olmayan bir vadide”

Ziraat her yıl yeniden ekilen topraklardır. Bunların ana özelliği sel ve yağmurların bu toprakları alıp götürmesidir. Oysa ağaçlar, bundan korunmuşlardır. Kendileri yapraklarını çürüterek toprak üretirler ve yağmurların alıp götürmesini önlerler. Seralar ağaç şeklinde olmasa da tarlaların yaptığı tahribatı yapmazlar. Gelecekte ormanlıklar, meyve ağaçları ve sera ziraatı hâkim olacaktır.

“Vadi” kelimesi suları aynı ırmakta toplanan yamaçlara verilen addır. Farklı iklim oluşur, farklı toprakları olur ve tarımı da farklıdır, bitkileri de farklıdır.

Karadeniz’e suları akan ve dağlarla kesilmiş topraklar Karadeniz bölgesini oluşturur. Bu da büyük vadidir. Ülke bölgelere ayrılır ve her bölge ayrı tarım ve sanayi teknolojisini oluşturur. Köyler de birer vadidir. Yeryüzünün ekonomik bakımından bölünmeleri vadilere dayanır; kırlar, bölgeler, karyeler.

عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ

GıNDa BaYTiKa eLMuXarRaMı

“Muharrem olan beytinin indinde”

“İnde” demek içinde demektir.

“Beyt” deyince yalnız Kâbe anlaşılmaktadır. Tüm mescit beyttir. Mekke bucağı bir beyttir. “Leda” denmemektedir. Orasını ziyarete gelenler orada açık meydanda kalacaklardır. Ziyaret ettikten sonra Mekke ilinde bulunan kendi ilçelerine döneceklerdir. Orada meskenleri olmayacaktır. Misafirhaneler olmayacak, oteller olmayacak.

رَبَّنَا

RabBaNAv

“Rabbimiz”

Cümle tamamlanmadan önce “Rabbena” denmiştir. Burada rabbena te’kid edilmiştir.

“Rabbimiz” diyerek evrimleşme ilkesi gereği aldığım emri yerine getirdim demektedir. Eşim de kabul etti, oğlum da kabul etti, ben de ara ara geldim ve birlikte bu beyti yaptık. Orada iskân oldular.

Biz de semt kooperatifleri kuracağız. Hazreti İbrahim’in Mekke’de yaptıklarını biz yeryüzünün tüm çöllerinde yapacağız. Eski yerleşimlerde sıkışma yerine yeni yerlerde iskân tutacağız. Adil Düzen Çalışanları bu konuları iyi anlamalıdırlar. Anlarlarsa anlatabilirler. Köylere ve özel idareye anlatabilirler, belediyelere anlatabilirler. Onlar topraklarını kendi çıkarları için verirler.

لِيُقِيمُوا الصَّلَاةَ

LiYuQiYMUv eLöÖaLAvTa

“Salâtı ikâme etmeleri için”

Niçin bir araya gelecekler? Niçin beytin indinde olacaklar?

Yani apartmanın içinde olacaklardır. Güvenlikleri için olacaklar, bir de beş vakit namazlarını birlikte kılmaları için olacaklardır. Yani günlük toplantılarını yapmaları için beytin içinde olacaklardır. Mekke civarındaki lojmanlı apartmanlar bu işleri yapacaktır.

“Rabbimiz” kelimesinin iadesinin hikmeti nedir?

Ancak bu sayede uygarlık mümkün olur. Ancak bu sayede üçüncü binyıl uygarlığı gelişecektir. Bu da birlikte namaz kılmalarla mümkün olacaktır.

فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِنَ النَّاسِ

Fa iCGaL EaFEiDaTan MıNa elNAvSı

“Nâsdan ef’ideyi ca’let”

Evet, ilk yüz lojmanlı apartmanı yapıp oraya taşındığımız gün Medine’ye hicret etmiş olacağız. Ülkede bu lojmanlar yaygınlaşıp burada yaşayanlar seçimi kazanıp “Adil Düzen”i ülke çapında kurdukları zaman Mekke fethedilmiş olacaktır.

Demek ki hedefimiz önce bir yüz lojmanlı apartman yapma ve onların yaygınlaşmasını sağlama, sonra da seçimi kazanarak meclise girme ve orada partiler arası uzlaşmayı sağlayarak yeni anayasayı millî mutabakat anayasası olarak hazırlamadır.

“Fuad” ekmek somunudur. Beyin demektir. İnsandaki bilgisayardır. İnsan ruhu onunla irtibat kurmaktadır.

تَهْوِي إِلَيْهِمْ

TaHVIy EiLaYHıM

“Onlara heva etsin”

“Hava” kelimesi rüzgârı oluşturan maddelerdir, gazdır.

Cisimler dört şekilde bulunurlar. Katıda moleküller birbirine bağlıdırlar, bulundukları yerde titreşirler ama yerlerini değiştirmezler. Sularda ise moleküller yerlerini değiştirirler ama birbirlerinden uzaklaşmazlar, sınırlı uzaklıklarını korurlar. Gazlarda moleküller serbest hareket ederler ama aynı yeri işgal etmezler, çarparlarsa geri dönerler. Isıda ise atomlar en büyük hıza ulaşmışlardır aynı yerden birbirlerine çarpmadan geçebilirler. Hava gazlarının durumudur. Rüzgâr bunlardan oluşur. Rüzgârın eşyaları kaldırıp götürmesine havalandırma denmektedir. İnsanlarda hisler vardır, insanı ona doğru götürür, buna da insanın hevası denir. Bunların bir kısmı zararlı bir kısmı yararlıdır.

İnsanların beynindeki devrelere öyle devreler yerleşir ki insan onu arzular, ona meyleder. Bu devreleri biz insanlar da eğitim ve etkileşimle koyarız. Mesela iki kişinin birbirini sevmesi veya kızması bu mekanizmadan oluşur.

Hazreti İbrahim böyle çölün ortasında ot bile bitmeyen yerde zürriyetini yerleştiriyor ve onlar orada yerleşim yeri oluşturuyorlar, oraya göçüp yerleşiyorlar, orası kent oluyor. Şimdi de her yıl veya yıl boyunca insanlar orasını ziyaret ediyor. Ziyaret edenler Medine’de bulamadıkları bu havayı Mekke’de bulduklarını söylüyorlar.

Bizim kuracağımız yüz lojmanlı apartmanların katlarında biz yerleşeceğiz yahut çocuklarımız yerleşeceklerdir. Diğer katlara çalışıp yaşamak isteyen, çalışarak okumak isteyenler gelip yerleşeceklerdir. Allah onlara o kalbi ve ef’ideyi verecektir.

Buradaki bu ifade bizim onlara karşı nasıl davranacağımız hususunda uyarılarda bulunmaktadır. Biz yerleşeceğiz. Onları davet edeceğiz. İlan edeceğiz. Sonra da insanlar fevç fevç geleceklerdir. Kendileri yüz lojmanlı apartmanlar kuracaklardır.

وَارْزُقْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ

Va urZuQHuM MiNa elÇaMaRAvTı

“Ve onları semerelerle rızıklandır”

Hazreti İbrahim Peygamberin duası iki yerde henüz gerçekleşmiş olmuyor.

Biri, Mescidi Haram’ın beyt olup onun içinde insanların iskân edilmesi, Mekke’de tüm insanlığa ait ilçelerin kurulması. Bunu “Fî” yerine “İnde” kelimesi ile bilebiliyoruz.

Diğeri de, Mekke çölünün henüz seralar hâline veya meyvelikler hâline dönüşmüş olmamasıdır. Fırat ve Dicle’nin artan suları Mekke’ye akıtılacak ve onun çölleri vaha hâline dönüşecektir. Dünyanın her yerinden gelip kurulmuş ilçelere bu vahalarda yerleşileceklerdir.

لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ (37)

LaGalLAHuM YaŞKuRUvNa

“Şükrederler diye.”

“Li” gelirse etsinler diyoruz, “Lealle” gelirse ederler diyoruz.

Burada “hamd ederler” demiyor, “şükrederler” diyor. Uzaktan gelen meyvelerle beslenmeleri kastedilseydi “yeşkürûn” yerine “yahmedûn” olurdu. Şükür ameldir. Dolayısıyla Mekke çölü bir gün meyvelikler olacak ve tüm insanlıktan oraya gönderilen temsilciler ilçeler kuracak ve o temsilcileri toplayarak şükretmiş olacaklardır.

Diğer dünya çöllerinde kuracağımız yüz lojmanlı apartmanlar da böyle insanlarla dolacaktır. Hazreti İbrahim’in Mekke beyti gibi yüz lojmanlı apartmanlar da kıyamete kadar varlıklarını sürdüreceklerdir.

رَبَّنَا إِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْفِي وَمَا نُعْلِنُ وَمَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْ شَيْءٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ (38)

RabBaNAv EinNaKa TaGLaMu Va MAvNuGLıNu VaMA YaPFAy GaLay elLAvHı MiN ŞaYEin Fıy elEaRWı Va LAv Fı elSAMAvEı

“Rabbimiz… Sen bizim ihfa ettiğimizi de i’lan ettiğimizi de ilmedersin. Allah’a ne semada ne de arzda bir şey hafi eder.”

Zizer' olmayan vadide yerleştirdiğini ve onların irzak edilmesini dua ettikten sonra, sen bizim gizlediğimizi bilirsin, aşikâr yaptığımızı da bilirsin demektedir.

Bir topluluk nasıl olur da gizleyebilir?

Kişiler birbirinden gizlerler.

Topluca gizlenme, herkesin birden gizlemesi veya aşikâre kılması ne demektir?

Kişinin iki kişiliği olduğunu, birinin kendi hürriyeti içinde oluşan kişiliği olduğunu, diğerinin de kişilerin ortak özellikleri veya işleri olduğunu “rab” kelimesinin izahında anlatmıştık. İşte burada onu beyan etmektedir. Yani kişi topluluğu ilgilendirmeyen hususları topluluğa göstermez, anlatmaz, gizli tutar. Bu sebepledir ki bir kimsenin aile içinde ve aşirette/ocakta başka kişiliği vardır, bucakta başka kişiliği vardır. İlde ve ülkede ise ancak özel kişilerin kişiliği vardır. Burada ihfa edilen özel kişiliğini, ilan edilen de kişinin topluluk içindeki kişiliğini ifade eder.

Başka bir gizlilik daha vardır. Örnek olarak Lenin’in tanrı olmadığını, sıradan insan olduğunu herkes bilir ama sosyal baskı nedeniyle kimse görüşlerini söyleyemez. Bu ihfa ettiğidir, başkalarının da kendisi gibi düşündüğünü bilmediği için söyleyememektedir.

İnsanda bir de bilinçaltı ve bilinçüstü bilgiler vardır. Freud bunu açıklamaktadır. Sır olanı bilinçaltında olanlar ve aleni olanı da bilinçüstü olanlar anlamında düşünülebilir. Bütün bunlar beyinde elektrik devrelerde kayıtlıdır, ona göre hafızada yerleşmiştir, ona göre devreler çalışmaktadır. Bizim gizli tuttuğumuzu da açıkladığımızı da bilmektedir.

 

Sır

Cehr

Gayb

Şehadet

Hafi

Aleni

Müstahfi

Serab

 

“Sır” olanı gizlemektir. “Hafi” ise olanın içeriğini saklamaktır. Bazı fiillerinin aleni yapılması istenmez ama o fiil kötü değildir. Bazı fiillerin yapılmasını istemez, onlar da gizli yapılır. Allah bunların hepsini bilmektedir.

Bugün Türkiye’de böyle gizliler vardır.

Batılılar İslâm uygarlığını kapalı tutmuşlar, tedris etmemişlerdir. Ortaçağ dönemine geldiğinde karanlık çağ diyerek atlamaktadırlar. Hıristiyanların ve Müslümanların oluşturduğu uygarlık halka anlatılmamakta, Roma ve Yunan uygarlığı olarak takdim edilmektedir. Oysa Yunan uygarlığı İbrani uygarlığının kuvvetleşmesi durumudur, Roma uygarlığı Hıristiyan uygarlığının kuvvetleşmiş şeklidir. Bugünkü Avrupa uygarlığı da Kur’an uygarlığının kuvvet uygarlığına dönüşmesidir.

رَبَّنَا إِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْفِي وَمَا نُعْلِنُ

RabBaNAv EinNaKa TaGLaMu MAvNuPFiy Va MAvNuGLıNu

“Rabbimiz, ihfa ettiğimizi de i’lan ettiğimizi de sen bilirsin”

Hazreti İbrahim ümmeti adına veya zürriyeti adına konuştuğu için “Rabbena” demektedir. “Sen ilmetmektesin” diyerek bizim bilinçaltı bilinçüstü kişi olarak ve topluğun üyesi olarak yaptıklarımızı bilmektesin. Bana tabi olanlar ve ben bunları biliyoruz. Sana söz veriyoruz ki her iki şartta da senin emirlerini yerine getireceğiz. Ben kendim inanıp inanmadığımı, münafık olup olmadığımı böyle kontrol etmekteyim. Eğer tek başıma kaldığım zaman yaptıklarımla topluluk içinde olduğum zaman ibadetlerimde fark olmuyorsa münafık değilim demektir. Topluluk içinde ve tek başıma hayatım farklı ise münafığım demektir. Herkesin yanında söyleyemeyeceğim sözleri içimde saklar kimsenin yanında söylememeye çalışırım, yüzüne söylemediğim veya söyleyemeyeceğim sözleri arkasından söylememeye gayret ediyorum. Yalan söylerseniz sonra o yalanın esiri olursunuz. Açık vermeyim diye konuşurken hep kendinizi kontrol etmek zorunda kalırsınız. Oysa hep doğruyu söylerseniz, doğru değişmeyeceği için konuşmalarınızda rahat olursunuz.

وَمَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْ شَيْءٍ

VaMA YaPFAy GaLay elLAvHı MiN ŞaYEin

“Ve Allah’a hiçbir şey hafi olmaz”

Bu sözü Allah bize söylemiş olur yahut Hazreti İbrahim Allah’a arz etmektedir. Bu bilinçaltında ben ve zürriyetim görevimizi yapmaya devam edecektir demiş olur. İnsan Allah’ın her yerde ve zamanda onu gördüğünü bilmeli, hesabı O’na vereceğini de bilmelidir.

فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ (38)

FıY elEaRWı Va LAv Fı elSAMAvEı

“Semada ve arzda…”

“Arz ve semada” demeyip “arzda ve semada” demiş olması ve her ikisinin başına “Fî” getirmesi, arzın önce zikredilmesi, semadan kastın mekân olmadığına işarettir.

“İnsanlarda ve meleklerde, cinlerde ve ruhlarda” denmiş olmaktadır.

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي وَهَبَ لِي عَلَى الْكِبَرِ إِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ إِنَّ رَبِّي لَسَمِيعُ الدُّعَاءِ (39)

EaLXaMDu LılLAHı elLaÜIy VaHaBaLIy GaLay eLKiBaRi EiSMAGIyLa Va İSXAvQa EinNa RabBıY La SAMIyGu elDuGAEa

“Bana kiber üzerimde İsmail’i ve İshak’ı hibe eden Allah’a hamd olsun. Rabbim duamı sem’ edicidir.”

İnsanlığın uygarlaşması onun zürriyeti sayesinde olmuştur. Ne var ki zürriyeti Allah bunun için vermiş ve zürriyetini de bunun için salihlerden kılmıştır. Dolayısıyla zürriyetin bu hususta bir öğünme payı yoktur. İsmail’i de İshak’ı da O ihsan etmiştir.

İsrail oğullarının veya Arapların yahut Türklerin bir öğünme hakları yoktur. Aksine, görevi yerine getirmemişlerse onun sorumluluğundadırlar. Adil Düzen çalışanlarından kimsenin herhangi bir üstünlüğü söz konusu değildir. Aksine, hepimiz bize verilen nimetlerin şükrünü eda ettik mi diye düşünmeliyiz. Kimse ben yaptım hastalığına kapılmamalı. Kimse kimseyi büyütmemeli, kimseye düşmanlık yapmamalı, çünkü bunların hepsini yapan Allah’tır, hamd O’na aittir.

İsmail’i önce zikretti, çünkü ilk oğlu idi.

“İsmail” demek söz dinleyen demektir, Allah’ın isma’ ettiği kimse demektir. “İl” “ol” manasınadır. “Hüve” gibi Allah’ın ismidir.

“İshak” bayıltan anlamındadır, if’âl babında masdardır, özel isim olmuştur; etki eden, insanları yola getiren demektir.

İshak’ın zürriyeti Hıristiyan ve Yahudiler dünyaya silahla hükmedecekler, İsmail’in zürriyeti ise sözle ve şeriatla hükmedecekler. Biri sanayide diğeri hukukta etkin olacaktır. Hak ve kuvvet medeniyetleri arka arkaya gelecek, kıyamete kadar bu böyle devam edecek. Kuvvet medeniyetlerini Yahudi ve Hıristiyanlar, biri ekonomi diğeri siyaset olarak devam edeceklerdir. Hukuk düzenini ve fıkhı ise İsmail’in zürriyeti devam ettirecektir.

Hazreti “İbrahim” ise “burhan” olarak görevlidir.

Allah bir ihsanda bulunacaksa önce o kula ilham eder, dua ettirir, sonra da o ihsanı ona yapar. Duasını onun üzerine yapar ama dua ettiren de O’dur, Allah’tır.

Hazreti İbrahim aleyhisselam babası ve kavmi ile yaşadığı çetin maceralardan sonra neslinin devamı için dua etmiş, Allah da kabul etmiştir.

Hazreti Muhammed ile bu ailenin görevleri sona ermiş, soy yerine ilim merkezleri ve tekkeler eğitimde yer almışlardır. İş adamları ve siyaset adamları yer almışlardır. Ne var ki bugün Hazreti İbrahim ile başlayan uygarlık dört büyük din olarak ve Yahudi sermayesi olarak devam etmektedir. “Adil Düzen” çalışması da o zaman başlayan uygarlığın devamı olarak peygambersiz oluşacak ilk uygarlık olarak yapılan çabalardır.

الْحَمْدُ لِلَّهِ

EaLXaMDu LılLAHı

“Bütün hamd Allah’ındır”

Kur’an bu cümle ile başlar. Bunun manası demokrasidir, laikliktir, liberalliktir ve sosyalliktir, hukuk düzenidir. Bunun anlamı şudur ki kimsenin kimseye bir üstünlüğü yoktur. İnsan olmada bütün insanlar tarağın dişleri gibi eşittir, eşit insanlık haklarına sahiptir. Farklar sonradan iktisapla elde edilir. Kanun önünde bütün insanların eşit olması bu demektir. Adil Düzen Çalışanları bunu iyi bilmelidirler, aksi halde bütün amelleri heba olur.

الَّذِي وَهَبَ لِي

elLaÜIy VaHaBaLIy

“O bana hibe eden kimsedir”

İnsanlar yaptıklarını çocukları ile başarırlar. Akevler’i kuranların çocukları babalarının mirasına vâris olmazlarsa onun ne faydası olur. Bunu da biz ayarlayamayız. Çocuklarımız olmaz olur da sahip çıkmazlar. Hazreti İbrahim bunu çok iyi bilmekte ve bunu Rabbine arz etmekte ve zürriyetine de bunu tavsiye etmektedir.

عَلَى الْكِبَرِ

GaLay eLKiBaRi

“Kiber üzere”

Yaşlı iken.

Allah peygamberlere farklı özellikler verir, ümmetine o nübüvvet nişanıdır. Yaşlılıkta çocukları olması bu alametlerdendir. Zekeriya’ya da Yahya’yı vermiştir.

Bir uygarlığı bir nesil devam ettirir. Türk vatandaşı olmak için Türk anne babadan doğmak gerekmez ama artık Türkiye onlarındır, İstiklâl Savaşı’nı kazananlarındır. Onların kabul ettiği kimseler vatandaş olurlar.

إِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ

EiSMAGIyLa Va İSXAvQa

“İsmail ve İshak”

 Burada iki oğuldan bahsetmiştir, doğuya giden diğer oğullardan bahsetmemektedir. Çünkü bu uygarlık bunlarda tamamlanacaktır. Dua ile verilen İsmail ev İshak’tır. Bu nedenle bu ikisinden bahsetmektedir. Diğerlerini dua etmeden Allah verdiği için bahsedilmemiştir.

Sanayi uygarlıkları İshak’ın, hukuk uygarlıkları İsmail’in zürriyetine ait olacaktır. Bunlara tanınan ayrıcalık değil, onlara verilen görevdir. Bu görev sayesinde bugünkü uygarlık oluşmuştur. Bugün bu uygarlık son hamleyi yapmaktadır.

Peygambersiz ilk uygarlıktır, “Adil Düzen”. Sonra da teknolojinin gelişmesi ile ilk tam uygulanan uygarlıktır.

إِنَّ رَبِّي لَسَمِيعُ الدُّعَاءِ (39)

EinNa RabBıY La SAMIyGu elDuGAEa

“Rabbim duayı sem’ edicidir.”

“Sem’ etme” demek aynı zamanda gereğini yapma anlamındadır.

Dua iki şekilde yapılır.

Biri fiilen yapılır. Buğdayı ekme bir duadır. Allah onu kabul eder. Sana buğdayı verir.

Biri de kavli duadır. Normal yaşlarda evlenme fiilî duadır. Yaşlı iken beklenmediği yerde dille talep etmek, sonra onun kabul edilmesi, o da kavli duadır.

Demek ki gücümüzün yetmediği yerde Allah bize ilham eder, biz dua ederiz, O da kabul eder. Şimdi Kur’an’dan bize ilham ediyor ve bunları anlıyoruz. Ondan sonra bu sözle dua ediyoruz, onu kabul etmiş oluyor. Mademki ben Kur’an’ı böyle anlıyorum, siz de bu anlayışımı doğruluyor kabul ediyorsunuz, sonra bunun için dua ediyoruz, Allah onu kabul edecektir, çünkü O dua ettirdi.

Burada “Rabbî” kelimesi “Y” ile gelmiştir. “Rabbi” zamme üzere mebnidir, Diğer geçişlerde zamme “Y” den dolayı düşmüştür. Yerine kesreye dönüşerek “Y”nin yerine geçmiştir. Burada ise fetha ile murabdır. “Y” geldiği için fetha kesreye dönüşmüştür.

رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلَاةِ وَمِنْ ذُرِّيَّتِي رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ (40)

RabBı iCGaLNIy MuQIyMa elÖaLAvTı Va MiN ÜurRiYaTIy RabBaNAv Va TaqabBaL DuGAvEi

“Rabbim, beni ve zürriyetimi salâtı ikama eden ca’let ve duamı kabul et.”

“Adil Düzen”i getirme çalışmalarına Erbakan ve Gülen ile birlikte başladık. Onlar bizden ayrıldılar ve öğrenmeden iktidar oldular. Akevler ise “Adil Düzen” üzerinde çalışmalarına devam ediyor. Onlar bilmeden iktidar olduklarından “Adil Düzen”i getiremediler. Akevler’in de gelişmemesinin sebebi henüz öğrenmiş olmadığından dolayıdır. Bilmenin tek yolu vardır, birlikte namaz kılıp Kur’an’ı bizim yaptığımız gibi okumak.

“Zürriyetimden” diyor, “zürriyetim” demiyor; demek ki bu iş farzı kifayedir.

Baştan “Rabbi” diyor, sonra da “Rabbena” diyerek duamı kabul et diyor.

Yukarıda “Rabbim duayı işitendir” diyor, burada da “kabul et” diyor.

Biz öyle dua yapalım ki siz de onu kabul edesiniz. Beni öldürme diye dua etsek elbet bu dua kabul olunmaz. Sünnetullaha aykırı olmayan duaları yapacağız, O’nun öğrettiği duaları yapacağız. Duamızı amelle te’yit edeceğiz.

رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلَاةِ

RabBı iCGaLNIy MuQIyMa elÖaLAvTı

“Rabim beni salâtı ikâme eden ca’let”

Salâtı ikame eden yap, toplantıyı düzenleyenlerden yap, imam yap.

Bu yazılar beş yüz ile bin kişi arasında okunmaktadır. Bunlar ayrı ayrı okumayacak, her biri yakınlarını, arkadaşlarını, eşlerini ve çocuklarını da yanına alacaklar, birlikte okuyacaklardır. Bunu da biri organize edecektir.

İşte o organize eden kimse olmayı istiyor, Hazreti İbrahim.

Yüz lojmanlı apartmanlar bu toplantıya imkân hazırlayacaktır. Esas kurtuluş toplantıların yapılmasıdır, beş vaktin kılınmasıdır. Uyanınca vitri evde kılacağız. Sonra bir araya gelip sabah toplantısını yapacağız. İmam gelecek. Sonunda namazı kılıp işyerlerine gideceğiz. Öğleden sonra tekrar toplanıp namazımızı kılacağız. Dağılacağız ve gideceğiz. İkindide gelip namazımızı kılıp akşam mesaisine başlayacağız. İşten sonra akşamı kılıp evlerimize gideceğiz. Yatsıdan önce toplanacağız, akşam dersleri yapacak ve sonra yatacağız.

İşte bu organizasyonu yapmayı istiyor, Hazreti İbrahim.

Biz de kırk senedir bununla meşgulüz, henüz layıkıyla yapamadık, duamıza devam ediyoruz.

وَمِنْ ذُرِّيَّتِي

Va Min ÜurRiYaTIy 

“Ve zürriyetimden”

Bu yalnız merkezde yapılmayacak, nerde Kur’an üzerinde çalışmalar yapılıyorsa, oralarda böyle yapılması gerekir. İbrahim zürriyetinden diyor. Biz ise min men tela-l Kur’an diyoruz. Çünkü Kur’an’dan sonra artık babadan oğula görev kalktı, layık olana geçti.

Şimdi ben de dua ediyorum; Rabbim, yüz lojmanlı apartmanı bize ihsan et, orada beş vakit namazı cemaatle kılalım. “Rabbimiz” diyor ve dua ediyorum; haftada toplanıp bir gün Kur’an sohbetini yapanlar yüz lojmanlı apartmanı ver, birlikte beş vakit namaz kılsınlar.

Kur’an’da zikredilen yükselmesine izin verdiği bu apartmanlar aynı zamanda mescitlerdir.

رَبَّنَا

RabBaNAv

“Rabbimiz”

Ben kendi adıma dua ediyorum, böyle Kur’an tedris edenler olsun ve onlar adına da dua ediyorum, apartmanlarını ver, beş vakit namazlarını ikame etsinler.

وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ (40)

Va TaqabBaL DuGAvEi

“Ve duamı kabul et.”

Burada “Ve” harfi getirilmiştir. Marife “duai” demiştir. Bu başka duadır.

Hazreti İbrahim Peygamber bir daha başka dua yapmaktadır. Onun da kabul edilmesini istemektedir. Bu nedir?

Bundan sonra gelen duadır. Duanın bedelidir. Kabul et diye tekit etmektedir. Bundan önceki dualar kulunuz olarak sizin işinizi yapma duasıdır. Yapacağımız ibadetlere imkân sağla diyoruz. Bundan sonraki asıl bizim istediğimizdir. Bütün bunları onun için yapıyoruz.

Hazreti İbrahim zürriyet isteyerek de Allah’ın kendisine verdiği görevi yapması için istemektedir. Bundan dolayıdır ki onu zibh edebilmektedir. Burada bize verilen emir; biz apartman yapacağız, bu Nuh’un gemisi olacak. Oğlumuzun binmesini isteyeceğiz. Binen olacak, binmeyen olacak ama biz binmesini isteyeceğiz.

رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ (41)

RabBaNav iĞFıRLIy Va Li VAvLiDayYa Va LıLMuEMiNIyNa YaVMa YaQUvMu elXıSAvBu

“Rabbimiz, hesabın kaim olduğu yevmde beni mağfiret et, ebeveynimi ve müminleri de.”

Bütün bunlar insanlıktır, topluluktur ve bir okuldur. İnsanlar gelirler ve burada eğitilirler, sonra öğrenenlere diploma verilir ve cennete giderler. Sınıfı geçemeyenler cehenneme gider ve orada derslerini tamamladıklarında ondan sonra cennete giderler, tamamlayamayanlar orada kalırlar. Okullarda nasıl öğretmenler kurulu kararı ile sınıf geçme vardır, orada da Allah’ın mağfireti ile sınıf geçme vardır.

İşte, orada bana, anne babama ve bütün müminlere mağfiret et demektedir.

Hazreti İbrahim kendisini zikrediyor. Çünkü Hazreti İbrahim de olsanız günahsız değilsiniz. Allah mağfiret etmezse kimse cennete gidemez. O halde hepimizin günahları vardır. Sürekli istiğfar etmeliyiz. Yani günahlarımızı hasenatla gidermeliyiz. Ben günahkârım deyip ümidimizi de kesmemeliyiz. Her hareketimizde eski günahlarımızın affedileceğini düşünerek hareket etmeliyiz, ona göre istiğfar etmeliyiz.

Bu ayet bizi çok düşündürmelidir; Hazreti İbrahim bile mağfirete muhtaç...

Sonra anne babadan bahsetmektedir. Hazreti İbrahim’in babası şirk içinde idi ama Hazreti İbrahim’i yetiştirmişti, vesile olduğu sevap o kadar büyüktür ki onun şirkini izale edebilir. Anne babalar mümin olmasalar da biz onlar için istiğfar edebiliriz. Bu ayetten çıkan mana budur. Bu konu çok tartışmalıdır. Anne babalar çocuklar yetiştirirken iki şey düşünürler; biri dünyadaki emanetleri bırakacak kimseleri yetiştirmedir, diğeri de ben öldükten sonra çocuklarımız bana dua ederler diye aile kurarlar.

Bu ayet gösteriyor ki ölüler için dua edilir ve duanın onlara yararı vardır. Anne baba mümin olmasa da dua edilir. Valideyn gerçi öz anne babasıdır ama onların anne babaları da kıyasen eklenebilir. Dolayısıyla herkes atalarını bilmeli ve onlara dua etmelidir.

Köyümde, kendileri dindar olmasalar da, çocuklarım ben öldükten sonra Yasin okusunlar diye çocuklarını dindar yetiştirirler. Herkes evde ölülere Kur’an okutur. Evet, toplanılıp Kur’an okunmalıdır ama yalnız çocukları, torunları dua eder.

Bundan sonra da müminler için dua edilir. Her biri ayrı “Li” ile zikredilmiştir. Yani anne babası dışında mümin değilse dua edilmez.

Okunan Kur’an’a istima’ edilir (kulak verilir).

رَبَّنَا اغْفِرْ لِي

RabBaNav iĞFıRLIy

“Rabbimiz, bana mağfiret et”

“Rabbimiz” diyor.

“Bana mağfiret et” diyor.

“Rabbimiz” demesinin hikmeti müminleri bir araya getirmiş ama onlar hata yapmış olur, ondan dolayı mağfiret et denmiş olur.

Kur’an’ı tedris eden yüz lojmanlı apartmanları yapmayı hedefleyen kimselerin başkanı o toplantıları yönetir. Onun özel görevi var, mevkisi var. Ona saygı gösterilmelidir.

Onun ders yapan kimse olması gerekmez. Varlıklı kimse odasını açar, misafirleri kabul eder. Onların içinde en çok bilen kimse dersler yapabilir. Biri nebilik diğeri de resullük hizmetini yapmış olur.

وَلِوَالِدَيَّ

Va Li VAvLiDayYa

“Ve anne babamı”

Yüz lojmanlı apartman oluşacak. Her kat bir aşiret olacak ve o aşiretin torunları atalarına dua edeceklerdir. Onların bıraktıkları mirası koruyarak çocuklarına teslim edeceklerdir. Hassaten yetiştikleri atalara dua edeceklerdir. Bu sebeplerle “valideyye” denmektedir. Her ocak kendi gününü belirler, her yıl o gün toplanırlar.

وَلِلْمُؤْمِنِينَ

Va LıLMuEMiNIyNa

“Ve müminleri de”

Müminler için de istiğfar edilir, bu da bucaklarda yine iki defa yapılır. Bayramlarda bucak halkı toplanır ve kendi büyüklerini dua ederek anarlar. Bayramlarda mezar ziyaretleri yapılmaktadır. Bu dua bayram namazı kılındıktan sonra tüm cemaatin birlikte mezarlara gidip herkesin kendi atasının mezarını ziyaret edip dua etmesi şeklinde olabilir. Bunlar çocuklarda ve gençlerde etkin olur, âhirete imanları tazelenmiş olur.

يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ (41)

YaVMa YaQUvMu elXıSAvBu

“Hesabın kaim olduğu gün...”

Kur’an’da âhiret hayatı ve kıyamet çokça anlatılmaktadır. Kur’an’da yazılanlar film haline getirilir ve her bayramda birlikte seyredilebilir. Dünyada yapılanlar miktarları ile değerleri ile gelecek, meleklerden oluşan avukatlar, meleklerden oluşan hâkimler tarafından muhakeme edilecek. Karar Allah’a arz edilecek, hatalar varsa düzeltilecek. Mağfiret edenleri de mağfiret edecek. Ondan sonra infaz edilecek. Bu dua o gün içindir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org         (0532) 246 68 92

 

 

 


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
06.03.2016
14:57



1967...1968...1969...AKEVLER 49 YILDIR ÇALIŞIYOR...2013...2014...2015

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 853

“ADİL DÜZEN” III. BİNYIL MEDENİYETİ PROJESİDİR

BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 853. Hafta - 27 Şubat 2016 - Fiyatı: www.akevler.orga tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 853. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”      (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”      (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA / İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASI, ANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR. Süleyman KARAGÜLLE, Reşat Nuri EROL

 

***

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI

SAVAŞ KAPIDA

TÜRKİYE’Yİ NASIL SAVUNACAĞIZ?

Süleyman KARAGÜLLE

 

***

 

* SEBÎLURREŞÂD” / MAKALELER

Yeni bir ANAYASA önerisi; SURİYE Anayasası

T. C. 1921 ANAYASASI’nın Temel Maddeleri

1921 ANAYASASI ve örnek alınacak yönleri

Adil Düzen’e Göre İNSANLIK ANAYASASI

Erbakan’ı anarken Suriye, Irak, İran, ABD ve ...

Reşat Nuri EROL

 

***

 

İBRAHİM SÛRESİ - 8. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الر كِتَابٌ أَنْزَلْنَاهُ إِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِ رَبِّهِمْ إِلَى صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ (1) اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَوَيْلٌ لِلْكَافِرِينَ مِنْ عَذَابٍ شَدِيدٍ (2) الَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى الْآخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا أُولَئِكَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ (3) وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ إِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ فَيُضِلُّ اللَّهُ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (4) وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا أَنْ أَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِأَيَّامِ اللَّهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ (5) وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ أَنْجَاكُمْ مِنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ أَبْنَاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءَكُمْ وَفِي ذَلِكُمْ بَلَاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظِيمٌ (6) وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ (7) وَقَالَ مُوسَى إِنْ تَكْفُرُوا أَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا فَإِنَّ اللَّهَ لَغَنِيٌّ حَمِيدٌ (8) أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَأُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذِينَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَا يَعْلَمُهُمْ جَاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّوا أَيْدِيَهُمْ فِي أَفْوَاهِهِمْ وَقَالُوا إِنَّا كَفَرْنَا بِمَا أُرْسِلْتُمْ بِهِ وَإِنَّا لَفِي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَنَا إِلَيْهِ مُرِيبٍ (9) قَالَتْ رُسُلُهُمْ أَفِي اللَّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى قَالُوا إِنْ أَنْتُمْ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا تُرِيدُونَ أَنْ تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُنَا فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ (10) قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ إِنْ نَحْنُ إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَمُنُّ عَلَى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ وَمَا كَانَ لَنَا أَنْ نَأْتِيَكُمْ بِسُلْطَانٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ (11) وَمَا لَنَا أَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللَّهِ وَقَدْ هَدَانَا سُبُلَنَا وَلَنَصْبِرَنَّ عَلَى مَا آذَيْتُمُونَا وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ (12) وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُمْ مِنْ أَرْضِنَا أَوْ لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَا فَأَوْحَى إِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِمِينَ (13) وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْأَرْضَ مِنْ بَعْدِهِمْ ذَلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَامِي وَخَافَ وَعِيدِ (14) وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَنِيدٍ (15) مِنْ وَرَائِهِ جَهَنَّمُ وَيُسْقَى مِنْ مَاءٍ صَدِيدٍ (16) يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُسِيغُهُ وَيَأْتِيهِ الْمَوْتُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍ وَمِنْ وَرَائِهِ عَذَابٌ غَلِيظٌ (17) مَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ أَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍ اشْتَدَّتْ بِهِ الرِّيحُ فِي يَوْمٍ عَاصِفٍ لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلَى شَيْءٍ ذَلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَعِيدُ (18) أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ إِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ (19) وَمَا ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ بِعَزِيزٍ (20) وَبَرَزُوا لِلَّهِ جَمِيعًا فَقَالَ الضُّعَفَاءُ لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ أَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللَّهِ مِنْ شَيْءٍ قَالُوا لَوْ هَدَانَا اللَّهُ لَهَدَيْنَاكُمْ سَوَاءٌ عَلَيْنَا أَجَزِعْنَا أَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَحِيصٍ (21) وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْأَمْرُ إِنَّ اللَّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ إِلَّا أَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي فَلَا تَلُومُونِي وَلُومُوا أَنْفُسَكُمْ مَا أَنَا بِمُصْرِخِكُمْ وَمَا أَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّ إِنِّي كَفَرْتُ بِمَا أَشْرَكْتُمُونِ مِنْ قَبْلُ إِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (22) وَأُدْخِلَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِمْ تَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلَامٌ (23) أَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ أَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَاءِ (24) تُؤْتِي أُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِإِذْنِ رَبِّهَا وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ (25) وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَبِيثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَبِيثَةٍ اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْأَرْضِ مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ (26) يُثَبِّتُ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللَّهُ الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ (27) أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ بَدَّلُوا نِعْمَةَ اللَّهِ كُفْرًا وَأَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِ (28) جَهَنَّمَ يَصْلَوْنَهَا وَبِئْسَ الْقَرَارُ (29) وَجَعَلُوا لِلَّهِ أَنْدَادًا لِيُضِلُّوا عَنْ سَبِيلِهِ قُلْ تَمَتَّعُوا فَإِنَّ مَصِيرَكُمْ إِلَى النَّارِ (30) قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذِينَ آمَنُوا يُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ فِيهِ وَلَا خِلَالٌ (31) اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ وَأَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْأَنْهَارَ (32) وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَائِبَيْنِ وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ (33) وَآتَاكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ وَإِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللَّهِ لَا تُحْصُوهَا إِنَّ الْإِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ (34)

 

***

 

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَذَا الْبَلَدَ آمِنًا وَاجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَنْ نَعْبُدَ الْأَصْنَامَ (35) رَبِّ إِنَّهُنَّ أَضْلَلْنَ كَثِيرًا مِنَ النَّاسِ فَمَنْ تَبِعَنِي فَإِنَّهُ مِنِّي وَمَنْ عَصَانِي فَإِنَّكَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (36) رَبَّنَا إِنِّي أَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُوا الصَّلَاةَ فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ (37) رَبَّنَا إِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْفِي وَمَا نُعْلِنُ وَمَا يَخْفَى عَلَى اللَّهِ مِنْ شَيْءٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ (38) الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي وَهَبَ لِي عَلَى الْكِبَرِ إِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ إِنَّ رَبِّي لَسَمِيعُ الدُّعَاءِ (39) رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلَاةِ وَمِنْ ذُرِّيَّتِي رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ (40) رَبَّنَا اغفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ (41)

 

***

 

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَذَا الْبَلَدَ آمِنًا وَاجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَنْ نَعْبُدَ الْأَصْنَامَ (35)

Va EiÜ QAvLa EibBRAHIyMu RabBı iCGaL HAvÜa eLBaLaDa EAvMıNan Va uCNuBNIy Va BaNıyYa EaN NaGBuDa eLEaÖNAMa

“Ve hani İbrahim şöyle demişti: Rabbim bu beldeyi emin ca’let ve beni ve ibnlerimi esnama ibadet etmeden cenb et.”

... ....................... ...







Çok Okunan Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 204
İsrâ SÛRESİ (17)104.AYET -Kur’an’a Göre İSRAİL’İN SONU
19.04.2003 138065 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 845
İbrahim Sûresi Tefsiri 1-4. Âyetler
2.01.2016 17320 Okunma
1 Yorum 02.01.2016 21:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 777
TEVBE SURESİ-128.AYET TEFSİRİ
23.08.2014 12518 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 834
Hûd Sûresi Tefsiri 74-78. Âyetler
17.10.2015 12515 Okunma
11 Yorum 15.11.2015 22:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 853
İbrahim Sûresi Tefsiri 35-41. Âyetler
27.02.2016 11242 Okunma
1 Yorum 06.03.2016 14:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 944
Kehf Suresi Tefsiri 107-110. Ayetler
23.12.2017 10355 Okunma
1 Yorum 28.12.2017 19:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 864
Hicr Suresi Tefsiri 57-66. Ayetler
14.05.2016 9571 Okunma
2 Yorum 15.05.2016 08:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 870
Nahl Suresi Tefsiri 5-9. Ayetler
25.06.2016 9475 Okunma
1 Yorum 26.06.2016 10:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 858
Hicr Sûresi Tefsiri 10-15. Âyetler
2.04.2016 9376 Okunma
2 Yorum 03.04.2016 10:18
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 842
Hûd Sûresi Tefsiri 114-116. Âyetler
12.12.2015 9234 Okunma
2 Yorum 20.12.2015 12:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 949
Meryem Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
27.01.2018 9150 Okunma
1 Yorum 28.01.2018 07:59
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 863
Hicr Suresi Tefsiri 48-56. Ayetler
7.05.2016 9142 Okunma
1 Yorum 08.05.2016 07:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9089 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 838
Hûd Sûresi Tefsiri 90-95. Âyetler
14.11.2015 8842 Okunma
3 Yorum 21.11.2015 15:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 825
Hûd Sûresi Tefsiri 41-44. Âyetler
8.08.2015 8645 Okunma
2 Yorum 11.08.2015 17:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 776
TEVBE SURESİ-126-127.AYET TEFSİRİ
16.08.2014 8616 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 808
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 90-92.AYETLER -FİRAVUN ÖLDÜ MÜ?
4.04.2015 8550 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 850
İbrahim Sûresi Tefsiri 23-26. Âyetler
6.02.2016 8545 Okunma
4 Yorum 07.02.2016 19:39
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 855
İbrahim Sûresi Tefsiri 47-52. Âyetler
12.03.2016 8507 Okunma
1 Yorum 14.03.2016 09:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 852
İbrahim Sûresi Tefsiri 32-34. Âyetler
20.02.2016 8341 Okunma
1 Yorum 14.03.2016 09:40
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 111
A'RAF SURESİ 1-3.AYETLER TEFSİRİ
25.05.2001 8180 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 862
Hicr Suresi Tefsiri 39-47. Ayetler
30.04.2016 8085 Okunma
1 Yorum 01.05.2016 07:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 841
Hûd Sûresi Tefsiri 109-113. Âyetler
5.12.2015 8013 Okunma
1 Yorum 05.12.2015 22:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 865
Hicr Suresi Tefsiri 67-77. Ayetler
21.05.2016 7913 Okunma
1 Yorum 21.05.2016 21:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 837
Hûd Sûresi Tefsiri 87-89. Âyetler
7.11.2015 7723 Okunma
2 Yorum 08.11.2015 18:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 900
İsra Suresi Tefsiri 23-27. Ayetler
4.02.2017 7639 Okunma
1 Yorum 05.02.2017 09:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 836
Hûd Sûresi Tefsiri 84-86. Âyetler
31.10.2015 7542 Okunma
1 Yorum 31.10.2015 19:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 844
Hûd Sûresi Tefsiri 120-123. Âyetler
26.12.2015 7506 Okunma
2 Yorum 27.12.2015 13:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 856
Hicr Sûresi Tefsiri 1-8. Âyetler
19.03.2016 7502 Okunma
1 Yorum 20.03.2016 10:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 835
Hûd Sûresi Tefsiri 79-83. Âyetler
24.10.2015 7496 Okunma
1 Yorum 25.10.2015 13:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 888
Nahl Suresi Tefsiri 93-97. Ayetler
12.11.2016 7397 Okunma
1 Yorum 20.11.2016 09:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 832
Hûd Sûresi Tefsiri 64-68. Âyetler
3.10.2015 7374 Okunma
1 Yorum 03.10.2015 21:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 815
Hûd Sûresi Tefsiri 4-6. Ayetler
23.05.2015 7332 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 817
Hûd Sûresi Tefsiri 9-12. Âyetler
6.06.2015 7283 Okunma
3 Yorum 25.06.2015 04:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 824
Hûd Sûresi Tefsiri 37-40. Âyetler
1.08.2015 7250 Okunma
1 Yorum 11.08.2015 17:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 827
Hûd Sûresi Tefsiri 48-49. Âyetler
22.08.2015 7189 Okunma
1 Yorum 25.08.2015 20:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 819
Hûd Sûresi Tefsiri 17-22. Ayetler
20.06.2015 7162 Okunma
1 Yorum 25.06.2015 04:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 833
Hûd Sûresi Tefsiri 69-73. Âyetler
10.10.2015 7126 Okunma
1 Yorum 10.10.2015 23:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 843
Hûd Sûresi Tefsiri 117-119. Âyetler
19.12.2015 7100 Okunma
1 Yorum 20.12.2015 06:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7006 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 846
İbrahim Sûresi Tefsiri 5-8. Âyetler
9.01.2016 6878 Okunma
1 Yorum 17.01.2016 08:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 828
Hûd Sûresi Tefsiri 50-52. Âyetler
29.08.2015 6811 Okunma
1 Yorum 05.09.2015 13:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 823
Hûd Sûresi Tefsiri 32-36. âyetler
25.07.2015 6809 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 816
Hûd Sûresi Tefsiri 7-9. Ayetler
30.05.2015 6685 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 800
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 62-66.AYETLER
7.02.2015 6666 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 830
Hûd Sûresi Tefsiri 58-60. Âyetler
12.09.2015 6634 Okunma
1 Yorum 18.09.2015 07:28
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 839
Hûd Sûresi Tefsiri 96-101. Âyetler
21.11.2015 6523 Okunma
1 Yorum 22.11.2015 09:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 831
Hûd Sûresi Tefsiri 61-63. Âyetler
19.09.2015 6513 Okunma
1 Yorum 20.09.2015 18:10
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 840
Hûd Sûresi Tefsiri 102-108. Âyetler
28.11.2015 6477 Okunma
1 Yorum 30.11.2015 09:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 826
Hûd Sûresi Tefsiri 45-47. Âyetler
16.08.2015 6408 Okunma
1 Yorum 16.08.2015 19:50


© 2024 - Akevler