Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 204
İsrâ SÛRESİ (17)104.AYET -Kur’an’a Göre İSRAİL’İN SONU
19.04.2003
130249 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN 204

Haftalık Seminer Dergisi                   19 NİSAN 2003            Fiyatı: SEMİNERE KATILMAK! veya www.akevler.org

“HİÇBİR HAKKI MAHFUZ DEĞİLDİR!”     TEBLİĞ AMACIYLA FOTOKOPİ İLE ÇOĞALTIP DAĞITMAK VE e-mail GÖNDERMEK SERBESTTİR

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 204. SEMİNER      (CUMARTESİ GÜNLERİ  Saat: 09.00-21.00)   İstanbul, 12 Nisan  2003

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİ BOSNA/ İSTANBUL   Tel: (0212) 452 76 51

 

*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ     (CUMARTESİ GÜNLERİ; Saat:18.00-21.00)

Kur’an’a Göre İSRAİL’İN SONU

“Ve onun arkasından İsrail’in çocuklarına yerde yerleşin.

Son söz geldiğinde sizi birliğe getireceğiz diye söyledik.”/

“Ve Onun ba’dinden İsrail ibnlerine arzda iskân olun.

Âhiretin va’di ciet edince sizinle lefifan ciet edeceğiz diye kavl ettik.” [İsrâ(17); 104]

 

اونن بعدندن اسرائل ابنلرنه ارضده سكون ادن اخرتن وعد جيئت لفيفا جيئت ادجغز ديه

وَقُلْنَا مِنْ بَعْدِهِ لِبَنِي إِسْرَائِيلَ اسْكُنُوا الْأَرْضَ فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ الْآخِرَةِ جِئْنَا بِكُمْ لَفِيفًا(104)

 

             1 2  3  4  5  6  7  8  9  10)

  1     * (A B C D H V  Z X O  Y.) 

  10   * (   K  L M N S G F Ö      )

  100 * (Q R  Ş  T Ç P Ü W  J  Ğ)

   

F=80  E=1  Ü=700  A=1(0,6,10)  C=3 E=1                                                  (=  786)

V=6  G=70  D=4  L=30  E=1  A=1(0,6,10)  (P=600)  R=200  T=5(400)     (=  917)

C=3  E=1  N=50  A=1(0,6,10)  B=2  K=20  M=40                                      (=  117)

L=30  F=80  Y=10  F=80  A=1(50)                                                              (=  201)

                                                                                                                      (=2021)

 

Dâvet!

İstanbul Hahambaşlığı’na önerimiz vardır.

Gelin biz Adil Düzencilerle işbirliği yapınız. Tevrat ve Kur’an’ın verilerine göre hazırladığımız “İnsanlık Anayasası”nı birlikte ele alalım ve son şeklini vererek insanlığa sunalım. Yahudilerin yaktığı savaş ateşini söndürerek yine Yahudilerin çıkardığı son fesada böylece barış içinde son vermek için hazırlığa başlayalım.

Olacak olanlar nasılsa olacaktır. Olacaklara hep birlikte yardımımız olsun.

 

 

*HAFTALIK YORUMLAR (34)

İNSANLIKTA SOSYAL DOKULAR

            a) TÜRKLER      b) ARAPLAR      c) AVRUPALILAR      d) YAHUDİLER

 

KUR’AN MATEMATİĞİ/ 133. SEMİNER                             İslâm Medeniyeti Vakfı, 26 EKİM 2001

KUDÜS’ÜN GELECEĞİ / 2019 - 2099

-MÜSLÜMANLAR KUDÜS’E NE ZAMAN GİRECEKLER?-

 

Milli Gazete, Vakit, Yeni Şafak, Zaman ve diğerleri; Kanal 7, STV, TGRT, Mesaj TV ve diğerleri; bugüne kadar olduğu gibi “Geçen Hafta” da “ADİL DÜZEN ÇALIŞMALARI”na yer ver(e)mediler!.. Hâlâ bu GAZETELERİ okuyor ve bu TV kanallarını izliyorsanız; artık onlara “ADİL DÜZEN ÇALIŞMALARI”nı hatırlatabilirsiniz!..

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 204. SEMİNER                     Tefsir                                İstanbul, 12 Nisan 2003

 

Kur’an’a Göre İSRAİL’İN SONU

Allah insanları yarattı ve onları topluluk içinde yaşayacak şekilde var etti. İnsanın bedeni ve beyin yapısı en mükemmel şekilde var edilmişti. İnsan kişiliğini koruyacak ama sonra içinde yaşadığı topluluğun tam üyesi olacaktı. Bedenî ve zihnî evrim bitmişti. Ama sosyal evrim başlamıştı. İnsanın beynindeki bilgiler gittikçe artmıştı. İnsan dışarıdaki yaptıkları ile daha fazla gelişti. Hafıza ile beyindeki bilgiler gittikçe arttı. İnsanın yaptıkları ile de çevre değişmeye başladı. Ayrı ayrı yaşayan insanlar gittikçe birleşerek topluluklar oluşturdu.

Allah insanları eğitmek için öğretmenler gönderdi. İnsanlar aile içinde eğitildiler. Babalarından öğrendikleri yönetme kuralları ile topluluklarını yönettiler. Soydan gelen bu yönetime son vermek için İnsanlık on binlerce yıl geçirmek zorunda kaldı.

İlk “kurallı yönetim” Mezopotamya’da “Nuh Peygamber” döneminde başladı. Peygamberler veya krallar kuralları koyuyor, sonra o kurallara göre halk kendi kendilerini yönetiyordu. Topluluklar yavaş yavaş vesayetten kurtulmaya doğru adım atmaya başlamıştı.

Sonra İnsanlığı kendi kendisini yönetmek üzere eğitmekle “İbrahim Peygamber” görevlendirildi.

Hazreti İbrahim Mezopotamyalı idi. Kuzeyden gelen Azerilerin soyundandı. Ülkesinde başladığı tebliğde yetişmiş, ondan sonra batıya gönderilmiş, Filistin’e gelip yerleşmişti. Artık onun soyundan gelecek kavimler dünyaya ikinci uygarlığı getireceklerdi.

İbrahim”in iki oğlu vardı. Biri “İsmail” diğeri de “İshak” idi.

Hazreti İbrahim oğlu “İsmail”i “Mekke”ye götürüp yerleştirmişti. MekkeArabistan”ın ticaret merkezi hâline gelecekti. Arabistan toprakları coğrafi olarak eski çağın ilk ve yegane iki büyük uygarlığı arasında ve onları kavuşturan çöl yolları üzerinde idi. Mısır ve Mezopotamya halkı Arabistan çölü ile birbirinden ayrılmışlardı. Bu iki medeniyetin halkları çölü geçebilecek bir dayanıklılıkta değildirler. Bundan dolayı bu iki uygarlığın arasında ticareti Arap bedevileri yapıyordu. Bu bedevilerin merkezi de Mekke olmuştu. Bedeviler beşbin yıl hiç değişmeden çölde develerle seyahat ettiler, çadırlarda yaşadılar. Ne var ki, ticaret etmeleri sebebiyle iki uygarlığa komşu oldular ve onların dillerinin etkisi ile çok ileri bir “dil” oluşturdular. Hem Mezopotamya, hem Mısır uygarlıklarının kavramlarını ve kelimelerini kendi ilkel dil mantıkları içerisinde eriterek “dünyanın en ileri dili”ni oluşturdular.

Dil bir uygarlığın doğup gelişmesi için en önemli unsurdur. Gelişmiş dile sahip olanlar kısa zamanda kendileri de gelişirler. Dilleri ileri uygarlığın ileri dili olur. Ama diğer durumlarda ya dışarıdan uygarlık gelir ve dili de o uygarlık içinde bozularak gelişir; yahut diğer uygarlıkların etkisi ile önce dil gelişir, sonunda o dil sayesinde yeni uygarlık oluşabilir.

“Arapça” özel uygarlığın doğmasına yetecek kadar bir seviyeye ulaşmıştı.

“Kur’an” işte bu şartlar içinde gelmiş ve kendine ait bir medeniyeti doğurmuştur.

Hazreti İbrahim diğer oğlu “İshak”ı “Filistin”de bırakmıştır. Onun oğlu “Yakup”un küçük çocuğu “Yusuf” Mısırlılara götürülmüş; yıllar sonra öz anne ve babası ile kardeşleri de “Mısır”a götürülmüştür. Böylece “İbraniler” Mısır’da bir kavim olacak şekilde çoğalmışlardır. “Mezopotamya Uygarlığı”nı babalarından, “Mısır Uygarlığı”nı da bulundukları yerden öğrendiler. “Musa” zamanında Mısır’dan çıktılar ve Filistin’de çöllerde kırk yıl dolaşarak kendilerine yurt aradılar.

Allah “İbrahim Peygamber”e buraları göstermiş ve; Senin çocuklarını büyük millet yapacağım. Bu yerleri sana vereceğim. Çocukların her tarafa hükmedeceklerdir. İsmail’den de büyük millet çıkaracağım. Ama sana vaat ettiğim bu topraklarda İshak’ın çocukları varolacaklar demişti.

İbraniler “Filistin”de yeni uygarlık kurdular. İbranilerin uygarlığa çok büyük katkıları olmuştur.

a)       İbraniler “Tevrat” ile şeriat düzenini getirdiler. Daha önce peygamberler veya hükümdarlar kurallar koyar ve onu değiştirebilirlerdi. Yöneticiler kurala uymak zorunda değillerdi. Hz. Musa ise “Tevrat”ı Allah’tan vahiy olarak almıştı. Peygamberler kanun koymaz, kanunları uygular olmuşlardı. Yani yasama ile yürütme birbirinden ayrılmıştı.

b)      İbranilerden önce sadece şekil yazısı yaygındı ve okuyup yazma seçkin din adamlarının imtiyazında idi. Halk eğitilemiyordu. İbraniler Tevrat’ı harf yazsıyla yazdılar ve havralarda Tevrat’ı bütün halk öğrenmeye başlayarak “halk okulları” kurdular. Bu okullar sayesinde Yunanistan’a lâik okullar girmiş, Roma eğitimi böylece gelişmiş; daha sonra oralarda İslâm medreseleri ile bugünkü üniversiteler oluşmuştur. Böylece halk eğitimi yani resmî olmayan eğitim gelişmiştir. Halkın kendi kendini yönetme yolları açılmıştır.

c)       İbraniler, devlet yatırımları ile kamu ekonomisinin temellerini atmışlar, kurdukları “deniz yolları ulaşımı” ile Akdeniz’i bir göl hâline getirmişler; Mezopotamyalıların “kara uygarlığı”nın yanında “deniz uygarlığı”nı doğurmuşlardır. İleride bu uygarlık sayesinde yeryüzü tek bir ülkeye dönüşecektir.

d)      İbranilerin insanlığa dolaylı olarak armağan ettikleri diğer önemli bir husus “lâiklik”tir. Şöyle ki; Tevrat yalnız İsrail oğullarını şeriata uymaya zorluyordu. Diğer kavimleri bu dine çağırmıyordu. İşte bu sebepledir ki İbraniler kendi yönetimleri içinde diğer kavimleri Yahudiliğe zorlamadılar. Kendi inançlarında halkı serbest bıraktılar. Bundan etkilenen Persler ve Spartalılar da yönetimin iç işlerine karışmadılar. Sonunda değişik dinde olanlar aynı topluluk içinde yaşamaya başladılar ve “çoklu sistem”e doğru adımlar atıldı.

Hz. İsa İsrail oğulları içinden çıkmıştır. Ancak onun görevi İsrail oğullarından çok dünyayı “İbrahim Dini”ne doğru yürütmek olmuştur. “İncil”i getirmiş ve “Tevrat”ı da bütün insanların yararlanabileceği bir şekilde tanıtmıştır. Böylece insanlık zaman içinde kendi kendini yönetecek duruma gelmeye başladı.

İbrahim Peygamber İnsanlığa ilmî düşünceyi getirdi.

Musa Peygamber İnsanlığa hukuk düzeni ile yönetimi getirdi.

Davut Peygamber İnsanlığa devletçiliği yani halkın yapamayacağı işleri devletin yapması ilkesini getirdi.

İsa Peygamber ise İnsanlara lâik ahlâkî dini öğretti.

Böylece İnsanlık bu dört peygamber sayesinde uygarlığı öğrenmiş oldu.

Bunların hepsi İsrail oğulları tarafından gerçekleştirildi.

İsrail oğullarının bu görevi yapabilmeleri için zaman zaman Filistin işgal edilmiş ve Yahudiler dünyaya dağılmak zorunda kalmışlardır. Dağıldıkları yerlerde orada bulunan uygarlıkları öğreniyor, sonra toplandıkları zaman bu uygarlıkları sentez ederek daha ileri uygarlığa adım atıyorlardı. Bunların öğrettiği uygarlık diğer ülkeler tarafından alınıyor ve kullanılarak büyük devletler imparatorluklar kuruyorlardı.

Milâdî 600’lü yıllarda yeni bir olay ortaya çıktı.

Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarının görgüsü içinde dillerini çok geliştirmiş bulunan Araplar içinde “Hazreti İsmail” töremesinden “Muhammed” adlı birisi Mekke’de “Kur’an”ı Allah’tan almaya başladı. Kur’an dışında çöllerde yaşayan bu topluluğu ileriye doğru hamle ettirecek hiçbir etki yoktu.

Önce Mekke’de Kur’an’ı sadece okuyup dinlemek için herkes öğrenmeye başladı. Onun Allah sözü olduğuna inananlar oldu. İnananlar kendilerine yapılan bütün zulümlere rağmen asla dinlerinden dönmediler. Sonra Medine’ye göç edildi ve Kur’an bu sefer uygulanmaya başlandı. İnsanların bütün hayatını Kur’an düzenlemeye başladı. Öyle ki, yıkanmaya varıncaya kadar onların bütün hayatlarını düzenledi. Yönetim kurallarını ortaya koydu. Müslümanlar Kur’an’a göre savaşlar yaptılar ve bütün “Arabistan”ı içine alan devletlerini kurdular. Kur’an “Sünnet” yoluyla bir düzenlemeyi oluşturmuş ve görünür hâl almıştır.

Hazreti Peygamber’in ölümünden sonra kendisinin yerine geçen başkanlar “istişare” yoluyla Kur’an’ı anlayıp uyguladılar. Dört halifeden sonra halkın inandığı ve güvendiği hükümdarlar gelmediği için “istişare sistemi” yerine “istifta sistemi” ortaya çıkmıştır. Halk karşılaştıkları sorunları Kur’an ile çözmek istiyordu. Ama kendisi yorumlayamıyordu. Yorumlamak için bilenlere başvuruyordu. Böylece büyük bir ilmî faaliyet başladı.

İbranilerin Tevrat’ı öğrenme hamlesinden sonra İnsanlık tarihindeki en büyük hamle bu “yorumlama devri” olmuştur. Tevrat’ı yorumlama kendisinden sonra gelen peygamberler tarafından yapılmıştı. İlmî yorumlama yerine vahyî yorumlama geçerli idi. Oysa Kur’an’dan sonra yeni kitap gelmeyecekti ve yeni peygamberler de olmayacaktı. Kur’an ilimle tafsil ediliyor ve artık müsbet ilim insan hayatı için birinci madde hâline getiriliyordu.

İbrahim Peygamber ilmi “tümden gelim” yoluyla açıklamıştı. Müslümanlar ise “tüme varım” yoluyla “Kur’an”ı anlamaya başladılar. İşte bu yolla bir taraftan “fıkıh” gelişirken, diğer taraftan ileri bir dil olan Arapça’nın grameri oluşturuldu. Böylece hem “hukuk”ta hem de “dil”de “tüme varım” yolu insanlığa hediye edildi. Araplar bu işi yaparken dışarıdan herhangi bir etki almamışlardır. Tamamen Kur’an’ın etkisiyle bu yüksek seviyeye ulaşmışlardır.

MS 1000 yıllarında uygarlığın başına Türkler gelmiş ve fethettikleri ülkelerdeki uygarlıklarla karşı karşıya kalmışlardır. Bu uygarlıklar dört kadardır. Türkler bu uyarlıkları “Kur’an Uygarlığı” içine yerleştirip “I. Kur’an Uygarlığı”nı kurdular. Bu dört uygarlık şunlardır:

a)       Eski “Mezopotamya Uygarlığı”nın devamı olan “Persler” yani İranlılardır. Araplar Farsça’yı öğrenmedikleri için bu uygarlıktan etkilenmemişlerdi. Türkler ise “Farsça”yı resmî dil bile yapmışlardır. Dolayısıyla o uygarlığı “İslâm Uygarlığı” içinde sindirdiler.

b)      İkinci uygarlık “Bizans Uygarlığı”dır. Arapça’nın çok gelişmiş olması nedeniyle Müslüman olan Rumlar Arapça’ya tercümeler yapmaya başlamışlar. Abbasilerin teşviki ile diğer halklar da Yunanca’yı öğrenip Arapça’ya tercümeler yapmaya başlamışlar. Böylece MS 1000 yıllarında adeta “Kur’an Uygarlığı” için yarışan bir Arapça-Yunanca tercüme hareketi görülmeye başlandı. Bu da iki medeniyetin sentezi için yeterli olan bir etki yarattı.

c)       Türkler Hindistan’ı da işgal ettiler. Hindistan’da gelişmiş olan uygarlığın mirasını da Arapça’ya aktardılar ve “Kur’an Uygarlığı” içinde sindirdiler.

d)      Türkler Çinliler ile komşu olmuşlar, bilhassa teknolojide onlardan yararlanmışlardır. Uygarlığın kaynağı olan kâğıdı, barutu, pusulayı ve tekstili (ipek) onlardan alarak kendi uygarlıklarında üstün seviyelerde yararlanmakla birlikte Batı’ya da aktarmışlardır.

Bu arada Müslümanlar içtihat kapılarını kapatmış ve uygarlığı lâik bir mantık içinde sentez etmişlerdir. Yani, uygarlığın gelişmesinde hukuk ve fıkıhta kullanılan usul “tüme varım usûlü” olmakla beraber, artık delil olarak “Kitap ve Sünnet’e dayalı bir muhakeme” yerine “deneye dayalı muhakeme”yi ikame etmişlerdir. Araplar tüme varım metodunu Kur’an ve Sünnet’e dayandırırken; sonra gelen alimler bu metodu deneylere ve rivayetlere dayandırmışlardır.

Hıristiyanlık da uygarlık içinde ömrünü doldurmuş ve çökmüştür. İşte bu esnada yine “Hazreti İshak”ın töremesi olan Yahudiler devreye girmişlerdir. Yahudiler Müslümanlardan öğrendikleri “tüme varım” yoluyla Avrupa’ya müsbet ilmi getirmişlerdir. Avrupalılar da “Haçlı Seferleri”nden yararlanarak ticaret ve ilmî teknolojiyi Avrupa’ya aktarmışlardır. Ticaret yoluyla sahip oldukları serveti ilmî çalışmalara ayırmışlar ve ilmin gelişmesi ile “ileri teknoloji”yi üretmişlerdir. Böylece Yahudiler bugünkü uygarlığın kurulmasında Müslümanlar kadar, hattâ daha fazla etkili olmuşlardır.

YahudilerTevrat”a dayanarak kendilerine bir proje çizmişlerdir. Beşyüz yıldan beri uyguladıkları proje ile bugünkü duruma gelmişlerdir. Kur’an Yahudilerin bu tarihî maceralarını uzun uzun anlatmaktadır. Yani, Kur’an bütün insanlara açık bulunan bir mü’minler grubunu oluşturmuştur. Bu mü’minlerin oluşturduğu uygarlık çizgisinde soyun yeri yoktur. Zaman zaman “Kur’an”a sahip olan her kavim yeni uygarlıkların kurucusu ve geliştiricisi olabilir. Bu “Kur’an uygarlıkları”nın ana muhalefet görevini İsrail oğulları yüklenmiş olacaklardır.

İsrail oğulları, “Kur’an”ın bildirmelerine göre dinsizlerle ve ateistlerle işbirliği yaparak insanlığa Allah izin verdiği derecede zulmedecekler ve savaşlar çıkaracaklardır. Hıristiyanlar ve Müslümanlar birleşerek bunların fesadına son verecekler ve onların yaktığı savaş ateşlerini Allah söndürecektir. Hazret İsa’ya tâbi olan Hıristiyanlar ve Kur’an’a bağlı olan Müslümanlar galip geleceklerdir. Bunun “İncil”de yazılı olduğu “Kur’an”da bildirilmektedir.

Kur’an’da; “Bilmiyorsanız İsrail oğullarının alimlerine sorun.” denmek suretiyle, Yahudilerin yeryüzünde kıyamete kadar ilimde ileri olacağı bildirilmiştir.

Yahudiler daha zeki oldukları için değil; ilme kıymet verip alimlerin buluşlarını değerlendirdikleri için; ayrıca onlara sosyal ve ekonomik destek verdikleri için alimler onlardan çıkıyor.

Bizim yazdıklarımız Marks’ın söylediklerinden çok üstündedir. Ancak, istisna denebilecek çok az kimsenin dışında insanların bu söyleyip yazdıklarımızla ilgilendiği yoktur! İlgilenenler de sadece duyurmamak ve okutmamak için gayret sarfediyorlar! İşte bu şartlar altında Türkiye’de etkin bir ilim adamı yetişemez. Bir gün bu yazdıklarımızı Yahudi alimleri dünyaya duyururlarsa; hattâ kedilerinin buluşu imiş gibi yayarlarsa hiç şaşmayın!..

Yahudiler başkalarının bulduklarını kendi alimlerine maledip onları destekliyor ve meşhur ediyorlar. Diğer halklar ise kedilerinin bulduklarını Yahudilere maledip onları destekliyorlar. Demek ki takdir-i ilâhi budur.

Daha önce açıkladığımız İsrâ Sûresi’ndeki ilgili âyetlerde çok açık olarak şunlar bildiriliyor. İsrail oğulları yeryüzünde iki defa çok büyüyecekler ve çağlarının süper gücü olacaklardır. Bunun Tevrat’ta kendilerine bildirildiği ifade edilmektedir. Bu devirlerin birincisi Davut ve Süleyman peygamberler zamanında olmuştur. Kur’an’da buna işaret edilerek; başkalarına vermediğimiz gücü size verdik denmektedir.

Kur’an’a göre ikinci ve son bir güçlenme daha olacaktır. Bu birincisinden de büyük olacaktır. İşte Kur’an’ın haber verdiği bu ikinci güçlenme bugün gerçekleşmiştir. 20. asırda dünyayı kapitalizm ve sosyalizm sarmıştı. Her iki gücün arkasında Yahudiler vardı. 21. yüzyıla girerken sosyalizm gitmiş ve tek kutuplu kapitalizm kalmıştır.

Kapitalizm bugün mutlak egemenlik iddiasındadır. ABD’ye de mutlak olarak Yahudi sermayesi hakimdir. Doları bir Yahudi bankası basmakta ve ABD’ye faizli kredi olarak vermektedir. Dünya bankaları da IMF sayesinde bu Yahudi bankalarının birer şubesi hâline getirilmiştir.

Evet, şimdi Yahudi hakimiyetinin ikinci kısmı ortaya çıkmıştır.

İsrâ Sûresi’nin başındaki âyetler bu hakimiyetin biteceğini haber vermektedir.

Müslümanların birinci defa girdikleri gibi tekrar Kudüs’e gireceklerini haber vermektedir.

Birinci giriş Hazreti Ömer zamanında yapılmış ve barış içinde Kudüs’e girilmiştir. İkinci defasında da yine Müslümanlar tarafından barış içinde girilecektir. Bu giriş tarihi üzerinde daha önce ebced hesabı ile 2019 veya 2099 hesaplanmıştı. (Bk. 133. Seminer Notları) Bugün açıklayacağımız âyet bunun 2021 olacağını teyit eder mahiyettedir.

Şimdi bu âyeti açıklayalım:

 

“Ve onun arkasından İsrail’in çocuklarına yerde yerleşin.

Son söz geldiğinde sizi birliğe getireceğiz diye söyledik.”/

“Ve Onun ba’dinden İsrail ibnlerine arzda iskân olun.

Âhiretin va’di ciet edince sizinle lefifan ciet edeceğiz diye kavl ettik.” [İsrâ(17); 104]

(Va QuLNAv MıN BaGDI Hı LıBaNIy EıSRAEıLa ıSKuNUv elEaRWa FaEıÜAv CAvEa VaGDu elEAvPıRatı CıENAv BıKuM LaFIyFAn)

اونن بعدندن اسرائل ابنلرنه ارضده سكون ادن اخرتن وعد جيئت لفيفا جيئت ادجغز ديه

وَقُلْنَا مِنْ بَعْدِهِ لِبَنِي إِسْرَائِيلَ اسْكُنُوا الْأَرْضَ فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ الْآخِرَةِ جِئْنَا بِكُمْ لَفِيفًا(104)

و (Va): Buradaki “Va” atıf harfidir. Bundan önceki âyetlerde Hazreti Musa’ya dokuz mucize verildiğini söylemektedir. Hazreti Musa’nın Firavun ile olan kıssasını anlatmaktadır. Bu âyette de İsrail oğullarına temas etmektedir. Onlara asıl görevleri ile gelecekteki durumlarını izah etmektedir. Firavun’la kuvveti üstün tutan düzen anlatılmaktadır. Şimdi Hak düzen üzerinde durulmaktadır. Sûre Hazreti Peygamber’in Kudüs’e gitmiş olmasını hikâye ettikten sonra; İsrail oğullarının iki defa güçleneceklerini ve son güçlenmeden sonra Kur’an ehlinin ülkelerine gireceklerini açıklamaktadır. Böylece Kur’an ve Tevrat’ın birlikte Hakkı üstün tutan düzeni yürüteceklerine işaret etmektedir. Bu iki uygarlığın dengeye geleceği zamana işaret etmektedir. Bu âyet yalnız bu günleri değil, bundan sonraki çok uzun zamanı da içermektedir.

قول اتدك   َقُلْنَا   (QuLNAv)  “Diye kavl ettik./ Diye söyledik.”

Burada söyleyen Allah’tır. “Biz söyledik” denmektedir. ‘Yazdık’ demeyip ‘söyledik’ demektedir. Genel kural değilse onu ‘yazdık’ olarak söylemez, ‘söyledik’ olarak söyler. Genel kural ise ‘yazdık’ olur. Burada İsrail oğullarına bir defa geçecek bir hadiseyi haber verdiği için “Kulnâ/Söyledik” demektedir. “Biz kavlettik” deyince, bu söylenişin vahiy yoluyla olduğunu belirtmiş olmaktadır. Eski kitaplarda buna dair bir haberin bulunması gerekir.

اونن بعدندن   مِنْ بَعْدِه   (MıN BaGDI Hı)ِ   “Onun ba’dinden/ Onun arkasından”

Buradaki “O” “Musa”dır. “Musa’nın arkasından” denmektedir. Bu olayı daha önce anlatılanlara bağlamak için izhar edilmiştir. Yani, Firavun olayından sonra İsrail oğullarına son hedef gösterilmektedir. Mısır’a gitmeniz ve orada yetişmeniz hep bundan sonra söylenenler içindir. Nasıl çocuk büyümeye başlar; doğar, gelişir, erginlik çağına gelirse; İsrail oğullarının da erginliğe ulaşmaları için o devreleri geçirmişlerdir. İnsanlık içinde İsrail oğullarının özel bir yeri ve görevleri vardır. O görevi yerine getirmeleri için bu tarihî olaylar olmuştur. Bu görev; sahip oldukları servet ve bilgileri ile uluslararası ticareti gerçekleştirecekler, servetleri ile ilmi destekleyecekler, böylece uygarlıklardaki yerlerini sürdüreceklerdir. Ancak bunların siyasi güçlere karışmaları, dinlere karışmaları; işte bu durum bunların hadlerini aşmalarıdır. İsrail oğullarının işi ilim ve ticarettir. Bunlar dışında geçmişte yaptıkları denemeler başarıya ulaşmamıştır.

“Ba’dehu” dense, hemen arkasından söylenmiş olur. “Min ba’dihi” dendiğinde, kendisinden sonra gelen zaman dilimlerinden birinde söylenmiş bulunmaktadır. Sürgünde oldukları zaman söylenmiş olmalıdır. “Yeryüzünün her yerinde yerleşin.” ifadesi bunu gösterir.

اسرائل ابنلرنه   لِبَنِي إِسْرَائِيلَ   (LıBaNIy EıSRAEıLa)   “İsrail ibnlerine/ İsrail çocuklarına”

إِسْرَائِيلَ İsrail:İsrail” “Yakub”un adıdır. Yakub, arkası gelen demektir. İsrail de, geceleyin seyahat eden ve dolaşan demektir. Yahudiler Filistin’de göçebe idiler. Çobanlıkla geçinirlerdi. Mısır’a geldiklerinde de hayvan sürüsü ile gelmişlerdi. Çobanlığı Mısır’da da sürdürmüşlerdi. Hayvanlar sıcak yerlerde daha çok geceleri otlatılır. İsrail, çoban demektir, göçebe kavim demektir. Mısır halkı çalışarak ürün elde ediyor ve hayvanlarını da ahırda besliyordu. Oysa İbraniler hayvanlarını otlatıyorlardı. Tarımcılığa iki şekilde geçilmiştir. Mısır ve Mezopotamya’da önce tarıma başlanmış, sonra hayvanlar da edinilmiştir. Kuzeyde ise önce hayvanlar ehlileştirilmiş, sonra tarımcılığa geçilmiştir. Bu sebeple Mısır’dakilerin hayvancılığı ile İbranilerin hayvancılığı farklı bulunmaktadır.

لِبَنِي “Benî” oğulları demektir. Erkeğin erkek çocuklarına “ibn” denmektedir. Çoğul olunca aşağıya doğru gidilir. Kadınlar bunların yanında soyu takip ederler. “Kavim” adıyla hitap edilse o kavmin yaşayanları anlaşılır; “oğulları” olarak ifade edilse o atadan gelip kıyamete kadar gidecek nesli ifade eder. Burada Yahudi ırkına hitap etmektedir. Bununla beraber bir Yahudi Müslüman olursa veya Hıristiyan olursa artık o “Benî İsrail”den değildir. Bir kimse Yahudi olursa o artık “Benî İsrail”dir. Nitekim İbrahim Peygamber için bütün insanlığın dinî babası olarak kabul edilip “Ebiküm İbrahim” denmektedir. “O sizlere ‘Müslim’ adını vermiştir.” denmektedir. Adlanma bakımında soy adı ile geçmektedir. Bu yolla uygarlık adlanmış oluyor. Ama mensubiyette ırk şartı olmadığı için tek başına İsrail oğullarından olmak yeterli değildir.

Böylece Yahudi olmak için Tevrat’ı kabul edip onların cemaatlerine dahil olmak yeterlidir. Gerçi Yahudiler bugün başkalarını cemaatlerine kabul etmemektedirler. Ancak gelecekte bu taassuptan vazgeçmek zorunda kalacaklardır. Karşılıklı evlenmeleri önleyemeyeceklerdir. Bir kimse bir topluluğa katıldığında onlarla evlenir ve sonunda gelecek soyu o kavimden olur. “Benî İsrail” denmiş olması, tüm soyu içine almış olmasından böyledir.

اسْكُنُوا الْأَرْضَ ارضده سكون ادين   (ıSKuNUv elEaRWa)  “Arzda iskân olun./ Yerde yerleşin.”

الْأَرْضَ “Arz” yeryüzü demektir. Harf-i tarifle gelmiştir. Ya yeryüzünün maruf bir yerini ifade eder ki o zaman orası Filistin olur; yahut yeryüzünün her tarafını gösterir. Burada bundan sonra gelen ifadeden dolayı “bütün yeryüzüne yayılın” anlamını vermemiz daha uygun olur. Yeryüzünün her tarafına dağılın, yerleşin anlamı çıkar.

İsrail oğulları çok zorlu bir görev yüklenmişlerdir. Dünyanın bütün uygarlıklarını birbirine birleştirip sonunda İnsanlığı tek uygarlığa götürmek için görevlendirilmişlerdir. Bunun için yeryüzüne dağılmaları gerekmiştir. İşte bu sebeple Mezopotamya’dan çıkarak Filistin ve Mısır’a gitmişlerdir. Sonra tekrar geri dönmüşlerdir.

İbrani Uygarlığı”nı kurdular. “Akdeniz”i bir göl hâline getirdiler. Ama her şeyin ömrü doldu. Bundan sonra “Filistin”i önce valiler, sonra Yunanlılar, sonra Romalılar istila ettiler. İsrail oğulları her seferinde dünyaya dağılıyor, oralarda uygarlıkları öğreniyor, sonra geri geliyor ve yeniden varlıklarını yeniliyorlardı. Yahudiler dünyanın her tarafına yayılmışlardır. Tevrat sayesinde varlıklarını koruyor, ama yerlilerle kaynaşıp yaşıyorlardı. Oradaki halkların dillerini öğreniyorlardı. Böylece dünya üzerinde bir tür sinir sistemi olma görevini görmüşlerdir. Bu görevlerini yapabilmeleri için her tarafa gidip yerleşmeleri emredilmiştir.

Yahudiler bu durumdan çok yararlanmışlardır. Bu sayede son 500 yıl içinde dünyanın ticaretini ve ilmini ellerine geçirmişlerdir. Bugünkü uygarlık böylece doğmuştur.

Kur’an İsrail oğullarını anlatırken insanlık tarihini anlatmış oluyor. Bugünkü uygarlığı kendilerinin doğurduğunu ve Kur’an’ın bu âyeti ile her şeyin takdir-i ilâhi ile olduğunu Avrupalılar da anlamış olmalıdırlar.

     جيئت اتدغنده     فَإِذَا جَاءَ(FaEıÜAv CAvEa)   “Ciet ettiğinde/ Geldiğinde”

ف “Fa” atıf harfidir. Takibi ifade eder. Şimdilik yeryüzüne bir dağılın. Her tarafta bulunulan durumunuz olsun. Bu hâl tamamlanınca son vaat gelecektir. Gerçekten Yahudiler ancak 20. yüzyılda dünyanın her tarafına yayılmış oldular.

Haçlı Seferleri’nde Avrupalılar kâğıdı, barutu, pusulayı ve astronomiyi öğrenmişlerdi. Coğrafya bilgisi sayesinde de dünyanın yuvarlaklığını öğrenmişlerdi. İstanbul’un fethi ile doğudan ümidini kesen Avrupa, Müslümanlardan öğrendikleri ile Amerika’yı keşfettiler. Böylece Avrupa Amerika’nın bakir topraklarına, bol ve ucuz altınlarına sahip olmuştur. Avrupa bu sayede merkez hâline gelince de dünyanın ticaret merkezi olmaya başlamışlardı. En önemlisi müsbet ilme inanır olmuşlardı. Bu arada ticaretle meşgul olan Yahudiler en alt sınıf iken, ticaretin önem kazanması ile en üst topluluk hâline gelmişlerdir.

Yahudilerkrallılığı” icat ederek derebeyliğini ortadan kaldırdılar; “Protestanlığı” icat ederek papalığı parçaladılar; “cumhuriyeti” icat ederek krallıkları yıktılar; komünizmi icat ederek dinleri yok ettiler. İngiltere Krallığı’nı ve Hıristiyanlığı kullanarak dünyayı istila etiler. Nüfusları az olduğu için dünyayı yönetmeye güçleri yetmedi, ama “Masonluğu” icat ettiler ve işbirlikçileri ile her tarafa yerleştiler. Böylece Allah’ın “yeryüzünün her yerinde bulunun” emri yerine gelmiş oldu. En büyük güce ulaştılar; o kadar ki, tek kutuplu bir dünya uygarlığına bile soyundular.  İşte bu durum hâsıl olunca ve rakip kalmayınca son vaat gelecektir. “Fa” harfi bunu ifade eder.

Uygarlıklar 1000 yılda bir doğarlar. Bu uygarlıklar Hazreti İsa’nın doğumuna bağlanmıştır.

Yahudilerin ve Avrupa Uygarlığı’nın zirvede olduğu günleri yaşıyoruz. “Fa” harfi bize şunu gösteriyor ki, bu sonuncu vaat gelecektir. Hemen gelecektir. Asırlar beklenmeyecektir. Bu harf bize bunu bildirmektedir.

َإِذَا جَاءَ “Ciet ettiğinde.” “Ety ettiğinde” denseydi bu vaat bir yerden gelecekti. Oysa “ciet” her taraftan geldiği zaman söylenmektedir. Yani, son vaat dünyanın her tarafından gelecek demektir.

Bu âyetin delâleti ile şunları söyleyebiliriz:

“Sermaye” ABD’yi Irak’ı almaya zorlamaktadır. Irak alınacak ve küçük devletlere ayrılacak. Sonra İran’a saldırılacak, Suriye’ye saldırılacak; daha sonra da Türkiye yıkılacak. Böylece Ortadoğu’da İsrail’den daha kalabalık devlet bırakılmayacak. Bu küçük devletçikler silahtan tecrit edilecek ve İsrail’in himayesinde “Ortadoğu Devletler Birliği” kurulacak. Böylece Ortadoğu’nun tabii kaynakları İsrail’in emrine girecek, Dicle ve Fırat’ın suları İsrail’e akıtılacak, Avrupa’nın Asya ile yolu kesilecek ve İsrail hakimiyeti dünya üzerine tesis edilecektir. “Sermaye” bu plân üzerinde faaliyettedir. İşte bu plân bütün dünyayı ayağa kaldırıp “sermaye”ye karşı birleştirecektir.

Avrupa karşı çıkacak; çünkü boğazı sıkılıyor. Rusya karşı çıkacak; çünkü Sibirya kaynakları elden gidiyor ve Doğu Avrupa’da hapsoluyor. Çin’in hoşuna gitmeyecek. Türkiye ve İran zaten topun ağzındalar. Amerika’da iç değişme olacak ve Yahudi aleyhtarı bir iktidar gelecektir. Bu gelişmelerin sonucunda İsrail Devleti yalnız kalacak ve müthiş bir korku içine girecektir. Dünya bu duruma müdahale ederek İsrail’in güvenliğini sağlamaya Türkiye gibi “Adil Düzen”i benimseyen devleti görevli görecektir. Birleşmiş Milletler adına barışı sağlamak için Türkiye veya başka İslâm ülkelerinin orduları buraya girecektir.    

اخرتن وعدى    وَعْدُ الْآخِرَةِ     (VaGDu elEAvPıRatı)   “Son söz”

وَعْدُ “Va’d” ileride böyle olacaktır, demektir. “Ecel” ile “va’d” arasındaki fark; ecel, olayın tarihe bağlanmasıdır, o günün gelmesi ile olayın olması demektir. Va’d ise gününü belirtmeden bir olayın olacağını haber vermektir. Ecel ile haber arasındaki diğer bir fark, va’din bir iyiliği veya kötülüğü içermesidir. “Va’d” kelimesi “aded” kelimesi ile akrabadır. Aded, saymak demektir. Udve, yaka demektir. Addedetmek demek, çoklukları bir yakadan diğer yakaya ayırmak demektir. Avdet de geri dönme demektir. İ’dad etmek demek, hazırlamak demektir. “Âhiretin va’di” dediğimizde, sonun gelmesi demektir. Sonun günü geldiğinde, sonun eceli geldiğinde şeklinde anlamamız gerekir. Allah bir vaatte bulunmuştur. Bu iyilik şeklindeki vaat olur, kötülük şeklindeki vaat olur.

 

 وَقَضَيْنَا إِلَى بَنِي إسْرائِيلَ فِي الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِي الْأَرْضِ مَرَّتَيْنِ وَلَتَعْلُنَّ عُلُوًّا كَبِيرًا(4) “Kitapta İsrail oğullarına iki defa fesat çıkaracaksınız ve çok büyük bir şekilde büyüyeceksiniz diye yazdık.”[İsrâ(17);4] denmektedir. İşte bu ifade vaattir. Yani, Allah böyle bir oluşu takdir etmiştir. İnsanlığın evrimi için bu tür bir oluşa ihtiyaç bardır. Birinci fesat Babillilerin Filistin’i istila etmesinden önceki fesattır. Bu fesada ve sürgüne gerek vardı. Bu sayede Mezopotamya Uygarlığı ikinci kez İbranilerce öğrenilmişti. Bundan sonraki âyette bunların ilk geldiğinde denmektedir.

فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ أُولَاهُمَا “Bunlardan birincisinin va’di gelince.”[İsrâ(17);5]

Yani birincisinin günü gelince, zamanı gelince denmekte ve İsrail oğullarının uğrayacakları kötülükler anlatılmaktadır.

Sonra bunlardan ikincisinden bahsederken “Uhrahuma” demeyip “Va’dul âhireti” denmektedir. Harf-i tarifle kullanmaktadır. “Uhra” dense diğeri demek olur. O zaman ondan sonra da benzer vaatlerin geleceği ihtimal dahilinde olur. Âhiret (sonuncunun) va’di gelince demek olur. Yani, iki defa fesat çıkaracaklar, ondan başka bir daha fesat çıkaramayacaklardır demektir.

Bu âyet bu fesadın Yahudilerin son fesadı olduğunu ifade etmektedir. Onun için “Âhiretin va’di gelince” denmektedir. Sûrenin başında bunlar anlatılırken; ikinci son vaat gelince Müslümanların Mescid-i Aksa’ya daha önce girdikleri gibi girecekleri ifade edilmiştir. Bu girişin sizin yüzlerinizin kararması için olacağı bildirilmiştir. Yani bu giriş Yahudilerin mağlubiyetini ifade edecektir.

Biz o ifadeyi ebced hesabiyle 2019 veya 2099 tarihinde olacak şekilde hesaplamıştık. (Bk. 133. Seminer Notları.)

Şimdi burada sûrenin sonlarına doğru aynı ifade tekrar edilmiştir ve bu sefer İsrail oğullarının son vaatten sonraki durumları anlatılmaktadır. Son vaat geldiğinde Yahudiler mağlup olacaklar ama yurtlarından çıkarılmayacaklardır. Bu sebeple önceki âyette sadece yüzünüz karardığında denmektedir. Helâk olduğunuzda veya mağlup olduğunuzda demektedir. Araya başka bilgiler verildikten sonra tekrar oraya işaret ederek yeniden dile getirilmesi, olayların zincir içinde ilâhi takdirle olduğunu belirtmek içindir.

Burada bir hususa daha işaret etmek gerekir. Bu âyette zikredilen vaat son vaat olduğu için daha önceki vaatler olamaz. Bu son vaattir. Daha öncekinde Halife Ömer zamanında Kudüs’e girilmişti. Sonra ikinci vaadin mutlaka olacağını bildirmektedir. Kur’an’da işte bu kadar açık vaat vardır. “Yurdun içlerinde dolaşacaklar.” deniyor. Yani işgal edecekler ama sadece oralarda dolaşacaklar. Oraların halkını yurtlarından çıkaramayacaklardır.

Dilde bir sanat vardır. Bir konuya baştan başlanır, giriş yaptıktan sonra arada başka olaylar anlatılır, dinleyenin zihni o konuda doldurulur, sonunda başa dönülür ve “konuya gelince” diyerek devam edilir. Bu suretle bu konuşmanın ana konusunun o olduğu belirtilir. Sûrenin başında anlatılmaya başlanan bu olay burada yeniden tekrar edilmekte ve anlatılmak istenen şey burada ifade edilmektedir.

 

“Sizinle birleşik olarak geleceğiz./ Sizinle lefifan ciet edeceğiz.”

   سزنله لفيفا جيئت اد جئز      جِئْنَا بِكُمْ لَفِيفًا       (CıENAv BıKuM LaFIyFAn)

لَفِيفًا “Leffen” birbirine bitişmiş olarak demektir. Bitkileri birbirine bağlayan iplikçiklerdir. Kur’an’da sık ormandan bahsederken “Elfafa” denmektedir. Arapça’da lâzım bir fiil için “Eci’na, Ceyyi’na” kalıpları yapılır. “Câe” geldi demektir. “Ecae” getirdi demektir. Bir de harf-i cerle “Câe Bi” şeklinde yapılır ki; o da getirmektir. Eğer gelme işinde gelenin de bir etkisi varsa o zaman “Bi” harfi ile tadiye yapılır. “Biz sizi birleştireceğiz” denmektedir. Ama siz birleşeceksiniz demek de olur. Liflerle birbirinize bağlanacaksanız demektir.

İbraniler”in 3000 yıllık göçebe olma, dağılma, yayılma macerası bu son vaatten sonra son bulacaktır. Artık vatanlarında toplanıp yaşayacaklardır. İsrail Devleti Müslümanların koruması altında ama iç işlerinde tamamen bağımsız olacaktır. İsrail oğulları savaşmayacaklar, askerlik yapmayacaklar. Onlar dünyanın siyasetine karışmayacaklar, onlar dünyanın inançlarına karışmayacaklardır. Ama insanlığa ticarette ve ilimde hizmet edeceklerdir. Onların insanlığa hizmeti bitmeyecektir.

 

İsrail oğullarının bu hizmetlerinin nasıl olacağını belirtmeye çalışalım.

Bundan 500 yıl önce Haçlı Seferleri’nin etkisi ile Avrupa’da gelişen ticaret sayesinde Yahudiler zengin olmuş ve dünyaya hakim olmaya başlamışlardır. Kurdukları Mason teşkilâtı ile dünyadan ham madde alıyor, Avrupa fabrikalarında Hıristiyanlara işletiyor, sonra dünyaya satıyorlardı. Dünyaya yeter derecede üretim yapabilmeleri için el sanayisinin yerini makine sanayisine çevirmek zorunda idiler. Makine sanayii de müsbet ilme dayanıyordu. Müsbet ilmi geliştirecek imkânları da vardı. İşte böylece bugünkü uygarlık doğdu. Bu düzen böyle giderken birtakım yenilikler oldu.

a)       Gelişen sanayi nedeniyle ulaşım ve haberleşme son derece kolaylaştı. Gerek gidip gelmeler, gerekse malların akışı son derece basitleşti. Bu sebeple Avrupa merkez olmaktan çıktı. Dünya birbiriyle irtibat kurdu.

b)      Gelişen dünya dolayısıyla üniversiteler dünyaya yayıldı, herkes teknolojiyi öğrendi. Dolayısıyla artık ham maddeyi Avrupa’ya satma ihtiyacı duyulmadı, kendileri üretip kendileri satmaya başladılar. Bundan dolayı Yahudi sermayesi hakimiyetini kaybetmeye başladı.

c)       Sanayinin ve sosyolojinin gelişmesi ile kâğıt para bulundu, altın ve gümüş yokluğu ekonominin kurulmasını etkileyemez oldu. Bu sebeple her ülke kendi parasını basmaya başladı. Enflasyon oyunları ile dolar hakimiyetini sürdürmekte ise de, bunun sonu gelmektedir. Böylece büyük sermayenin sömürmesi son bulmaktadır. Artık aldatmacalarla yaşamak mümkün değildir.

d)      Sermaye önce din sonra rejim kutuplaşmaları sebebiyle insanlığı emri altına almıştı. Müsbet ilmin gelişmesi ile ilim dinleri birleştirdi, dolayısıyla dinî kutuplaşma son buldu. Sovyetlerin yıkılması ile rejim kutuplaşmaları da son bulmuştur. Irak Savaşı ile bu hedefe gidilmek istenmekte ise de, bütün dünya ABD’ye karşı cephe aldı ama çatışmaya girişmedi.

Bu sebeplerden dolayı sermaye sömürüsü son bulmuştur. Ama sermayenin rolü devem edecektir. Bundan sonra bu sermaye daha çok bilgi ve teşkilâtlanma sermayesidir.

İsrail Devleti merkez olacaktır. Bütün Yahudiler İsrail Devleti’nde toplanacaklardır. Orası ilim ve ticaret merkezi olmaya devam edecektir. Ama Yahudiler dünya ile ilişkilerini kesmeyecekler, eski yurtlarında mal varlıkları olacak ve oralara gidip geleceklerdir. İbranice ve Arapça bildikleri gibi yerli dilleri de bileceklerdir. Böylece ekonomik merkez olmaya devam edeceklerdir. Güçlü internet merkezi olmak yeterlidir.

Dünyada devletler oluşacak, devletlerin nüfusları 30 milyon ile 100 milyon arasında olacaktır. Yeryüzünde 100 kadar devlet olacaktır. İleride bu sayı çoğalabilir.

İsrail devlet olamaz. Çünkü Yahudilerin nüfusları devlet olmaya yeterli değildir. Ama İslâm devletlerinin korumaları altında bağımsız bir bölge olacaktır. Mekke gibi Kudüs de İnsanlığın merkezi olacaktır.

İnsanlığın siyasi merkezi olmayacaktır.

İnsanlığın ilim ve ticaret merkezi Kudüs olacaktır.

İnsanlığın dinî merkezi ise Mekke olacaktır.

Bundan böyle üretim ham maddenin olduğu yerde yapılacaktır. Sermaye, emek ve bilgi ham maddenin bulunduğu yere gidecektir. Ülkelerin hukuk düzeni içinde üretim yapılacaktır. Devlet üründen en çok beşte bir pay alacaktır. Ondan sonra bütün malların, emeklerin, sermayenin ve bilginin hareketi tamamen serbest olacaktır. Uluslararası ticaret gelişecektir. Ham madde değil de, mamul madde ticareti olacaktır. İşte sermayeye ve bilgiye burada ihtiyaç vardır. Bu hususta en tecrübeli ve kabiliyetli ulus Yahudilerdir. Dolayısıyla Kudüs sakinleri bunu yapacaklardır. Amerika’daki sömürücü sermayenin ömrü son bulmaktadır. Savaşlarla bunların iadesi mümkün değildir.

Şimdiki Amerikan sömürü sermayesinin hedefi şudur:

Ortadoğu’da küçük devletlerden oluşan birleşik devlet kurup o sayede dünyaya İsrail’i merkez yaparak bu hizmeti eski usulle yani sömürü sermayesi ile yapmak istemektedir. Bunda başarılı olamayacaktır. Kur’an böyle söylemektedir. Irak’ta savaşı kazansa bile orada huzurlu bir düzeni kuramayacaktır. Nitekim Filistin’de de huzurlu bir yönetim kuramamıştır. Bunun sonucu olarak ABD’de iktidar değişecek, sermayenin hakim olamayacağı bir yönetim gelecek ve ABD Ortadoğu’dan çekilecektir. Bunun sonunda Adil Düzenciler Ortadoğu’da Adil Düzen yönetimini kuracak ve İsrail’e de Adil Düzeni getireceklerdir. Ondan sonra dünya  Adil Düzene göre yönetilecektir.

Irak Savaşı”nda Birleşmiş Milletler yara aldı, Avrupa Birliği yara aldı. ABD’deki sermaye hakimiyeti deşifre oldu. Dünya Yahudilerin hedefini öğrendi. Araplar savaşçı bir halktır. Onlarda eksik olan birlik sağlayamamaları ve çöl göçebe hayatından bir türlü kurtulamamalarıdır. Bu olaylar Arap dünyasını uyandıracaktır. Araplar Türklerle ve İranlılarla işbirliği yapıp kendiliğinden “Ortadoğu Birliği” doğacaktır. Bu da “Adil Düzen İnsanlık Anayasası” sayesinde olacaktır.

Ortadoğu’da neler olacaktır?

Nüfusları 30 milyonu bulan ülkeler birer devlet olacaktır. 100 milyondan fazla olan devletler bölünecektir. Kudüs ve Mekke harem şehirler olacak, savaşsız bu devletler tarafından korunacaktır. “III. Bin Yıl Uygarlığı”nın merkezi yine burası olacaktır. Ortadoğu’da sınırlar savaşla değil; hakem kararları ile fıkha göre değişecektir. Kuzey Afrika ile Orta ve Güney Asya da bunlara katılacaktır. Ortadoğu’da bir “Sular Vakfı” kurulacak. Kur’an’da adı geçen Fırat ve Dicle ırmaklarına Karadeniz’e akan sular da aktarılarak tüm Arabistan Yarımadası’nı ve Akdeniz’in doğusunu sulayacak imkân ortaya çıkacaktır. Bu vakfa sermayeleri ile en çok katılan Yahudiler olacağı için bol su alma imkânı bulacaklardır. Böylece Filistin Yahudilerin ülkesi olarak mübarek bir ülke olacaktır. Filistinlilere bu sudan pay verilerek çölde cennet gibi bir ülkeleri olacaktır. Kur’an bunu bildirmektedir. “Havlını bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa” denmiştir. Bu “havl” bütün “Ortadoğu”dur. Hassaten Filistin’dir.

 

Dâvet!

 

İstanbul Hahambaşlığı’na önerimiz vardır.

Gelin biz Adil Düzencilerle işbirliği yapınız.

Tevrat ve Kur’an’ın verilerine göre hazırladığımız “İnsanlık Anayasası”nı birlikte ele alalım ve son şeklini vererek insanlığa sunalım.

Yahudilerin yaktığı savaş ateşini söndürerek yine Yahudilerin çıkardığı son fesada böylece barış içinde son vermek için hazırlığa başlayalım.

Olacak olanlar nasılsa olacaktır.

Olacaklara hep birlikte yardımımız olsun.

 

“Ve onun arkasından İsrail’in çocuklarına yerde yerleşin.

Son söz geldiğinde sizi birliğe getireceğiz diye söyledik.”/

“Ve Onun ba’dinden İsrail ibnlerine arzda iskân olun.

Âhiretin va’di ciet edince sizinle lefifan ciet edeceğiz diye kavl ettik.” [İsrâ(17); 104]

 

(Va QuLNAv MıN BaGDI Hı LıBaNIy EıSRAEıLa ıSKuNUv elEaRWa FaEıÜAv CAvEa VaGDu elEAvPıRatı CıENAv BıKuM LaFIyFAn)

 

اونن بعدندن اسرائل ابنلرنه ارضده سكون ادن اخرتن وعد جيئت لفيفا جيئت ادجغز ديه

 

وَقُلْنَا مِنْ بَعْدِهِ لِبَنِي إِسْرَائِيلَ اسْكُنُوا الْأَرْضَ فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ الْآخِرَةِ جِئْنَا بِكُمْ لَفِيفًا(104)

 

             1 2  3  4  5  6  7  8  9  10)

  1     * (A B C D H V  Z X O  Y.) 

  10   * (   K  L M N S G F Ö      )

  100 * (Q R  Ş  T Ç P Ü W  J  Ğ)

   

F=80  E=1  Ü=700  A=1(0,6,10)  C=3 E=1                                                  (=  786)

V=6  G=70  D=4  L=30  E=1  A=1(0,6,10)  (P=600)  R=200  T=5(400)     (=  917)

C=3  E=1  N=50  A=1(0,6,10)  B=2  K=20  M=40                                      (=  117)

L=30  F=80  Y=10  F=80  A=1(50)                                                              (=  201)

                                                                                                                      (=2021)

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                                          (0532) 246 68 92

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 204. SEMİNER                     Yorum 34                          İstanbul, 12 Nisan 2003

 

İNSANLIKTA SOSYAL DOKULAR

Bir insan anne ve babadan gelen iki hücrenin birleşmesi ile oluşur. Sonra hücreler bölünerek çoğalır. Farklı dokular oluşur. Farklı dokular sonunda organlara dönüşürler. Böylece insan erginlik çağına gelir. İnsan erginlik çağına geldikten sonra ne yeni doku, ne de yeni organ oluşur. İnsanlar artık mevcut organları ve dokuları ile varlıklarını sürdürürler.

İnsanlık da böyledir. İnsanlar Adem ve Havva’dan çoğalmaya başlamışlardır. Zamanla farklı ırkları oluşturmuş, “özel dokular” oluşmuştur. Bunlar “kavimler” hâlinde organları oluşturmuşlardır. Böylece İnsanlık tarih boyunca bir insan gibi gelişmiştir. İnsanlık çağımızda erginlik çağına yaklaşmıştır. Ortak organları oluşturma durumundadır. “III. Bin Yıl Uygarlığıdokuları ve organları netleştirecek durumdadır.

Tarihte dokular olarak ana ırklar oluşmuştur. Bunlar arasında İbraniler, Türkler, Araplar, Latinler, Cermenler, Çinliler, Hintliler gibi uygarlığa katkıda bulunmuş ırklar vardır. Bu ırklardan bazılarının tarihte ne tür dokular oluşturdukları bilinmektedir. Bunlardan bir kısmının ne tür dokular oluşturdukları veya oluşturacakları bilinmemektedir.

Biz bunlardan dört insanî dokudan bahsetmek istiyoruz;

Türkler, Araplar, Avrupalılar ve Yahudiler.

 

a)    TÜRKLER

Türkler tarihte “asker millet” olmaları ile şöhret kazanmışlardır. Askerlik yağmacılık değildir. Ülkeleri zenginlikleri için alıp onları sömürmek askerlik değildir. Yağmacılık meşru geçinme yolu değildir. Yağmacılık eşkıyalıktır, canavarlıktır. Savaş adalet için yani, insanların güvenliklerini sağlamak, onlar arasında adaleti tesis etmek, mazlumları korumak için yapılır. Bu husus Türk mantığına yerleşmiştir.

Son olarak “Irak Savaşı”nda müşahede edilmiştir ki; Türkiye savaşa girmiyor, zorla sokuluyor. Sonra ona da deniyor ki; “Yağmalardan sen yararlanmayacaksın!” Türkiye de zaten bu tür bir yağmalama yakıştırmasını kendisine ayıp saymıştır. Bu durumda Türkiye’nin diyeceği ne olabilirdi? “Ben savaşa girerim. Askerimi koyarım. Ama sonunda ABD ne kadar yararlanırsa ben de o kadar bir pay olarak yararlanırım. Katkım nisbetinde yararlanırım!” demeliydi. Kuzeyden girilirse savaş 70 milyar dolara, güneyden girilirse 250 milyara mâl olacaktır. “Gelin kuzeyden cephe açalım.” diyorlar ama bu arada; “Size en çok 6 milyar veririz!” ifadesini de utanmadan söylüyorlar. Bakınız; ABD 180 milyar dolar kazanacak, ama bize lokantadaki bahşiş parasını bile vermeyecek! ABD utanmadan böyle bir öneride bulunuyor, ayıp olmuyor da; biz kârın hepsini değil yarısını istersek çok çok ayıp oluyor!

İşte bu yağmacı olmama mantığı Türk mantığıdır. Savaşçı bir millet olan Türk milleti; ekonomik amaçlarla savaş yapmayı ayıp sayan bir millettir. Başka uluslar ya savaşmazlar veya savaşırlarsa mutlaka çıkarları için savaşırlar. Bu anlayışı kendilerine ilke yapmışlardır. “Uluslar arasında “adalet” değil “çıkar” esastır!” derler.

Oysa Türk Milleti tarihte daima adaleti şiar edinerek savaşmıştır. İçten çıkarı olsa bile görünürde çıkarı ayıp saymıştır. Türklerin bu üstün ruhiyatını bilenler karşılıksız olarak hayasızca coğrafi alanımızı, topraklarımızı ve dostluğumuzu istismar etmektedirler.

Asker millet olmanın başka bir özelliği de savaştan korkmaktır. Mutlak surette savaşa karşı olmaktır. Savaş ancak başka çare kalmadığı zaman meşru olmalıdır. Savaşa giren haklı kuvvetler haksızlığı bertaraf etmelidirler. Edemiyorlarsa savaşa girmemelidirler. Girdikten sonra da “Ya ölüm, ya galibiyet” deyip savaşmalıdırlar. Asker bir ırk işte bu özelliği taşıyan ırktır. Onların defterinde mağlubiyet yazılı değildir. Ya ölürler ya da zafer kazanırlar. Savaş demek, ölümü göze almak demektir. Onun için savaşa en son karar verilir. Bir defa karar verildikten sonra artık geri dönme yoktur. Türkler işte bu haslete sahip bir ırkı oluştururlar. Dolayısıyla başka uluslardan bu bakımdan farklıdırlar.

Askerlerin başka bir özelliği ise istilâ ettikleri ülkelere karşılıklı çıkar sağlamaları ile hakim olmalarıdır. Yani, onları baskı ile sömürme yerine, onlara sağladıkları yarar yani dokular arası işbirliği ilişkisi ile hakimiyetlerini sürdürürler. Bunun en açık örneği Anadolu fetihleridir. Anadolu halkı Roma zulmüne dayanarak Hıristiyan olmuştu. Romalılar baskı ile bu ülkeleri yönetemeyeceklerini anlayınca kendileri Hıristiyan olmuşlardır. Ondan sonra uzun zaman huzur içinde yaşamışlardır. Ne var ki, son zamanlarda yönetim bozulmuş, adalet ortadan kalkmış, ekonomi çökmüştü. Orta Asya’dan gelen Türkler buraya önce güven getirdiler. Adaleti tesis ettiler. Sonra yerli halkı askere almadılar. Onları tarım ve sanayide yerlerinde bırakılar. Çok cüz’i vergi aldılar.

Orta Asya’dan gelen çoban Türkler hayvanlarını yazın boş olan dağlarda, kışın ise ekinleri kaldırılmış tarlalarda otlattılar. Bundan dolayı yerlilerin hiçbir zararı olmamıştır. Bu uygulama hem hayvanların tarlaları gübrelemesine imkân verdi, hem de araziler otlardan temizledi. Ayrıca bu göçmen Türkler sanayi ve tarım mamullerini sattılar, onlardan hayvan mamullerini aldılar. Yerli halk askere gitmiyor, hiçbir haksızlığa uğramıyor, ekonomide de refaha ulaşıyor. İşte Türklerin bir yeri istilâsı budur.

Şimdi Türklerin bu meziyetlerine karşılık Avrupalıları düşünün.

Avrupalılar Amerika’ya girdiler. Yerliler bunları dost olarak karşıladılar. Çünkü böyle kimselerin geleceklerini peygamberleri onlara haber vermişlerdir. Onlara Hıristiyanlık gibi ileri bir uygarlığı getireceklerini vaad etmişlerdi. Dinleri de savaşı yasaklıyordu. Ama Avrupalılar ne yaptılar? Müslümanlardan öğrendikleri ateşli silahlarla iki kıtanın tüm halkını soykırımına uğrattılar. Bu canavarlıkları hâlâ devam etmektedir.

İşe bu sebepledir ki Türk ırkı kadar asker olacak başka ırk bulunmamaktadır.

Nihayet, asker milletin önemli bir özelliği de üstün ırk düşüncesine sahip olmamasıdır. Kendinizi işgal ettiğiniz halklardan üstün görmezseniz, üstün olduğunuz halde mütevazi olursanız halk sizi sever, böylece insanlar size saygı duyarlar. Bu sayede uzun zaman yönetim gücünüzü korursunuz. Eğer işgal ettiğiniz halka yukarıdan bakarsanız, o zaman zaten üstün de olduğunuz için herkes size düşman olur, onları yönetemezsiniz.

Bu hasletler ırkın kendisinde mevcuttur. Aile eğitimi ile sosyal yapı şekil almıştır. Çocuk evde saygı ve sevgiyi öğrenir, alçak gönüllülüğü öğrenir. Hele yöneticilerde bu özellik son derece önemlidir. Bunun sonucu olarak aile içinde son derece saygı vardır. Küçükler büyükleri sayarlar, büyükler küçükleri severler. Kardeşler için “abla” ve “ağabey” ayırımları sadece Türklerde vardır. Yaşça küçük olan herkes diğerini sayar. Ailelerde askerî bir hiyerarşi vardır.

Türk ırkı binlerce yılların eğitimi ile işte böyle oluşmuştur.

Bu yapıyı başka bir millete kazandırmak mümkün değildir. 

 

b)    ARAPLAR

Araplardil”de çok ileri bir duruma gelmişlerdir. Bir dilin oluşması için değişik şartlara ihtiyaç vardır. Bir dilin oluşması için halkın tecrit edilmesi gerekir. İnsanlar birbirleriyle konuşurken yavaş yavaş kurallar oluşur, kelimeler o dile özgü söyleniş ve anlamlarını kazanır. Eğer kapalı bir topluluk değilse yeni dil oluşmaz.

Yeni dilin oluşması için ikinci şart, o toplulukta ileri uygarlığın kavramlarının oluşması ve o topluluğun o kavramları kendi diliyle ifade etmesidir. Çok yakın ilişki olursa uygarlıkla beraber dilleri de alınmış olur. Hepten tecrit edilmiş olursa uygarlığın kavramları gelmez. O halde yeni dil dengeli ilişkilerin olması ile oluşur. 

Bir üçüncü şart ise çok uzun bir zaman bu dengenin korunması gerekir. Hızlı oluşmalar yeni dilin oluşmasını önler. Aralar da yeni dil oluşturmaz. Bundan dolayı dilin oluşması zaman olarak binlerce yılı gerektirmektedir.

Türkler Anadolu’da bin yıla yakın zaman geçirmişlerdir. Ama Azeri lehçesi ile Türkçe arasında bir aynılık söz konusu değildir. Milattan önce 1000 veya 2000 yıllarında birbirinden ayrılmış, bundan dolayı diller bugün adeta ayrı dil halinedir. 2000 yıl ancak lehçeleri oluşturabilmektedir.

Yeni dilin ileri bir dil olabilmesi için o dil devlet dili hâline gelmelidir. O dili anadili o dil olmayan kimselerin de kullanmaları gerekir. Dil böyle oluşmaktadır.

Tarihte pek çok uygarlık dili oluşmuştur. Ama dünyada “Arapça”nın seviyesinde bir dile ulaşma imkânı kalmamıştır. Tarihte ilk doğan uygarlık Mezopotamya Uygarlığı’dır. Arkasından hemen Mısır Medeniyeti gelir. İki-üç bin yıl bunlar uygarlıkta hakimiyetlerini korumuşlardır. Bu iki uygarlık arasında geniş Arabistan çölü vardır. Çölde yolculuk yapmak son derece güçtür, zordur. Buralarda ancak Arapların deve kervanları gidip gelebilir. İşte bu hususiyet Arap Bedevilerini Mısır ile Mezopotamya arasında köprü olmaya götürmüştür. Çöl uygarlaşmaya asla müsait değildir; hâlâ müsait değildir. Bundan dolayı da buradaki hayata uygarlık girmemiştir. Uygarlık bunların hayatlarını değiştirmemiştir. Dolayısıyla dillerinin yapısını bozmamıştır. Ama ticaret ilişkileri sebebiyle bu uygarlıkların kavramları bunların dillerine girmiştir.

Arapça dil olarak özel bir yapı içinde oluşmuştur. Üç sessiz harf “kök” olarak alınmış ve kalıplarla değişik çekimler yapılmıştır. Bu dil yeni kavramları ifade etmeye elverişli hâle gelmiştir. Arap göçebelerin bir özelliği vardır. Karşılaştıklarında ya silah çeker ve birbirlerini öldürmeye kalkışırlar; yahut selâm verip oturur sohbet eder ve birbirlerini ağırlarlardı. Sohbetin konusu o gün başlarından geçen olayları anlatmaktı. Tüccarlar uygar ülkelerde gördükleri konuları anlatırlardı. Eşyadan çok kavramlar Arap Yarımadası’nda anlata anlata yayılıyordu. Görülmeyen şeyleri yeni kelimelerle anlatamazsınız. Ancak mecazi ve kinaye kurallarını kullanarak anlatabilirsiniz.

Sonra, dil yazı oluştuktan sonra zor değişmektedir. Çünkü halk yazı içine saplanarak kalır ve dili tabii oluş içinde oluşturamaz. Arabistan’da halk okuma yazma bilmiyordu. Araplar arasında Kur’an’dan önce Arapça’da yazılmış birkaç şiirden başka yazılı metin yoktu. Kavramlar gelip yerleşmiş ve halk tarafından sindirilmiştir. Arap dili tabii bir dil mantığı içinde oluşmuştur. 

İşte böylece Arapça ondan önceki bütün uygarlıkların kavramları almış ama kelimeleri almamıştı. Arapça dil olarak tam bu durumda iken “Kur’an” nâzil olmuş ve Araplar uygarlaşmadan Kur’an’ı anlamak için Arapça’nın gramerini geliştirmişlerdir. Öyle ki, Kur’an ve Kur’an’dan önceki şiir ve halk deyimlerini esas almışlar, hadisleri ve Kur’an’dan sonraki eserleri örnek olarak almamışlardır.

Yine hiçbir dil uygarlaşmadan önce incelenmemiştir. Dil ince noktaları ile incelenip tesbit edildikten sonra Araplar Çin, Hint, Yunan ve diğer uygarlıklarla karşılaşmışlardır. Ne var ki, dilleri onların dillerinden çok ileride idi. Uygarlıklarını aldıkları ülkelerin dilleri bu dile etki edemedi. Bütün ilimler Arap dili ile ifade edildi. Böylece Arapça üstünlüğünü günümüze kadar korumuştur.

Gelecek uygarlıkların ilim dili “Arapça” olacaktır.

Arapça”nın başka bir özelliği de; Arapça yalnız uluslararası dil değildir, aynı zamanda çağlar arası dildir. Bundan sonra da hep böyle kalacaktır.

“Kur’an” gibi orijinal ve değişmez bir metin başka hiçbir dilde yoktur.

Tevrat ve İncil’in İbranice kaynaklı asıl metni yoktur. Metinler bulunsa bile dilleri incelenmiş değildir.

Bundan sonara “Arapça”ya yetişmek isteyen hiçbir dilin başarı şansı yoktur.

Dil uygarlığın kaynağıdır. İster istemez yeni uygarlıklar “Arapça” üzerinde oturacaktır.

III. Bin Yıl Uygarlığı”nı büyük ihtimalle “Türkler” kuracaktır; ancak uygarlık dili “Arapça” olacaktır.

 

c)    AVRUPALILAR

Teknoloji ve mimaride özelleşmiş ırk “Avrupa ırkı”dır. Uygarlık Doğu’da doğmuş ama ehramlar Mısır’da dikilmiştir. “Mısır UygarlığıGirit yoluyla Yunanlılara, oradan Romalılara, Romalılardan Avrupalılara geçmiştir. Müslümanların geliştirdikleri kubbe mimarisi bile Avrupa ırkına hastır. Urartu ve Budizm’deki heykelcilik de Hint-Avrupa ırkının eseridir. Avrupa’nın tarihteki başarısı teknolojidedir.

Avrupa Uygarlığı”nın “ilmî temeli”nde Yahudi sermayesi yatmaktadır.

Oysa “teknoloji”de Avrupa ırkı bulunmaktadır.

Avrupalılar el sanatına sahip olmadıkları için makine üretimine önem vermişlerdir. Böylece teknoloji gelişmiştir. Teknolojinin gelişmesi ile deneme âletleri gelişmiştir. Teknolojiye matematiği uygulamışlardır. Bunun kâşifi Avrupalılardır. Teknoloji elbette tâ Mezopotamya’dan beri doğup gelişmiştir. Ama ilme dayanarak ölçme teknolojisi Avrupalılarda gelişmiştir. Sıcaklık her zaman bilinen bir olgudur. Ama termometre bulma şerefi Avrupalılara aittir. Madenlerin ısınması sonucu uzamasından veya civanın hacminin artmasından yararlanarak sıcaklık ölçülmüştür. Bu sayede ısı enerjisi ölçülmüştür. Isı enerjisi ile mekanik enerjisi arasında ilişki kurulmuş, buhar makinelerinin hesabı yapılabilmiştir. Mıknatıs daha önce biliniyordu. Ama çekim kanunu Avrupalılar tarafından keşfedilmiştir. Teknolojide Avrupalılar beklenmedik hamleler yapmışlardır.

Avrupalılar müsbet ilmi teknolojiye uygulamışlardır.

Avrupalılar ilmî çalışmalara devam etmekte ve teknolojiyi de geliştirmektedirler.

Bilgisayarlar”la insanlığı nebati hayattan hayvani hayata geçirmişlerdir. İnsanlık çağımızda tarih boyunca teknolojide hiçbir zaman atmadığı bir adımı atmıştır. Bu adım da Avrupalılara nasip olmuştur. Avrupalıların bu teknolojideki ileriliği gelecek bin yıllarda da devam edecektir. Bugün bile bakıyorsunuz buluşlar hep onların arasından çıkmaktadır. Başka uluslar ancak taklit ederek teknolojiyi almaktadırlar.

Dilde ve fıkıhta ilmî inkılâbı yapmak Araplara nasip olmuştur. Bu alanda kimse onlara yetişemez.

Teknoloji Avrupalılara nasip olmuştur. MatematikLâtince” gelişmiştir. Başka bir matematik dili doğamaz.

Bu sebepledir ki “Arapça”nın yanında “Lâtince” de insanlığın ortak dili olacaktır.

Her şey çift olduğu gibi insanlık dili de çift olacaktır.

Başka ülkeler Avrupalılarla teknolojide yarışarak geçeceklerini sanıyorlarsa yanılıyorlar. Teknolojide onları önde bırakıp başka sahalarda ileri gitmeyi denemelidirler. Bugün insanlığın muhtaç olduğu husus “daha ileri teknoloji” değil, “daha ileri adalet”tir. Bu sebepledir ki “III. Bin Yıl Uygarlığı”nın adını “Adil Düzen” koymuşlardır.

“Türkler” savunma savaşını geliştirmelidirler. Bu hususta insanlara örnek olmalıdırlar. Gelecek dünyaya sadece ilim, teknoloji yahut sermaye hâkim olmamalıdır. Bunun için uluslar kendi savunma teknolojilerini geliştirmelidirler. Atom bombası gibi tahrip silahları yerine savunma yapabilecek silahları ve eğitimi almalıdırlar.

Adil Düzen” sayesinde tahrip edici silahlar dengeye alınmalıdır. Bütün ordular aynı derecede silaha sahip olmalıdırlar. Bu da cesur savaşçı insanlara ihtiyaç göstermektedir.

Türklerin “III Bin Yıl Uygarlığı”nda en büyük katkıları burada olacaktır. Batı’nın teknoloji üstünlüğü devam edecektir. Ama bundan sonra bu teknoloji Yahudi sermayesinin emrinde olmayacak, insanlığa hizmet şeklinde olacaktır. Avrupalılar üretecekler ve insanlara satacaklardır. İnsanlar da kendi ürettiklerini onlara satacaklardır. Ancak öğretici ırk Avrupa ırkı olacaktır.

Bu oluşa karşı Yahudi sermayesi direnecektir. Ticari avantajını kaptırmamak için dünyayı Hıristiyan ve Müslümanlara karşı kışkırtacak, ancak Hıristiyan ve Müslümanlar galip geleceklerdir.

 

d)    YAHUDİLER

İnsanlık tarihinde ilimde ve ticarette görevli kılınan ırk ise “Yahudi ırkı”dır. Yahudilerin sayıları diğer insanlara oranla çok az da olsa, son derece önemli bir yapıları vardır. İnsanlık tarihinin bütün uygarlıkları içinde Yahudiler hep varolmuşlardır.

Allah Yahudileri uygarlıkları oluşturmak için görevlendirmiştir. Bu bakımdan seçkin kavimdirler.

Hazreti İbrahim Mezopotamya’dan çıkmıştır. Bir oğlunu Filistin’de, diğer oğlunu Mekke’de bırakmıştır. Filistin’de kalan İshak’ın oğlu Yakup çocukları ile birlikte Mısır’a gitmiş ve orada yerleşmiştir.

Böylece Araplar dillerini Mısır ile Mezopotamya arasında oluşturdukları gibi;

İbraniler de uygarlıkları Mısır ile Mezopotamya arasında oluşturmuşlardır.

Mezopotamya Hakka dayalı uygarlığın merkezi olmuş ve site devletleri oluşturmuştur.

Mısır ise kuvvete dayalı merkezî devleti oluşturmuştur.

İbraniler hem merkezî devlet yönetimini hem de yerinden yönetimi sentez etmiş ve ileri bir uygarlık kurmuşlardır. Hukuk düzenini getirmişlerdir. Filistinlileri çalıştırarak deniz seyrüseferleri oluşturmuşlar, Akdeniz’i bir göl hâline getirmişlerdir.

İbranilerharf yazısı” ile Tevrat’ı okutarak insanlığı “tedris dönemi”ne geçirmişler ve ilmi halka indirmişlerdir. Yahudilerin devlet yapısı ile Mezopotamya devlet yapısını sentez eden Persler lâik bir yönetimi getirmişlerdir. Batı Anadolu’daki Ege Bölgesi’nde İyonyalılar bunlardan öğrendikleri ile siteler kurmuşlar ve deniz ticaretini yapmışlardır. Yunan Uygarlığı’nın oluşmasında İbranilerin doğrudan etkisi olmuştur. Kıbrıslı Yahudi Zenonstoa ekolü”nü kurmuştur. Bu ekol Roma’da filizlendikten sonra Roma Hukuku doğmuştur. Hıristiyanlığın gelmesiyle Roma’da Tevrat Hukuku esas alınmıştır.

Yahudilerin insanlığa hizmetleri İslâmiyet’ten sonra da devam etmiştir. Önce Arapça’ya tercümede, sonra Lâtince’ye tercümede büyük katkıları olmuştur. Yahudilerin bugünkü uygarlığa en büyük katkıları, ticaret yoluyla zenginleşmeleri nedeniyle Müslümanlardan öğrendikleri müsbet ilmi Batı’ya taşımaları, teknolojinin ilmîleşmesinde sermayeleri ile destek vermeleridir. Yahudilerin ilmî buluşları ile Avrupalıların teknik uygulamaları bugünkü uygarlığı oluşturmuştur.

Yahudiler tarihte iki sahada her zaman hâkim olmuşlardır. Bunlardan biri ilim, diğeri ise ticarettir. İlim ve ticarette ileri adımlar atmaları, bütün dünyaya dağılmış olmaları ve her tarafta hemşehrilerinin bulunması sayesinde olmuştur. Bu durum onların malları alıp satmalarına sebep olduğu gibi; onların oralarda öğrendikleri şeyleri de ülkeler arasında taşımalarına vesile olmuştur. Dil bilmeleri nedeniyle uluslararası ilişkileri onlar yürütmüşlerdir.

Yahudilerin bu durumları dört bin yıllık insanlık tarihinin bir akışıdır. Dört bin yıllık eğitimin sonucudur. Başka bir kavmin bunların seviyesine ulaşması için dört bin yılın geçmesi ve Tevrat ile İncil gibi kitapları olması gerekir. Bu sebepledir ki kimse Yahudilerle ilim ve ticarette onlarla yarışa girmeyi denememelidir. Aksine, bu alanlarda onlarla işbirliği yapması gerekir.

Bununla beraber Yahudiler de bu iki üstünlüklerini insanlara hâkim olmak için değil, hâdim olmak için kullanmalıdırlar. Sermayelerini insanları sömürmek için değil, serbest rekabet amacıyla ticaret için kullanmalıdırlar.

Yahudiler bu üstünlüklerini her zaman insanlığa hizmet için kullanmamaktadırlar. Savaşlar çıkararak insanları birbirine düşürmektedirler. Fesat çıkarmaktadırlar.

İşte Yahudilerin bu kötülükleri önlenmelidir.

Ama ilimde ve ticaretteki üstünlüklerine ise saygı gösterilmelidir.

Yahudilerin bu hizmetlerini yapabilmeleri için bir merkezleri olmalıdır. Dolayısıyla İsrail toprakları onlara bırakılmalıdır. İsrail’in sınırları komşu devletler tarafından veya Türkler tarafından garanti altına alınmalıdır. Bu hizmeti ABD yapamaz. Çünkü ABD ben İsrail’i koruyacağım derken dünyanın tabii kaynaklarını kendisine geçirmekte ve sömürmek istemektedir.

 

SONUÇ

Türkler”in yapacağı iş “Adil Düzen Anayasası”nı insanlığa sunmak ve böylece dünya üzerinde barışı getirmektir. Her ulus dokusunun yapısına göre insanlığa hizmet etmelidir.

İbrahim Uygarlığı müsbet ilim uygarlığıdır, rasyonalizmdir.

Oysa insanların müsbet ilim kadar mistisizme de ihtiyaçları vardır.

Bu ihtiyacın giderilmesi de Budizm ile insanlığa sunulmuştur. “Çinliler”in görevi de mistisizmle insanlığa hizmet etmeleri olmalıdır. Bu hususta yeterli bilgiye ve netliğe sahip değiliz. Çinlilerin gelecekte alacakları durumlara göre bu mesele de netleşecektir.

Benzer şekilde “Hintliler” ile “Zenciler”in insanlığa ne gibi hizmetleri sunmak üzere görevli oldukları henüz bilinmemektedir. İleride bunlardaki oluşmalar yeni hizmetler getirebilir.

Sonuç olarak insanlar ırklara göre doku farklılıkları oluşturmuşlardır. Artık bu dokular başka dokulara dönüşemez. Her doku kendi görevini yapmak zorundadır. Geçmişte canlılar için de böyle olmuştur. İnsan varoluncaya kadar hep yeni türler oluşmuştur. İnsandan sonra canlılar olgunluk çağına ulaştığı için yeni türler ortaya çıkmamaktadır.

Her canlı canlılar âlemi içinde kendi görevlerini yapmaktadır.

İşte Kur’an’da Nuh ve İbrahim soyundan gelen peygamberlerden bahsederken; “İsrail oğullarını tafdil ettik” denmiş olmasının anlamı budur. Kur’an’da insanlığın bu macerasının hikâyesi vardır.

Kur’an bu varsayımları ile okunduğu zaman daha açık olarak anlaşılacaktır.

Orada İbraniler dışındaki kavimlere işaretler bulunacaktır.

Ancak Kur’an’ın metodu bir dokuyu anlatıp diğer dokuların ona kıyasla bilinmesini istemiş olmasıdır.

İbranilerdoku örneği” olarak anlatılmaktadır.

“Adil Düzenciler” dünya ile barışıktırlar.

Dolayısıyla “İslâm Düzeni”ni benimsemişlerdir.

Adil Düzen” demek, Hak düzeninin ve hukuk düzeninin kendisidir.

Adil Düzen” çoklu sistemdir. Yani şeriat sistemidir. İçtihat ve icma sistemidir.

 

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                                         (0532) 246 68 92

KUR’AN MATEMATİĞİ/ 133. SEMİNER                      İslâm Medeniyeti Vakfı, 26 EKİM 2001

 

KUDÜS’ÜN GELECEĞİ / 2019 - 2099

-MÜSLÜMANLAR KUDÜS’E NE ZAMAN GİRECEKLER?-

 

“Biz İsrail Oğullarına Kitapta “Sizler yeryüzünü iki defa bozacaksanız, büyük bir yücelişle üstün geleceksiniz.” diye yazdık.(17/4) Bunlardan birincinin süresi dolunca size bize kulluk edenlerden kötülüğü katı olanları gönderecek, yurdun aralarında dolaşacaklardır. Söz yerine gelmiş olacaktır.(17/5) Sonra sizi yine onların üzerine çıkaracağız ve sizi mal ve kişilerle destekleyeceğiz. Sizi en çok nefret edilen kimseler yapacağız.(17/6) İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz, kötülük yaparsanız o da kendinize. Yüzleriniz kararmasın. Mescide daha önce girdikleri gibi girsinler ve yücelenler savursunlar diye ikinci süre dolsa da... (Size bize kulluk edenlerden kötülüğü katı olanları göndereceğiz.)”(İsrâ Sûresi(17)/7)

 

Bu sûre Mekke’de nâzil olmuştur. Kudüs’ün fethedileceğini bu sûre çok açık şekilde ifade etmektedir. Mekke döneminden sonra Hz. Muhammed (s.) Medine’ye hicret ederek orada kent devletini kurdu ve Yahudilerle anlaştı. Yahudiler bir müddet sonra Müslümanlara ihanet ettiler ve Medine’den tasfiye edildiler. Gittikleri yerde yine rahat durmadılar ve bu sefer de Hayber’den sürgün edildiler.

10 yıl sonra Resul Muhammed (aleyhisselâm) vefat etti, yerine Hz. Ebu Bekir geçti. İki sene sonra o da vefat etti ve H. 634 yılında yerine Hz. Ömer geçti. Kudüs’teki Yahudiler rahat durmadılar. Bunun üzerine 635 yılında Kudüs’ün alınması için Hz. Ömer talimat verdi. Üç sene sonra Kudüslüler; Hz. Ömer gelirse Kudüs’ü teslim edeceklerini bildirdiler. 638 senesinde Hz. Ömer Kudüs’e geldi ve savaşsız Kudüs’e girdi.

O tarihten beri Yahudiler Kudüs’te huzur içinde 1400 yıl yaşadılar. İslâm’ın himayesinde bütün İslâm ülkelerine Müslümanlar gibi yayıldılar. Böylece, Kur’an daha Mekke devrinde iken yani Müslümanların sayısı sadece yüzler civarında iken Kudüs’ün fethini haber vermiş ve bu haber 30 yıl gibi kısa bir zaman sonra gerçekleşmişti.

Araplar o zaman rakamları kullanmıyorlardı. Rakam olarak harfleri kullanıyor ve kelimedeki harf değerlerinin toplamı ile sayıyı ifade ediyorlardı. Milâdî tarihi kullanmıyorlar, önemli bir olayı başlangıç kabul ediyorlardı. “Fil Vakası” ile tarihleri ifade ediyorlardı.

 

Şimdi biz şu soruyu sorabiliriz:

Acaba Kudüs’ün Fethi ile ilgili bu âyette EBCED HESABI ile bir tarihleme var mıdır? Bu tarihlemede öyle kelimeler seçmeliyiz ki, bu kelimelerin taşıdığı sayı bu sûrenin geldiği tarihten yani Miladi 622’den büyük olmalıdır. İslâm Medeniyeti’nin 500 yıl yüceleceğini varsayarsak, bu miktar iki yüz, üç yüz yıldan da fazla olmalıdır.

 

Önce genel olarak harflerin değerlerini verelim:

E=1       B=2       C=3        D=4         H=5       V=6        Z=7          X=8        O=9        Y=10

              K=20     L=30      M=40      N=50      S=60      G=70        F=80      U=90

Q=100   R=200   Ş=300    T=400     Ç=500   X=600     Z=700     W=800   J=900     Ğ=100 

 

Kema dehalûhu evvele merratin/ Daha önce girdikleri gibi.”(17/7)deki “DeXaLe” kelimesini alırsak; D=4, X=600, L= 30 nin toplamı 634 eder. “Ecnadeyn Savaşı” (634) “Kudüs”ün İslâm egemenliğine girmesinin başlangıcı oldu. Yermük Savaşı’ndan (636) sonra Cabiyye’ye gelen Halife Ömer Halit İbni Sabit’i “Kudüs”ü almakla görevlendirdi. Kent bazı koşullarla savaşmadan alındı. “Kema dehalû”daki “Vav”ı ilâve edecek olursak “U”yu değişik değerle ekleyebiliriz. 640 eder.

 

“Fe iza Cae Va’dül âhireti/ Son vade günü geldiğinde.”[İsrâ(17);7]

âyetinin EBCED HESABINI yapacak olursak.

 

F=80,  I=1,  Z=700,  A=1,  C=3,  A=1,  E=1.  Toplam 787 eder. 

V=6,  G=70,  D=4,  L=30, Aa=2,  X=600,  R=200,  T=400.  Toplam 1312 eder.

Hepsinin birden toplamı; 787 + 1312 = 2099 eder.

 

Baştaki “Fa” atıf harfidir ve değeri 80’dir. “Fa” harfini dışarıda bırakabiliriz.

Bu durumda 2099 – 80 = 2019 edecektir. 

 

Bu istidlâle göre;

Müslümanlar Kudüs’e 2019 ile 2099 yılları arasında gireceklerdir.

 

Çağımızdaki tarihî olaylar ve gelişmeler de bunu teyit etmektedir.

Müslümanlar 20. yüzyılın ikinci yarısında bağımsızlıklarını kazanmaya başladılar.

Hıristiyanlık ve Budizm de ateizm karşısında ancak 20. yüzyılın sonunda zafere erişti.

İsraillilerin ateist devlet sisteminin baskı aracı olan “ateizm” 20. yüzyılın sonunda sona erdi. 20. yüzyılın sonuna kadar “ilim” dinlere karşı kullanıldı. 20. yüzyılın sonunda ise “ilim” tam aksine dinlerin birer sabit kaynağı olmaya başlamıştır. O halde, 21. yüzyılın ilk yarısı dinlerin ilmîleşerek dinsizliği tarihe gömeceği devir olacaktır. Bundan dolayı Kur’an’dan istidlâl ettiğimiz tarihler müsbet ilmin verilerine de uygundur.

 

Kur’an burada önemli bir hususa daha işaret etmektedir.

İslâm orduları gelecekte İsrail’e savaşla değil, barışla gireceklerdir. Çünkü, Müslümanlar Kudüs’e daha önce nasıl dahil olmuşlarsa yine öyle dahil olacaklardır.

Kur’an, Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin, İslâmiyet gibi kıyamete kadar yaşayacağını bildirmektedir. MüslümanlarKudüs”ü savaşla değil; daha önce olduğu gibi Yahudileri himayelerine almak suretiyle barış ve adaletle fethedeceklerdir.

Bu bakış da yine ilmî gerçeklere uygundur.

Batı Medeniyeti 500 yıl önce oluşmaya başladı. Yaklaşık olarak 500 yıllık daha ömrü vardır. Medeniyetlerin nominal ömürleri dikkate alındığında, Batı dünyasının saltanatı kısa zamanda ve birden bire yok olamaz. Ama Avrupa ve Amerikalıların, daha doğrusu sömürü sermayesinin sömürü düzeni de artık eskisi gibi devam edemez. Çünkü insanlar uyanmaya başladılar. “Batı Medeniyeti”nin tam da zirvede bulunduğu bu dönemde, “Yeni İslâm Medeniyeti” de doğmaya başlamıştır. Bu doğuşun ilk müjdesi olarak da Batı dünyasının sömürü düzeni yavaş yavaş sona erecektir.

Müslümanların “Kudüs”e girecek olmaları, meseleye yukarıda kısaca işaret ettiğimiz bu açıdan bakıldığında da çok önemli bir gerçeği ifade etmektedir. Demek ki, o zamana kadar yeryüzünde “Adil Düzen”e göre bir devlet veya devletler kurulacaktır ki; bu devletin kurucu ve yöneticileri olan Müslümanlar -daha önce dahil oldukları gibi- “Kudüs”e dahil olacaklardır.

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NÛRİ EROL

www.akevler.org                  (0532) 246 68 92

 

 






Çok Okunan Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 204
İsrâ SÛRESİ (17)104.AYET -Kur’an’a Göre İSRAİL’İN SONU
19.04.2003 130249 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 845
İbrahim Sûresi Tefsiri 1-4. Âyetler
2.01.2016 17048 Okunma
1 Yorum 02.01.2016 21:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 834
Hûd Sûresi Tefsiri 74-78. Âyetler
17.10.2015 12202 Okunma
11 Yorum 15.11.2015 22:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 777
TEVBE SURESİ-128.AYET TEFSİRİ
23.08.2014 11604 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 853
İbrahim Sûresi Tefsiri 35-41. Âyetler
27.02.2016 11007 Okunma
1 Yorum 06.03.2016 14:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 944
Kehf Suresi Tefsiri 107-110. Ayetler
23.12.2017 10182 Okunma
1 Yorum 28.12.2017 19:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 870
Nahl Suresi Tefsiri 5-9. Ayetler
25.06.2016 9284 Okunma
1 Yorum 26.06.2016 10:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 864
Hicr Suresi Tefsiri 57-66. Ayetler
14.05.2016 9212 Okunma
2 Yorum 15.05.2016 08:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 858
Hicr Sûresi Tefsiri 10-15. Âyetler
2.04.2016 9135 Okunma
2 Yorum 03.04.2016 10:18
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 863
Hicr Suresi Tefsiri 48-56. Ayetler
7.05.2016 9002 Okunma
1 Yorum 08.05.2016 07:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 949
Meryem Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
27.01.2018 9000 Okunma
1 Yorum 28.01.2018 07:59
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 842
Hûd Sûresi Tefsiri 114-116. Âyetler
12.12.2015 8898 Okunma
2 Yorum 20.12.2015 12:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 838
Hûd Sûresi Tefsiri 90-95. Âyetler
14.11.2015 8579 Okunma
3 Yorum 21.11.2015 15:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 8448 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 776
TEVBE SURESİ-126-127.AYET TEFSİRİ
16.08.2014 8426 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 855
İbrahim Sûresi Tefsiri 47-52. Âyetler
12.03.2016 8348 Okunma
1 Yorum 14.03.2016 09:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 825
Hûd Sûresi Tefsiri 41-44. Âyetler
8.08.2015 8335 Okunma
2 Yorum 11.08.2015 17:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 808
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 90-92.AYETLER -FİRAVUN ÖLDÜ MÜ?
4.04.2015 8331 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 850
İbrahim Sûresi Tefsiri 23-26. Âyetler
6.02.2016 8234 Okunma
4 Yorum 07.02.2016 19:39
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 852
İbrahim Sûresi Tefsiri 32-34. Âyetler
20.02.2016 8204 Okunma
1 Yorum 14.03.2016 09:40
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 862
Hicr Suresi Tefsiri 39-47. Ayetler
30.04.2016 7941 Okunma
1 Yorum 01.05.2016 07:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 841
Hûd Sûresi Tefsiri 109-113. Âyetler
5.12.2015 7858 Okunma
1 Yorum 05.12.2015 22:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 111
A'RAF SURESİ 1-3.AYETLER TEFSİRİ
25.05.2001 7827 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 865
Hicr Suresi Tefsiri 67-77. Ayetler
21.05.2016 7676 Okunma
1 Yorum 21.05.2016 21:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 837
Hûd Sûresi Tefsiri 87-89. Âyetler
7.11.2015 7443 Okunma
2 Yorum 08.11.2015 18:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 836
Hûd Sûresi Tefsiri 84-86. Âyetler
31.10.2015 7380 Okunma
1 Yorum 31.10.2015 19:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 900
İsra Suresi Tefsiri 23-27. Ayetler
4.02.2017 7359 Okunma
1 Yorum 05.02.2017 09:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 835
Hûd Sûresi Tefsiri 79-83. Âyetler
24.10.2015 7349 Okunma
1 Yorum 25.10.2015 13:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 844
Hûd Sûresi Tefsiri 120-123. Âyetler
26.12.2015 7270 Okunma
2 Yorum 27.12.2015 13:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 832
Hûd Sûresi Tefsiri 64-68. Âyetler
3.10.2015 7227 Okunma
1 Yorum 03.10.2015 21:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 856
Hicr Sûresi Tefsiri 1-8. Âyetler
19.03.2016 7195 Okunma
1 Yorum 20.03.2016 10:41
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 815
Hûd Sûresi Tefsiri 4-6. Ayetler
23.05.2015 7183 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 888
Nahl Suresi Tefsiri 93-97. Ayetler
12.11.2016 7157 Okunma
1 Yorum 20.11.2016 09:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 824
Hûd Sûresi Tefsiri 37-40. Âyetler
1.08.2015 7072 Okunma
1 Yorum 11.08.2015 17:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 819
Hûd Sûresi Tefsiri 17-22. Ayetler
20.06.2015 7029 Okunma
1 Yorum 25.06.2015 04:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 817
Hûd Sûresi Tefsiri 9-12. Âyetler
6.06.2015 7026 Okunma
3 Yorum 25.06.2015 04:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 827
Hûd Sûresi Tefsiri 48-49. Âyetler
22.08.2015 7024 Okunma
1 Yorum 25.08.2015 20:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 833
Hûd Sûresi Tefsiri 69-73. Âyetler
10.10.2015 6975 Okunma
1 Yorum 10.10.2015 23:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 843
Hûd Sûresi Tefsiri 117-119. Âyetler
19.12.2015 6912 Okunma
1 Yorum 20.12.2015 06:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 846
İbrahim Sûresi Tefsiri 5-8. Âyetler
9.01.2016 6724 Okunma
1 Yorum 17.01.2016 08:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 823
Hûd Sûresi Tefsiri 32-36. âyetler
25.07.2015 6635 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 828
Hûd Sûresi Tefsiri 50-52. Âyetler
29.08.2015 6627 Okunma
1 Yorum 05.09.2015 13:29
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 800
YUNUS SURESİ TEFSİRİ 62-66.AYETLER
7.02.2015 6501 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 816
Hûd Sûresi Tefsiri 7-9. Ayetler
30.05.2015 6486 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 830
Hûd Sûresi Tefsiri 58-60. Âyetler
12.09.2015 6480 Okunma
1 Yorum 18.09.2015 07:28
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 831
Hûd Sûresi Tefsiri 61-63. Âyetler
19.09.2015 6373 Okunma
1 Yorum 20.09.2015 18:10
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 839
Hûd Sûresi Tefsiri 96-101. Âyetler
21.11.2015 6344 Okunma
1 Yorum 22.11.2015 09:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 840
Hûd Sûresi Tefsiri 102-108. Âyetler
28.11.2015 6313 Okunma
1 Yorum 30.11.2015 09:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 826
Hûd Sûresi Tefsiri 45-47. Âyetler
16.08.2015 6252 Okunma
1 Yorum 16.08.2015 19:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 829
Hûd Sûresi Tefsiri 53-57. Âyetler
5.09.2015 6195 Okunma
1 Yorum 05.09.2015 20:25


© 2024 - Akevler